Wednesday, June 02, 2010

İsrail ile Yaşanan Kriz Türkiye’nin Bölgesel Rolünü Nasıl Etkiler?

Esasen İsrail dış politikada nasıl davranacağı önceden en rahat tahmin edilebilen ülkelerden biridir. İsrail’in yaşam şekli caydırıcılık üzerine kuruludur ve bu nedenle orantısız güç kullanımından hiçbir zaman kaçınmamaktadır. Bunun yanı sıra İsrail’in güç kullanma tehdidinde bulunması da ciddiye alınması gereken bir ifadedir. Yaklaşım caydırıcılık olduğu için tehdidin gereklerini yerine getirme konusunda şüphe duymamaktadır. İsrail’in bu yaklaşımlarının meşruluğu ve insani yanı tartışma götürmemekte, hatta çoğu zaman uluslararası hukukun sınırlarını aşmaktadır. Geçmiş yıllarda HAMAS liderlerine yönelik gerçekleştirilen suikast eylemleri, Gazze’de sivil halka yönelik operasyonlar, iki askerinin kaçırılması karşılığında tüm Lübnan’ı hedef alan saldırısı bunun örnekleri olarak verilebilir. Dolayısıyla İsrail mantığından olaya bakıldığında Gazze’ye insani yardım götüren, tamamı sivillerden oluşan bir gemiye yönelik komando saldırısı meşru bir tutum olarak algılanmaktadır. Orantısız güç kullanımı siciline bakıldığında, kendilerini savunmak için sopa kullanan ve Gazze’ye yardım malzemeleri götüren sivil halka yönelik silahlı saldırı ve kesin olmayan bilgilere göre 9 kişinin öldürülmesi İsrail’i takip edenler açısından şaşırtıcı olmamalıdır.

Esas sorunlardan biri, örneği verilen daha önceki olaylarda olduğu üzere İsrail’in bu eylemlerine karşılık ödediği bedelin ya çok zayıf ya da hiç olmamasıdır. İsrail’in bedel ödememesi onu daha sonraki eylemlerinin önünü açan bir faktör olmaktadır. İsrail, Suriye topraklarını bombaladığı ya da devlet başkanının sarayının üzerinden uçak uçurduğu zaman sadece kınama mesajları ile karşılaşmaktadır. Gazze’deki eylemleri için herhangi bir yaptırım uygulanmamakta, sadece arkası gelmeyen ve somuta dönüşmeyen sert söylemlere maruz kalmaktadır.

Ancak İsrail feribot krizinde, bölgesinde liderlik hedefi güden, askeri ve ekonomik kapasitesi yüksek bir Türkiye ile karşı karşıya gelmiştir. Türkiye son yıllarda İsrail’e yönelik eleştirilerini çekinmeden dile getirmekte ve bu da Arap kamuoyunda takdirle karşılanmaktadır. Türkiye’nin Ortadoğu’da son yıllarda yükselen profilinde bu yaklaşımların önemli etken olduğu bilinmektedir. İsrail karşısında çoğu zaman yenilgiye uğramış Arap kamuoyu için bir ülkenin başbakanının İsrail devlet başkanını tüm dünyanın gözleri önünde sert biçimde eleştirmesi inanılması zor beklenmeyen bir çıkıştı. Ancak Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinin gerilmesinin Ortadoğu’daki popülaritesinin artmasına neden olmasındaki en önemli neden Arap kamuoyundaki İsrail düşmanlığı değildir. Zira bu tarz eleştirileri söylemsel düzeyde birçok ülke zaten dile getirmektedir. Türkiye, Arap kamuoyu gözünde farklı bir noktadadır. Türkiye söylemin ötesinde gücü itibariyle İsrail’i bölgede dengeleyebilecek, Filistin barışına zorlayabilecek bir ülke olarak ve kendi güvenlikleri açısından da bir güvence şeklinde görülmektedir. Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinin bozulması bölgedeki dengeleri radikal biçimde dönüştürme kapasitesindedir. Arap kamuoyunda çok yaygın olarak kullanılan “Türkiye güçlü bir ülke olarak bölgeye ağırlığını koymalı” ifadesinin altında yatan düşünce budur. Dolayısıyla Türkiye’nin pozisyonundaki değişim herhangi başka bir ülkenin İsrail ile ilişkilerinin bozulmasından farklı bir nitelik taşımaktadır.

İsrail ile yaşanan son krizde Türkiye Arap kamuoyuna verdiği bu güveni sarsma riski ile karşıya kalmıştır. Ortadoğu’daki genel beklenti Türkiye’ye karşı böyle bir saldırı olması durumunda karşılığın aynı sertlikle verileceğidir. İsrail ile ilişkiler gerginlik boyutuna taşınıyor ve bölgedeki çatışmaya müdahil olunuyorsa İsrail ile bu tarz bir karşı karşıya gelişin önceden tahmin edilmesi ve nasıl karşılık verileceğinin belirlenmesi gerekmektedir. Aksi takdirde bu durum, bölgede oynanmak istenen bölgesel güç rolünün oynanmasını zorlaştırabilir. Kriz, diğer Arap ülkelerinde olduğu gibi son derece sert ama somut yaptırımlara dönüşmeyen söylemlerle geçiştirilirse Türkiye’nin bölgedeki ağırlığı zedelenecektir. Arap kamuoyundaki algı “İsrail Türkiye’ye de saldırdı ama yine karşılık göremedi” şeklinde olacaktır. Kısa vadede Arap kamuoyunda Türkiye’ye karşı artan bir destek ve sempati olsa da orta ve uzun vadede Türkiye’nin ağırlığına duyulan güvende bir azalma yaşanacak, bölgesel liderlik rolünü oynama şansı sarsılacaktır.

Türkiye son on yıldır, yakın çevresinde liderlik rolü oynayabilmek için sert gücünden ziyade yumuşak güç unsurlarını ön plana çıkarmaktadır. Çatışmaların barışçıl çözümünü savunmak, ekonomik karşılıklı bağımlılık yaratmak, arabuluculuk, tüm çatışan gruplara adil ve eşit ve mesafede yaklaşmaya çalışmak bunun örnekleri olarak verilebilir. Bu anlamda önemli başarılar kazanıldığı dünya kamuoyu tarafından ifade edilmektedir. Liderlik yapabilmek için meşru bir güç olarak görülmenin önemi büyüktür. Ancak bu tek başına yeterli değildir. Katar’ın da Ortadoğu’da Türkiye ile paralel dış politik yaklaşımlara sahip olduğu görülmektedir. Bu ülkenin Irak’ta, bölgedeki kutuplaşmada, Lübnan’da oynadığı yapıcı rol takdirle karşılanmaktadır. Bu durum Katar’a belli avantajlar sağlamakla birlikte askeri, coğrafi, ekonomik kapasitesi itibariyle bölgenin büyük güçlerinden biri olma şansı bulunmamaktadır. Türkiye’nin kullanmaktan kaçınsa da sahip olduğu askeri gücü onu bölgede ön plana çıkarmaktadır. Yani Türkiye zaten var olduğu bilinen caydırıcılık gücünün yanına meşruiyeti eklemeye çalışmaktadır. İsrail’in sivil bir Türk gemisine saldırması ve çoğunluğu Türk vatandaşı göstericileri öldürmesi Türkiye’ye sempatiyi artıracak, meşruiyetini kuvvetlendirecektir. Ancak Türkiye söylemin ötesinde somut bir karşılık verememesi durumunda gücü konusunda uzun vadede şüpheler uyandıracaktır. Türkiye sert gözüken ama zayıf olduğu bilinen Arap ülkeleri konumuna düşme riskiyle karşı karşıya kalabilecektir.

İsrail’in Gazze’ye yardım götüren sivil gemileri durdurması zaten bekleniyordu. Ancak müdahalenin İsrail karasularına girmeden yapılması ve birçok sivil göstericinin öldürmesi beklenmemekteydi. Muhtemelen İsrail de bu kadar çok ölümle sonuçlanacak bir engelleme girişimi planlamamıştı. Olayların gelişimi ve İsrail’in en küçük direniş karşısında gösterdiği aşırı tepki böyle bir sonuca yol açtı. Ancak eğer söz konusu İsrail ise böyle bir sonucun doğacağı ihtimalinin hiçbir zaman göz ardı edilmemesi gerektiği malumdur. Uzun yıllardır İsrail ile ilişkilerin gerilmesi Türkiye’ye bölgede bazı avantajlar sağlarken diğer taraftan çatışma ortamının içine çekilme riskini de beraberinde getiriyordu. Davos krizi Arap Dünyası’nda nasıl coşkuyla karşılandı ise İsrail’de de aynı oranda tepkiyle karşılanmıştır. Bu tepkinin bir noktada çatışmaya dönüşmesini beklemek gerekmektedir. Birçok yorumda “İsrail’in Davos Krizi’nin intikamını almaya çalıştığı” yorumları da yapılmaktadır. Eğer çatışma olasılığına nasıl yanıt verileceğine ilişkin çalışma yapılmadı ise “Türkiye çok güçlü bir ülke ve İsrail bize karşılık veremez” kabulünden hareket edilmiş olabilir ki bu durumda hem İsrail hafife alınmıştır hem de İsrail hiç tanınmamaktadır.

İsrail’e verilmesi gereken karşılık konusunda askeri seçeneğin tartışılması da çok uygun gözükmemektedir. Uluslararası örgütler ve büyük güçler nezdinde sahip olunan etkinin İsrail üzerinde kullanılmaya çalışılması ve İsrail ile çeşitli alanlarda sürdürülen işbirliğinin sona erdirilerek geri adım atmaya zorlanması daha uygun bir hareket tarzı olarak gözükmektedir. İsrail’in geri adım atmaya zorlanması Türkiye kamuoyunu da rahatlatacaktır. Bu da Arap kamuoylarının İsrail’e yönelik ve çok da sağlıklı olmayan aşırı düşmanlığa dayalı ruh halinin benzerinin oluşmasını engelleyecektir. Zira bu tarz bir ortamın yerleşmesi iki ülke ilişkilerinin bir daha onarılamaz biçimde bozulmasına neden olacaktır. Krizin, yaratacağı uluslararası tepkinin boyutu ve ABD’nin tavrına bağlı olarak Filistin sorununun çözümü ya da Gazze’ye yönelik ambargonun kaldırılması yönünde olumlu katkısı olabilir ki bu da Türkiye’nin başarı hanesine yazılacaktır.

No comments: