Yrd. Doç. Dr. Veysel Ayhan - Oytun Orhan
Oman, karmaşık ve sorunlar yumağı olan Ortadoğu’da uzun yıllardır süren iç istikrarı ve tarafsız dış politikası ile bir istisna oluşturmaktadır. Oman Sultan’ı Kabûs’un ifadesiyle “geleneksel modernleşme projesi”, daha açık bir ifade ile geleneksel değerleri koruyarak modernleşme hareketini başarı ile hayata geçiren ender ülkelerden biridir. Modern şehircilik anlayışını hayata geçiren Omanlıların aynı zamanda aile ve kültürel değerlerini koruma konusunda da oldukça hassas oldukları gözlemlenmektedir. Geleneksel yapının korunması politikası Oman’ın bölge ülkeleriyle ilişkilerine de yansımakta ve bu kapsamda Türkiye ile Oman’ın bölgesel sorunlara paralel bir bakış açısıyla yaklaşması dikkat çekmektedir. Nitekim, dış politikadaki paralellik iki ülke arasında yaklaşık 10 yıldır süren yakınlaşma sürecini daha iyi açıklamaktadır.
Toplumsal Yapı
Bu çerçevede Oman’ın toplumsal yapısı oldukça dikkat çekmektedir. Türkiye yüzölçümünün neredeyse yüzde 50’sine yakın bir alana sahip olmakla birlikte nüfusu sadece 3,2 milyon civarında olan Oman’da yaklaşık 700 bin kadar yabancı vatandaş bulunmaktadır. Bunların çoğunluğu Asya kökenli olmakla birlikte aralarında Afrikalı, Avrupalı, İranlı ve Türkiyeli topluluklar da vardır. Bu topluluklar Oman’daki iş ve ticaret hayatında önemli bir rol oynamaktadır. Dolayısıyla Oman doğumlu vatandaşların sayısının 2,5 milyon civarında olduğu söylenebilir. Halkın çoğunluğu Haricilik’in bir kolu olan İbadilik mezhebine mensuptur. İbadilerin ülke içindeki nüfusu hakkında farklı rakamlar telaffuz edilmekle birlikte yaklaşık oran yüzde 50-60 olarak ifade edilmektedir. Bunun yanı sıra ülkede hatırı sayılır oranda Sünni kökenli Arap ve İran’dan geldikleri ifade edilen Şii topluluk bulunmaktadır. Sünniler de kendi içerisinde hem itikadi mezhepler hem de coğrafi köken olarak farklılaşmaktadır. Ülkenin yaklaşık yüzde 10-15’ini oluşturan Hanefi mezhebine bağlı Arapların büyük çoğunluğu Sohar’dan Birleşik Arap Emirlikleri’ne uzanan kıyı şeridi boyunca varlıklarını sürdürmektedirler. Bunların Abbasi döneminde İbadilikten Hanefiliğe geçtiği öne sürülmektedir. Öte yandan ülkenin güneyinde Yemen sınırına yakın Dohar bölgesinde bulunan Arapların bir kısmı ise Şafi mezhebine bağlıdır ve kendilerini Yemenli Araplar olarak tanımlamaktadırlar. Bunlar kendilerine adı Kur’an-ı Kerim’de de geçen Seba Melikesi Belkis’den kalan Araplar olarak görmektedirler. Aşiret yapılarına oldukça bağlı olan bu gruplar ile İbadi kesimler arasında toplumsal düzeyde bir yakınlaşmanın veya kaynaşmanın olduğunu söylemek çok güçtür. Örneğin ülkenin tek devlet üniversitesi olan Sultan Kabûs Üniversitesi’nde okuyan öğrenciler arasında bile böyle bir sıcaklık olmadığı gözlenmiştir. Her kesim adeta kendi içerisinde bir toplumsal yaşam sürmektedir. Bu üç grubun dışında ülkede sayıca daha az olmakla birlikte bir Şii topluluğu bulunmaktadır. Ayrıca Hindistan gelen Hindular da Oman’ın toplumsal yapısı içindeki yerini almaktadır. Tüm bunlara karşın ülkede Oman vatandaşı olan Hıristiyan veya Yahudi bulunmamaktadır. Dolayısıyla Oman toplumsal yapısını tanımlarken Arap, Farisi, Belucistanlı, Hindu ve Afrika kökenli grupları birlikte düşünmek gerekmektedir. Dinsel ve mezhepsel olarak da İslam ve Hindu dinleri ile İbadi, Hanifi, Şafi ve Şii grupların olduğunu belirtmekte fayda vardır.
Ülkenin başkenti konumunda olan Maskat’ın nüfusu 700 bin civarındadır. Kıyı şeridi olmasına karşın dağlık bir alan üzerinde bulunması tek bir merkezde ya da belli başlı merkezlerde şehirleşmeyi engellemiştir. Şehir kendi içinde farklı bölgelere ayrılmaktadır. Limanın ve tarihi kapalı çarşının olduğu bölge bir anlamda tarihi Maskat’ın merkezi iken merkezin yaklaşık 25 kilometre doğusunda bulunan uluslararası havaalanı boyunca yer alan mahallelerin önemli bir kısmı Sultan Kabûs döneminde başkente dahil edilmiştir. Ülkenin en karışık şehri olan Maskat’ta Beluc ailelerden Farisi ailelere kadar birçok kesim barış içinde birlikte yaşamaktadır. Maskat’taki ticari hayata 1960 öncesi dönemde Beluc ve Fars kökenli aileler hakim iken petrolün bulunmasıyla birlikte bu güç Arap aşiretlerine geçmeye başlamıştır. Bununla birlikte örneğin Maliye Bakanlığı’nda Beluc ailelerin halen daha etkin bir rol oynaması bu grupların ticari gücünü koruduklarını göstermektedir.
Oman, karmaşık ve sorunlar yumağı olan Ortadoğu’da uzun yıllardır süren iç istikrarı ve tarafsız dış politikası ile bir istisna oluşturmaktadır. Oman Sultan’ı Kabûs’un ifadesiyle “geleneksel modernleşme projesi”, daha açık bir ifade ile geleneksel değerleri koruyarak modernleşme hareketini başarı ile hayata geçiren ender ülkelerden biridir. Modern şehircilik anlayışını hayata geçiren Omanlıların aynı zamanda aile ve kültürel değerlerini koruma konusunda da oldukça hassas oldukları gözlemlenmektedir. Geleneksel yapının korunması politikası Oman’ın bölge ülkeleriyle ilişkilerine de yansımakta ve bu kapsamda Türkiye ile Oman’ın bölgesel sorunlara paralel bir bakış açısıyla yaklaşması dikkat çekmektedir. Nitekim, dış politikadaki paralellik iki ülke arasında yaklaşık 10 yıldır süren yakınlaşma sürecini daha iyi açıklamaktadır.
Toplumsal Yapı
Bu çerçevede Oman’ın toplumsal yapısı oldukça dikkat çekmektedir. Türkiye yüzölçümünün neredeyse yüzde 50’sine yakın bir alana sahip olmakla birlikte nüfusu sadece 3,2 milyon civarında olan Oman’da yaklaşık 700 bin kadar yabancı vatandaş bulunmaktadır. Bunların çoğunluğu Asya kökenli olmakla birlikte aralarında Afrikalı, Avrupalı, İranlı ve Türkiyeli topluluklar da vardır. Bu topluluklar Oman’daki iş ve ticaret hayatında önemli bir rol oynamaktadır. Dolayısıyla Oman doğumlu vatandaşların sayısının 2,5 milyon civarında olduğu söylenebilir. Halkın çoğunluğu Haricilik’in bir kolu olan İbadilik mezhebine mensuptur. İbadilerin ülke içindeki nüfusu hakkında farklı rakamlar telaffuz edilmekle birlikte yaklaşık oran yüzde 50-60 olarak ifade edilmektedir. Bunun yanı sıra ülkede hatırı sayılır oranda Sünni kökenli Arap ve İran’dan geldikleri ifade edilen Şii topluluk bulunmaktadır. Sünniler de kendi içerisinde hem itikadi mezhepler hem de coğrafi köken olarak farklılaşmaktadır. Ülkenin yaklaşık yüzde 10-15’ini oluşturan Hanefi mezhebine bağlı Arapların büyük çoğunluğu Sohar’dan Birleşik Arap Emirlikleri’ne uzanan kıyı şeridi boyunca varlıklarını sürdürmektedirler. Bunların Abbasi döneminde İbadilikten Hanefiliğe geçtiği öne sürülmektedir. Öte yandan ülkenin güneyinde Yemen sınırına yakın Dohar bölgesinde bulunan Arapların bir kısmı ise Şafi mezhebine bağlıdır ve kendilerini Yemenli Araplar olarak tanımlamaktadırlar. Bunlar kendilerine adı Kur’an-ı Kerim’de de geçen Seba Melikesi Belkis’den kalan Araplar olarak görmektedirler. Aşiret yapılarına oldukça bağlı olan bu gruplar ile İbadi kesimler arasında toplumsal düzeyde bir yakınlaşmanın veya kaynaşmanın olduğunu söylemek çok güçtür. Örneğin ülkenin tek devlet üniversitesi olan Sultan Kabûs Üniversitesi’nde okuyan öğrenciler arasında bile böyle bir sıcaklık olmadığı gözlenmiştir. Her kesim adeta kendi içerisinde bir toplumsal yaşam sürmektedir. Bu üç grubun dışında ülkede sayıca daha az olmakla birlikte bir Şii topluluğu bulunmaktadır. Ayrıca Hindistan gelen Hindular da Oman’ın toplumsal yapısı içindeki yerini almaktadır. Tüm bunlara karşın ülkede Oman vatandaşı olan Hıristiyan veya Yahudi bulunmamaktadır. Dolayısıyla Oman toplumsal yapısını tanımlarken Arap, Farisi, Belucistanlı, Hindu ve Afrika kökenli grupları birlikte düşünmek gerekmektedir. Dinsel ve mezhepsel olarak da İslam ve Hindu dinleri ile İbadi, Hanifi, Şafi ve Şii grupların olduğunu belirtmekte fayda vardır.
Ülkenin başkenti konumunda olan Maskat’ın nüfusu 700 bin civarındadır. Kıyı şeridi olmasına karşın dağlık bir alan üzerinde bulunması tek bir merkezde ya da belli başlı merkezlerde şehirleşmeyi engellemiştir. Şehir kendi içinde farklı bölgelere ayrılmaktadır. Limanın ve tarihi kapalı çarşının olduğu bölge bir anlamda tarihi Maskat’ın merkezi iken merkezin yaklaşık 25 kilometre doğusunda bulunan uluslararası havaalanı boyunca yer alan mahallelerin önemli bir kısmı Sultan Kabûs döneminde başkente dahil edilmiştir. Ülkenin en karışık şehri olan Maskat’ta Beluc ailelerden Farisi ailelere kadar birçok kesim barış içinde birlikte yaşamaktadır. Maskat’taki ticari hayata 1960 öncesi dönemde Beluc ve Fars kökenli aileler hakim iken petrolün bulunmasıyla birlikte bu güç Arap aşiretlerine geçmeye başlamıştır. Bununla birlikte örneğin Maliye Bakanlığı’nda Beluc ailelerin halen daha etkin bir rol oynaması bu grupların ticari gücünü koruduklarını göstermektedir.
Maskat Belediye Başkanı ile yaptığımız görüşmede de belirtildiği gibi Maskat son 30 yıl içerisinde Sultan Kabûs’un girişimiyle modern bir şehir haline getirilmiştir. Maskatlı yetkililere göre başkentteki şehirleşme planı oldukça özenli biçimde hayata geçirilmiş ve vatandaşların kendi başlarına istedikleri gibi ev inşa etmesine izin verilmemiştir. Nitekim Oman’da halkın ev veya toprak sahibi olması gibi bir hakkı bulunmadığını ancak Sultan tarafından kendilerine kullanma hakkı verilen topraklarda yaşadıklarını belirtmek gerekir. Bununla birlikte Sultan’ın ev veya arsa dağıtığı kişilerden bu hakkı geri aldığına dair herhangi bir örnek olayın da olmadığının, bunun yalnızca yasalarda ifadesini bulduğunun altı çizilmektedir.
Ülke içinde birçok farklı grup bulunmasına karşın yaklaşık 40 yıllık bir iktidar geçmişine sahip Sultan Kabûs Bin Said yönetiminin yürüttüğü akılcı politikaların istikrarlı bir yapının ortaya çıkmasında önemli bir faktör olduğu belirtilmektedir. Omanlıların ifadesi ile “40 yıl öncesine kadar hiçbir şeyi olmayan Oman şu anda son derece gelişmiş, refah düzeyi iyi seviyede, istikrarlı ve düzenli bir ülke” haline gelmiştir. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de Maskat ziyareti sırasında “1970 yılında Sultan Kabûs liderliğinde yaşanan ve Oman Rönesansı olarak adlandırılan bu dönemi överek ülkenin kısa bir zaman içinde çok önemli aşamalar kaydettiğini” ifade etmiştir.
Petrol ve Doğal Gaza Dayalı Bir Refah Toplumu
Diğer Körfez ülkeleri ile kıyaslandığında sınırlı petrol ve doğal gaz kaynaklarına sahip olsa da milli gelirin yaklaşık yüzde 75’i bu ürünlerden elde edilmektedir. Ancak, yayımlanan çeşitli raporlarda Oman’ın 20 yıllık petrol ve doğal gaz rezervinin kaldığı bilgisi verilmektedir. Bilgileri doğrulatmak ve fikirlerini almak üzere Maskat’ta görüştüğümüz Oman Maliye Bakanı Yardımcısı Derviş Al Beluciye bu tahminleri kendilerinin de yaptığını ancak teknolojik ilerlemeler ile öngörülerin sürekli değiştiğini ifade etmiştir. Al Beluci’nin verdiği bilgiye göre, 20 yıl önce de Oman’daki petrol ve doğal gaz kaynaklarının yaklaşık 20 yıl sonra biteceği öngörülmüştü fakat bu gerçekleşmedi. Bakan’a göre teknolojide yaşanan gelişmelere paralel olarak Oman’daki petrol ve doğalgaz kaynakları rezervleri de sürekli bir artış göstermektedir. Nitekim Oman’da petrol ve doğalgaz çıkartılmasının diğer Körfez ülkeleriyle karşılaştırıldığında daha yüksek bir maliyeti olduğunu, çok uluslu şirketlerin ise günümüzde daha az maliyetli rezervlerin işletilmesine öncelik verdiğini belirtmek gerekir. Dolayısıyla kaynaklarda bir azalma olması durumunda ya da yeni teknolojiler sayesinde, şirketlerin Oman’daki rezervlere yönelmesi gündeme gelecektir. Buna karşın Bakan’ın ifadesine göre, “Oman öngörülerden bağımsız olarak stratejik planlamasını kaynakların 20 yıl içinde tükeneceği tahminine göre yapmakta ve ekonomik gelir kaynaklarının çeşitlendirilmesine” çalışılmaktadır. Bu hedefe yönelik seçilen sektörler ise turizm, balıkçılık ve sanayidir. Oman 20 yıllık stratejik planlamada 2030 itibariyle, petrol ve doğalgaz gelirlerinin genel toplam içinde yüzde 75 olan payını yüzde 10’lara çekmeyi hedeflemektedir.
Türkiye-Oman İlişkilerinin Geliştirilmesi: Oman Perspektifi
Oman açısından bakıldığında Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesi, Sultan Kabûs’un bölgesel politika perspektifinin bir gereği olan “tüm bölge ülkeleri ile iyi ilişkiler kurma” vizyonunun bir parçası olarak görülebilir. Sultan Kabûs, ülke gerçeklerini göz önüne alarak sınırlarında bir güvenlik ağı oluşturmaya çalışmış, böylece iç istikrarı korumayı ve aynı zamanda “gelenekselliği korurken kalkınmayı” temel alan bir yaklaşımı hayata geçirmiştir. Oman, Körfez İşbirliği Konseyi ile bir bölgesel savunma ve ekonomik işbirliği örgütünün içinde yer almaktadır. Oman, Yemen ile Sultan Kabûs öncesi dönemde yaşanan sınır problemlerini çözmüştür. İsrail-Filistin sorunu hariç, Ortadoğu’da oluşan kamplaşmada ve bölgesel sorunlarda net bir tavır almamakta ve tam bir “tarafsızlık” ve diğer ülkelerin iç işlerine karışmama politikası takip etmektedir. Özellikle Irak Savaşı ile su yüzüne çıkan ve bir tarafında İran diğer tarafta Suudi Arabistan’ın başını çektiği “Şii-Sünni” kutuplaşması Oman’ın tarafsız kaldığı konuların başında gelmektedir. Oman her şeyden önce ne Şii ne de Sünni mezhebine mensup İbadilerin çoğunluğu oluşturduğu bir ülke olması itibariyle bu kamplaşmada bir tarafa yakınlık duymamaktadır. Bunun da ötesinde reel politik Oman’ın tarafsız bir politika izlemesini gerektirmektedir. Oman sadece 2,5 milyonluk nüfusu ile İran ve Suudi Arabistan gibi iki büyük bölgesel gücün arasında yerleşmiş durumdadır. Dolayısıyla bu tarz bir dış politika yaklaşımı Oman için en akılcı tercih gibi durmaktadır. Oman’da görüşme imkânı bulduğumuz yetkililer her iki ülke ile son derece iyi ilişkilere sahip olunduğunu ve Araplar ile İran arasındaki sorunların çözülmesi gerektiğini ifade etmiştir. Özellikle İran nükleer krizinde kendilerinin taraf olmadıklarını belirtmeleri dikkat çekicidir.
İşte Türkiye’nin durumu tam da bu noktada Oman için büyük anlam ifade etmektedir. Türkiye, Oman gibi, bölgesel sorunların barışçıl yollarla çözülmesini ve kutuplaşmanın sona ermesini istemektedir. Sultan Kabûs da “iki ülke ilişkilerinin önemli olduğunu zira bölgede benzer politikalar takip ettiğini” vurgulayarak bu tespiti doğrulamıştır. Türkiye, Oman’dan farklı olarak siyasi, ekonomik gücü ile bu anlamda önemli rol oynayabilecek bir ülkedir. Yine Omanlı yetkililere göre “Türkiye, Ortadoğu bölgesinde Araplar ve İran arasında köprü rolü oynayabilecek kapasiteye ve böyle bir vizyona sahip tek ülkedir.” Oman’ın, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyeliğine ve Expo 2015 adaylığına verdiği destekler de düşünüldüğünde birçok platformda işbirliği yapıldığı görülmektedir. Bu desteklerin en önemlilerinden biri de Türkiye’nin Körfez İşbirliği Konseyi ile geliştirdiği stratejik işbirliğinde Oman’ın oynadığı roldür. Oman, Konsey’in son toplantısının İstanbul’da yapılmasında etkili bir rol oynamıştır.
Bölgesel yaklaşım benzerliği ve bahsedilen karşılıklı destekler, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Maskat ziyareti ile en üst düzeye taşınan Türkiye-Oman ilişkilerinin siyasal zeminini oluşturmaktadır. Bu sağlam zemin üzerinde gelişen iki ülke ilişkilerinin en önemli boyutlarından biri de ekonomik ilişkilerdir.
2004 yılında oluşturulan ve Türkiye-Oman arasında ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesini amaçlayan “Ortak Komite”nin kurulması Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Maskat ziyaretine zemin hazırlayan gelişmelerden biri olmuştur. Bununla birlikte Türk şirketlerinin 2000 yılından itibaren Oman’daki projelerde yer alması da ortak komitenin kurulmasında rol oynamıştır. Komite, 2004 yılında imzalanan “Ticareti Geliştirme ve Ekonomi, Teknik, Bilimsel İşbirliği” anlaşması uyarınca kurulmuştur. Anlaşma iki ülkenin ticaret, inşaat, danışmanlık hizmetleri, ulaşım, turizm, kültür, arşivler, tarım ve balıkçılık alanlarında işbirliğini geliştirmesini öngörmektedir. Dolayısıyla 2000 yılında Türk şirketlerinin Oman’a gelmesinden sonra ve 2004 yılında ortak bir komitenin kurulmasının ardından iki ülke arasında ekonomik ilişkilerde hızlı bir gelişim yaşanmış ve Türk firmaları Oman’da inşaat ve altyapı alanında önemli işler üstlenmiştir.
Türkiye’nin şu an itibariyle Oman’da faaliyet gösteren 20 kadar şirketi bulunmaktadır. Bu şirketlerin yürüttükleri projelerin değeri 4 milyar doları aşmış durumdadır. Cumhurbaşkanı Gül’ün ziyareti sırasında Oman yönetimi tarafından Türk şirketlerine verilen iki farklı ihaleyle birlikte 1,5 milyar dolarlık proje daha almış olundu. Bu rakamın yakın zaman içinde 8 milyar dolara çıkarılması planlanmaktadır. Türk firmaları daha çok inşaat ve altyapı projelerinde yer almaktadır. Bunlar arasında havaalanı, yol, liman, serbest ticaret bölgesi, alışveriş merkezi, petrol boru hattı inşası gibi projeler bulunmaktadır. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Oman gezisine de yaklaşık 100 kişilik bir işadamı heyeti eşlik etmiştir. İş adamlarının önemli bir kısmı Omanlı muhatapları ile gerçekleştirdikleri görüşmelerde yeni iş imkanları oluşturma konusunda önemli adımlar attıklarını ifade etmişlerdir. Ziyaret sırasında gerçekleşen görüşmelerin ardından biri rüzgar enerjisi ve diğeri de sanayi alanında olmak üzere iki Türk şirketinin Omanlı muhatapları ile imzaladığı anlaşmalarla ayrıca 600 milyon dolarlık yeni bir iş olanağı sağlanmış oldu. Bunların yanı sıra ortak fizibilite çalışması yürütülmesine karar verilen iş kollarında da kısa bir süre sonra ticari ortaklıkların kurulacağını kendileriyle görüştüğümüz iş idamları tarafından ifade edilmiştir. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Gül’ün 3 günlük resmi ziyaretinin Türk şirketlerine etkisinin milyar dolarlık projeler olarak döndüğü görülmektedir.
Sonuç olarak Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Oman ziyareti, 2001 yılında ekonomi alanındaki işbirliği ile başlayan ve sonrasında siyasi alanı da kapsayan son dönemdeki yakınlaşma sürecinin gelişerek devamı yönünde tarafların kararlılığının göstergesidir. İki ülkenin bölgesel bakışındaki paralellik ve Cumhurbaşkanı Gül’ün son Maskat ziyaretinde imzalanan anlaşmalar düşünüldüğünde Türkiye-Oman arasında farklı alanlarda işbirliğinin derinleşerek devam edeceği öngörüsünde bulunulabilir.
No comments:
Post a Comment