Friday, April 29, 2005

Bir Tek Onlar Suriye’yi İstiyor: Lübnanlı Şiiler ve Hizbullah

Lübnan’ın en yüksek nüfus oranına sahip toplumsal grubunu Şiiler oluşturmaktadır. Yaklaşık olarak ülke nüfusunun yüzde 30’luk bir dilimini oluşturan Şiiler ekonomik açıdan geri kalmış bir topluluktur. Şiiler ülkede üç temel örgüt etrafında temsil edilmektedir. Lübnan Yüksek Şii İslam Konseyi, Emel ve Hizbullah partileri. Şii İslam Konseyi’nin önemli bir siyasal gücü bulunmamaktadır ve tamamen İran-Suriye etkisi altındadır. Emel hareketi çok ciddi bir tabana sahip olmamakla birlikte liderleri Nebih Berri’nin Meclis Başkanı olması nedeniyle bazı önemli noktaları ellerine geçirmişlerdir. Şii örgütler içinde en etkili olanı ise Hizbullah’tır.

Şiiler içinde Lübnan muhalefetine destek verenler olsa da çoğunluğu muhalefete karşı çıkmaktadır. Şiilerde genel olarak Hıristiyan Marunilere karşı bir güvensizliğin olduğu söylenebilir. Marunilerin iç savaş sırasında İsrail’le işbirliği yapmış olması, daha sonra Güney Lübnan’da İsrail yanlısı Güney Lübnan Ordusu’nu desteklemiş olması bu güvensizliğin kaynaklarındandır. Dolayısıyla muhalefetin başını da Marunilerin çekmesi Şiilerin bu oluşuma soğuk bakmalarına neden olmaktadır. Ayrıca Şiiler, Suriye’nin çekilmesinin Taif Antlaşmasıyla kazanmış oldukları güçlü siyasal konumlarını kaybetmeleriyle sonuçlanacağını düşünmektedirler. Mevcut sürecin de ülkede siyasal dengeleri Maruniler lehine dönüştürecek olduğuna inanmakta ve dolayısıyla muhalefeti desteklememektedirler.

Hizbullah şu an için ulusal ordu dahil Lübnan’ın en disiplinli, güçlü ve örgütlü silahlı grubu konumundadır. Dolayısıyla Lübnanlı Şiiler denince Hizbullah örgütü ön plana çıkmaktadır. Hizbullah ülkede istikrarın sağlanması ve güvenlik anlamında olmazsa olmaz bir konumdadır. Bu nedenle ABD talepleri doğrultusunda Hizbullah’ın kısa dönemde silah bırakması çok da gerçekçi görünmemektedir. Ancak mevcut şartlar altında Hizbullah da zor bir konum içine düşmüştür. Irak Savaşı, Barış Süreci’nde sağlanan ateşkes zaten örgütü sınırlamışken, Suriye’nin ülkeden çekiliyor olması örgütü daha zor bir konuma sokmuştur. Eğer önümüzdeki dönemde gelişmeler Hizbullah aleyhine gelişir ve kendisine belli güvenceler verilirse Hizbullah da pragmatik bir tavır benimseme yoluna gidebilir. Silah bırakmasını istemek yerine Hizbullah’ın Lübnan ordusu içinde özerk bir yapıya kavuşturulması gündeme getirilirse bu Hizbullah tarafından kabul edilebilir. Hizbullah’ın siyasallaşma sürecine sokulması için, İsrail’in Güney Lübnan’da bırakmadığı tek bölge olan Şeeba Çiftliklerinden çekilmesi gündeme gelebilir. Geri çekilmenin gerçekleşmesi durumunda güvenlik endişeleri azalacak dolayısıyla Hizbullah’ın eli zayıflayacaktır.

Hizbullah için yapılacak şu tanımlama sanırız en uygunudur: “Suriye’nin Lübnan’dan çekilmesi Hizbullah’ın ikili kimliğini sorgu altına alacaktır. Uluslar arası niteliği olan silahlı bir hareket ve Şii topluluğu temsil eden ulusal bir sosyo-politik örgüt”. Hizbullah’ın geleceği de bu iki kimlik arasında yapacağı tercihler etrafında şekillenecek gibi gözükmektedir.

Thursday, April 21, 2005

Lübnan’da Kriz “Şimdilik” Aşıldı

14 Şubat’ta eski Başbakan Refik Hariri’nin öldürülmesinin ardından Lübnan’da başlayan kriz, hükümetin istifasıyla sonuçlanmıştı. 28 Şubat’tan bu yana da hükümet kurulamamıştı. Yedi haftadır devam eden kriz, Necip Mikati’nin hükümeti kurmasıyla “şimdilik” aşılmış oldu. Hükümeti kurmakla görevlendirilen Necip Mikati, ülkeyi Mayıs ayındaki seçimlere götürecek. Yeni Başbakan, her ne kadar Suriye yanlısı olarak bilinse de ilk talebi muhalefetin talepleri doğrultusunda Suriye yanlısı güvenlik birimlerinin şeflerinin istifa etmesi oldu.

Hükümetin kurulması ülkede seçimlerin zamanında yapılması açısından büyük önem taşıyor. Seçimlerin zamanında yapılması ya da yapılmaması ise siyasi dengeleri ciddi şekilde etkileme potansiyeline sahip bir konu. Şu anda Suriye’nin ülkeden çekilmesini isteyen muhalif kanat seçimlerin hemen yapılmasını isterken, açıkça ifade edilmese de, Suriye ve Suriye yanlıları seçimleri mümkün olduğunca ileri bir tarihe erteleme çabası içindedirler. Bu taleplerin altında yatan nedenler şöyle özetlenebilir:

Seçimlerin gerçekleştirilememesi durumunda bir boşluk ortaya çıkacaktır. Bu da istikrarsızlık için uygun ortam yaratacaktır. Oluşan boşluk ve kriz ortamı Suriye’ye muhalefeti suçlama şansı verecektir. Bu da Suriye’ye daha çok müdahale şansı tanıyacaktır. Seçimlerin ertelenmesi Suriye’ye zaman da kazandıracaktır. Bu zaman da, Hariri suikastıyla oluşan farklı mezhepler arasındaki birlikteliğin bozulması için yeterli olabilir. Zaman içinde, suikastın yarattığı hava ile birleşen farklı mezhepsel gruplar arasında sorunlar yeniden ortaya çıkabilir. Şu anda, Hariri suikastının soruşturulması ve Suriye’nin çekilmesi konularında birleşmiş durumdaki gruplar arasında geçmişten kalan sorunların ya da çıkar çatışmalarının su yüzüne çıkması muhalefetin etkinliğini azaltacaktır. Bu da Suriye’ye Lübnan içinde hareket alanı ve muhalefet üzerinde oynama fırsatı verecektir. Muhalefetin hemen seçimlerin yapılması yönündeki talebi de bu düşünceler nedeniyledir. Muhalefet Hariri suikastıyla kendileri lehinde oluşan durumdan faydalanmak istemektedir. Böyle bir ortamda gerçekleşecek seçimlerden başarıyla çıkacaklarını bilmektedirler.

Suriye Lübnan’da elini güçlendirmek için bir yandan da iç savaş olasılığını gündeme getirmeye çalışacaktır. Ülkede istikrarsızlık yaratarak kendine çözüm aracı olarak sunma yolunu seçebilir. Eğer ABD’nin bir sonraki hedefi olduğunu hissederse bunun bedelini yine Lübnan ödeyebilir.

Tuesday, April 05, 2005

Suriye İçin Sırada Ne Var?

Irak Savaşı sonrasında oluşan yeni bölgesel koşullar Suriye’yi zorlamaktadır. Bu yeni ortam Suriye açısından tehditler içermektedir. Bu koşullar altında Suriye bir “zorunlu değişim” sürecine içine girmiştir. Savaş sonrasında Suriye’ye yönelik talepler daha çok bölgesel güvenlik konularına ilişkin olarak ortaya çıkmıştır. Öncelikle “terör”e verdiği desteği kesmesi yönünde baskı altına alınmıştır. Bunu takiben, tüm uluslararası toplumun da ortak görüşüyle, Lübnan’dan askerlerini çekmesi istenmiştir. Bu baskılara karşılık Suriye öncelikle Şam’da bulunan radikal Filistinli grupların bürolarını kapattığını açıklamıştır. Lübnan’a ilişkin olarak ise herkesin bildiği gibi bu ülkedeki 14,000 civarındaki askerlerini Mayıs ayındaki seçimlerden önce tamamen çekeceğini açıklamıştır.

ABD açısından bakıldığında, tüm bu talepler Suriye’nin elinin zayıflatılması ve tüm kozlarının elinden alınması amacını taşımaktadır. Eğer Suriye’nin İsrail-Filistin barışını etkileme potansiyeli elinden alınabilirse, pazarlık yapma ve baskılara dayanma gücü de o oranda zayıflayacaktır. Suriye’nin Lübnan’daki varlığına son verilmesi yine İsrail’i rahatlatacak ve Suriye’nin bölgeyi etkileme gücünü önemli oranda etkileyecektir.

Savaş sonrasında Suriye’nin bölgede istikrarı etkileme potansiyeline Irak da eklenmiştir. Savaş sonrası süreçte ortaya çıkan direniş hareketinin önemli kaynaklarından biri de Suriye olmuştur. ABD iddialarına göre Irak sınırında eğitim gören birçok gönüllü Arap direnişçi yine bu ülke sınırından Irak’a geçerek direnişe katılmaktadır. Suriye’yi baskı altına alma sürecinde bu konu da yoğun olarak gündeme gelmiştir.

Tüm bu talepler Suriye’yi güçsüzleştirme ve elindeki tüm kozları alarak bölgeyi etkileme gücünü kırma amacına yöneliktir. Bu süreçte doğal olarak İsrail’in Suriye ile barış masasına oturmasını beklememek gerekir. Çünkü şu anda elinde birçok pazarlık unsuru bulunan Suriye, Golan Tepeleri konusunda daha rahat hareket edebilir. Bu nedenle İsrail bu süreçte masaya oturmak istemeyecektir. Elindeki tüm kozlar alınmış bir Suriye ile çok daha iyi koşullarda bir “barış”a ulaşılabilir.

Suriye açısından bakıldığında tüm bu olumsuz görüntüye rağmen birçok karşı hareket gücü bulunmaktadır. Öncelikle radikal Filistinli gruplara verilen desteğin kesilmesi yönünde atılan adımlar son derece sınırlıdır ve hatta göstermelik olduğu bile söylenebilir. Suriye’nin halen İsrail-Filistin barışını etkileme gücü bulunmaktadır ve daha çok köşeye sıkıştığını düşündüğü anda bunu kullanabilir. Radikal gruplar aracılığıyla düzenlenecek bir intihar saldırısı, Mahmut Abbas sonrası esmeye başlayan barış rüzgarlarını sonlandırabilir.

Lübnan konusunda da aynı şeyleri söylemek mümkündür. Suriye’nin bu ülkedeki 14,000 askerini çekmesi bu ülkedeki tüm gücünü kaybedeceği anlamına gelmemektedir. Bu ülkede yaklaşık otuz yıllık bir deneyime sahip ve birçok grupla bağı halen devam etmektedir. Son günlerde Lübnan’da gerçekleşen birçok patlamayı bu çerçevede düşünebiliriz. Suriye’nin Lübnan’da çok güçlü bir istihbarat ağı bulunmaktadır. Lübnan’da istikrarı etkileme gücü bulunan Suriye, yine zorda kaldığını hissettiği durumda Lübnan’ı karıştırmaya çalışabilir. Gücünü göstermek anlamında bundan sonra da Lübnan’da mesaj niteliği taşıyan patlamalar meydana gelebilir.

Uzun vadede Suriye’nin elindeki kozlarının alınmasını takiben, ABD’nin Orta Doğu politikası doğrultusunda, siyasal ve ekonomik yapılanmasına ilişkin talepler gündeme gelecektir. Siyasal ve hatta ekonomik liberalleşme beraberinde rejimin devamı sorununu da getireceğinden Suriye bu sürece de direnecektir. ABD açısından bakıldığında güçlü bir Baas rejimi istenmemektedir. ABD’nin Suriye’de yönetim alternatifi, reformcu olarak bilinen rejim muhalifi gruplardır. Ülke içinde tabanı bulunan bu kesimin güçlendirilmesi ve desteklenmesi gündeme gelecektir. Ancak ABD bir yandan da Baas rejimi sonrasında radikal İslamcı hareketlerin yükselmesini de istemeyecektir. Böyle bir senaryo ABD açısından şimdiki rejimden daha büyük sorunlar yaratabilir. Dolayısıyla mevcut Esad yönetimi bunu kullanabilir. Bu çerçevede ülke içinde İslamcı kesimler Esad yönetimi tarafından kontrollü bir şekilde desteklenebilir. Bu şekilde İslamcıların iktidara gelebileceği olasılığı yaratılarak kendi rejiminin devamı sağlanmaya çalışılabilir.