Wednesday, June 22, 2005

Lübnan’da Dengeler Değişiyor

Dört turlu seçimin son turunun sonuçlarının açıklanmasıyla beraber Saad Hariri’nin liderliğini yaptığı “Suriye karşıtı blok” Lübnan’da zaferini ilan etti. Düzenlenen suikast sonrası yaşamını yitiren Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri’nin genç oğlu Saad Hariri Lübnan’da en güçlü başbakan adayı olarak görülüyor. Suriye’nin ülkeden askerlerini çekmesinin ardından düzenlenen ilk seçimlerde, iç savaştan bu yana ilk kez Suriye karşıtları parlamentoda çoğunluk elde etmiş oldular. Dolayısıyla ülkedeki güç dengeleri de büyük ölçüde değişmiş durumda. Bu değişim hem ülke içinde hem de bölgesel anlamda bazı sonuçlar doğuracaktır.

Bundan sonraki Lübnan iç politikasının öncelikli konusu mevcut Devlet Başkanı Emil Lahud’un değiştirilmesi olacaktır. Geçen sene içinde Suriye’nin müdahalesiyle görev süresi üç yıl uzatılan Lahud’un görevi bırakması için baskı yoğunlaşacaktır. Şu anda Lahud’un anayasal olarak görevi devam ettirmesi için önünde bir engel gözükmüyor. Zira muhalefet, parlamentonun devlet başkanını görevden alabilmesi için gerekli olan üçte iki çoğunluğu sağlayamadı. Ancak iç siyasal ve hatta uluslararası baskının yoğunlaştırılması yoluyla Lahud’un görevi bırakması sağlanabilir. Devlet Başkanının Hıristiyan Marunilerden seçilmesi gerekiyor. Dolayısıyla Lahud sonrası en güçlü devlet başkanı adayı ise Mişel Aoun olarak gözükmektedir. İç savaş sırasında Suriye’ye karşı mücadele veren ve İsrail’le işbirliği yapan Aoun, daha sonra Suriye tarafından ülkeden çıkarılmıştı. Yaklaşık 15 yıldır sürgünde yaşayan Aoun, Suriye askerlerinin Lübnan’dan çekilmesini takiben seçimler öncesinde ülkesine geri dönmüştü. Seçimin üçüncü turunda büyük başarı sağlayan Aoun’un listesi orta Lübnan’ı kapsayan seçim bölgesinde 21 milletvekilliği kazanmıştı. Dolayısıyla Aoun seçimler sonrasında en güçlü Hıristiyan Maruni lider adayı olarak çıkmıştır.

Yeni Lübnan yönetiminin gündemindeki konulardan biri de reform süreci olacaktır. Refik Hariri suikastı sonrası sokaklara dökülen Lübnan halkının öncelikli taleplerinden biri de reformdu. Özellikle Lübnanlı gençler arasında, mezhepsel ayrıma dayanan siyasal yapının ve seçim sisteminin değiştirilmesi yönündeki iç baskılar karşılık bulabilir ve “Lübnanlı” kimliğinin oluşumundaki en büyük engel olarak görülen siyasal yapıda reformasyon gündeme gelebilir. Bu konuda dış baskı da söz konusudur. Avrupa Birliği yaptığı açıklamada bir taraftan Lübnan’ı seçimlerden dolayı kutlarken diğer taraftan seçim sisteminin değiştirilmesi talebinde bulunmuştur.

Yeni yönetimin önümüzdeki dönemde karşılaşacağı en kritik ve çözmesi gereken konu Hizbullah’ın ülke içindeki konumunun belirlenmesi olacaktır. Lübnan’da Hizbullah’ı bir siyasal parti olarak değil aynı zamanda silahlı bir örgüt olarak da düşünmek gerekir. Hizbullah şu anda Lübnan ulusal ordusu dahil ülkenin en disiplinli, güçlü ve örgütlü silahlı grubu konumundadır. Dolayısıyla ülkede istikrarın sağlanması ve güvenlik anlamında “olmazsa olmaz” bir konumdadır. Bu konumuyla Hizbullah hiçbir kesimin göz ardı edemeyeceği önemli bir aktör durumundadır. Hizbullah üzerinde, silah bırakması ve siyasallaşma sürecine girmesi yönünde özellikle dışardan bir baskı söz konusudur. Ancak örgütün ülke içindeki gücü düşünüldüğünde bu olasılık şimdilik çok da gerçekçi gözükmemektedir. Ancak bundan sonraki süreçte gelişmelerin Hizbullah aleyhine olması durumunda ve kendisine belli güvenceler verilmesi durumunda pragmatik bir tavır benimseyebilir. Bu doğrultuda da silah bırakmasını istemek yerine, Hizbullah’ın Lübnan ordusu içinde özerk bir yapıya kavuşturulması gündeme getirilirse, örgüt tarafından kabul edilebilir. Hizbullah çok üstüne gidilmesi durumunda ülkede önemli bir istikrarsızlık unsuru olarak ortaya çıkabilir.

Lübnan seçimlerinin bölgesel anlamdaki etkilerine bakılacak olursa, en önemli sonucun Suriye açısından oluştuğu görülmektedir. Suriye, Lübnan’daki etkinliğini henüz tam olarak kaybetmese de bu yönde bir sürece girmiş durumdadır. Lübnan, Suriye açısından siyasal, askeri ve güvenlik açısından olduğu kadar ekonomik açıdan önemli bir konumdaydı. Bu ülkeden sağlanan ekonomik çıkarların kaybı uzun vadede Suriye iç politikasına da yansıyabilir.

İsrail açısından bakılacak olursak, Lübnan Suriye kontrolünden çıktığı oranda rahatlayacaktır. Bu rahatlama iki açıdan ortaya çıkacaktır. Birincisi Suriye’nin önemli bir kozunun elinden alınarak pazarlık gücünün zayıflatılmasıdır. İkinci olarak da, kendi güvenliği açısından önemli bir tehdit oluşturan Hizbullah, Suriye olmadan daha rahat baskı altına alınabilecektir. Hizbullah’ın Suriye’yle ve dolayısıyla İran’la bağı bir ölçüde kesilerek, bu ülkelerin İsrail’i etkileme potansiyelleri azalacaktır.

Son olarak da Lübnan’da reform sürecinde sağlanacak bir gelişmenin tüm bölgeyi etkileme potansiyelidir. Lübnan Orta Doğu bölgesinde belki de en güçlü demokrasi altyapısına sahip ülkelerden biridir. Mezhepsel ayrımların hakim olduğu ülkede “Lübnanlı” kimliği yaratılabilirse reform sürecinin başarılı olması ihtimali yüksek ülkelerden biri Lübnan’dır. Bu sürecin tüm Orta Doğu’da demokratikleşme hareketlerine de hızlandırıcı bir etkisi olabilir.

Thursday, June 09, 2005

Suriye’de “Çin Modeli”

Geçen hafta sonu Suriye’de, Baas Partisi’nin 10. Kongresi gerçekleştirildi. Kongre öncesinde kapsamlı reforma yönelik olarak hem içerde hem de uluslararası toplumda bir beklenti söz konusuydu. Ancak kongrenin sonuçlarına ve Suriye Lideri Beşar Esad’ın konuşmasının içeriğine bakıldığında bu beklentilerin karşılanmadığı görülmektedir. Beklentiler özellikle siyasal alanda yapılacak bazı yeni düzenlemelere ilişkindi. Bunlar içinde en önemlisi, Baas’ın içinde öncü rol oynadığı ve yedi partiyi içeren “Ulusal İlerici Cephe” dışında, farklı ideolojileri temsil eden yeni partilerin kurulmasına imkan verilmesiydi. Bunun yanında, ülkedeki reformcu kesimin beklentileri doğrultusunda; tüm siyasi suçluların salıverilmesi, 1963 yılından beri yürürlükte olan sıkıyönetimin kaldırılması gibi konular da bulunmaktaydı.

Kongerede öncelikle Beşar Esad söz almış ve konuşmasında gündemdeki iç ve dış siyaset konularına hiç değinmeden ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durumu anlatmıştır. Daha sonra da bu yönde yönetimin atmayı planladığı adımlar ve ekonomik reform gündemi konuşmasının içeriğini oluşturmuştur. Kendisinden sonra, Cephe’ye mensup diğer bazı partilerin liderleri söz alarak; Baas partisini öven, dış baskıları, İsrail’i, ABD’yi eleştiren konuşmalar yapılmıştır.

Gerçekleştirilen bu kongreyle Suriye yönetimi, hem uluslararası topluma bir mesaj, hem de değişim baskısı altında buna ilişkin olarak izlenecek strateji konusunda bazı ipuçları vermiştir. Öncelikle verilmek istenen mesaj; rejimin yıkılacağı tartışmalarının yapıldığı bir ortamda tek bir bütün olarak ayakta durulduğunun ve her kesimin yönetimin arkasında olduğunu göstermektir. Değişim stratejisine ilişkin olarak ise rejimin, “Çin modeli” olarak adlandırabileceğimiz bir yolu izleyeceği gösterilmiştir. Bu model, bir taraftan ekonomik alana ilişkin yeni liberal açılımları, serbest piyasa ekonomisine geçişin altyapısının hazırlanmasını, diğer taraftan da siyasal alanda mevcut otoriter yapının korunmasını içermektedir. Ekonomik reformların gündeme getirilmiş olması ancak siyasal alana ilişkin herhangi yeni bir açılımdan söz edilmemiş olması rejimin bu modeli benimsediğini göstermektedir.

Suriye’nin mevcut koşulları düşünüldüğünde bu tür bir açılımın daha uygun olacağı düşünülebilir. Otoriter bir yapılanmaya sahip Suriye’de her ne kadar bir siyasal istikrar durumu söz konusu olsa da, özgürlüklerin artırılması ve farklı kesimlere siyasal temsil imkanı tanınması durumunda çok ciddi istikrarsızlıkların da çıkması kuvvetli bir ihtimaldir. Suriyeli siyasal elitlerin de en büyük “korkusu”, Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi, gerçekleştirilecek bazı siyasal reformların tüm rejimin “kartopu etkisiyle” yıkılmasına neden olmasıdır. Rejimin yıkılması ise ülkede üstü kapatılmış, bastırılmış birçok potansiyel istikrarsızlık unsurunun gündeme gelmesine neden olacaktır. Irak örneğinde olduğu gibi güvenlik problemleri, etnik (Araplar-Kürtler)-mezhepsel (Sünnî-Nusayri) çatışma olasılığı, siyasal İslamın bir yönetim alternatifi oluşturması gibi konular mevcut rejimin yıkılması durumunda daha ciddi sorunlara yol açabilecek potansiyel konu başlıklarıdır.

Ekonomik liberalleşmenin beraberinde siyasal liberalleşme yönünde bazı açılımlar doğurması kaçınılmazdır. Hızlı ve köklü bir değişimden ziyade önce ekonomik alanda yapılacak bazı dönüşümlerin ve uzun süreye yayılmış siyasal reformların Suriye için en uygun seçenek olduğu düşünülebilir. Türkiye açısından da düşünülecek olursa, (sayılan olası istikrarsızlık unsurları çerçevesinde) bu tür bir modelin desteklenmesi daha doğru bir yaklaşım olabilir.