Daily Star What don't we know about Syrian security?By Michael Young
BBC Syria warns of backlash on Israel
Israel's deadly assault on a ship carrying aid to Gaza increases the chances of a regional war, Syria's president tells the BBC.
Israel, Syria and Turkey unite against invaders of the Mediterranean The three countries were part of a larger group of Mediterranean states that met to address the threat posed by the foreign species of plants and animals invading the sea.
U.S. Sends Tech Firms to Win Syrian Allies The State Department has dispatched a high-level diplomatic and trade mission to Syria to woo Damascus away from its strategic alliance with Iran.
Train between Turkey, Syria to take off again
Hill skeptical on Internet diplomacy with Syria
Daily Star Decoding Lebanon's black political arts by Rami G. Khouri
Jihadi Tourism Hits Lebanon Hezbollah has opened its first permanent museum atop a wooded hill that was strategic territory in a 2006 war with Israel, the latest step in the group's evolution to an established political force.
Umbilically yours, says Nasrallah to Iran By TONY BADRAN
Hizbollah Row Rattles Lebanon
Israel expected to ease Gaza blockade
Middle East envoy Tony Blair brokers agreement in meetings with prime minister Binyamin Netanyahu
Israel delays decision on easing Gaza blockade Israeli cabinet expected to vote on Thursday to significantly ease restrictions in the coming days on what can enter the Gaza Strip.
Why Iran Will Keep Shelling Iraq - Ranj Alaaldin, The Guardian
SAUDI ARABIA: Riyadh upgrades air capabilities amid rising tensions with Iran
Winep The Flawed Shura Council Elections: Omen for Egypt's Future?
Thursday, June 17, 2010
Sunday, June 13, 2010
Kuzey Irak Gözlemleri 3: Iraklı Kürtler Türkiye ile Gelişen İlişkileri Nasıl Değerlendiriyor?
Türkiye ile Bölgesel Kürt Yönetimi ilişkilerinde son dönemde olumlu anlamda bir değişim olduğu görülmektedir. Bu değişimin en somut göstergeleri Türkiye’nin Erbil’de konsolosluk açması, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Erbil ziyareti ve son olarak Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin Ankara ziyareti olmuştur. Yaşanan sürecin Kürtler tarafından büyük memnuniyetle karşılandığını söylemek mümkündür. Gelecekte ilişkilerin derinleşerek devam edeceği beklentisi içindedirler. Ancak Türkiye’nin attığı adımların Kürtler tarafından yanlış yorumlandığı söylemek mümkündür. Türkiye’nin politikasındaki değişimin yanlış değerlendirilmesi Kürtleri farklı beklentiler içine sokmakta ve bu da ileriki dönemde beklentilerinin karşılanmaması nedeniyle ilişkileri riske eden bir faktör olmaktadır.
Kürtler, son dönemde ilişkilerin düzelmesini Türkiye’nin bölgeye bakışının değişmesi ile açıklamaktadır. Kürtlere göre Türkiye’nin bölgeye güvenlik merkezli yaklaşımının yerini, siyasi ve ekonomik odaklı bakış almaktadır. Bu süreçte ortak çıkarlar ve diyalog ön plana çıkartılmaya çalışılmaktadır. Bu tespit bazı doğruluklar içerse de Türkiye, ilişkilerin bozuk olmasının nedeninin tek taraflı olmadığını düşünmektedir. Türkiye esasen bölgeye halen güvenlik merkezli bakmakla beraber, ilk aşamada ekonomik karşılıklı bağımlılık yaratarak iyi ilişkiler geliştirmeye çalışmaktadır. Aradaki güvenlik ve siyasi sorunların iyi ilişki sürecinde daha rahat ya da kendiliğinden çözülebileceği düşüncesinden hareket etmektedir. Türkiye güçlü olmanın verdiği özgüvenle bir açılım gerçekleştirerek adımlar atarken orta vadede Kürtlerden beklenti içine girmesi kaçınılmazdır. PKK, federasyon meselesi, Kerkük, 140. madde, Türkmenlerin durumu gibi konularda Türkiye’nin talepleri olması beklenebilir. Türkiye’nin Erbil’de konsolosluk açma, Kürt bölgesinin istikrarını koruma ve inşası sürecine yardımcı olma çabalarına karşılık Kürtlerin nasıl adımlar atabileceğine ilişkin sorularımıza “Türkiye’nin Irak Kürt bölgesinden yıllık 5 milyar dolar ticari kazanç sağladığı” şeklinde yanıtlar verilmiştir. Kürtlerin, Türkiye’nin esasen beklenti içinde olduğu konularda adım atma noktasında son derece çekimser oldukları görülmektedir. Örneğin PKK meselesinin çözümünün tamamen iradeleri dışında olduğunu ve sorunun kaynağının Türkiye’nin içinde olduğunu düşünmektedirler. Dolayısıyla Kürtlerin PKK konusunda kendilerine ait sorumluluğu kabul etmedikleri anlaşılmaktadır. Kürtlerin Türkmenler konusunda adım atmada da isteksiz olması beklenebilir. Zira, Türkiye ile ilişkilerin iyileştiği süreçte, Kürtlerin Türkmenlere yönelik açılım yapıp yapmayacağına ilişkin sorularımıza, “Kürt idaresi altında yaşayan Türkmenlerin zaten her türlü hakka sahip olduğu, kendi dillerinde eğitim gördükleri ve hiçbir baskı görmedikleri, Kerkük’ün Kürt bölgesine katılması durumunda da Türkmenlerin aynı şekilde her türlü hakka sahip olarak yaşayacakları” cevabı verilmektedir. Yani Türkmenlerin durumu konusunda herhangi bir sorumluluk duygusu içinde olmadıkları görülmektedir. Algı yanlışlığına son örnek Barzani’nin Türkiye ziyaretine ilişkindir. Barzani’nin Bölgesel Yönetim Başkanı olarak davet edilmesi bazı Kürtler tarafından “Türkiye’nin de artık Irak’ın üniter bir yapıda bir arada kalamayacağını göze alması” olarak yorumlanmıştır. Türkiye’nin çabalarının bu şekilde yanlış değerlendirilmesi ve tarafların birbirini net olarak anlayamaması ilişkilerin istikrarını olumsuz etkileyecektir.
Kürtler bundan önceki dönemlerde Türkiye’ye her türlü iyi niyeti gösterdiğini düşünmektedir. Bununla kast edilen Kürt bölgesindeki ekonomik pastadan en büyük payın Türk şirketlerine verilmesidir. Yani bu durum bir karşılıklı ekonomik çıkar olarak değil Türkiye’ye verilen bir “taviz” olarak algılanmaktadır. Türkiye’nin ekonomik çıkar odaklı yaklaştığı algısı, Türkiye açısından esas önemli taşıyan güvenlik ve sınır sorunlarının Türkiye tarafından artık fazla önemsemediği düşüncesinin doğmasına neden olmakta ve Türkiye’nin ekonomik avantajlar sağlanarak tatmin edilebilir bir ülke olduğu imajının güçlenmesine neden olmaktadır. Örneğin Kerkük konusunda Türkiye’yi ikna etmek için “Kerkük’ün Kürt bölgesine bağlanması durumunda petrolden aslan payını Türkiye’nin alacağı” vurgusu sürekli yapılmaktadır. Bu da önümüzdeki dönemde güvenliğe ilişkin sorunların gündeme geldiği dönemlerde ilişkilerin bozulması riskini artırmaktadır.
Bu risk beklentilerine karşın Kürtlerin Türkiye ile ilişkilere büyük önem atfettiği görülmektedir. Türkiye’nin etkinliğinin daha fazla olduğu bilinen Erbil ve Dohuk’un yanı sıra geleneksel olarak İran’a yakın olan Süleymaniye’de dahi gençler arasında Türkiye’ye karşı büyük bir ilginin olduğu görülmektedir. Kürtler yaşam tarzı, kültür, siyaset, ekonomi gibi tüm alanlarda kendine Batıyı örnek almaya çalışmaktadır. Kürt kamuoyunun kafasında Araplardan kopuşun gerçekleştiğini söylemek mümkündür. Bunun çeşitli alanlarda pratiğe yansıdığı görülmüştür. Örneğin Kürt çocuklar ilkokuldan itibaren İngilizce eğitimi almaktadır. Kürt gençlerin çoğunluğu Arapça bilmemekte ve bu dile tepkiyle yaklaşmaktadır. Hatta Arap alfabesi yerine Latin alfabesine geçilmesi yönündeki çalışmalar başlatılmıştır. Her anlamda “Doğu’dan kopma” çabası içindeki Kürtler Türkiye’yi “Batı’ya açılan kapıları” olarak görmektedir. Türkiye demokratik sistemi, ekonomisi, kültürü ile model teşkil etmekte ve coğrafi anlamda Kürtlerin Batı’ya açılımını sağlamaktadır. Bu nedenle Türkiye bir taraftan bağımsızlık özlemleri önündeki en büyük engel olarak görülürken diğer taraftan örnek alınmaktadır. Bu durum Süleymaniyeli gazeteci Asos Hardi’nin sözleri ile şu şekilde ifade edilmektedir: “Kürtler için olumlu ne gelecekse Türkiye’den gelecektir ancak kötü olan da yine Türkiye’den gelecektir.” Türkiye’nin Kürtler açısından taşıdığı bir diğer önem ABD’nin 2011’den sonra Irak’tan tamamen çekilmesi durumunda Türkiye’ye duyulacak ihtiyaçtır. Kürtler ABD’nin çekilmesi ile doğacak boşluğu komşular arasında en fazla güvendikleri Türkiye’nin doldurmasını tercih etmektedir. Erbil’de faaliyet gösteren Türk-Kürt Arap Derneği’nin Yönetim Kurulu Başkanı Şıvan Taveng “Türkiye’nin ılımlı bir bölgesel güç olarak ortaya çıkmasının hem ABD hem de Kürtler için önemli olduğunu ve bu noktada, ABD’nin Kürtleri Türkiye’ye emanet etme düşüncesinin yaygın olarak tartışıldığını” belirtmektedir. Bunun yanı sıra istikrar ve ekonomik gelişim çabası içindeki Kürtler PKK konusunun ilişkiyi riske etmesinden de çekinmekte ve bu sorunun çözülmesini istemektedir. Ancak bu noktada kendilerinin çok fazla bir yaptırım güçleri olmadığına inanmaktadırlar. PKK meselesinin çözümünü “Türkiye’nin Kürtlerle sorunlarını çözmesinden geçtiğini” düşünmekte ve bu nedenle de Türkiye’deki “demokratik açılım” sürecine büyük önem vermektedirler. Bu önemi göstermesi açısından, Kürt bölgesinin önemli televizyon kanallarından biri olan Gele Kürdistan, TBMM’de demokratik açılımın tartışıldığı oturumları 7 saat boyunca canlı yayınlanmıştır.
Sonuç olarak, Iraklı Kürtlerin Türkiye konusunda birbiriyle çelişen düşüncelere sahip olduğunu söylemek mümkündür. Türkiye diğer komşulardan farklı bir noktada değerlendirilmektedir. Irak merkezi yönetimi de Kürtler tarafından “komşu” olarak tanımlanmaktadır. Güçlenen Irak merkezi otoritesi Kürt bölgesindeki kazanımları açısından en büyük tehdit olarak algılanmaktadır. İran ve Suriye hiçbir zaman tam anlamıyla güvenebilecek aktörler olarak görülmemektedir. Bu ülkeler siyasi yapıları, ekonomileri ve dış politikaları itibariyle Kürtler arasında çekim merkezine dönüşme potansiyeline de sahip değildir. Bu açılardan bakıldığında Türkiye Kürtler açısından daha tercih edilir bir komşudur. Diğer taraftan Iraklı Kürtler ile Türkiye’nin Irak’a bakışı birbiriyle tamamen çelişmektedir. Bölgenin büyük gücü olarak gördükleri Türkiye’nin pozisyonunu hedeflerine ulaşma yönünde büyük bir engel olarak düşünmektedirler. Bu temel farklılık son dönemde iyileşme eğilimi gösteren ilişkilerin ne kadar gelişerek süreceği konusunda şüphe uyandırmaktadır. Ancak her şeye rağmen Türkiye’nin Bölgesel Kürt Yönetimi ile ilişkilerini geliştirmesi, seçim sonuçlarının Kürtler üzerinde yarattığı yalnızlık hissini ortadan kaldırarak ayrılıkçı eğilimleri zayıflatacaktır.
Kürtler, son dönemde ilişkilerin düzelmesini Türkiye’nin bölgeye bakışının değişmesi ile açıklamaktadır. Kürtlere göre Türkiye’nin bölgeye güvenlik merkezli yaklaşımının yerini, siyasi ve ekonomik odaklı bakış almaktadır. Bu süreçte ortak çıkarlar ve diyalog ön plana çıkartılmaya çalışılmaktadır. Bu tespit bazı doğruluklar içerse de Türkiye, ilişkilerin bozuk olmasının nedeninin tek taraflı olmadığını düşünmektedir. Türkiye esasen bölgeye halen güvenlik merkezli bakmakla beraber, ilk aşamada ekonomik karşılıklı bağımlılık yaratarak iyi ilişkiler geliştirmeye çalışmaktadır. Aradaki güvenlik ve siyasi sorunların iyi ilişki sürecinde daha rahat ya da kendiliğinden çözülebileceği düşüncesinden hareket etmektedir. Türkiye güçlü olmanın verdiği özgüvenle bir açılım gerçekleştirerek adımlar atarken orta vadede Kürtlerden beklenti içine girmesi kaçınılmazdır. PKK, federasyon meselesi, Kerkük, 140. madde, Türkmenlerin durumu gibi konularda Türkiye’nin talepleri olması beklenebilir. Türkiye’nin Erbil’de konsolosluk açma, Kürt bölgesinin istikrarını koruma ve inşası sürecine yardımcı olma çabalarına karşılık Kürtlerin nasıl adımlar atabileceğine ilişkin sorularımıza “Türkiye’nin Irak Kürt bölgesinden yıllık 5 milyar dolar ticari kazanç sağladığı” şeklinde yanıtlar verilmiştir. Kürtlerin, Türkiye’nin esasen beklenti içinde olduğu konularda adım atma noktasında son derece çekimser oldukları görülmektedir. Örneğin PKK meselesinin çözümünün tamamen iradeleri dışında olduğunu ve sorunun kaynağının Türkiye’nin içinde olduğunu düşünmektedirler. Dolayısıyla Kürtlerin PKK konusunda kendilerine ait sorumluluğu kabul etmedikleri anlaşılmaktadır. Kürtlerin Türkmenler konusunda adım atmada da isteksiz olması beklenebilir. Zira, Türkiye ile ilişkilerin iyileştiği süreçte, Kürtlerin Türkmenlere yönelik açılım yapıp yapmayacağına ilişkin sorularımıza, “Kürt idaresi altında yaşayan Türkmenlerin zaten her türlü hakka sahip olduğu, kendi dillerinde eğitim gördükleri ve hiçbir baskı görmedikleri, Kerkük’ün Kürt bölgesine katılması durumunda da Türkmenlerin aynı şekilde her türlü hakka sahip olarak yaşayacakları” cevabı verilmektedir. Yani Türkmenlerin durumu konusunda herhangi bir sorumluluk duygusu içinde olmadıkları görülmektedir. Algı yanlışlığına son örnek Barzani’nin Türkiye ziyaretine ilişkindir. Barzani’nin Bölgesel Yönetim Başkanı olarak davet edilmesi bazı Kürtler tarafından “Türkiye’nin de artık Irak’ın üniter bir yapıda bir arada kalamayacağını göze alması” olarak yorumlanmıştır. Türkiye’nin çabalarının bu şekilde yanlış değerlendirilmesi ve tarafların birbirini net olarak anlayamaması ilişkilerin istikrarını olumsuz etkileyecektir.
Kürtler bundan önceki dönemlerde Türkiye’ye her türlü iyi niyeti gösterdiğini düşünmektedir. Bununla kast edilen Kürt bölgesindeki ekonomik pastadan en büyük payın Türk şirketlerine verilmesidir. Yani bu durum bir karşılıklı ekonomik çıkar olarak değil Türkiye’ye verilen bir “taviz” olarak algılanmaktadır. Türkiye’nin ekonomik çıkar odaklı yaklaştığı algısı, Türkiye açısından esas önemli taşıyan güvenlik ve sınır sorunlarının Türkiye tarafından artık fazla önemsemediği düşüncesinin doğmasına neden olmakta ve Türkiye’nin ekonomik avantajlar sağlanarak tatmin edilebilir bir ülke olduğu imajının güçlenmesine neden olmaktadır. Örneğin Kerkük konusunda Türkiye’yi ikna etmek için “Kerkük’ün Kürt bölgesine bağlanması durumunda petrolden aslan payını Türkiye’nin alacağı” vurgusu sürekli yapılmaktadır. Bu da önümüzdeki dönemde güvenliğe ilişkin sorunların gündeme geldiği dönemlerde ilişkilerin bozulması riskini artırmaktadır.
Bu risk beklentilerine karşın Kürtlerin Türkiye ile ilişkilere büyük önem atfettiği görülmektedir. Türkiye’nin etkinliğinin daha fazla olduğu bilinen Erbil ve Dohuk’un yanı sıra geleneksel olarak İran’a yakın olan Süleymaniye’de dahi gençler arasında Türkiye’ye karşı büyük bir ilginin olduğu görülmektedir. Kürtler yaşam tarzı, kültür, siyaset, ekonomi gibi tüm alanlarda kendine Batıyı örnek almaya çalışmaktadır. Kürt kamuoyunun kafasında Araplardan kopuşun gerçekleştiğini söylemek mümkündür. Bunun çeşitli alanlarda pratiğe yansıdığı görülmüştür. Örneğin Kürt çocuklar ilkokuldan itibaren İngilizce eğitimi almaktadır. Kürt gençlerin çoğunluğu Arapça bilmemekte ve bu dile tepkiyle yaklaşmaktadır. Hatta Arap alfabesi yerine Latin alfabesine geçilmesi yönündeki çalışmalar başlatılmıştır. Her anlamda “Doğu’dan kopma” çabası içindeki Kürtler Türkiye’yi “Batı’ya açılan kapıları” olarak görmektedir. Türkiye demokratik sistemi, ekonomisi, kültürü ile model teşkil etmekte ve coğrafi anlamda Kürtlerin Batı’ya açılımını sağlamaktadır. Bu nedenle Türkiye bir taraftan bağımsızlık özlemleri önündeki en büyük engel olarak görülürken diğer taraftan örnek alınmaktadır. Bu durum Süleymaniyeli gazeteci Asos Hardi’nin sözleri ile şu şekilde ifade edilmektedir: “Kürtler için olumlu ne gelecekse Türkiye’den gelecektir ancak kötü olan da yine Türkiye’den gelecektir.” Türkiye’nin Kürtler açısından taşıdığı bir diğer önem ABD’nin 2011’den sonra Irak’tan tamamen çekilmesi durumunda Türkiye’ye duyulacak ihtiyaçtır. Kürtler ABD’nin çekilmesi ile doğacak boşluğu komşular arasında en fazla güvendikleri Türkiye’nin doldurmasını tercih etmektedir. Erbil’de faaliyet gösteren Türk-Kürt Arap Derneği’nin Yönetim Kurulu Başkanı Şıvan Taveng “Türkiye’nin ılımlı bir bölgesel güç olarak ortaya çıkmasının hem ABD hem de Kürtler için önemli olduğunu ve bu noktada, ABD’nin Kürtleri Türkiye’ye emanet etme düşüncesinin yaygın olarak tartışıldığını” belirtmektedir. Bunun yanı sıra istikrar ve ekonomik gelişim çabası içindeki Kürtler PKK konusunun ilişkiyi riske etmesinden de çekinmekte ve bu sorunun çözülmesini istemektedir. Ancak bu noktada kendilerinin çok fazla bir yaptırım güçleri olmadığına inanmaktadırlar. PKK meselesinin çözümünü “Türkiye’nin Kürtlerle sorunlarını çözmesinden geçtiğini” düşünmekte ve bu nedenle de Türkiye’deki “demokratik açılım” sürecine büyük önem vermektedirler. Bu önemi göstermesi açısından, Kürt bölgesinin önemli televizyon kanallarından biri olan Gele Kürdistan, TBMM’de demokratik açılımın tartışıldığı oturumları 7 saat boyunca canlı yayınlanmıştır.
Sonuç olarak, Iraklı Kürtlerin Türkiye konusunda birbiriyle çelişen düşüncelere sahip olduğunu söylemek mümkündür. Türkiye diğer komşulardan farklı bir noktada değerlendirilmektedir. Irak merkezi yönetimi de Kürtler tarafından “komşu” olarak tanımlanmaktadır. Güçlenen Irak merkezi otoritesi Kürt bölgesindeki kazanımları açısından en büyük tehdit olarak algılanmaktadır. İran ve Suriye hiçbir zaman tam anlamıyla güvenebilecek aktörler olarak görülmemektedir. Bu ülkeler siyasi yapıları, ekonomileri ve dış politikaları itibariyle Kürtler arasında çekim merkezine dönüşme potansiyeline de sahip değildir. Bu açılardan bakıldığında Türkiye Kürtler açısından daha tercih edilir bir komşudur. Diğer taraftan Iraklı Kürtler ile Türkiye’nin Irak’a bakışı birbiriyle tamamen çelişmektedir. Bölgenin büyük gücü olarak gördükleri Türkiye’nin pozisyonunu hedeflerine ulaşma yönünde büyük bir engel olarak düşünmektedirler. Bu temel farklılık son dönemde iyileşme eğilimi gösteren ilişkilerin ne kadar gelişerek süreceği konusunda şüphe uyandırmaktadır. Ancak her şeye rağmen Türkiye’nin Bölgesel Kürt Yönetimi ile ilişkilerini geliştirmesi, seçim sonuçlarının Kürtler üzerinde yarattığı yalnızlık hissini ortadan kaldırarak ayrılıkçı eğilimleri zayıflatacaktır.
Northern Iraq Observations 3: How do the Iraqi Kurds Perceive the Developing Relations with Turkey?
There is a positive change in the relations between Turkey and the Kurdish Regional Government in recent times. The most concrete indicators of those change are, Turkey’s decision to open a consulate in Arbil, Foreign Minister Ahmet Davutoglu’s visit to Arbil, and the Kurdish Regional Government President Massoud Barzani’s visit to Ankara. This process is welcomed by the Kurds. They expect that the relations will deepen in the future. However, it is possible to say that the steps taken by Turkey are misinterpreted by the Kurds. This misinterpretation causes Kurds to have different expectations, which pose a risk for the relations in the case that they are not met.
Kurds explain the positive change in the relations with the change in Turkey’s perspective of the region. According to the Kurds, Turkey’s security perspective has been replaced with a perspective focusing on politics and economy. In this process, common interests and dialogue are emphasized. While this evaluation is not totally false, Turkey thinks that the reason of the bad relations is not unilateral. In fact, Turkey still looks towards the region in a security perspective; however it seeks to develop relations by creating economic interdependence. It is expected that problems related to security and politics will more easily get solved in the process of good relations. While Turkey self-confidently initiates an opening policy, it is inevitable that it will expect some steps from the Kurds in the medium term. PKK, federation, Kirkuk, Article 140, the status of Turkmans are the issues that Turkey might have expectations about. As a response to our questions about how the Kurds will react to Turkey’s decision to open a consulate in Arbil and contributions to the stability and reconstruction in the Kurdish region, the Kurds merely said that “Turkey acquires five million dollars of commercial income from the Iraqi Kurdish region”. The Kurds are hesitant to take steps about the issues that Turkey has expectations. For example they think the PKK issue is out of their reach and the source of the problem is within Turkey. Therefore, the Kurds do not take responsibility in the PKK issue. The Kurds are hesitant in the Turkman issue as well. They reply to our questions about whether they will initiate and opening towards the Turkmans, that “Turkmans under the Kurdish administrations already have all kinds of rights, they receive education in their own language and are faced with no oppression. If Kirkuk is integrated in the Kurdish region, those Turkmans will have all kinds of rights as well.” That is to say, the Kurds feel no responsibility regarding the status of Turkmans. One last example for misperceptions is about Barzani’s visit to Turkey. Some Kurds claim that “Turkey has at last seen that Iraq cannot preserve its unitary structure”, since Barzani is invited as the President of the Regional Government. Misinterpretation and lack of understanding among the sides will influence the stability of relations.
The Kurds think that they showed the best of intentions to Turkey in the past periods. What they mean by that is that Turkish companies receive the biggest share in the economy of the Kurdish region. They perceive the situation not as a mutual interest but as a concession. The perception that Turkey focuses on economic interest drives the Kurds to think that Turkey do not attach importance to security and border problems and it is a country that can be satisfied by providing economic advantages. For example, they constantly emphasize that Turkey is going to take the biggest share from petroleum in the case of Kirkuk’s integration to Kurdish territory to convince Turkey. This situation increases the risk of disruption in relations when the security problems become current issues.
Despite the risks, it is obvious that Kurds give importance to the relations with Turkey. In addition to Arbil and Dohuk, where Turkey has much influence, even in Suleymaniyeh the young people show interest towards Turkey. The Kurds attempt to take the West as a model in all areas such as lifestyle, culture, politics and economy. It is possible to say that Kurdish public completed the separation from the Arabs in their minds. The implementation of that separation can be seen in many fields. As an example, Kurdish children take English language courses beginning from primary school. Most of Kurdish teens do not know Arabic and react negatively to this language. Even the attempts of replacing Latin alphabet instead of Arabic were started. The Kurds, who seek to “separate from the East” in every sense, consider Turkey as “a door that opening to the West”. Turkey geographically constitutes a link between the West and Kurds, and presents a model with its democratic system, economy and culture. Consequently, Turkey is, on the one hand emulated, while on the other side accepted as the greatest obstacle in front of their independency desires by them.
This situation described such as with the words of a journalist from Suleymaniye, Asos Hardi:
“The positive things for Kurds will come from Turkey, but negative things also will come from Turkey, too.” Another importance of Turkey for Kurds is the need for Turkey after 2011, the total withdrawal of US troops from Iraq. The Kurds prefer Turkey, which they trusted mostly among their neighbors, to fill the gap that will occur after withdrawal of US troops from the region. Siwan Taveng, chairman of Turk-Kurd Friendship Association, stated that “emergence of Turkey as a soft regional power in the region is important both for US and Kurds, in that point, US’s idea of entrusting Kurds to Turkey commonly is argued in that point.” Besides this, the Kurds, who attempt to achieve stability and economic development, hesitate that PKK question may risk the relations with Turkey and wants a solution to this question. However they believe that they donot have much power on this issue. They consider that the solution of PKK question depends on Turkey’s resolutions to the problems with the Kurds and for this reason they pay importance to the process of Turkey’s democratic opening to the Kurds. In terms of indicating this interest, one of the important television channel in the Kurdish region, Gele Kurdistan, broadcasted The Grand National Assembly of Turkey’s sessions regarding the democratic opening live for 7 hours.
Kurds explain the positive change in the relations with the change in Turkey’s perspective of the region. According to the Kurds, Turkey’s security perspective has been replaced with a perspective focusing on politics and economy. In this process, common interests and dialogue are emphasized. While this evaluation is not totally false, Turkey thinks that the reason of the bad relations is not unilateral. In fact, Turkey still looks towards the region in a security perspective; however it seeks to develop relations by creating economic interdependence. It is expected that problems related to security and politics will more easily get solved in the process of good relations. While Turkey self-confidently initiates an opening policy, it is inevitable that it will expect some steps from the Kurds in the medium term. PKK, federation, Kirkuk, Article 140, the status of Turkmans are the issues that Turkey might have expectations about. As a response to our questions about how the Kurds will react to Turkey’s decision to open a consulate in Arbil and contributions to the stability and reconstruction in the Kurdish region, the Kurds merely said that “Turkey acquires five million dollars of commercial income from the Iraqi Kurdish region”. The Kurds are hesitant to take steps about the issues that Turkey has expectations. For example they think the PKK issue is out of their reach and the source of the problem is within Turkey. Therefore, the Kurds do not take responsibility in the PKK issue. The Kurds are hesitant in the Turkman issue as well. They reply to our questions about whether they will initiate and opening towards the Turkmans, that “Turkmans under the Kurdish administrations already have all kinds of rights, they receive education in their own language and are faced with no oppression. If Kirkuk is integrated in the Kurdish region, those Turkmans will have all kinds of rights as well.” That is to say, the Kurds feel no responsibility regarding the status of Turkmans. One last example for misperceptions is about Barzani’s visit to Turkey. Some Kurds claim that “Turkey has at last seen that Iraq cannot preserve its unitary structure”, since Barzani is invited as the President of the Regional Government. Misinterpretation and lack of understanding among the sides will influence the stability of relations.
The Kurds think that they showed the best of intentions to Turkey in the past periods. What they mean by that is that Turkish companies receive the biggest share in the economy of the Kurdish region. They perceive the situation not as a mutual interest but as a concession. The perception that Turkey focuses on economic interest drives the Kurds to think that Turkey do not attach importance to security and border problems and it is a country that can be satisfied by providing economic advantages. For example, they constantly emphasize that Turkey is going to take the biggest share from petroleum in the case of Kirkuk’s integration to Kurdish territory to convince Turkey. This situation increases the risk of disruption in relations when the security problems become current issues.
Despite the risks, it is obvious that Kurds give importance to the relations with Turkey. In addition to Arbil and Dohuk, where Turkey has much influence, even in Suleymaniyeh the young people show interest towards Turkey. The Kurds attempt to take the West as a model in all areas such as lifestyle, culture, politics and economy. It is possible to say that Kurdish public completed the separation from the Arabs in their minds. The implementation of that separation can be seen in many fields. As an example, Kurdish children take English language courses beginning from primary school. Most of Kurdish teens do not know Arabic and react negatively to this language. Even the attempts of replacing Latin alphabet instead of Arabic were started. The Kurds, who seek to “separate from the East” in every sense, consider Turkey as “a door that opening to the West”. Turkey geographically constitutes a link between the West and Kurds, and presents a model with its democratic system, economy and culture. Consequently, Turkey is, on the one hand emulated, while on the other side accepted as the greatest obstacle in front of their independency desires by them.
This situation described such as with the words of a journalist from Suleymaniye, Asos Hardi:
“The positive things for Kurds will come from Turkey, but negative things also will come from Turkey, too.” Another importance of Turkey for Kurds is the need for Turkey after 2011, the total withdrawal of US troops from Iraq. The Kurds prefer Turkey, which they trusted mostly among their neighbors, to fill the gap that will occur after withdrawal of US troops from the region. Siwan Taveng, chairman of Turk-Kurd Friendship Association, stated that “emergence of Turkey as a soft regional power in the region is important both for US and Kurds, in that point, US’s idea of entrusting Kurds to Turkey commonly is argued in that point.” Besides this, the Kurds, who attempt to achieve stability and economic development, hesitate that PKK question may risk the relations with Turkey and wants a solution to this question. However they believe that they donot have much power on this issue. They consider that the solution of PKK question depends on Turkey’s resolutions to the problems with the Kurds and for this reason they pay importance to the process of Turkey’s democratic opening to the Kurds. In terms of indicating this interest, one of the important television channel in the Kurdish region, Gele Kurdistan, broadcasted The Grand National Assembly of Turkey’s sessions regarding the democratic opening live for 7 hours.
As a result, it is possible to say that the Iraqi Kurds have contradicting views about Turkey. Turkey is considered differently compared to other neighboring countries. The Iraqi Central Government is also defined as a “neighbor” by Kurds and perceived as the biggest threat towards the acquisitions of the Kurdish region. Iran and Syria have never been accounted as fully trusted actors. These countries do not have potential to become a center of attraction for Kurds as of their political structures, economies and foreign policies. From this perspective Turkey is a more preferable neighbor in the region. On the other side, perspectives of the Iraqi Kurds and Turkey to the Iraq completely contradict with each other. They consider Turkey as a great power of the region and an obstacle in front of their goals. This fundamental difference casts doubt on the future of relations that recently have a positive trend. Regardless, Turkey’s good relations with the Kurdish Regional Government will weaken the separatist trends among the Kurds by ruling out their sense of isolation after the elections.
Saturday, June 12, 2010
Kuzey Irak Gözlemleri 2: Irak Parlamento Seçim Sonuçlarının Kürt İç Siyasetine Etkisi
Kuzey bölgesinde seçim sürecinde yaşananlar ve seçim sonuçları Kürt siyasetinin henüz normalleşemediğini göstermiştir. Kürtlerin genelinin desteğini alabilecek, etkinliğini tüm Kürt bölgelerine yayabilmiş bir hareketin ortaya çıkmadığı görülmüştür. Bunun birinci nedeni Kürt seçmenin halen bölge, aşiret bağlarını esas alarak oy vermeye devam etmesidir. Bunun yanı sıra partiler kendi etkin oldukları bölgelerde diğer Kürt partilere özgür siyaset yapma imkanı tanımamaktadır. Eskiden silah yoluyla sağlanan kontrol şimdi yasal araçlarla sağlanmaktadır. Her parti güçlü olduğu bölgelerde hakimiyetini sürdürmüştür. Bu ifadeler birçok Kürt kanaat önderi tarafından dile getirilmektedir. Özellikle Goran (Değişim) Hareketi’ne yakın isimler seçimde hileler yapıldığı konusundaki çekincelerini sıkça dile getirmektedir. Bunun yanı sıra Dohuk’ta tamamen özgür bir seçim olması durumunda Kürt İslamcı partilerin daha büyük başarı kazanacağına olan inanç neredeyse kesindir.
Seçim sonucunun Kürt iç siyaseti açısından en önemli sonucu KDP’nin kuzeydeki ağırlığının artması olmuştur. Hatta Erbil’de görüştüğümüz kimi uzmanlar bu ağırlığı en uç noktaya kadar götürerek “KDP’nin artık tek otorite olduğu” yorumunu dahi yapmıştır. Bunun doğurması muhtemel en önemli etki KDP ve KYB arasında yarı yarıya paylaşıma dayalı stratejik ittifakın bozulmasıdır. KDP içinde “ittifak içindeki ağırlığım belirgin biçimde arttı, o zaman kaynakları neden KYB ile eşit paylaşayım” düşüncesinin doğması son derece muhtemeldir. Özellikle KDP’nin etkin olduğu Erbil’de yapılan görüşmelerde bu tarz bir düşüncenin oluşmaya başladığı görülmüştür. Her şeyden önce KDP, KYB karşısında psikolojik üstünlüğü ele geçirmiştir. Bunun pratik sonucu KDP’nin KYB üzerinde baskıyı artırarak daha fazla makam ve kaynağı ele geçirmesi olabilir. Ancak KDP’nin Kürt siyasetinin tek belirleyicisi olacağı yorumları şu aşamada gerçeği yansıtmamaktadır. Kürtlerin “ulusal meseleler” olarak adlandırdığı “Kerkük, 140. madde, petrol, peşmergenin durumu, cumhurbaşkanlığı” gibi konularda güçlü olabilmek için birlikte hareket etme zorunluluğu ve Kürt halkının bu yöndeki beklentisi KDP’nin seçimdeki başarısına paralel bir etkinlik kazanmasına engel olmaktadır. Selahaddin Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölüm Başkanı Dr. Sabah Suphi Hayder’e göre “Kürtleri birleştiren en büyük neden Kerkük ve tartışmalı bölgelerin statüsü konularıdır.” KDP’nin bu konularda tek başına hareket ederek Kürtler adına kazanım sağlama şansı bulunmamaktadır. Bu nedenle KDP’li yetkililerin stratejik ittifak konusunda son derece temkinli konuştukları görülmektedir. KDP Erbil Sorumlusu Piştivan Sadık’ın ifadesiyle “stratejik ittifak meselesi ulusal bir konudur ve Kürt ulusal çıkarları her şeyin üzerindedir. Bu nedenle de stratejik ittifak kesinlikle bozulmayacaktır.” Bunun yanı sıra KDP, Kürt bölgesini temsil eden bölgesel başkanlık pozisyonu için de KYB’nin desteğine ihtiyaç duymaya devam etmektedir. KDP’yi stratejik ittifakı sürdürmeye iten son faktör Kürt siyasetinde en büyük tehdit olarak gördükleri Kürt İslamcı hareketlerin etkisinin artmasıdır. KDP, KYB’yi bu güçlere karşı yanında tutmak isteyecektir. Kürt bölgesinde bütün siyasi gruplar ekim ayında yapılması planlanan yerel seçimlere odaklanmıştır. Bu seçime her parti tek başına katılacaktır. KDP ve KYB arasındaki stratejik ittifakın sorgulanması süreci büyük ölçüde yerel seçimler sonrasına bırakılmış durumdadır.
Bu çerçevede, Kürtler Bağdat’ta daha güçlü olabilmek için aralarındaki sorunları bir tarafa bırakarak 8 Mayıs 2010 tarihinde önemli bir anlaşmaya imza atmıştır. Parlamentoya giren 5 Kürt partisi bir araya gelerek Bağdat’ta tek bir cephe olarak hareket etme kararı almıştır. Cephe, hükümet görüşmelerinde 5 parti adına görüşmeler yapacak ve hükümete tüm Kürt partiler girecektir. Her parti parlamentoda ağırlığı oranında iktidarda pay sahibi olacaktır. Kürtler böylece seçim sonuçlarının yarattığı nispi zayıflamayı kapatmaya çalışmaktadır. Selahaddin Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölüm Başkanı Dr. Sabah Suphi Hayder’in ifadesiyle “Kürtler içerde sorunlar yaşasa da dışarıda birleşmelidir.” Bu ifadeden anlaşıldığı üzere Kürtler Bağdat’taki mücadeleyi bölgelerindeki kazanımları koruma ve artırmanın bir aracı olarak görmektedir.
Daha önceki seçime blok halinde girilmiş olması ve kapalı liste sistemi nedeniyle hangi partinin blok içinde ne kadar gücü olduğu tespit edilememişti. Bu seçimlerde açık liste sistemi uygulandığı için ilk kez hangi partinin nerede ne kadar gücü var net olarak ortaya çıkmıştır. KDP kazandığı toplam 30 sandalye ile Kürt iç siyaseti açısından seçimin tartışmasız galibi olmuştur. Ancak sonuçlara farklı bir açıdan yaklaşıldığında KDP’nin başarısının büyük ölçüde seçim stratejisini doğru belirlemesi ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Zira alınan toplam oy sayısı açısından KYB ile Goran’ın toplamının KDP’yi geçtiği görülmektedir. Süleymaniye’de görüşme imkanı bulduğumuz KYB ve Goran’a yakın isimler yenilgiyi kabul ederken bunu tamamen seçim stratejisi başarısızlığı olarak ifade etmişlerdir. KDP’nin az sayıda aday belirleyerek bu isimler üzerinde yoğunlaşması başarıyı getirmiştir. Süleymaniyeli Gazeteci Asos Hardi bu durumu şöyle ifade etmektedir: “KDP toplamda 600.000, KYB 410.000 ve Goran da 420.000 civarında oy almıştır. KYB ve Goran’ın aldıkları oy toplamı KDP’yi geçtiği halde kazanılan milletvekilliğinde KDP, diğer iki partinin toplamından daha fazla sandalye kazanmıştır. Bu tamamen bir seçim stratejisi başarısızlığıdır.” Bu dağılımdan anlaşılacağı üzere KDP’nin Kürt seçmenler arasında tek çekim merkezine dönüşmeye başladığı şeklinde bir yorumda bulunmak için son derece erkendir. Ancak önümüzdeki dönemde KDP’nin diğer Kürt partiler karşısında siyasi ağırlığının artacağı yorumu yapılabilir.
Kürt iç siyaseti açısından en kritik konulardan biri de Talabani ve KYB’nin geleceğidir. KYB 2009 yılında gerçekleşen bölgesel parlamento seçiminden büyük güç kaybederek çıkmıştı. KYB’den kopan önemli isimlerin liderliğinde kurulan Goran (Değişim) hareketi KYB tabanından aldığı oylarla bölgesel parlamento seçiminde %24 civarında oy almıştı. KYB, 7 Mart Irak parlamento seçiminde Goran karşısındaki zayıflama eğilimini nispeten durdurmuş olsa da Kürt siyasetinin KDP ve KYB’ye dayalı ikili yapısı tamamen kırılmıştır. Bu kırılmadan en büyük zararı gören KYB’nin geleceği Talabani sonrasına odaklanmış durumdadır. KYB’yi ayakta tutan en büyük güç olarak Talabani’nin karizmatik liderliği görülmektedir. Ancak Talabani’nin sağlık sorunları yaşadığı bilinmektedir ve Kürt siyasetinde Talabani sonrası açık şekilde olmasa da tartışılmaya başlanmıştır. Talabani’nin siyaset sahnesinden çekilmesi durumunda KYB’yi sıkıntılı bir dönem beklemektedir. Talabani sonrasının işaretlerini vermesi açısından ekim ayında gerçekleşecek KYB kongresine büyük önem atfedilmektedir. Kongre sonrasında KYB içinde önemli değişimler yaşanması ve Talabani sonrası dönemin nasıl olacağına ilişkin ilk işaretlerin verilmesi beklenmektedir. Şu an KYB içinde birbiriyle rekabet halinde 6 fraksiyon bulunmaktadır. Talabani’nin varlığı bu gruplar arası çatışmayı ve dolayısıyla bölünmeyi önleyen bir faktör olarak görülmektedir. KYB’nin yayın organı olan Gele Kürdistan TV’nin Genel Yayın Yönetmeni Cemal Hüseyin’e göre “kongreden sonraki KYB kongreden önceki KYB olmayacaktır.”
Son olarak, Kerkük vilayetindeki seçim sonuçlarının Kürtler tarafından nasıl algılandığına bakacak olursak, burada da beklentilerin altında bir sonuçla karşılaşıldığını söylemek mümkündür. Seçimden kısa süre önce Kerkük’te görüşme imkanı bulduğumuz KYB ve Goran’ın milletvekili adayları Kerkük’te toplam 12 milletvekilliğinin 8’ini Kürtler, kalanın Araplar tarafından kazanılacağını düşünüyordu. Türkmenlerin ise en fazla bir hatta hiç kazanamayabilecekleri öngörüsünde bulunuluyordu. Dolayısıyla seçimde Kürtlerin 6, Arapların 4 ve Türkmenlerin de 2 milletvekili kazanması Kürtler açısından beklenmeyen bir durumdu. Bunun yanı sıra Kerkük’te El Irakiye Listesi alınan toplam oylarda birinci çıkmıştır. Bu sonuçlar Kürtlerin Kerkük üzerindeki talepleri konusundaki meşru zemini ortadan kaldıran bir durumdur. Seçim sonrasında da görüştüğümüz Kürt politikacı ve kanaat önderleri sonuçların Kürtler açısından bir yenilgi olarak değerlendirilemeyeceğini savunmuştur. Bu doğrultuda, tüm Kürt partilerin aldığı oyların toplamının El Irakiye’ye giden oyların toplamından fazla olduğu savını öne çıkarmaktadırlar. Ancak esasen alınan toplam oylarda da Kürtlerin ikinci sırada geldiğini söylemek mümkündür. Zira nasıl ki Kürtler kendi içinde bölünmüş ve farklı Kürt listelere oylar dağılmışsa aynı durum Araplar ve Türkmenler için de geçerli olmuştur. Böylece tüm Kürt partilerine giden oylar ile tüm Arap ve Türkmen partilere giden oylar kıyaslandığında Kürt olmayan oyların sayısının daha fazla olduğu görülmektedir.
Seçim sonucunun Kürt iç siyaseti açısından en önemli sonucu KDP’nin kuzeydeki ağırlığının artması olmuştur. Hatta Erbil’de görüştüğümüz kimi uzmanlar bu ağırlığı en uç noktaya kadar götürerek “KDP’nin artık tek otorite olduğu” yorumunu dahi yapmıştır. Bunun doğurması muhtemel en önemli etki KDP ve KYB arasında yarı yarıya paylaşıma dayalı stratejik ittifakın bozulmasıdır. KDP içinde “ittifak içindeki ağırlığım belirgin biçimde arttı, o zaman kaynakları neden KYB ile eşit paylaşayım” düşüncesinin doğması son derece muhtemeldir. Özellikle KDP’nin etkin olduğu Erbil’de yapılan görüşmelerde bu tarz bir düşüncenin oluşmaya başladığı görülmüştür. Her şeyden önce KDP, KYB karşısında psikolojik üstünlüğü ele geçirmiştir. Bunun pratik sonucu KDP’nin KYB üzerinde baskıyı artırarak daha fazla makam ve kaynağı ele geçirmesi olabilir. Ancak KDP’nin Kürt siyasetinin tek belirleyicisi olacağı yorumları şu aşamada gerçeği yansıtmamaktadır. Kürtlerin “ulusal meseleler” olarak adlandırdığı “Kerkük, 140. madde, petrol, peşmergenin durumu, cumhurbaşkanlığı” gibi konularda güçlü olabilmek için birlikte hareket etme zorunluluğu ve Kürt halkının bu yöndeki beklentisi KDP’nin seçimdeki başarısına paralel bir etkinlik kazanmasına engel olmaktadır. Selahaddin Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölüm Başkanı Dr. Sabah Suphi Hayder’e göre “Kürtleri birleştiren en büyük neden Kerkük ve tartışmalı bölgelerin statüsü konularıdır.” KDP’nin bu konularda tek başına hareket ederek Kürtler adına kazanım sağlama şansı bulunmamaktadır. Bu nedenle KDP’li yetkililerin stratejik ittifak konusunda son derece temkinli konuştukları görülmektedir. KDP Erbil Sorumlusu Piştivan Sadık’ın ifadesiyle “stratejik ittifak meselesi ulusal bir konudur ve Kürt ulusal çıkarları her şeyin üzerindedir. Bu nedenle de stratejik ittifak kesinlikle bozulmayacaktır.” Bunun yanı sıra KDP, Kürt bölgesini temsil eden bölgesel başkanlık pozisyonu için de KYB’nin desteğine ihtiyaç duymaya devam etmektedir. KDP’yi stratejik ittifakı sürdürmeye iten son faktör Kürt siyasetinde en büyük tehdit olarak gördükleri Kürt İslamcı hareketlerin etkisinin artmasıdır. KDP, KYB’yi bu güçlere karşı yanında tutmak isteyecektir. Kürt bölgesinde bütün siyasi gruplar ekim ayında yapılması planlanan yerel seçimlere odaklanmıştır. Bu seçime her parti tek başına katılacaktır. KDP ve KYB arasındaki stratejik ittifakın sorgulanması süreci büyük ölçüde yerel seçimler sonrasına bırakılmış durumdadır.
Bu çerçevede, Kürtler Bağdat’ta daha güçlü olabilmek için aralarındaki sorunları bir tarafa bırakarak 8 Mayıs 2010 tarihinde önemli bir anlaşmaya imza atmıştır. Parlamentoya giren 5 Kürt partisi bir araya gelerek Bağdat’ta tek bir cephe olarak hareket etme kararı almıştır. Cephe, hükümet görüşmelerinde 5 parti adına görüşmeler yapacak ve hükümete tüm Kürt partiler girecektir. Her parti parlamentoda ağırlığı oranında iktidarda pay sahibi olacaktır. Kürtler böylece seçim sonuçlarının yarattığı nispi zayıflamayı kapatmaya çalışmaktadır. Selahaddin Üniversitesi Siyaset Bilimi Bölüm Başkanı Dr. Sabah Suphi Hayder’in ifadesiyle “Kürtler içerde sorunlar yaşasa da dışarıda birleşmelidir.” Bu ifadeden anlaşıldığı üzere Kürtler Bağdat’taki mücadeleyi bölgelerindeki kazanımları koruma ve artırmanın bir aracı olarak görmektedir.
Daha önceki seçime blok halinde girilmiş olması ve kapalı liste sistemi nedeniyle hangi partinin blok içinde ne kadar gücü olduğu tespit edilememişti. Bu seçimlerde açık liste sistemi uygulandığı için ilk kez hangi partinin nerede ne kadar gücü var net olarak ortaya çıkmıştır. KDP kazandığı toplam 30 sandalye ile Kürt iç siyaseti açısından seçimin tartışmasız galibi olmuştur. Ancak sonuçlara farklı bir açıdan yaklaşıldığında KDP’nin başarısının büyük ölçüde seçim stratejisini doğru belirlemesi ile ilgili olduğu anlaşılmaktadır. Zira alınan toplam oy sayısı açısından KYB ile Goran’ın toplamının KDP’yi geçtiği görülmektedir. Süleymaniye’de görüşme imkanı bulduğumuz KYB ve Goran’a yakın isimler yenilgiyi kabul ederken bunu tamamen seçim stratejisi başarısızlığı olarak ifade etmişlerdir. KDP’nin az sayıda aday belirleyerek bu isimler üzerinde yoğunlaşması başarıyı getirmiştir. Süleymaniyeli Gazeteci Asos Hardi bu durumu şöyle ifade etmektedir: “KDP toplamda 600.000, KYB 410.000 ve Goran da 420.000 civarında oy almıştır. KYB ve Goran’ın aldıkları oy toplamı KDP’yi geçtiği halde kazanılan milletvekilliğinde KDP, diğer iki partinin toplamından daha fazla sandalye kazanmıştır. Bu tamamen bir seçim stratejisi başarısızlığıdır.” Bu dağılımdan anlaşılacağı üzere KDP’nin Kürt seçmenler arasında tek çekim merkezine dönüşmeye başladığı şeklinde bir yorumda bulunmak için son derece erkendir. Ancak önümüzdeki dönemde KDP’nin diğer Kürt partiler karşısında siyasi ağırlığının artacağı yorumu yapılabilir.
Kürt iç siyaseti açısından en kritik konulardan biri de Talabani ve KYB’nin geleceğidir. KYB 2009 yılında gerçekleşen bölgesel parlamento seçiminden büyük güç kaybederek çıkmıştı. KYB’den kopan önemli isimlerin liderliğinde kurulan Goran (Değişim) hareketi KYB tabanından aldığı oylarla bölgesel parlamento seçiminde %24 civarında oy almıştı. KYB, 7 Mart Irak parlamento seçiminde Goran karşısındaki zayıflama eğilimini nispeten durdurmuş olsa da Kürt siyasetinin KDP ve KYB’ye dayalı ikili yapısı tamamen kırılmıştır. Bu kırılmadan en büyük zararı gören KYB’nin geleceği Talabani sonrasına odaklanmış durumdadır. KYB’yi ayakta tutan en büyük güç olarak Talabani’nin karizmatik liderliği görülmektedir. Ancak Talabani’nin sağlık sorunları yaşadığı bilinmektedir ve Kürt siyasetinde Talabani sonrası açık şekilde olmasa da tartışılmaya başlanmıştır. Talabani’nin siyaset sahnesinden çekilmesi durumunda KYB’yi sıkıntılı bir dönem beklemektedir. Talabani sonrasının işaretlerini vermesi açısından ekim ayında gerçekleşecek KYB kongresine büyük önem atfedilmektedir. Kongre sonrasında KYB içinde önemli değişimler yaşanması ve Talabani sonrası dönemin nasıl olacağına ilişkin ilk işaretlerin verilmesi beklenmektedir. Şu an KYB içinde birbiriyle rekabet halinde 6 fraksiyon bulunmaktadır. Talabani’nin varlığı bu gruplar arası çatışmayı ve dolayısıyla bölünmeyi önleyen bir faktör olarak görülmektedir. KYB’nin yayın organı olan Gele Kürdistan TV’nin Genel Yayın Yönetmeni Cemal Hüseyin’e göre “kongreden sonraki KYB kongreden önceki KYB olmayacaktır.”
Son olarak, Kerkük vilayetindeki seçim sonuçlarının Kürtler tarafından nasıl algılandığına bakacak olursak, burada da beklentilerin altında bir sonuçla karşılaşıldığını söylemek mümkündür. Seçimden kısa süre önce Kerkük’te görüşme imkanı bulduğumuz KYB ve Goran’ın milletvekili adayları Kerkük’te toplam 12 milletvekilliğinin 8’ini Kürtler, kalanın Araplar tarafından kazanılacağını düşünüyordu. Türkmenlerin ise en fazla bir hatta hiç kazanamayabilecekleri öngörüsünde bulunuluyordu. Dolayısıyla seçimde Kürtlerin 6, Arapların 4 ve Türkmenlerin de 2 milletvekili kazanması Kürtler açısından beklenmeyen bir durumdu. Bunun yanı sıra Kerkük’te El Irakiye Listesi alınan toplam oylarda birinci çıkmıştır. Bu sonuçlar Kürtlerin Kerkük üzerindeki talepleri konusundaki meşru zemini ortadan kaldıran bir durumdur. Seçim sonrasında da görüştüğümüz Kürt politikacı ve kanaat önderleri sonuçların Kürtler açısından bir yenilgi olarak değerlendirilemeyeceğini savunmuştur. Bu doğrultuda, tüm Kürt partilerin aldığı oyların toplamının El Irakiye’ye giden oyların toplamından fazla olduğu savını öne çıkarmaktadırlar. Ancak esasen alınan toplam oylarda da Kürtlerin ikinci sırada geldiğini söylemek mümkündür. Zira nasıl ki Kürtler kendi içinde bölünmüş ve farklı Kürt listelere oylar dağılmışsa aynı durum Araplar ve Türkmenler için de geçerli olmuştur. Böylece tüm Kürt partilerine giden oylar ile tüm Arap ve Türkmen partilere giden oylar kıyaslandığında Kürt olmayan oyların sayısının daha fazla olduğu görülmektedir.
Northern Iraq Observations 2: Influence of the Iraq Parliamentary Elections on the Kurdish Interior Politics
The events in the north of Iraq during the elections and the results of the elections have shown that the Kurdish politics has not normalized yet. It is seen that a movement, which may receive general support from the Kurds throughout all the areas that they live, are not present yet. The primary reason for that is the Kurdish voters still favor regional and tribal allegiances while casting their votes. Besides, the political parties do not allow other political parties to propagate freely in their own areas. That control, which was previously upheld by violence, is now maintained through legal means. Each party dominated the areas they are strong in. Those views are shared by most Kurdish opinion leaders. Especially the Goran (Change) Movement frequently expresses their views on the frauds during the elections. However, it is strongly believed that if there had been free elections in Duhok, the Kurdish Islamist parties would have won.
The most important outcome of the elections in terms of the Kurdish interior politics is that KDP’s strength in the north has grown further. It is even to the extent that, some experts that we talked in Arbil has labeled KDP as “the sole authority”. The most probable outcome of such a view is that the alliance between KDP and PUK, which rests on the distribution of resources in half shares, might collapse. KDP might consider that its weight in the alliance has distinctively risen, so it does not have to share resources with PUK in half shares. During our talks in Arbil, in which KDP is dominant, it is observed that such views started to emerge. Above all, KDP has gained the psychological upper ground compared to PUK. The practical outcome of this might be the increasing share of KDP on resources, posts and privileges due to increased pressure over PUK. However, it is not realistic that KDP will be the sole determinant factor in the Kurdish politics. Issues like “Kirkuk, Article 140, oil, the status of the peshmarga, presidency”, which the Kurds consider as “national problems” need the collaboration of the Kurdish parties, which hinder the KDP to gain the advantages of the election victory to the full extent. According to Dr. Sabah Suphi Hayder, the Head of the Department of Political Science in Salahaddin University, “the greatest factors that unite the Kurds are Kirkuk and the status of disputed areas”. KDP is unable to acquire advantages for the Kurds in those issues by working alone. For this reason, KDP officials evaluate the strategic alliance in a deliberate way. In the words of Pistivan Sadik, the Arbil representative of KDP, “strategic alliance is a national issue and Kurdish national interests come first. For this reason the strategic alliance will never collapse”. Besides, KDP needs the support of PUK, for the regional government presidency. The last factor that drives KDP towards carrying on the strategic alliance is the increasing power of the Kurdish Islamist parties. KDP would want to keep PUK on its side against the Kurdish Islamists. All political groups in the Kurdish region are focused on the provincial elections that are to be held in October. Each party will individually take place in this election. Questioning the strategic alliance between KDP and PUK is mostly postponed to the post-elections period.
In this context the Kurds, leaving aside their problems, have signed an agreement on May 8th 2010, In order to have a stronger position in Baghdad. Five Kurdish parties, which won seats In the Parliament, have decided on acting together as a united front in Baghdad. The united front will enter the government negotiations on behalf of all five parties and all Kurdish parties will enter the government. Each party will have a share based on its proportion in the Parliament. The Kurds seek to compensate for their relative weakness after the elections. In the words of Dr. Sabah Suphi Hayder, the Head of the Department of Political Science in Salahaddin University, “the Kurds have to unite against the others despite their problems within each other”. This means that the Kurds consider Baghdad as a means to protect and further their acquisitions in the Kurdish region.
It was not possible in the previous election, to determine the power base of each party, because the parties took place in the blocs and the closed list system was adopted. It is now clearly known for the first time that which party is strong where, for the reason that the open list system was adopted. KDP won 30 seats and is the indisputable winner in terms of the Kurdish interior politics. Considering the results in a different perspective suggests that KDP’s success relies on its formulation of election strategy. Yet, the Goran and PUK are over KDP in terms of the vote count. PUK and Goran representatives that we talked in Sulaimany stated that it is completely a failure in the election strategy.KDP achieved success through focusing on candidates that are less in number. Asos Hadi, journalist from Sulaimany, puts that “KDP got 600,000 votes, while Goran got 420,000 and PUK got 410,000. The total votes of Goran and PUK exceed those of KDP; however KDP won more seats in the Parliament than PUK and Goran combined. This is totally a failure in election strategy.” Considering the distribution of votes, it is early to suggest that KDP is the center of attraction for the Kurds. However, it can be said that KDP’s political strength compared to the other political parties will rise.
One of the most critical issues regarding the Kurdish interior politics is the future of PUK and Talabani. PUK lost a great deal of political power in the regional parliamentary elections of 2009. The Goran Movement, which was established by former members of PUK, got 24% of total votes in the regional parliamentary elections. Although PUK has slowed its decline against the Goran Movement in March 7 Elections, the dual structure of the Kurdish politics based on KDP and PUK has collapsed. The future of PUK, which was dealt the most severe blow by the mentioned collapse, is focused on the period after Talabani. Talabani’s charismatic leadership is seen as the power that holds PUK together. However, Talabani has problems related to his health and the period after him is being discussed in a covert way. PUK will have difficult times, if Talabani retires from politics. The PUK Congress, which will be held in October, is of great importance, because it will shed some light on the period after Talabani. After the Congress, it is expected that significant changes will take place within PUK and important signals about the post-Talabani period will be seen. Now there are six fractions within PUK competing against each other. Talabani’s presence is considered as the factor hindering conflict and disintegration. According to Cemal Hüseyin, Editor-in-Chief of the Gele Kurdistan TV, which is the media arm of PUK, “the post-Congress PUK will in no way same as the pre-Congress PUK”.
Finally, looking at the perceptions among the Kurds on the results in Kirkuk province, it is possible to say that the results were blow the expectations. PUK and Goran candidates that we had the opportunity to talk before the election, predicted that the Kurds would gain eight and the Arabs would gain four seats out of the twelve seats of Kirkuk. They predicted that the Turkmans wil at most gain one single seat or none at all. Therefore, it was unexpected for the Kurds that they won six seats, the Arabs won four seats and the Turkmans won two seats. Besides, Al-Iraqiya list is the first in total votes cast. The results rule out the legitimate grounds for the claims of the Kurds over Kirkuk. Kurdish politicians and opinion leaders that we talked after the elections were adamant that he results do not constitute a defeat for the Kurds. They claim that total votes of all Kurdish parties are more that the votes won by al-Iraqiya. However, it can be said that the Kurds are in second position in the total votes cast as well. That is because; the Turkmans and Arabs were divided into several parties just like the Kurds. Therefore, it is seen that non-Kurdish votes are greater in number when all Kurdish parties’ votes and all Arab and Turkman parties’ votes are compared.
The most important outcome of the elections in terms of the Kurdish interior politics is that KDP’s strength in the north has grown further. It is even to the extent that, some experts that we talked in Arbil has labeled KDP as “the sole authority”. The most probable outcome of such a view is that the alliance between KDP and PUK, which rests on the distribution of resources in half shares, might collapse. KDP might consider that its weight in the alliance has distinctively risen, so it does not have to share resources with PUK in half shares. During our talks in Arbil, in which KDP is dominant, it is observed that such views started to emerge. Above all, KDP has gained the psychological upper ground compared to PUK. The practical outcome of this might be the increasing share of KDP on resources, posts and privileges due to increased pressure over PUK. However, it is not realistic that KDP will be the sole determinant factor in the Kurdish politics. Issues like “Kirkuk, Article 140, oil, the status of the peshmarga, presidency”, which the Kurds consider as “national problems” need the collaboration of the Kurdish parties, which hinder the KDP to gain the advantages of the election victory to the full extent. According to Dr. Sabah Suphi Hayder, the Head of the Department of Political Science in Salahaddin University, “the greatest factors that unite the Kurds are Kirkuk and the status of disputed areas”. KDP is unable to acquire advantages for the Kurds in those issues by working alone. For this reason, KDP officials evaluate the strategic alliance in a deliberate way. In the words of Pistivan Sadik, the Arbil representative of KDP, “strategic alliance is a national issue and Kurdish national interests come first. For this reason the strategic alliance will never collapse”. Besides, KDP needs the support of PUK, for the regional government presidency. The last factor that drives KDP towards carrying on the strategic alliance is the increasing power of the Kurdish Islamist parties. KDP would want to keep PUK on its side against the Kurdish Islamists. All political groups in the Kurdish region are focused on the provincial elections that are to be held in October. Each party will individually take place in this election. Questioning the strategic alliance between KDP and PUK is mostly postponed to the post-elections period.
In this context the Kurds, leaving aside their problems, have signed an agreement on May 8th 2010, In order to have a stronger position in Baghdad. Five Kurdish parties, which won seats In the Parliament, have decided on acting together as a united front in Baghdad. The united front will enter the government negotiations on behalf of all five parties and all Kurdish parties will enter the government. Each party will have a share based on its proportion in the Parliament. The Kurds seek to compensate for their relative weakness after the elections. In the words of Dr. Sabah Suphi Hayder, the Head of the Department of Political Science in Salahaddin University, “the Kurds have to unite against the others despite their problems within each other”. This means that the Kurds consider Baghdad as a means to protect and further their acquisitions in the Kurdish region.
It was not possible in the previous election, to determine the power base of each party, because the parties took place in the blocs and the closed list system was adopted. It is now clearly known for the first time that which party is strong where, for the reason that the open list system was adopted. KDP won 30 seats and is the indisputable winner in terms of the Kurdish interior politics. Considering the results in a different perspective suggests that KDP’s success relies on its formulation of election strategy. Yet, the Goran and PUK are over KDP in terms of the vote count. PUK and Goran representatives that we talked in Sulaimany stated that it is completely a failure in the election strategy.KDP achieved success through focusing on candidates that are less in number. Asos Hadi, journalist from Sulaimany, puts that “KDP got 600,000 votes, while Goran got 420,000 and PUK got 410,000. The total votes of Goran and PUK exceed those of KDP; however KDP won more seats in the Parliament than PUK and Goran combined. This is totally a failure in election strategy.” Considering the distribution of votes, it is early to suggest that KDP is the center of attraction for the Kurds. However, it can be said that KDP’s political strength compared to the other political parties will rise.
One of the most critical issues regarding the Kurdish interior politics is the future of PUK and Talabani. PUK lost a great deal of political power in the regional parliamentary elections of 2009. The Goran Movement, which was established by former members of PUK, got 24% of total votes in the regional parliamentary elections. Although PUK has slowed its decline against the Goran Movement in March 7 Elections, the dual structure of the Kurdish politics based on KDP and PUK has collapsed. The future of PUK, which was dealt the most severe blow by the mentioned collapse, is focused on the period after Talabani. Talabani’s charismatic leadership is seen as the power that holds PUK together. However, Talabani has problems related to his health and the period after him is being discussed in a covert way. PUK will have difficult times, if Talabani retires from politics. The PUK Congress, which will be held in October, is of great importance, because it will shed some light on the period after Talabani. After the Congress, it is expected that significant changes will take place within PUK and important signals about the post-Talabani period will be seen. Now there are six fractions within PUK competing against each other. Talabani’s presence is considered as the factor hindering conflict and disintegration. According to Cemal Hüseyin, Editor-in-Chief of the Gele Kurdistan TV, which is the media arm of PUK, “the post-Congress PUK will in no way same as the pre-Congress PUK”.
Finally, looking at the perceptions among the Kurds on the results in Kirkuk province, it is possible to say that the results were blow the expectations. PUK and Goran candidates that we had the opportunity to talk before the election, predicted that the Kurds would gain eight and the Arabs would gain four seats out of the twelve seats of Kirkuk. They predicted that the Turkmans wil at most gain one single seat or none at all. Therefore, it was unexpected for the Kurds that they won six seats, the Arabs won four seats and the Turkmans won two seats. Besides, Al-Iraqiya list is the first in total votes cast. The results rule out the legitimate grounds for the claims of the Kurds over Kirkuk. Kurdish politicians and opinion leaders that we talked after the elections were adamant that he results do not constitute a defeat for the Kurds. They claim that total votes of all Kurdish parties are more that the votes won by al-Iraqiya. However, it can be said that the Kurds are in second position in the total votes cast as well. That is because; the Turkmans and Arabs were divided into several parties just like the Kurds. Therefore, it is seen that non-Kurdish votes are greater in number when all Kurdish parties’ votes and all Arab and Turkman parties’ votes are compared.
Friday, June 11, 2010
Northern Iraq Observations 1: How Do the Kurds Perceive the Result of the Parlamentary Elections?
The Iraqi Kurds do not perceive the results of the March 7 2010 Iraq Parliamentary Elections as a defeat, however they think that their strength in Baghdad will decrease compared to the previous period. There are two reasons for that. Firstly, the representative proportion of the Kurds in Baghdad has dropped. Kurds have won 54 of the 275 seats in the parliament in the previous period. In the last elections, the seats in the parliament has risen to 325, however the Kurds won only 57 seats. Therefore, looking at the proportions, it can be said that the Kurds’ representative power in the Iraq Parliament has been reduced. Secondly, the Iraqiya’s election victory is another factor that will prove difficult for the Kurds. The rise of the Iraqiya is perceived as a threat to the Kurds for two reasons. First of all, the common ground on which different groups within the Iraqiya is the centralizationist and nationalist approach. The Kurds, which consider a strong central authority as a threat towards their present acquisitions, and defend federalism, are seriously disturbed by the rise of those approaches. Besides, the Kurds are at odds with the Sunni Arabs in Diyala, Kirkuk and Mosul, the areas on which they have claims. Sunni Arabs’ prevalence in those areas shifts the balance against the Kurds. According to Azad Chalak, the editor-in-chief of the daily newspaper Rojname, which is close to the Goran Movement, “the election results will negatively affect the position of the Kurds in Mosul and Kirkuk against the Arabs. That is because, at those areas the Kurds share borders with the Sunni Arabs.”
Although the Kurds are aware of the fact that they are weakened as a result of the elections, they also know that they will be an important factor in the government formation process, due to Iraq’s political structure. Piştivan Sadık, KDP Erbil Representative told us that “Kurds’ number in the Center was always low. A gradual movement upwards or downwards will not create a major difference. However, Iraq is a democracy now, which is a regime of consensus. Numbers are not important. The Kurds will be an indispensable power in the new era too.” Despite the weakening of their positions compared to those in 2005, the necessity of consensus and the other groups’ failure at forming a unity will place the Kurds in critical roles. The Kurds’ primary goal is to have a place within the government no matter in what composition it will be. The Kurds will prefer that two Shiite coalitions compromise and include the Kurds in the government. Besides, the Kurds are in a dilemma regarding the composition of the government. The Kurds take a dim view of a coalition headed by the Iraqiya due to problems with the Sunni Arabs and ideological reasons. On the contrary, in a Shiite government, the Sunni Arabs will mostly be excluded. Therefore, the Sunni Arabs, who are excluded from Baghdad despite their victory in the elections, will most likely get radicalized and resort to violence in several areas. The possible wave of violence will especially target the Kurds in Mosul and Kirkuk, since the Kurds have problems with the Sunni Arabs who live in the disputed areas that the Kurds have claims on.
The Kurds believe that the March 7 General Elections was a regional struggle rather than an Iraqi inner struggle. In Hawler Post Editor-in Chief Rabwar Kerim’s words, “the elections were decided by Iraq’s neighbors rather than the Iraqis.” The struggle was between the regional powers including Turkey and the USA. It is commonly viewed that Iran supported the Shiite parties, while the Sunni Arab states supported the Iraqiya. Turkey, consistent with its general approach towards the Middle East, tried to remain at the same distance to each of the parties. However, the Kurdish groups think that Turkey leaned towards the Sunni Arabs and the Iraqiya List. The Kurds think that they are isolated within this regional equation, since no regional power supports them.
Therefore, there are feelings of “exclusion” and “weakness” among the Kurds as a result of the election and post-election process. This situation has two outcomes. Firstly, decentralizationist approaches gain strength among the Kurds. The more they think that they will not get what they want from Baghdad, more powerful the will towards independence becomes. An example might be that Massoud Barzani had brought into the agenda that the project of Joe Biden the US Vice-President in the previous years, that defended Iraq’s disintegration into three. The Kurds, who think that the Sunnis are supported, thus become concerned and play the independence card. Secondly, the Kurds’ need for regional support has grown. The President of the Regional Government Massoud Barzani’s and former Prime Minister Nechirvan Barzani’s visits to several regional countries exemplify this. Relations with Turkey constitute the most important step of those efforts.
One of the consequences of the Kurds’ weakness as the outcome of the elections is that now all the Kurdish groups are unified on the grounds of common movement in Baghdad. Before the elections, rivalry between KDP-PUK alliance and Goran caused some violent clashes. Besides, Kurdish Islamic groups joined the elections on separate lists. Such a dispersion of the Kurds is one of the major causes of their failure in the elections. Especially, the results in Kirkuk showed the necessity for the Kurds to work together. However, despite all their problems among each other, the Kurds are sensitive towards not reflecting their problems to outside. Therefore, it is expected that the Kurds will be more careful in working together. In the words of Nevzat Hadi, the Arbil Governor, “there is competition among the Kurdish parties; however it will not be taken to Baghdad”.
Although the Kurds are aware of the fact that they are weakened as a result of the elections, they also know that they will be an important factor in the government formation process, due to Iraq’s political structure. Piştivan Sadık, KDP Erbil Representative told us that “Kurds’ number in the Center was always low. A gradual movement upwards or downwards will not create a major difference. However, Iraq is a democracy now, which is a regime of consensus. Numbers are not important. The Kurds will be an indispensable power in the new era too.” Despite the weakening of their positions compared to those in 2005, the necessity of consensus and the other groups’ failure at forming a unity will place the Kurds in critical roles. The Kurds’ primary goal is to have a place within the government no matter in what composition it will be. The Kurds will prefer that two Shiite coalitions compromise and include the Kurds in the government. Besides, the Kurds are in a dilemma regarding the composition of the government. The Kurds take a dim view of a coalition headed by the Iraqiya due to problems with the Sunni Arabs and ideological reasons. On the contrary, in a Shiite government, the Sunni Arabs will mostly be excluded. Therefore, the Sunni Arabs, who are excluded from Baghdad despite their victory in the elections, will most likely get radicalized and resort to violence in several areas. The possible wave of violence will especially target the Kurds in Mosul and Kirkuk, since the Kurds have problems with the Sunni Arabs who live in the disputed areas that the Kurds have claims on.
The Kurds believe that the March 7 General Elections was a regional struggle rather than an Iraqi inner struggle. In Hawler Post Editor-in Chief Rabwar Kerim’s words, “the elections were decided by Iraq’s neighbors rather than the Iraqis.” The struggle was between the regional powers including Turkey and the USA. It is commonly viewed that Iran supported the Shiite parties, while the Sunni Arab states supported the Iraqiya. Turkey, consistent with its general approach towards the Middle East, tried to remain at the same distance to each of the parties. However, the Kurdish groups think that Turkey leaned towards the Sunni Arabs and the Iraqiya List. The Kurds think that they are isolated within this regional equation, since no regional power supports them.
Therefore, there are feelings of “exclusion” and “weakness” among the Kurds as a result of the election and post-election process. This situation has two outcomes. Firstly, decentralizationist approaches gain strength among the Kurds. The more they think that they will not get what they want from Baghdad, more powerful the will towards independence becomes. An example might be that Massoud Barzani had brought into the agenda that the project of Joe Biden the US Vice-President in the previous years, that defended Iraq’s disintegration into three. The Kurds, who think that the Sunnis are supported, thus become concerned and play the independence card. Secondly, the Kurds’ need for regional support has grown. The President of the Regional Government Massoud Barzani’s and former Prime Minister Nechirvan Barzani’s visits to several regional countries exemplify this. Relations with Turkey constitute the most important step of those efforts.
One of the consequences of the Kurds’ weakness as the outcome of the elections is that now all the Kurdish groups are unified on the grounds of common movement in Baghdad. Before the elections, rivalry between KDP-PUK alliance and Goran caused some violent clashes. Besides, Kurdish Islamic groups joined the elections on separate lists. Such a dispersion of the Kurds is one of the major causes of their failure in the elections. Especially, the results in Kirkuk showed the necessity for the Kurds to work together. However, despite all their problems among each other, the Kurds are sensitive towards not reflecting their problems to outside. Therefore, it is expected that the Kurds will be more careful in working together. In the words of Nevzat Hadi, the Arbil Governor, “there is competition among the Kurdish parties; however it will not be taken to Baghdad”.
Kuzey Irak Gözlemleri 1: Kürtler Irak Parlamento Seçim Sonuçlarını Nasıl Algılıyor?
Genel olarak Kürtler 7 Mart 2010 Irak parlamento seçim sonuçlarını tam bir yenilgi olarak algılamasa da Bağdat’taki etkinliklerinin bir önceki döneme göre azalacağını düşünmektedir. Bunun temel olarak iki nedene dayandığını söylemek mümkündür. Birincisi Kürtlerin Bağdat’taki temsil oranlarında düşüş yaşanmıştır. Kürtler, bir önceki dönem Irak parlamentosundaki 275 milletvekilliğinden 54’ünü kazanmıştır. Son seçimde toplam milletvekili sayısı 325 çıkmış ancak Kürtlerin kazandığı sandalye sayısı 57’de kalmıştır. Dolayısıyla oransal olarak bakıldığında Kürtlerin Irak parlamentosundaki temsil gücü azalmıştır. İkincisi, El Irakiye’nin seçimin galibi olması Kürtlerin Bağdat’ta işlerini zorlaştıracak diğer bir etkendir. El Irakiye’nin yükselişi Kürtler için iki açıdan tehdit olarak algılanmaktadır. Birincisi, El Irakiye Koalisyonu içindeki grupları birleştiren ortak payda merkeziyetçi, milliyetçi yaklaşımlardır. Güçlü, merkezi otoriteyi mevcut kazanımları açısından en büyük tehlike olarak algılayan, federalizmi savunan Kürtler bu akımların yükselişinden ciddi anlamda rahatsızlık duymaktadır. İkincisi, El Irakiye büyük oranda Sünni Araplar tarafından desteklenmektedir. Buna karşılık, Kürtler hak talep ettikleri Musul, Kerkük, Diyala bölgelerinde Sünni Araplar ile çatışma içindedir. Sünni Arapların bu vilayetlerdeki üstünlüğü dengeleri Kürtler aleyhine değiştirmektedir. Goran Hareketi’ne yakın Rojname Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Azad Chalak’ın ifadesiyle “seçim sonuçları Kürtlerin Musul ve Kerkük’te Araplar karşısındaki pozisyonlarını olumsuz anlamda etkileyecektir. Çünkü buralarda Kürtler sınırları Sünni Araplarla paylaşmaktadır.”
Kürtler seçimden zayıflayarak çıktıklarının farkında olsalar da Irak’ın siyasi yapısının gereği olarak hükümet kurulması sürecinde önemli bir faktör olacaklarının farkındadırlar. Erbil’de görüşme imkanı bulduğumuz KDP Erbil Sorumlusu Piştivan Sadık bu durumu “Kürtlerin merkezdeki sayıları zaten daima az olmuştur. Biraz daha az ya da fazla olması çok fazla değişim yaratmayacaktır. Ancak önemli olan Irak’ta artık demokrasi vardır ve bu bir uzlaşma rejimidir. Önemli olan sayılar değildir. Kürtler yeni dönemde de göz ardı edilemeyecek bir güç olacaktır” sözleriyle ifade etmektedir. 2005 yılındaki pozisyonlarında zayıflama olsa da uzlaşı zorunluluğu ve diğer grupların bütünlük sağlayamamaları Kürtlerin yine kritik roller üstlenmesini sağlayacaktır. Kürtlerin öncelikli hedefi nasıl bir kompozisyon olursa olsun hükümet içinde yer almaktır. Kürtler açısından tercih edilen iki Şii koalisyonunun anlaşması ve kendilerinin o hükümete katılmasıdır. Bununla birlikte hükümetin kompozisyonu açısından Kürtlerin bir ikilem içinde olduğunu söylemek mümkündür. Kürtler, Sünni Araplarla yaşanan sorunlar ve ideolojik nedenlerle seçimin galibi El Irakiye Listesi liderliğinde bir koalisyona soğuk bakmaktadır. Buna karşılık Şii koalisyonlar liderliğindeki bir hükümette Sünni Araplar büyük ölçüde dışlanacaktır. Bu durumda seçimlerden birinci çıkan ancak Bağdat’tan dışlanan Sünni Arapların radikalleşmesi ve çeşitli bölgelerde şiddet eylemlerine yönelmesi sonucu doğabilecektir. Olası şiddet dalgasından etkileneceklerin başında özellikle Musul ve Kerküklü Kürtler gelmektedir. Zira daha önce belirtildiği gibi Kürtler hak talep ettikleri tüm tartışmalı bölgelerde Sünni Araplar ile sorun yaşamaktadır.
Kürtler, 7 Mart seçiminin Irak içinden ziyade bölgesel bir mücadele şeklinde geçtiğine inanmaktadır. Hewler Post Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Rabwar Kerim’in ifadesiyle “seçim Irak’ın kendisinin değil komşularının seçimi olmuştur.” Mücadele, aralarında Türkiye’nin de olduğu tüm bölgesel güçler ve küresel güç Amerika arasında geçmiştir. Şii partilerin İran, El Irakiye Listesi’nin de Sünni Arap ülkeleri tarafından desteklendiği konusunda herkesin ortak fikri bulunmaktadır. Türkiye ise genel Ortadoğu yaklaşımına paralel olarak Irak’ta da tüm gruplara eşit mesafede olduğunu göstermeye çalışmıştır. Ancak Kürt gruplar arasındaki algı Türkiye’nin ağırlığını Sünni Araplar ve El Irakiye Koalisyonu tarafında koyduğu şeklindedir. Kürtler bu denklem içinde yalnız kaldıklarını hiçbir bölge ülkesinin arkalarında olmadığını düşünmektedir.
Dolayısıyla Kürtler arasında seçim süreci ve sonrasında yaşananlar neticesinde bir “dışlanmışlık” ve “zayıflama” hissinin oluştuğunu söylemek mümkündür. Bu durum Kürtler açısından iki önemli sonuç doğurmuştur. Birincisi, Kürtler arasında merkez-kaç eğilimler gittikçe güçlenmektedir. Bağdat’tan istediklerini alamayacakları hissi arttıkça bağımsızlık isteği güçlenmektedir. Mesut Barzani’nin seçim ertesinde ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın daha önceki yıllarda ortaya attığı Irak’ın 3’e bölünmesini öngören projesini gündeme getirmesi bunun örneği olarak verilebilir. Sünnilerin desteklendiğine inanan ve kaygılanan Kürtler bağımsızlık kartını oynamaya çalışmaktadır. İkinci sonuç Kürtlerin bölgesel destek ihtiyacı ve arayışının artmasıdır. Bölgesel Yönetim Başkanı Mesut Barzani ve eski Başbakanı Neçirvan Barzani’nin seçimden sonraki süreçte bir dizi ülkeyi kapsayan gezileri bunun en önemli göstergesidir. Bu çabaların en önemli ayağını ise Türkiye ile ilişkiler oluşturmaktadır.
Seçim sonuçlarının Kürtler aleyhine gelişmesinin sonuçlarından biri de tüm Kürt grupları Bağdat’ta ortak hareket etme temelinde birleştirmesi olmuştur. Seçim öncesinde KDP-KYB ittifakı ile Goran (Değişim) Hareketi arasında zaman zaman sıcak çatışmaya dönüşen sert bir mücadele yaşanmıştır. Bunun yanı sıra Kürt İslami gruplar seçime ayrı listelerle girmiştir. Kürtlerin bu seçimde dağınık bir görüntü çizmeleri başarısızlığın en önemli nedenlerinden olmuştur. Özellikle Kerkük sonuçları Kürtlerin beraber hareket etme zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. Ancak Kürtler aradaki sorunlar ve anlaşmazlıklara rağmen bunun dışarı yansımaması konusunda son derece hassas davranmaktadır. Dolayısıyla bundan sonraki süreçte özellikle Bağdat’ta Kürtlerin beraber hareket etme konusunda daha dikkatli davranması beklenebilir. Erbil Valisi Nevat Hadi’nin ifadesiyle “Kürt partiler arasında rekabet vardır ama bu rekabet Bağdat’a taşınmayacaktır.”
Kürtler seçimden zayıflayarak çıktıklarının farkında olsalar da Irak’ın siyasi yapısının gereği olarak hükümet kurulması sürecinde önemli bir faktör olacaklarının farkındadırlar. Erbil’de görüşme imkanı bulduğumuz KDP Erbil Sorumlusu Piştivan Sadık bu durumu “Kürtlerin merkezdeki sayıları zaten daima az olmuştur. Biraz daha az ya da fazla olması çok fazla değişim yaratmayacaktır. Ancak önemli olan Irak’ta artık demokrasi vardır ve bu bir uzlaşma rejimidir. Önemli olan sayılar değildir. Kürtler yeni dönemde de göz ardı edilemeyecek bir güç olacaktır” sözleriyle ifade etmektedir. 2005 yılındaki pozisyonlarında zayıflama olsa da uzlaşı zorunluluğu ve diğer grupların bütünlük sağlayamamaları Kürtlerin yine kritik roller üstlenmesini sağlayacaktır. Kürtlerin öncelikli hedefi nasıl bir kompozisyon olursa olsun hükümet içinde yer almaktır. Kürtler açısından tercih edilen iki Şii koalisyonunun anlaşması ve kendilerinin o hükümete katılmasıdır. Bununla birlikte hükümetin kompozisyonu açısından Kürtlerin bir ikilem içinde olduğunu söylemek mümkündür. Kürtler, Sünni Araplarla yaşanan sorunlar ve ideolojik nedenlerle seçimin galibi El Irakiye Listesi liderliğinde bir koalisyona soğuk bakmaktadır. Buna karşılık Şii koalisyonlar liderliğindeki bir hükümette Sünni Araplar büyük ölçüde dışlanacaktır. Bu durumda seçimlerden birinci çıkan ancak Bağdat’tan dışlanan Sünni Arapların radikalleşmesi ve çeşitli bölgelerde şiddet eylemlerine yönelmesi sonucu doğabilecektir. Olası şiddet dalgasından etkileneceklerin başında özellikle Musul ve Kerküklü Kürtler gelmektedir. Zira daha önce belirtildiği gibi Kürtler hak talep ettikleri tüm tartışmalı bölgelerde Sünni Araplar ile sorun yaşamaktadır.
Kürtler, 7 Mart seçiminin Irak içinden ziyade bölgesel bir mücadele şeklinde geçtiğine inanmaktadır. Hewler Post Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Rabwar Kerim’in ifadesiyle “seçim Irak’ın kendisinin değil komşularının seçimi olmuştur.” Mücadele, aralarında Türkiye’nin de olduğu tüm bölgesel güçler ve küresel güç Amerika arasında geçmiştir. Şii partilerin İran, El Irakiye Listesi’nin de Sünni Arap ülkeleri tarafından desteklendiği konusunda herkesin ortak fikri bulunmaktadır. Türkiye ise genel Ortadoğu yaklaşımına paralel olarak Irak’ta da tüm gruplara eşit mesafede olduğunu göstermeye çalışmıştır. Ancak Kürt gruplar arasındaki algı Türkiye’nin ağırlığını Sünni Araplar ve El Irakiye Koalisyonu tarafında koyduğu şeklindedir. Kürtler bu denklem içinde yalnız kaldıklarını hiçbir bölge ülkesinin arkalarında olmadığını düşünmektedir.
Dolayısıyla Kürtler arasında seçim süreci ve sonrasında yaşananlar neticesinde bir “dışlanmışlık” ve “zayıflama” hissinin oluştuğunu söylemek mümkündür. Bu durum Kürtler açısından iki önemli sonuç doğurmuştur. Birincisi, Kürtler arasında merkez-kaç eğilimler gittikçe güçlenmektedir. Bağdat’tan istediklerini alamayacakları hissi arttıkça bağımsızlık isteği güçlenmektedir. Mesut Barzani’nin seçim ertesinde ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın daha önceki yıllarda ortaya attığı Irak’ın 3’e bölünmesini öngören projesini gündeme getirmesi bunun örneği olarak verilebilir. Sünnilerin desteklendiğine inanan ve kaygılanan Kürtler bağımsızlık kartını oynamaya çalışmaktadır. İkinci sonuç Kürtlerin bölgesel destek ihtiyacı ve arayışının artmasıdır. Bölgesel Yönetim Başkanı Mesut Barzani ve eski Başbakanı Neçirvan Barzani’nin seçimden sonraki süreçte bir dizi ülkeyi kapsayan gezileri bunun en önemli göstergesidir. Bu çabaların en önemli ayağını ise Türkiye ile ilişkiler oluşturmaktadır.
Seçim sonuçlarının Kürtler aleyhine gelişmesinin sonuçlarından biri de tüm Kürt grupları Bağdat’ta ortak hareket etme temelinde birleştirmesi olmuştur. Seçim öncesinde KDP-KYB ittifakı ile Goran (Değişim) Hareketi arasında zaman zaman sıcak çatışmaya dönüşen sert bir mücadele yaşanmıştır. Bunun yanı sıra Kürt İslami gruplar seçime ayrı listelerle girmiştir. Kürtlerin bu seçimde dağınık bir görüntü çizmeleri başarısızlığın en önemli nedenlerinden olmuştur. Özellikle Kerkük sonuçları Kürtlerin beraber hareket etme zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. Ancak Kürtler aradaki sorunlar ve anlaşmazlıklara rağmen bunun dışarı yansımaması konusunda son derece hassas davranmaktadır. Dolayısıyla bundan sonraki süreçte özellikle Bağdat’ta Kürtlerin beraber hareket etme konusunda daha dikkatli davranması beklenebilir. Erbil Valisi Nevat Hadi’nin ifadesiyle “Kürt partiler arasında rekabet vardır ama bu rekabet Bağdat’a taşınmayacaktır.”
Wednesday, June 02, 2010
İsrail ile Yaşanan Kriz Türkiye’nin Bölgesel Rolünü Nasıl Etkiler?
Esasen İsrail dış politikada nasıl davranacağı önceden en rahat tahmin edilebilen ülkelerden biridir. İsrail’in yaşam şekli caydırıcılık üzerine kuruludur ve bu nedenle orantısız güç kullanımından hiçbir zaman kaçınmamaktadır. Bunun yanı sıra İsrail’in güç kullanma tehdidinde bulunması da ciddiye alınması gereken bir ifadedir. Yaklaşım caydırıcılık olduğu için tehdidin gereklerini yerine getirme konusunda şüphe duymamaktadır. İsrail’in bu yaklaşımlarının meşruluğu ve insani yanı tartışma götürmemekte, hatta çoğu zaman uluslararası hukukun sınırlarını aşmaktadır. Geçmiş yıllarda HAMAS liderlerine yönelik gerçekleştirilen suikast eylemleri, Gazze’de sivil halka yönelik operasyonlar, iki askerinin kaçırılması karşılığında tüm Lübnan’ı hedef alan saldırısı bunun örnekleri olarak verilebilir. Dolayısıyla İsrail mantığından olaya bakıldığında Gazze’ye insani yardım götüren, tamamı sivillerden oluşan bir gemiye yönelik komando saldırısı meşru bir tutum olarak algılanmaktadır. Orantısız güç kullanımı siciline bakıldığında, kendilerini savunmak için sopa kullanan ve Gazze’ye yardım malzemeleri götüren sivil halka yönelik silahlı saldırı ve kesin olmayan bilgilere göre 9 kişinin öldürülmesi İsrail’i takip edenler açısından şaşırtıcı olmamalıdır.
Esas sorunlardan biri, örneği verilen daha önceki olaylarda olduğu üzere İsrail’in bu eylemlerine karşılık ödediği bedelin ya çok zayıf ya da hiç olmamasıdır. İsrail’in bedel ödememesi onu daha sonraki eylemlerinin önünü açan bir faktör olmaktadır. İsrail, Suriye topraklarını bombaladığı ya da devlet başkanının sarayının üzerinden uçak uçurduğu zaman sadece kınama mesajları ile karşılaşmaktadır. Gazze’deki eylemleri için herhangi bir yaptırım uygulanmamakta, sadece arkası gelmeyen ve somuta dönüşmeyen sert söylemlere maruz kalmaktadır.
Ancak İsrail feribot krizinde, bölgesinde liderlik hedefi güden, askeri ve ekonomik kapasitesi yüksek bir Türkiye ile karşı karşıya gelmiştir. Türkiye son yıllarda İsrail’e yönelik eleştirilerini çekinmeden dile getirmekte ve bu da Arap kamuoyunda takdirle karşılanmaktadır. Türkiye’nin Ortadoğu’da son yıllarda yükselen profilinde bu yaklaşımların önemli etken olduğu bilinmektedir. İsrail karşısında çoğu zaman yenilgiye uğramış Arap kamuoyu için bir ülkenin başbakanının İsrail devlet başkanını tüm dünyanın gözleri önünde sert biçimde eleştirmesi inanılması zor beklenmeyen bir çıkıştı. Ancak Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinin gerilmesinin Ortadoğu’daki popülaritesinin artmasına neden olmasındaki en önemli neden Arap kamuoyundaki İsrail düşmanlığı değildir. Zira bu tarz eleştirileri söylemsel düzeyde birçok ülke zaten dile getirmektedir. Türkiye, Arap kamuoyu gözünde farklı bir noktadadır. Türkiye söylemin ötesinde gücü itibariyle İsrail’i bölgede dengeleyebilecek, Filistin barışına zorlayabilecek bir ülke olarak ve kendi güvenlikleri açısından da bir güvence şeklinde görülmektedir. Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinin bozulması bölgedeki dengeleri radikal biçimde dönüştürme kapasitesindedir. Arap kamuoyunda çok yaygın olarak kullanılan “Türkiye güçlü bir ülke olarak bölgeye ağırlığını koymalı” ifadesinin altında yatan düşünce budur. Dolayısıyla Türkiye’nin pozisyonundaki değişim herhangi başka bir ülkenin İsrail ile ilişkilerinin bozulmasından farklı bir nitelik taşımaktadır.
İsrail ile yaşanan son krizde Türkiye Arap kamuoyuna verdiği bu güveni sarsma riski ile karşıya kalmıştır. Ortadoğu’daki genel beklenti Türkiye’ye karşı böyle bir saldırı olması durumunda karşılığın aynı sertlikle verileceğidir. İsrail ile ilişkiler gerginlik boyutuna taşınıyor ve bölgedeki çatışmaya müdahil olunuyorsa İsrail ile bu tarz bir karşı karşıya gelişin önceden tahmin edilmesi ve nasıl karşılık verileceğinin belirlenmesi gerekmektedir. Aksi takdirde bu durum, bölgede oynanmak istenen bölgesel güç rolünün oynanmasını zorlaştırabilir. Kriz, diğer Arap ülkelerinde olduğu gibi son derece sert ama somut yaptırımlara dönüşmeyen söylemlerle geçiştirilirse Türkiye’nin bölgedeki ağırlığı zedelenecektir. Arap kamuoyundaki algı “İsrail Türkiye’ye de saldırdı ama yine karşılık göremedi” şeklinde olacaktır. Kısa vadede Arap kamuoyunda Türkiye’ye karşı artan bir destek ve sempati olsa da orta ve uzun vadede Türkiye’nin ağırlığına duyulan güvende bir azalma yaşanacak, bölgesel liderlik rolünü oynama şansı sarsılacaktır.
Türkiye son on yıldır, yakın çevresinde liderlik rolü oynayabilmek için sert gücünden ziyade yumuşak güç unsurlarını ön plana çıkarmaktadır. Çatışmaların barışçıl çözümünü savunmak, ekonomik karşılıklı bağımlılık yaratmak, arabuluculuk, tüm çatışan gruplara adil ve eşit ve mesafede yaklaşmaya çalışmak bunun örnekleri olarak verilebilir. Bu anlamda önemli başarılar kazanıldığı dünya kamuoyu tarafından ifade edilmektedir. Liderlik yapabilmek için meşru bir güç olarak görülmenin önemi büyüktür. Ancak bu tek başına yeterli değildir. Katar’ın da Ortadoğu’da Türkiye ile paralel dış politik yaklaşımlara sahip olduğu görülmektedir. Bu ülkenin Irak’ta, bölgedeki kutuplaşmada, Lübnan’da oynadığı yapıcı rol takdirle karşılanmaktadır. Bu durum Katar’a belli avantajlar sağlamakla birlikte askeri, coğrafi, ekonomik kapasitesi itibariyle bölgenin büyük güçlerinden biri olma şansı bulunmamaktadır. Türkiye’nin kullanmaktan kaçınsa da sahip olduğu askeri gücü onu bölgede ön plana çıkarmaktadır. Yani Türkiye zaten var olduğu bilinen caydırıcılık gücünün yanına meşruiyeti eklemeye çalışmaktadır. İsrail’in sivil bir Türk gemisine saldırması ve çoğunluğu Türk vatandaşı göstericileri öldürmesi Türkiye’ye sempatiyi artıracak, meşruiyetini kuvvetlendirecektir. Ancak Türkiye söylemin ötesinde somut bir karşılık verememesi durumunda gücü konusunda uzun vadede şüpheler uyandıracaktır. Türkiye sert gözüken ama zayıf olduğu bilinen Arap ülkeleri konumuna düşme riskiyle karşı karşıya kalabilecektir.
İsrail’in Gazze’ye yardım götüren sivil gemileri durdurması zaten bekleniyordu. Ancak müdahalenin İsrail karasularına girmeden yapılması ve birçok sivil göstericinin öldürmesi beklenmemekteydi. Muhtemelen İsrail de bu kadar çok ölümle sonuçlanacak bir engelleme girişimi planlamamıştı. Olayların gelişimi ve İsrail’in en küçük direniş karşısında gösterdiği aşırı tepki böyle bir sonuca yol açtı. Ancak eğer söz konusu İsrail ise böyle bir sonucun doğacağı ihtimalinin hiçbir zaman göz ardı edilmemesi gerektiği malumdur. Uzun yıllardır İsrail ile ilişkilerin gerilmesi Türkiye’ye bölgede bazı avantajlar sağlarken diğer taraftan çatışma ortamının içine çekilme riskini de beraberinde getiriyordu. Davos krizi Arap Dünyası’nda nasıl coşkuyla karşılandı ise İsrail’de de aynı oranda tepkiyle karşılanmıştır. Bu tepkinin bir noktada çatışmaya dönüşmesini beklemek gerekmektedir. Birçok yorumda “İsrail’in Davos Krizi’nin intikamını almaya çalıştığı” yorumları da yapılmaktadır. Eğer çatışma olasılığına nasıl yanıt verileceğine ilişkin çalışma yapılmadı ise “Türkiye çok güçlü bir ülke ve İsrail bize karşılık veremez” kabulünden hareket edilmiş olabilir ki bu durumda hem İsrail hafife alınmıştır hem de İsrail hiç tanınmamaktadır.
İsrail’e verilmesi gereken karşılık konusunda askeri seçeneğin tartışılması da çok uygun gözükmemektedir. Uluslararası örgütler ve büyük güçler nezdinde sahip olunan etkinin İsrail üzerinde kullanılmaya çalışılması ve İsrail ile çeşitli alanlarda sürdürülen işbirliğinin sona erdirilerek geri adım atmaya zorlanması daha uygun bir hareket tarzı olarak gözükmektedir. İsrail’in geri adım atmaya zorlanması Türkiye kamuoyunu da rahatlatacaktır. Bu da Arap kamuoylarının İsrail’e yönelik ve çok da sağlıklı olmayan aşırı düşmanlığa dayalı ruh halinin benzerinin oluşmasını engelleyecektir. Zira bu tarz bir ortamın yerleşmesi iki ülke ilişkilerinin bir daha onarılamaz biçimde bozulmasına neden olacaktır. Krizin, yaratacağı uluslararası tepkinin boyutu ve ABD’nin tavrına bağlı olarak Filistin sorununun çözümü ya da Gazze’ye yönelik ambargonun kaldırılması yönünde olumlu katkısı olabilir ki bu da Türkiye’nin başarı hanesine yazılacaktır.
Esas sorunlardan biri, örneği verilen daha önceki olaylarda olduğu üzere İsrail’in bu eylemlerine karşılık ödediği bedelin ya çok zayıf ya da hiç olmamasıdır. İsrail’in bedel ödememesi onu daha sonraki eylemlerinin önünü açan bir faktör olmaktadır. İsrail, Suriye topraklarını bombaladığı ya da devlet başkanının sarayının üzerinden uçak uçurduğu zaman sadece kınama mesajları ile karşılaşmaktadır. Gazze’deki eylemleri için herhangi bir yaptırım uygulanmamakta, sadece arkası gelmeyen ve somuta dönüşmeyen sert söylemlere maruz kalmaktadır.
Ancak İsrail feribot krizinde, bölgesinde liderlik hedefi güden, askeri ve ekonomik kapasitesi yüksek bir Türkiye ile karşı karşıya gelmiştir. Türkiye son yıllarda İsrail’e yönelik eleştirilerini çekinmeden dile getirmekte ve bu da Arap kamuoyunda takdirle karşılanmaktadır. Türkiye’nin Ortadoğu’da son yıllarda yükselen profilinde bu yaklaşımların önemli etken olduğu bilinmektedir. İsrail karşısında çoğu zaman yenilgiye uğramış Arap kamuoyu için bir ülkenin başbakanının İsrail devlet başkanını tüm dünyanın gözleri önünde sert biçimde eleştirmesi inanılması zor beklenmeyen bir çıkıştı. Ancak Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinin gerilmesinin Ortadoğu’daki popülaritesinin artmasına neden olmasındaki en önemli neden Arap kamuoyundaki İsrail düşmanlığı değildir. Zira bu tarz eleştirileri söylemsel düzeyde birçok ülke zaten dile getirmektedir. Türkiye, Arap kamuoyu gözünde farklı bir noktadadır. Türkiye söylemin ötesinde gücü itibariyle İsrail’i bölgede dengeleyebilecek, Filistin barışına zorlayabilecek bir ülke olarak ve kendi güvenlikleri açısından da bir güvence şeklinde görülmektedir. Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinin bozulması bölgedeki dengeleri radikal biçimde dönüştürme kapasitesindedir. Arap kamuoyunda çok yaygın olarak kullanılan “Türkiye güçlü bir ülke olarak bölgeye ağırlığını koymalı” ifadesinin altında yatan düşünce budur. Dolayısıyla Türkiye’nin pozisyonundaki değişim herhangi başka bir ülkenin İsrail ile ilişkilerinin bozulmasından farklı bir nitelik taşımaktadır.
İsrail ile yaşanan son krizde Türkiye Arap kamuoyuna verdiği bu güveni sarsma riski ile karşıya kalmıştır. Ortadoğu’daki genel beklenti Türkiye’ye karşı böyle bir saldırı olması durumunda karşılığın aynı sertlikle verileceğidir. İsrail ile ilişkiler gerginlik boyutuna taşınıyor ve bölgedeki çatışmaya müdahil olunuyorsa İsrail ile bu tarz bir karşı karşıya gelişin önceden tahmin edilmesi ve nasıl karşılık verileceğinin belirlenmesi gerekmektedir. Aksi takdirde bu durum, bölgede oynanmak istenen bölgesel güç rolünün oynanmasını zorlaştırabilir. Kriz, diğer Arap ülkelerinde olduğu gibi son derece sert ama somut yaptırımlara dönüşmeyen söylemlerle geçiştirilirse Türkiye’nin bölgedeki ağırlığı zedelenecektir. Arap kamuoyundaki algı “İsrail Türkiye’ye de saldırdı ama yine karşılık göremedi” şeklinde olacaktır. Kısa vadede Arap kamuoyunda Türkiye’ye karşı artan bir destek ve sempati olsa da orta ve uzun vadede Türkiye’nin ağırlığına duyulan güvende bir azalma yaşanacak, bölgesel liderlik rolünü oynama şansı sarsılacaktır.
Türkiye son on yıldır, yakın çevresinde liderlik rolü oynayabilmek için sert gücünden ziyade yumuşak güç unsurlarını ön plana çıkarmaktadır. Çatışmaların barışçıl çözümünü savunmak, ekonomik karşılıklı bağımlılık yaratmak, arabuluculuk, tüm çatışan gruplara adil ve eşit ve mesafede yaklaşmaya çalışmak bunun örnekleri olarak verilebilir. Bu anlamda önemli başarılar kazanıldığı dünya kamuoyu tarafından ifade edilmektedir. Liderlik yapabilmek için meşru bir güç olarak görülmenin önemi büyüktür. Ancak bu tek başına yeterli değildir. Katar’ın da Ortadoğu’da Türkiye ile paralel dış politik yaklaşımlara sahip olduğu görülmektedir. Bu ülkenin Irak’ta, bölgedeki kutuplaşmada, Lübnan’da oynadığı yapıcı rol takdirle karşılanmaktadır. Bu durum Katar’a belli avantajlar sağlamakla birlikte askeri, coğrafi, ekonomik kapasitesi itibariyle bölgenin büyük güçlerinden biri olma şansı bulunmamaktadır. Türkiye’nin kullanmaktan kaçınsa da sahip olduğu askeri gücü onu bölgede ön plana çıkarmaktadır. Yani Türkiye zaten var olduğu bilinen caydırıcılık gücünün yanına meşruiyeti eklemeye çalışmaktadır. İsrail’in sivil bir Türk gemisine saldırması ve çoğunluğu Türk vatandaşı göstericileri öldürmesi Türkiye’ye sempatiyi artıracak, meşruiyetini kuvvetlendirecektir. Ancak Türkiye söylemin ötesinde somut bir karşılık verememesi durumunda gücü konusunda uzun vadede şüpheler uyandıracaktır. Türkiye sert gözüken ama zayıf olduğu bilinen Arap ülkeleri konumuna düşme riskiyle karşı karşıya kalabilecektir.
İsrail’in Gazze’ye yardım götüren sivil gemileri durdurması zaten bekleniyordu. Ancak müdahalenin İsrail karasularına girmeden yapılması ve birçok sivil göstericinin öldürmesi beklenmemekteydi. Muhtemelen İsrail de bu kadar çok ölümle sonuçlanacak bir engelleme girişimi planlamamıştı. Olayların gelişimi ve İsrail’in en küçük direniş karşısında gösterdiği aşırı tepki böyle bir sonuca yol açtı. Ancak eğer söz konusu İsrail ise böyle bir sonucun doğacağı ihtimalinin hiçbir zaman göz ardı edilmemesi gerektiği malumdur. Uzun yıllardır İsrail ile ilişkilerin gerilmesi Türkiye’ye bölgede bazı avantajlar sağlarken diğer taraftan çatışma ortamının içine çekilme riskini de beraberinde getiriyordu. Davos krizi Arap Dünyası’nda nasıl coşkuyla karşılandı ise İsrail’de de aynı oranda tepkiyle karşılanmıştır. Bu tepkinin bir noktada çatışmaya dönüşmesini beklemek gerekmektedir. Birçok yorumda “İsrail’in Davos Krizi’nin intikamını almaya çalıştığı” yorumları da yapılmaktadır. Eğer çatışma olasılığına nasıl yanıt verileceğine ilişkin çalışma yapılmadı ise “Türkiye çok güçlü bir ülke ve İsrail bize karşılık veremez” kabulünden hareket edilmiş olabilir ki bu durumda hem İsrail hafife alınmıştır hem de İsrail hiç tanınmamaktadır.
İsrail’e verilmesi gereken karşılık konusunda askeri seçeneğin tartışılması da çok uygun gözükmemektedir. Uluslararası örgütler ve büyük güçler nezdinde sahip olunan etkinin İsrail üzerinde kullanılmaya çalışılması ve İsrail ile çeşitli alanlarda sürdürülen işbirliğinin sona erdirilerek geri adım atmaya zorlanması daha uygun bir hareket tarzı olarak gözükmektedir. İsrail’in geri adım atmaya zorlanması Türkiye kamuoyunu da rahatlatacaktır. Bu da Arap kamuoylarının İsrail’e yönelik ve çok da sağlıklı olmayan aşırı düşmanlığa dayalı ruh halinin benzerinin oluşmasını engelleyecektir. Zira bu tarz bir ortamın yerleşmesi iki ülke ilişkilerinin bir daha onarılamaz biçimde bozulmasına neden olacaktır. Krizin, yaratacağı uluslararası tepkinin boyutu ve ABD’nin tavrına bağlı olarak Filistin sorununun çözümü ya da Gazze’ye yönelik ambargonun kaldırılması yönünde olumlu katkısı olabilir ki bu da Türkiye’nin başarı hanesine yazılacaktır.
Subscribe to:
Posts (Atom)