17-18 Şubat 2012 tarihlerinde “Valdai Tartışma Kulübü, Ortadoğu Bölümü” toplantılarının üçüncüsü Rusya’nın Soçi kentinde düzenlendi. “Ortadoğu’da Dönüşüm ve Rusya’nın Çıkarları” başlıklı toplantıya Rusya, Türkiye, Ortadoğu, ABD, Avrupa ve Asya’dan seçkin konuklar katıldı. Toplantının açılışı Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Mikhail Bogdanov’un yaptığı konuşma ile gerçekleşti. İki gün boyunca konularında uzman 80’i aşkın katılımcı altı ayrı oturumda Ortadoğu’da değişimi, Libya örneğinden çıkarılan dersleri, halk hareketlerinden İslam’ın rolünü, Arap Baharı’nın kazanan ve kaybedenlerini, Ortadoğu Barış sürecini, bundan sonraki döneme ilişkin senaryoları ve barışçıl bir geçiş için çözüm önerilerini tartıştı. Ana temalar bunlar olmakla birlikte Suriye sorunu her oturumda en fazla öne çıkan konu oldu. Türkiye de, hem Suriye konusunda oynadığı merkezi rol hem de bölgeye model olma tartışmaları nedeniyle merkezi konuma sahipti. Toplantı ile Rusya tarafı hem Ortadoğu’daki gelişmeler konusunda bölgeden gelenlerin soruna bakışlarını ve süreç üzerinde etkili aktörlerin Ortadoğu’daki değişimi nasıl algıladıklarını ve neye göre pozisyon aldıklarını öğrenme fırsatı elde etmiş oldu. Bunun yanı sıra tüm aktörlerin kanaat önderlerine de Rusya’nın pozisyonunu ifade edebilme şansı elde etti.
Oturumlarda yapılan açıklamalar ve aralarda yapılan görüşmelerden elde edilen ilk izlenim Rusya’nın Suriye konusunda bir endişe, kızgınlık, direnme ve her türlü senaryoya karşı hazırlıklı olma duygusu içinde olduğudur. Rus Dışişleri Bakan Yardımcısı açılış konuşmasında Ortadoğu’da yaşanan halk hareketlerinin bazılarını devrim bazılarını ayaklanma olarak nitelendirerek her ülkedeki olaya farklı baktıklarını ortaya koymuş oldu. Özellikle Suriye’deki gelişmeleri gerçek bir devrim hareketi olarak görmediklerini net olarak belirttiler. Rus tarafı daha sonraki açıklamalarında da Suriye’deki istikrarsızlığın kaynağı olarak rejimden ziyade içerdeki silahlı gruplar ve dış etkileri gördüğünü belirtti. Ülke adı vermemekle birlikte burada hem Özgür Suriye Ordusu hem de muhtemelen ABD, Fransa, Türkiye ve Körfez ülkelerinin oynadığı rol kast edildi. Bakan Yardımcısı’nın “biz bölgede yaşıyoruz. Bölge dışından değiliz ve kendimiz bir çözüm bulmalıyız” ifadeleri hem Batı’ya “dışarıdan Suriye sorununa karışma” hem de bölgeye “Batı ile Suriye konusunda işbirliği yapma” mesajıydı. Rusya böylece soruna bölgesel girişimler yoluyla çözüm bulma isteğini ortaya koymuş oldu. Bir uluslararası müdahaleye karşı olunduğu da üst düzeyden dile getirildi. Bogdanov, konuşmasında “Suriye’de istikrarsızlık sürse de olası bir müdahalede yaşanacakların şimdiki olayları aratabileceği” şeklinde bir yorumda bulundu ve Libya örneğinin bu açıdan iyi bir ders olduğunu ifade etti. Rusya, açıkça sorunun Suriye ve bölge içinden çözülmesi arayışındadır. Bunun için izlenecek yol olarak rejim ve muhalefet arasında bir diyalog sürecinin başlatılmasını savunmaktadır. Bu çerçevede Bogdanov’un “Suriyeli muhaliflerle de görüştüklerini” belirtmesi önemliydi. Rusya bu ifadelerle her şeyden önce Suriye’de süreci Batı’nın kontrolüne bırakmama çabasında olduğunu göstermiş oldu. Ancak bu ifadeden çıkarılabilecek bir diğer önemli tespit Rusya’nın da artık eski sistemin olduğu şekliyle devam etme şansının olmadığını görmesi ve rejime bazı açılımlar yapma konusunda baskı oluşturduğudur. Diğer taraftan muhaliflerle görüşme her olasılığa karşın Esad sonrasına ilişkin Rusya’nın da çabalarının olduğunu göstermektedir. Rusya’nın bu yaklaşımını sıkıntıya sokan muhalefetin Esad ailesi ve yakın çevresinin iktidardan çekilmesini ön koşul olarak öne sürmesidir. Bogdanov bundan dolayı taraflar arasında “önkoşulsuz bir müzakere sürecinden yana olduklarını” ifade etmiştir. Muhtemelen rejim kanadının önkoşulu ise silahlı hiçbir grup ile müzakere etmeyeceğidir. Zira Rus Bakan Yardımcısı “Suriye muhalefetinin silahlı gruplarla arasına mesafe koyması gerektiği” şeklindeki beklentilerini dile getirmiştir. Diğer tüm Rus katılımcılar da paralel şekilde Suriye’de statükodan yana aldıkları tavra meşru gerekçeler sunmaya çalışmıştır. Katar’da yapılan bir kamuoyu araştırmasının “Suriye halkının çoğunluğunun Esad’ın iktidarda kalmasını savunduğunu” gösterdiği savı sürekli olarak dile getirilmiştir. Yani Rusya sorunu bir meşruiyet sorunundan ziyade dışarıdan destek alan Suriye içindeki suç örgütlerinin istikrarsızlık yaratması olarak algılamaktadır. Demokrasi ile yönetilmeyen birçok bölge ülkesine Batı’nın baskı yapmamasını bir çifte standart olarak vurgulayan Rusya “bu ülkelerde neden bir olay yaşanmadığı” sorusunu ortaya atarak “Batı’nın diğer bölge ülkelerinde olmayan bir sorunu yarattıkları” şeklinde bir iddiayı ortaya atmaktadır. Bir Rus katılımcının “ülkede birçok kesim Beşar Esad’ın varlığını kendi güvenliklerinin güvencesi olarak düşünüyor ve bu nedenle rejimin yanında duruyor. Bu nedenle bütün aktörlerin söz konusu gruplara yaşamları veya konumları konusunda güvenceler vermesi gerekiyor” şeklindeki ifadeleri sorunun çözümüne yönelik önemli bir tespitti.
Ana gündem maddesi Suriye olduğu için biri Suriye ve diğeri ülke dışında yaşayan iki Suriyeli katılımcının yorumları dikkatle not edildi. İki yorumcunun konuşmalarından ortaya çıkan temel sonuç “Suriye’de tam olarak ne olup bittiği konusunda Suriyelilerin de net bilgi sahibi olmadığıdır.” Halep Üniversitesi’nden Prof. Dr. Elias Samo’nun “Suriye’de en büyük kurban gerçeğin kendisidir” sözleri bu durumu yansıtan en güzel ifadeler oldu. Bir diğer sonuç ise ülkenin büyük çoğunluğunun değişimin barışçıl olması konusunda hemfikir olduklarıdır. Herkes ani ve radikal bir değişimin mevcut durumdan daha fazla şiddet doğuracağını düşünüyor. Samo’nun ifadesi ile “Suriye’nin sessiz çoğunluğunun beklentisi bu şekildedir.” Dubai’de yaşayan ve bir araştırma merkezinin başkanlığını yürüten Samir Taqi ise “rejimin Suriye’nin yaklaşık %50’sinde kontrolü kaybettiği” tespitinde bulundu. Taqi, ülkenin yabancı müdahalesine maruz kalmadan barışçıl bir değişim yaşaması için Rusya’nın aktif rol alması gerektiğini ve içinde Türkiye ve Körfez ülkelerinin de olduğu bir bölgesel girişimin hayata geçirilmesi gerektiğini savundu.
İsrailli katılımcıların yorumları ise Suriye’deki gelişmelerin İsrail tarafından hem bir fırsat hem risk olarak algılandığını ortaya koydu. Buna göre zayıflamış, kendi içinde bölünmüş bir Suriye uzunca bir süre tehdit oluşturamayacak olması nedeniyle fırsat olarak algılanmaktadır. Diğer taraftan rejimin yıkılacağını anlaması durumunda son koz olarak İsrail’e saldırı yoluyla ayakta kalma kartını oynayabileceği ihtimali değerlendirilmektedir. Bunun yanı sıra rejim yıkılırsa Suriye ordusunun elinde olduğuna inanılan kitle imha silahlarının “sorumsuz” grupların eline geçerek İsrail’e karşı kullanılabileceği düşünülmektedir. İsrail, Suriye’de bir kaos yaşanması durumunda kendi lehlerine olan konvansiyonel dengenin bozulacağını buna karşılık kontrol edemeyebilecekleri devlet dışı güçlerin yeni bir tehdit olarak ortaya çıkabileceğini hesaplamaktadır. Bunların yanı sıra; Arap Baharı ile beraber bazı müttefiklerin kaybedilmesi, siyasal İslam’ın güç kazanması ve uzun süreli istikrarsızlığın bölgeye hakim olması da tehdit olarak değerlendirilmektedir.
Toplantıda öne çıkan konulardan biri de siyasal İslam ve Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleri açısından model olup olamayacağı tartışması olmuştur. Bölgede İslami hareketlerin güç kazandığı herkes tarafından kabul edilmiştir. Uzun yıllardır muhalefette kalan bu hareketlerin iktidarı ele geçirince nasıl tavır alacakları, somut sorunlara nasıl çözümler üretecekleri ele alınmıştır. Genel kabul Türkiye’nin uzun yıllara dayalı demokrasi tecrübesine sahip olduğu ve bu nedenle Türkiye modelinin bölge açısından doğrudan bir model olarak uygulanmasının mümkün olmadığı olmuştur. Türkiye’nin “bir İslami hareketin meşru yollarla iktidara gelinebileceğini göstermesi açısından” örnek olabileceği ifade edilmiştir. Türkiye eski Başbakanı Mesut Yılmaz’ın “Türkiye’de İslami hareketler çok uzun süreler demokratik rejimin kuralları içinde mücadele ederek mevcut konuma geldikleri” şeklindeki saptamasına birçok katılımcı tarafından atıf yapılmıştır. Dışişleri eski Bakanı Yaşar Yakış da “Türkiye için kullanılan İslami demokrasi kavramına itiraz ederek, “nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan demokratik bir ülke” kavramının kullanılmasının doğru olacağını belirtmiştir. Zira bu iki tanımlama farklı bakış ve sonuçları beraberinde getirecektir. İslam ve demokrasi tartışmalarında öne çıkan bir diğer konu “İslami hareketlerin güncel sorunlara çözümler üretip üretemeyecekleri” olmuştur. Ortadoğu’dan gelen bir katılımcının “insanlar İslami partilere cennette bir yer kapmak için değil günlük sorunlarına çözüm bulunması ve daha iyi yaşam koşulları için oy verdi” şeklindeki ifadesi söz konusu beklentiyi ortaya koymuştur. Türkiye’nin model olarak tartışılmasını sağlayan bir diğer unsurun, ülkede İslami bir hareket liderliğinde ekonomik kalkınmışlık hızının artması olduğu dile getirilmiştir. İslami hareketlerin güç kazanması ise iktidardan dışlandıklarında radikalleşme sorunu yarattığı gibi iktidara gelmenin de bu hareketleri daha sorumlu davranmaya iteceği ve tüm toplumu kapsayıcı politikalar benimsemeye iteceği görüşü ağırlık kazanmıştır.
Son olarak Türkiye’nin Suriye konusundaki tutumuna bakış hakkında farklı tepkiler gelmiştir. Suriye’de barışçıl değişimi savunan Suriyeli ve bölgeden bazı katılımcılar Türkiye’nin barışçıl geçiş için daha fazla sabretmesi ve çaba sarf etmesi yönündeki hayal kırıklıklarını dile getirdi. İşin ilginç tarafı Suriye’de rejim değişikliğinin savunanların da yine hayal kırıklığı içinde olmasıdır. Onlara göre de Türkiye, Suriye siyasal ve askeri muhalefetine daha fazla destek vermelidir. Bu bile Suriye sorununun Türkiye açısından ne kadar sıkıntılı ve ikilemler içeren bir konu olduğunu göstermektedir.
Oturumlarda yapılan açıklamalar ve aralarda yapılan görüşmelerden elde edilen ilk izlenim Rusya’nın Suriye konusunda bir endişe, kızgınlık, direnme ve her türlü senaryoya karşı hazırlıklı olma duygusu içinde olduğudur. Rus Dışişleri Bakan Yardımcısı açılış konuşmasında Ortadoğu’da yaşanan halk hareketlerinin bazılarını devrim bazılarını ayaklanma olarak nitelendirerek her ülkedeki olaya farklı baktıklarını ortaya koymuş oldu. Özellikle Suriye’deki gelişmeleri gerçek bir devrim hareketi olarak görmediklerini net olarak belirttiler. Rus tarafı daha sonraki açıklamalarında da Suriye’deki istikrarsızlığın kaynağı olarak rejimden ziyade içerdeki silahlı gruplar ve dış etkileri gördüğünü belirtti. Ülke adı vermemekle birlikte burada hem Özgür Suriye Ordusu hem de muhtemelen ABD, Fransa, Türkiye ve Körfez ülkelerinin oynadığı rol kast edildi. Bakan Yardımcısı’nın “biz bölgede yaşıyoruz. Bölge dışından değiliz ve kendimiz bir çözüm bulmalıyız” ifadeleri hem Batı’ya “dışarıdan Suriye sorununa karışma” hem de bölgeye “Batı ile Suriye konusunda işbirliği yapma” mesajıydı. Rusya böylece soruna bölgesel girişimler yoluyla çözüm bulma isteğini ortaya koymuş oldu. Bir uluslararası müdahaleye karşı olunduğu da üst düzeyden dile getirildi. Bogdanov, konuşmasında “Suriye’de istikrarsızlık sürse de olası bir müdahalede yaşanacakların şimdiki olayları aratabileceği” şeklinde bir yorumda bulundu ve Libya örneğinin bu açıdan iyi bir ders olduğunu ifade etti. Rusya, açıkça sorunun Suriye ve bölge içinden çözülmesi arayışındadır. Bunun için izlenecek yol olarak rejim ve muhalefet arasında bir diyalog sürecinin başlatılmasını savunmaktadır. Bu çerçevede Bogdanov’un “Suriyeli muhaliflerle de görüştüklerini” belirtmesi önemliydi. Rusya bu ifadelerle her şeyden önce Suriye’de süreci Batı’nın kontrolüne bırakmama çabasında olduğunu göstermiş oldu. Ancak bu ifadeden çıkarılabilecek bir diğer önemli tespit Rusya’nın da artık eski sistemin olduğu şekliyle devam etme şansının olmadığını görmesi ve rejime bazı açılımlar yapma konusunda baskı oluşturduğudur. Diğer taraftan muhaliflerle görüşme her olasılığa karşın Esad sonrasına ilişkin Rusya’nın da çabalarının olduğunu göstermektedir. Rusya’nın bu yaklaşımını sıkıntıya sokan muhalefetin Esad ailesi ve yakın çevresinin iktidardan çekilmesini ön koşul olarak öne sürmesidir. Bogdanov bundan dolayı taraflar arasında “önkoşulsuz bir müzakere sürecinden yana olduklarını” ifade etmiştir. Muhtemelen rejim kanadının önkoşulu ise silahlı hiçbir grup ile müzakere etmeyeceğidir. Zira Rus Bakan Yardımcısı “Suriye muhalefetinin silahlı gruplarla arasına mesafe koyması gerektiği” şeklindeki beklentilerini dile getirmiştir. Diğer tüm Rus katılımcılar da paralel şekilde Suriye’de statükodan yana aldıkları tavra meşru gerekçeler sunmaya çalışmıştır. Katar’da yapılan bir kamuoyu araştırmasının “Suriye halkının çoğunluğunun Esad’ın iktidarda kalmasını savunduğunu” gösterdiği savı sürekli olarak dile getirilmiştir. Yani Rusya sorunu bir meşruiyet sorunundan ziyade dışarıdan destek alan Suriye içindeki suç örgütlerinin istikrarsızlık yaratması olarak algılamaktadır. Demokrasi ile yönetilmeyen birçok bölge ülkesine Batı’nın baskı yapmamasını bir çifte standart olarak vurgulayan Rusya “bu ülkelerde neden bir olay yaşanmadığı” sorusunu ortaya atarak “Batı’nın diğer bölge ülkelerinde olmayan bir sorunu yarattıkları” şeklinde bir iddiayı ortaya atmaktadır. Bir Rus katılımcının “ülkede birçok kesim Beşar Esad’ın varlığını kendi güvenliklerinin güvencesi olarak düşünüyor ve bu nedenle rejimin yanında duruyor. Bu nedenle bütün aktörlerin söz konusu gruplara yaşamları veya konumları konusunda güvenceler vermesi gerekiyor” şeklindeki ifadeleri sorunun çözümüne yönelik önemli bir tespitti.
Ana gündem maddesi Suriye olduğu için biri Suriye ve diğeri ülke dışında yaşayan iki Suriyeli katılımcının yorumları dikkatle not edildi. İki yorumcunun konuşmalarından ortaya çıkan temel sonuç “Suriye’de tam olarak ne olup bittiği konusunda Suriyelilerin de net bilgi sahibi olmadığıdır.” Halep Üniversitesi’nden Prof. Dr. Elias Samo’nun “Suriye’de en büyük kurban gerçeğin kendisidir” sözleri bu durumu yansıtan en güzel ifadeler oldu. Bir diğer sonuç ise ülkenin büyük çoğunluğunun değişimin barışçıl olması konusunda hemfikir olduklarıdır. Herkes ani ve radikal bir değişimin mevcut durumdan daha fazla şiddet doğuracağını düşünüyor. Samo’nun ifadesi ile “Suriye’nin sessiz çoğunluğunun beklentisi bu şekildedir.” Dubai’de yaşayan ve bir araştırma merkezinin başkanlığını yürüten Samir Taqi ise “rejimin Suriye’nin yaklaşık %50’sinde kontrolü kaybettiği” tespitinde bulundu. Taqi, ülkenin yabancı müdahalesine maruz kalmadan barışçıl bir değişim yaşaması için Rusya’nın aktif rol alması gerektiğini ve içinde Türkiye ve Körfez ülkelerinin de olduğu bir bölgesel girişimin hayata geçirilmesi gerektiğini savundu.
İsrailli katılımcıların yorumları ise Suriye’deki gelişmelerin İsrail tarafından hem bir fırsat hem risk olarak algılandığını ortaya koydu. Buna göre zayıflamış, kendi içinde bölünmüş bir Suriye uzunca bir süre tehdit oluşturamayacak olması nedeniyle fırsat olarak algılanmaktadır. Diğer taraftan rejimin yıkılacağını anlaması durumunda son koz olarak İsrail’e saldırı yoluyla ayakta kalma kartını oynayabileceği ihtimali değerlendirilmektedir. Bunun yanı sıra rejim yıkılırsa Suriye ordusunun elinde olduğuna inanılan kitle imha silahlarının “sorumsuz” grupların eline geçerek İsrail’e karşı kullanılabileceği düşünülmektedir. İsrail, Suriye’de bir kaos yaşanması durumunda kendi lehlerine olan konvansiyonel dengenin bozulacağını buna karşılık kontrol edemeyebilecekleri devlet dışı güçlerin yeni bir tehdit olarak ortaya çıkabileceğini hesaplamaktadır. Bunların yanı sıra; Arap Baharı ile beraber bazı müttefiklerin kaybedilmesi, siyasal İslam’ın güç kazanması ve uzun süreli istikrarsızlığın bölgeye hakim olması da tehdit olarak değerlendirilmektedir.
Toplantıda öne çıkan konulardan biri de siyasal İslam ve Türkiye’nin Ortadoğu ülkeleri açısından model olup olamayacağı tartışması olmuştur. Bölgede İslami hareketlerin güç kazandığı herkes tarafından kabul edilmiştir. Uzun yıllardır muhalefette kalan bu hareketlerin iktidarı ele geçirince nasıl tavır alacakları, somut sorunlara nasıl çözümler üretecekleri ele alınmıştır. Genel kabul Türkiye’nin uzun yıllara dayalı demokrasi tecrübesine sahip olduğu ve bu nedenle Türkiye modelinin bölge açısından doğrudan bir model olarak uygulanmasının mümkün olmadığı olmuştur. Türkiye’nin “bir İslami hareketin meşru yollarla iktidara gelinebileceğini göstermesi açısından” örnek olabileceği ifade edilmiştir. Türkiye eski Başbakanı Mesut Yılmaz’ın “Türkiye’de İslami hareketler çok uzun süreler demokratik rejimin kuralları içinde mücadele ederek mevcut konuma geldikleri” şeklindeki saptamasına birçok katılımcı tarafından atıf yapılmıştır. Dışişleri eski Bakanı Yaşar Yakış da “Türkiye için kullanılan İslami demokrasi kavramına itiraz ederek, “nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan demokratik bir ülke” kavramının kullanılmasının doğru olacağını belirtmiştir. Zira bu iki tanımlama farklı bakış ve sonuçları beraberinde getirecektir. İslam ve demokrasi tartışmalarında öne çıkan bir diğer konu “İslami hareketlerin güncel sorunlara çözümler üretip üretemeyecekleri” olmuştur. Ortadoğu’dan gelen bir katılımcının “insanlar İslami partilere cennette bir yer kapmak için değil günlük sorunlarına çözüm bulunması ve daha iyi yaşam koşulları için oy verdi” şeklindeki ifadesi söz konusu beklentiyi ortaya koymuştur. Türkiye’nin model olarak tartışılmasını sağlayan bir diğer unsurun, ülkede İslami bir hareket liderliğinde ekonomik kalkınmışlık hızının artması olduğu dile getirilmiştir. İslami hareketlerin güç kazanması ise iktidardan dışlandıklarında radikalleşme sorunu yarattığı gibi iktidara gelmenin de bu hareketleri daha sorumlu davranmaya iteceği ve tüm toplumu kapsayıcı politikalar benimsemeye iteceği görüşü ağırlık kazanmıştır.
Son olarak Türkiye’nin Suriye konusundaki tutumuna bakış hakkında farklı tepkiler gelmiştir. Suriye’de barışçıl değişimi savunan Suriyeli ve bölgeden bazı katılımcılar Türkiye’nin barışçıl geçiş için daha fazla sabretmesi ve çaba sarf etmesi yönündeki hayal kırıklıklarını dile getirdi. İşin ilginç tarafı Suriye’de rejim değişikliğinin savunanların da yine hayal kırıklığı içinde olmasıdır. Onlara göre de Türkiye, Suriye siyasal ve askeri muhalefetine daha fazla destek vermelidir. Bu bile Suriye sorununun Türkiye açısından ne kadar sıkıntılı ve ikilemler içeren bir konu olduğunu göstermektedir.
No comments:
Post a Comment