Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün İsrail ve Filistin ziyaretleri birkaç açıdan önem taşıyor. Ziyaret, İsrail-Türkiye ilişkilerinde soğukluğun yaşandığı bir dönemde ve Filistin’de gerçekleşecek devlet başkanlığı seçimleri öncesi gerçekleşiyor olmasından dolayı anlam ifade etmektedir.
İsrail’in, Hamas’ın liderlerine yönelik eylemleri ve en son Refah mülteci kampına düzenlediği operasyon sonrasında Türkiye’nin bu olayları sert bir şekilde kınamasıyla Türk-İsrail ilişkileri gerilmişti. AKP’nin iktidara gelmesinden bu yana İsrail’e hükümetten herhangi bir üst düzey ziyaretin yapılmamış olması da gerginliğin birçok yorumcu tarafından AKP’nin İslami kimliğiyle açıklanmasına neden olmuştu. Ancak İsrail ile gerginliğin ortaya çıkışında farklı etkenler rol oynamıştı. Öncelikle 1996 yılından iki ülke arasında askeri müttefiklik ilişkisini doğuran nedenler etkisini yavaş yavaş kaybetmekteydi. Bunlardan en önemlisi, Irak Savaşı sonrasında ortaya çıkan yeni bölgesel koşulların Türkiye’yi Suriye ve İran gibi daha önce sorunları olan ülkelere yakınlaştırmasıdır. Daha önce İsrail ve Türkiye açısından “ortak tehdit” olarak görülen bu devletlere karşı işbirliği ortamı yavaş yavaş kalkmaya başlamıştır. Özellikle Suriye’nin PKK’ya desteğini keserek işbirliği yapması ve ortak bölgesel kaygılar iki ülke ilişkilerinde hızlı bir gelişim sürecini doğurmuştur.
Ayrıca yine Irak Savaşı sonrasında, İsrail’in uyguladığı politikalar da Türkiye’nin rahatsızlık duymasına neden olmuştur. Özellikle İsrail’in Kuzey Irak bağlamında uyguladığı iddia edilen politikalar Türkiye’de tepkiyle karşılanmıştı. Bütün bunlara ek olarak belirleyici değil ancak hızlandırıcı faktörler olarak söyleyebileceğimiz her iki ülkede gerçekleşen iktidar değişikleri söylenebilir. İsrail’de Şaron hükümetinin başa geçmesiyle sertlik politikalarının yoğunluk kazanması ve Filistinli sivillere yönelik askeri operasyonlara hız kazandırılması. Buna paralel olarak İslami değerlere bağlılığı nedeniyle Müslüman bir topluma yönelik saldırılardan rahatsızlık duyacak AKP iktidarının başa geçmesi. Sayılabilecek diğer bazı etkenlerle beraber Türk-İsrail ilişkileri son bir yıl içinde gerginlik dönemi yaşamaktaydı.
Tüm bu sorun yaratan başlıklara karşılık, iki ülkenin uzun süreli bir soğuma yaşamasına engel olan ve birbirine yakınlaştıran bazı derin bağlar söz konusudur. ABD’yle ilişkiler, kimlik tanımlamaları, İsrail’in kendisine düşman Arap coğrafyası içinde Türkiye’nin desteğine duyduğu ihtiyaç, Yahudi lobisinin desteğine duyulan ihtiyaç, askeri işbirliği, ekonomik boyut gibi sayabileceğimiz birçok etken iki ülke arasında her ne kadar bir gerginlik yaşansa da bunun bir krize dönüşmesine engel olmaktadır. Dışişleri Bakanı Gül’ün İsrail ve Filistin ziyareti de bu kapsamda düşünülebilir.
Ziyaret iki boyut açısından önem taşıyor. Yukarıda bahsedilen ve bir yıl içinde ortaya çıkan gerginliğe son verme isteğinin öncelikli olarak önem taşıdığı söylenebilir. Hep söylenen AKP iktidarıyla beraber hiçbir üst düzey ziyaretin gerçekleşmediği yönündeki savlar böylelikle son bulacak. Türkiye tarafından gerçekleşen bu ziyaretle aradaki gerginlikleri sonlandırma imkanı doğacaktır.
Ziyareti önemli kılan ikinci unsur ise yaklaşan Filistin devlet başkanlığı seçimleri öncesi gerçekleşiyor olmasıdır. Filistin’de seçimler sonrasında muhtemelen Mahmut Abbas’ın başa geçecek olması İsrail-Filistin barışı adına bu yıl içinde önemli bir fırsat yaratacak gibi görünmektedir. İsrail, Arafat’ın ölümünü ve Abbas’ın liderliğini barış için önemli bir fırsat olarak görüyor. Abdullah Gül’ün Filistin’de Abbas’la da görüşmesi beklenmektedir. Bu ziyaret hem Türkiye’nin hem de İsrail’in Abbas liderliğine verdiği desteği göstermesi açısından önemli. Zira İsrail, Arafat’ın Türkiye ile görüşmesine izin vermiyor ya da onaylamıyordu. Ancak Abbas’la görüşmesine izin verilmesi bir başka açıdan Abbas yönetimine verilen onayın da işareti olarak görülebilir. Ayrıca, seçimler öncesinde Türk dışişleri bakanının böyle bir ziyaret gerçekleştiriyor olması, İsrail-Filistin barış görüşmelerinde bundan sonraki süreçte Türkiye’nin daha aktif katılımının da bir göstergesi olabilir. Her iki tarafla da yakın ilişkileri olan ve güvenilen Türkiye bu süreçte kolaylaştırıcı rol alabilir.
İsrail’in, Hamas’ın liderlerine yönelik eylemleri ve en son Refah mülteci kampına düzenlediği operasyon sonrasında Türkiye’nin bu olayları sert bir şekilde kınamasıyla Türk-İsrail ilişkileri gerilmişti. AKP’nin iktidara gelmesinden bu yana İsrail’e hükümetten herhangi bir üst düzey ziyaretin yapılmamış olması da gerginliğin birçok yorumcu tarafından AKP’nin İslami kimliğiyle açıklanmasına neden olmuştu. Ancak İsrail ile gerginliğin ortaya çıkışında farklı etkenler rol oynamıştı. Öncelikle 1996 yılından iki ülke arasında askeri müttefiklik ilişkisini doğuran nedenler etkisini yavaş yavaş kaybetmekteydi. Bunlardan en önemlisi, Irak Savaşı sonrasında ortaya çıkan yeni bölgesel koşulların Türkiye’yi Suriye ve İran gibi daha önce sorunları olan ülkelere yakınlaştırmasıdır. Daha önce İsrail ve Türkiye açısından “ortak tehdit” olarak görülen bu devletlere karşı işbirliği ortamı yavaş yavaş kalkmaya başlamıştır. Özellikle Suriye’nin PKK’ya desteğini keserek işbirliği yapması ve ortak bölgesel kaygılar iki ülke ilişkilerinde hızlı bir gelişim sürecini doğurmuştur.
Ayrıca yine Irak Savaşı sonrasında, İsrail’in uyguladığı politikalar da Türkiye’nin rahatsızlık duymasına neden olmuştur. Özellikle İsrail’in Kuzey Irak bağlamında uyguladığı iddia edilen politikalar Türkiye’de tepkiyle karşılanmıştı. Bütün bunlara ek olarak belirleyici değil ancak hızlandırıcı faktörler olarak söyleyebileceğimiz her iki ülkede gerçekleşen iktidar değişikleri söylenebilir. İsrail’de Şaron hükümetinin başa geçmesiyle sertlik politikalarının yoğunluk kazanması ve Filistinli sivillere yönelik askeri operasyonlara hız kazandırılması. Buna paralel olarak İslami değerlere bağlılığı nedeniyle Müslüman bir topluma yönelik saldırılardan rahatsızlık duyacak AKP iktidarının başa geçmesi. Sayılabilecek diğer bazı etkenlerle beraber Türk-İsrail ilişkileri son bir yıl içinde gerginlik dönemi yaşamaktaydı.
Tüm bu sorun yaratan başlıklara karşılık, iki ülkenin uzun süreli bir soğuma yaşamasına engel olan ve birbirine yakınlaştıran bazı derin bağlar söz konusudur. ABD’yle ilişkiler, kimlik tanımlamaları, İsrail’in kendisine düşman Arap coğrafyası içinde Türkiye’nin desteğine duyduğu ihtiyaç, Yahudi lobisinin desteğine duyulan ihtiyaç, askeri işbirliği, ekonomik boyut gibi sayabileceğimiz birçok etken iki ülke arasında her ne kadar bir gerginlik yaşansa da bunun bir krize dönüşmesine engel olmaktadır. Dışişleri Bakanı Gül’ün İsrail ve Filistin ziyareti de bu kapsamda düşünülebilir.
Ziyaret iki boyut açısından önem taşıyor. Yukarıda bahsedilen ve bir yıl içinde ortaya çıkan gerginliğe son verme isteğinin öncelikli olarak önem taşıdığı söylenebilir. Hep söylenen AKP iktidarıyla beraber hiçbir üst düzey ziyaretin gerçekleşmediği yönündeki savlar böylelikle son bulacak. Türkiye tarafından gerçekleşen bu ziyaretle aradaki gerginlikleri sonlandırma imkanı doğacaktır.
Ziyareti önemli kılan ikinci unsur ise yaklaşan Filistin devlet başkanlığı seçimleri öncesi gerçekleşiyor olmasıdır. Filistin’de seçimler sonrasında muhtemelen Mahmut Abbas’ın başa geçecek olması İsrail-Filistin barışı adına bu yıl içinde önemli bir fırsat yaratacak gibi görünmektedir. İsrail, Arafat’ın ölümünü ve Abbas’ın liderliğini barış için önemli bir fırsat olarak görüyor. Abdullah Gül’ün Filistin’de Abbas’la da görüşmesi beklenmektedir. Bu ziyaret hem Türkiye’nin hem de İsrail’in Abbas liderliğine verdiği desteği göstermesi açısından önemli. Zira İsrail, Arafat’ın Türkiye ile görüşmesine izin vermiyor ya da onaylamıyordu. Ancak Abbas’la görüşmesine izin verilmesi bir başka açıdan Abbas yönetimine verilen onayın da işareti olarak görülebilir. Ayrıca, seçimler öncesinde Türk dışişleri bakanının böyle bir ziyaret gerçekleştiriyor olması, İsrail-Filistin barış görüşmelerinde bundan sonraki süreçte Türkiye’nin daha aktif katılımının da bir göstergesi olabilir. Her iki tarafla da yakın ilişkileri olan ve güvenilen Türkiye bu süreçte kolaylaştırıcı rol alabilir.
Bu konum, özellikle Avrupa Birliği’nden müzakere tarihi alınmasının ardından Türkiye’nin uluslararası toplulukta artan prestij ve etkinliğini göstermesi açısından da önemlidir.
No comments:
Post a Comment