Oytun Orhan*
Orta Doğu’da eski denklemler ve parametreler her geçen gün değişmektedir. Soğuk Savaş koşullarında oluşan, fakat 1990’larda da etkinliğini koruyan unsurlar 11 Eylül sonrası başlayan değişim süreciyle, birer birer ortadan kalkmakta ve yerlerini yeni belirleyicilere bırakmaktadır. Bu çerçevede, Yaser Arafat’ın ölümüyle beraber Arap dünyasının içinde bulunduğu değişim rüzgarı, hem Filistin’i hem de Barış Sürecini etkileyecektir.
Filistin lideri Yaser Arafat’ın 11 Kasım 2004 günü gerçekleşen ölümü, sadece Filistin’de değil Orta Doğu’nun tamamında yeni bir dönemin başlangıcı anlamına gelmektedir. Arafat, 30 yılı aşkın bir süredir dünyada Filistin davasının sembolü durumundaydı. Arafat’ın bu konumu, ölümünün gerek Filistin içindeki gerek Barış Süreci’ne ilişkin olası etkilerinin tartışılması zorunluluğunu doğurmaktadır. Makalenin birinci kısmında, Arafat’ın ölümünün Filistin politikasında doğuracağı olası etkiler ele alınacaktır. Bu bölümde Arafat’ın konumu belirlendikten sonra, yeni siyasî süreçte etkin olacak güç merkezleri saptanmaya çalışılacaktır. Bu saptamalar ışığında 9 Ocak 2005 tarihinde gerçekleşecek devlet başkanlığı seçimlerine ilişkin düşünceler ve demokratikleşme olasılıkları ele alınacaktır. İkinci kısımda ise, Arafat’ın ölümünden sonra genel olarak Orta Doğu Barış Süreci’nin geleceği ve taraflar açısından kısa ve uzun vadeli stratejik ve taktik adımlar anlatılmaya çalışılacaktır.
1. Arafat Sonrası Filistin Politikası
Arafat da diğer birçok Arap lider gibi, yönetimde güç paylaşımını kabullenmemiş ve bir anlamda Filistin hareketi içinde bir “ikinci adam”ın ortaya çıkmasını engellemiş bir liderdir. Bu tür yapılanmalarda, liderin ortadan kalkması normalden çok daha derin etkiler yapmakta, belirsizliği ve güç/iktidar mücadelesini gündeme getirmektedir. Arafat, geniş çaplı kurumsal bir ağ aracılığıyla tüm otoriteyi kendi kişiliğinde birleştirmiştir. Bu yapılanmayı kendi liderlik ve yönetim anlayışı çerçevesinde kullanmıştır. Onun ayakta kalmasını sağlayan ve Filistin politikasını kontrol etmesine imkan veren üç temel kurum bulunmaktadır. Bunlar; Filistin Yönetimi, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve Fetih’dir [1]. Arafat ölümünden önce Filistin politikalarının belirleyicisi konumundaki bu üç kurumun da başında bulunuyordu. Barry Rubin, Arafat sonrası Filistin’e ilişkin çalışmasında, Arafat’ın Filistin politikasındaki konumunu şu şekilde ifade etmektedir: “Filistin Yönetimi daima bir adamın kontrolü altında olmuştur. Arafat’ın uzun yıllar Filistin’in lideri olarak kalmasının nedeni, hareketin bilinen tek yöneticisi olarak uzun süre bulunması, iç politikadaki hakimiyeti, dünya tarafından tanınması ve uygun bir alternatifinin olmamasıdır. Yaser Arafat bir anlamda Filistin siyaseti demektir. Bu konumu nedeniyle Filistin politikası üzerinde tam bir hakimiyete sahiptir.” [2] Rubin’in bu tespitleri, Filistin politikasının otoriter yapılanmasını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Otoriter yapılanmalar aynı zamanda kendi içlerinde kırılgan bir nitelik de taşır. Çünkü bu tür yapılanmalar, tek adam ya da grubun iktidarına dayanmaktadır ve yapının başındakinin ortadan kalkması tüm sistemin etkilenmesine yol açmaktadır. Filistin siyaseti için de aynı durumun söz konusu olduğu söylenebilir. Arafat’ın ölümü, Filistin’de ciddi bir boşluk yaratmış ve Arafat sonrası senaryoların yoğun bir şekilde tartışılmasını da beraberinde getirmiştir.
FKÖ, yapısal olarak birçok alt örgütü içinde barındırmaktadır. FKÖ’nün en önemli ve güçlü örgütü ise, Yaser Arafat tarafından kurulan Fetih grubudur. Filistin Yönetimi’nde liderlik ve bürokrasi Fetih grubunun elindedir. Dolayısıyla, Arafat sonrası dönemde Filistin’in iç ve dış politikalarının belirlenmesinde bu grup etkili olacaktır. Fetih’i de kendi içinde bir bütün olarak algılamamak gerekmektedir. Bu grup içinde de, genç nesil-yaşlı nesil, radikal-ılımlı olarak ifade edilen kesimler arasında bir rekabet yaşanmaktadır.
Fetih grubu içindeki temel çelişki yaşlı nesil-genç nesil olarak adlandırılan kesimler arasındadır. Yaşlı nesil, Filistin Yönetimi içinde güç merkezlerini elinde bulundurmaktadır. Devlet başkanlığı ile beraber, silahlı güçlerin, güvenlik birimlerinin ve bakanlıkların başında bu kesimden gelen kişiler bulunmakta ve dolayısıyla Filistin politikasında belirleyici olmaktadırlar.
Yaşlı nesil-genç nesil ayrımı, esasen Eylül 2000’de başlayan İkinci İntifada hareketiyle derinleşmeye ve Arafat için tehlike oluşturur bir noktaya gelmeye başlamıştır. İkinci İntifada hareketi, bir yandan Filistin Yönetimi’nin zayıflamasına ve meşruiyet zemininin azalmasına neden olurken, diğer taraftan milliyetçi blokta iç bölünmelerin ortaya çıkmasıyla sonuçlanmıştır. Oluşan boşluk da, özellikle Hamas gibi radikal İslamcı örgütler tarafından doldurulmuştur.[3] Fetih’in genç nesli, 2000 İntifadasını Filistin siyasal sistemini kendi doğrultusunda etkilemek için kullanmıştır. Bu süreçte İsrail’e yönelik silahlı eylemler halk içindeki desteklerinin artmasına, yaşlı nesle karşı konumlarını güçlendirmelerine ve bağımsız silahlı gruplar kurmalarına fırsat sağlamıştır. Bu grup aynı zamanda İslamcılarla da ittifak içine girmiş ve zengin şehirli tüccar sınıfına karşılık fakir kesimin desteğini arkasına almıştır.[4] Buna ek olarak, Filistin Yönetimi içinde ortaya çıkan rüşvetle ilgili iddialar Arafat ve yaşlı neslin konumunu zayıflatmıştır. İkinci İntifada öncesi, Filistin halkı içinde Fetih’in destek oranı yüzde 37 civarındayken 2004 yılında bu oran yüzde 28’lere düşmüştür.[5]
İsrail tarafından 2004 yılının başında ortaya atılan Gazze Planı da, Filistinliler tarafından büyük oranda İslamcılar ve genç neslin bir başarısı olarak görülmektedir. Dolayısıyla plan, gençlerin daha da güçlenmesine ve Filistin Yönetimi içinde yaşlı nesle karşılık açık mücadeleye girmelerine ortam sağlamıştır. Bu süreçte toplumun diğer birçok kesiminden de gelen baskılar üzerine Arafat bir dizi karar almak zorunda kalmış ve güvenlik yapılanmasına ilişkin yetkilerinin bir kısmını devretmiştir. Ancak bu süreç, yönetimde yaşlı neslin etkinliğine son vermemiş ve genç neslin siyasal karar alma süreçlerine daha aktif katılımını sağlamamıştır.[6] Dolayısıyla, bu iki kesim arasında halen devam eden bir mücadele söz konusudur ve Arafat sonrası devlet başkanlığı seçimleri ve yeni siyasî yapılanma bu çerçevede şekillenecektir.
a. Hamas’ın Konumu
Hamas’ın yükselişi, 1996 yılı ve sonrasına denk düşmesine rağmen, tıpkı genç nesil gibi etkinlikleri ve halk içindeki destek tabanları İkinci İntifada sonrasında önemli ölçüde artmıştır. Hamas ve diğer İslamcı örgütler, İsrail’e yönelik şiddet içerikli politikaları ve intihar saldırıları aracılığıyla Filistin halkının desteğini kazanmaya başlamışlardır. İslamcı örgütlerin İkinci İntifada öncesi destek oranları yüzde 17’ler civarındayken, 2004 yılında bu oran yüzde 35’lere yükselmiş durumdadır.[7]
Hamas da, özellikle Gazze Şeridi’nde artan bu halk desteğini siyasal güce dönüştürme arayışı içindedir. Hamas, Arafat sonrası dönemde muhtemelen “sadık muhalefet” rolünü üstlenecektir. Hamas, her ne kadar İsrail’i temelden reddetse ve şiddet politikalarını savunsa da, esasen Filistin Yönetimi içinde karar alma süreçlerinde daha etkin bir konuma yükselmek istemektedir. Ön planda olmaktansa geri planda kalmayı tercih edecek, ancak kararlarda ve siyasî tartışmalarda daha aktif bir konum arayışı içinde olacaktır. Hamas, hangi adayın kazanacağı konusunda da etkin olacaktır. Bu da Hamas’a seçim sonrası yapılanmada daha fazla söz sahibi olma imkanı tanıyacaktır. Bu süreç, Hamas’ın zamanla silah bırakarak, İsrail’deki radikal dinci parti Şas niteliğinde bir dinî muhalefet partisine dönüşmesiyle de sonuçlanabilir.[8] Hamas ve diğer radikal İslamcı grupların bundan önceki seçimlerde olduğu kadar bu ulusal seçimlerle de ilgilenmesi, bu grupların Filistin Yönetimi içinde daha etkin olma yönündeki isteklerini göstermektedir.
Hamas’ın, parlamentoda koltuk kazanma karşılığında silah bırakmayı kabul ettiği de belirtilmektedir.[9] Hamas, seçim kanununa ilişkin yapılan tartışmalara katılmakta ve görüşlerini sunmaktadır. Sahip olduğu halk desteğini siyasal güce dönüştürme arayışı içindedir. Bu yöndeki görüşler önemli Filistinli yazarlar tarafından da tartışılmaktadır. Davut Kuttab, bu grupların direnişin öneminden bahsetmelerine rağmen, yaptıkları açıklamaların siyasal faaliyetlere dönüş işaretleri taşıdığını ve bunun geçekleşmesi durumunda İntifadanın silahlanma döneminin sonuna şahitlik ettiğimizi belirtmektedir.[10] Hamas’ın Batı Şeria’daki üst düzey liderlerinden Şeyh Hasan Yusuf da, örgütün seçimlerde herhangi bir aday öne sürmediğini, daha çok FKÖ içinde bir grup olmak istediklerini açıkça belirtmiştir.[11] Bu ihtimalin varlığına karşılık, Hamas’ın kendi varlık nedenini oluşturan değerlerden tamamen vazgeçerek bir siyasî partiye dönüşme olasılığına yine de şüpheyle yaklaşmak gerekmektedir.
b. Seçimlere Yönelik Düşünceler
Filistin Yönetimi’nde liderlik ve bürokrasi Fetih grubunun elindedir ve 9 Ocak 2005’te gerçekleşecek devlet başkanlığı seçimlerinden sonra da bu durum muhtemelen devam edecektir. Büyük ihtimalle yetkilerin ve gücün tek elde toplandığı bir yönetimden ziyade, bunların farklı kişiler tarafından paylaşıldığı yeni bir yönetimin ortaya çıkması beklenebilir. Diğer bir ifadeyle ortak liderlik daha muhtemel gözükmektedir. Arafat, sadece Filistin Yönetimi’nin başkanlığını değil, aynı zamanda FKÖ ve Fetih’in liderliği görevlerini elinde bulunduruyordu. Muhtemelen, Arafat’ın sahip olduğu bu yetki ve görevler paylaşılacaktır.
Seçimlerde dokuz adayın yarışacağı belirtilse de sadece Mahmut Abbas isminin ön plana çıktığı söylenebilir. Mahmut Abbas yaşlı neslin öne çıkan temsilcisi ve devlet başkanlığı seçimlerinin en güçlü adayı olarak gösterilmektedir. Fetih de, devlet başkanlığı seçimlerinde adaylarının Mahmut Abbas olduğunu açıklamıştır.[12] Esasen seçimlere kayıt için son tarih olan 25 Kasım’a kadar Abbas’ın seçimleri kazanmasına kesin gözüyle bakılıyor ve sürecin daha rahat geçeceği düşünülüyordu. Ancak Mervan Barguti, daha önce Abbas’ı desteklediğini açıklamış olmasına rağmen, aday kaydının son gününde karısı aracılığıyla Abbas’a karşı resmen aday olduğunu açıklamıştır.[13] Bu da, devlet başkanlığı seçimlerini biraz daha karmaşıklaştırmış ve Abbas’ın seçilme şansını az da olsa zayıflatmıştır. Halen İsrail’de hapishanede bulunan Mervan Barguti’nin adaylığı önemliydi zira Barguti, İkinci İntifada sonrasında özellikle Batı Şeria’da halk içinde yoğun destek sağlamış ve genç neslin en önemli lideri konumunda olan biridir. Arafat’ın sağ olduğu dönemde devlet başkanlığı seçimlerine ilişkin olarak yapılan anketlerde, Arafat’tan sonra en fazla oy potansiyeline sahip isim olarak Barguti gözüküyordu.[14]
Barguti daha önce Fetih içinde bir parçalanmaya yol açmamak için Abbas’ı desteklediğini açıklamış ve aday olmamıştı. Ancak muhtemelen gelen baskılar üzerine, üyesi olduğu Fetih’in adayına karşı, bağımsız aday olarak seçimlere katılma kararı almıştır. Barguti’nin bu kararı özellikle Fetih tarafından ciddi şekilde eleştirilmiş ve Fetih’in şu anki lideri Faruk Kaddumi, Barguti’yi Fetih’ten ihraç etmekle tehdit etmiştir.[15] Benzer açıklamalar Filistin Dışişleri Bakanı Nebil Şaat tarafından da gelmiş ve “Fetih, Mervan kardeşimizi, popülaritesini Mahmut Abbas kardeşimizi desteklemek için kullanmaya çağırıyor” ifadelerini kullanmıştır.[16] Esasen yapılan bu üst düzey açıklamalar Barguti’nin adaylığının ciddiye alındığını ve bu adaylığın Fetih içinde bir parçalanmaya yol açmasından duyulan kaygıyı yansıtmaktadır. Bu açıklamaları takiben Barguti yeniden karar değiştirerek adaylıktan çekilmiş ve seçimde Mahmut Abbas’ı destekleyeceğini belirtmiştir.[17]
Barguti’nin seçimler öncesinde kısa zaman içinde böyle çelişkili kararlar alması hem Fetih içinde hem de halk tabanındaki prestijini etkileyecektir. Her ne kadar adaylığını destekleyen kimseler olsa da, Fetih’in adayına karşı aday olduğunu açıklaması bu grup içinde bazı kendi yandaşları tarafından bile tepkiyle karşılanmıştı. Bunun yanında kısa süreler içinde böylesi farklı kararlar alması halk içinde de hoş karşılanmayacaktır. Esasen Barguti’nin adaylığını açıklaması, yaşlı nesil-genç nesil çatışmasının bir sonucu olarak görülebilir. Hatta Barguti’nin adaylığının gerçek olmaktan ziyade, sembolik bir nitelik taşıdığı düşüncesi de bulunmaktadır. Buna göre Barguti zaten seçimlere girmeyecekti. Genç nesil, seçimler sonrası siyasal yapılanmada daha fazla söz sahibi olabilmek için ellerini güçlendirmek ve bir pazarlık aracı olarak kullanabilmek için Barguti’nin adaylığını öne sürmüştü.[18]
Barguti her ne kadar halk tabanında daha yoğun bir desteğe sahip olsa da, eğer aday olsaydı Abbas’ın seçimleri kazanma olasılığı yine de daha yüksekti. Bunda birkaç unsurun etkili olduğu söylenebilir. Abbas, öncelikle Filistin’de hakim kesimlerin desteğini arkasına almış durumdadır. Bunun da ötesinde, Abbas’ın şansını artıran bir diğer neden uluslararası toplulukta sahip olduğu güvenirlik ve itibardır. Abbas, ABD ve bunun dışında birçok Avrupa ülkesi tarafından kabul görmekte ve desteklenmektedir. ABD Başkanı George W. Bush ve İngiltere Başbakanı Tony Blair, Abbas’ı “Filistin’de demokrasinin habercisi ve yol haritasının garantörü” olarak tanımlamışlardır.[19] Bunun yanında, Abbas’ın bölge devletlerinin de desteğini alması beklenebilir. Mahmut Abbas, Filistin Başbakanı Ahmet Kurey ile birlikte Aralık ayı başında, temaslarda bulunmak üzere Suriye'ye gitmiştir. Suriye’nin ardından Kuveyt’e giderek, 1990 Körfez Savaşı’nda dönemin Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’i desteklemelerinden dolayı Kuveyt’ten özür dilemiştir.[20] Bölge devletlerinin desteğini sağlamak ve ilişkilerini geliştirmek için atılan bu adımları takiben, Abbas’ın Körfez turuna çıkması ve bu kapsamda, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman ve Katar'ı da ziyaret etmesi beklenmektedir.[21] Bütün bunlar, Abbas’ı uluslararası toplulukta daha kabul edilir bir lider konumuna sokmaktadır. Buna karşılık, Barguti’nin en büyük dezavantajı ulusal düzeyde yeterli desteğe, güvenirliğe ve itibara sahip olmamasıdır. Bu durum, uluslararası düzeyde de geçerlidir. Bu, onların İsrail’le masaya oturma gücünü de sınırlamaktadır. İsrail Başbakanı Ariel Şaron 28 Kasım 2004 tarihli Newsweek dergisinde yayımlanan röportajında yeni Filistin yönetimiyle, Gazze’den Çekilme Planı konusunda her türlü işbirliğine hazır olduğunu açıklamıştır. Bu da İsrail’in, Mahmut Abbas’la daha kolay görüşme masasına oturacağını göstermekte ve dolayısıyla şansının artmasına neden olmaktadır. Abbas’a yönelik bu bakışa karşılık İsrail, Mervan Barguti’yi “terörist” olarak tanımlamakta ve hapishaneden çıkmasına kesinlikle izin vermeyeceğini belirtmektedir. Dolayısıyla Barguti aday olsa da seçilme şansı bulunmuyordu. Seçimlerde Fetih’in belirlediği aday olan Mahmut Abbas’ın kazanması büyük olasılıktır. Hatta Barry Rubin daha da ileri giderek, Filistin’de Arafat sonrasında gerçekleşecek seçimleri, Fetih tarafından gösterilecek adayın, yani Mahmut Abbas’ın, onaylanması için yapılacak bir plebisit olarak yorumlamaktadır.[22] Ancak hangi aday seçilirse seçilsin, Filistin hareketi içinde Arafat’ın sahip olduğu meşruiyet düzeyine sahip başka herhangi bir lider adayı bulunmamaktadır.
Mahmut Abbas, politik açıdan nispeten güçlü konumuna karşılık Filistin halkı içinde ciddi bir tabana sahip değildir ve bu nedenle seçilebilmesi için birçok farklı grubun desteğini alması gerekmektedir.[23] Farklı kesimlerin desteğini alabilmek için de, bunlara yeni yönetimde daha fazla yer açması gerekmektedir. Bu da seçim sonrası süreçte, mevcut iktidar yapılanmasından farklı olarak, daha değişik grupların etkin konuma yükselmesine neden olabilir. Abbas’ın seçimleri kazanabilmesi için genç neslin de desteğini sağlaması gerekmektedir. Bu da, yeni yönetimde bu kesime karar alma süreçlerinde ve siyasal sistemde daha fazla yetki verilmesiyle sağlanabilir. Bunun gerçekleşeceğini varsayarsak, seçim sonrası süreçte hükümette ve diğer önemli noktalarda genç neslin ve belki de radikal İslamcıların temsilcilerine daha çok rastlanabilecektir.
Abbas bu çerçevede, Filistin içinde farklı gruplarla bir araya gelmektedir. Abbas, milliyetçi ve İslamcı gruplarla görüşmeler yapılacağını, bir cephe oluşturulmaya çalışıldığını ve güvenlik ortamı sağlanmasına çaba gösterildiğini belirtmektedir.[24] Bu kesimlerin desteğini kazanmak amacıyla Filistin Yasama Konseyi, Fetih içinden genç liderlere yol açacak, küçük partilere temsil konusunda daha fazla olanak sağlayacak yeni bir seçim yasası hazırlanması konusunda çalışmaktadır. Filistin Yasama Konseyi tarafından sunulan değişikliklerle, Konsey’de yaşlı nesil politikacıların tekeline son verileceği, yaş ortalamasının düşürüleceği ve temsil tabanının genişletileceği söylenmektedir.[25] Tüm bu çalışmalar, gelen baskılar nedeniyle ve iktidar değişiminin sorunsuz yaşanması amacıyla atılan adımlar olarak değerlendirilebilir.
Arafat’ın ölümü Filistinliler içinde Fetih’e yönelik desteğin artmasına neden olmuştur. sivil halkta, gerçekçi çözümlerin ön plana çıkarılması gerektiği yönünde bir görüş belirmeye başlamıştır. Bu da, Fetih’e yönelik desteğin artmasına neden olmuştur. Bu yöndeki ilk gelişme, Nablus’da An-Najah Üniversitesi’nde gerçekleştirilen öğrenci seçimlerinde sekiz yıldır ilk kez İslamcılara karşı Fetih’in seçimleri kazanması olmuştur. Bu seçimlerde ortaya çıkan durumun, Aralık ayındaki belediye seçimleri ve Ocak 2005’teki devlet başkanlığı seçimleri için de bir gösterge olduğu belirtilmektedir.[26]
Filistin’de Arafat’ın ölümü sonrası liderlik mücadelesinde İsrail’in uygulayacağı politikalar da diğer unsurlarla beraber etkili olacaktır. Ilımlı olarak bilinen Mahmut Abbas’ın Filistin liderliğine getirilmesi, İsrail’in çıkarları açısından daha rasyonel gözükmektedir. Abbas’ın liderliğinin İsrail’in çıkarına olduğu düşünülürse, İsrail bundan sonraki süreçte, Abbas’ı rahatlatacak ve Filistin içinde meşruiyetinin ve destek tabanının artmasını sağlayacak politikalar izleyebilecektir. Öncelikle Filistin’e yönelik askerî operasyonlara bir süre ara verebilir ve sivil halka zarar vermekten kaçınabilir. İsrail, Gazze’den tek taraflı çekilme planında da yeni Filistin Yönetimi’yle işbirliği yapabileceğini açıklamıştır.[27] İsrail’in böyle bir işbirliğine girişmesi Abbas’ın meşruiyetini artıracaktır. İsrail, açık bir biçimde Abbas’ı desteklemeyecektir. Zira böyle bir tutum, Filistin halkında Abbas’a olan güveni azaltacaktır.
Abbas’ın başa geçmesi İsrail’in çıkarınaysa da, bu süreçte önemli engeller bulunmaktadır. FKÖ lideri Abbas’ın 12 Kasım 2004 günü, Yaser Arafat için kurulan taziye çadırını ziyareti sırasında açılan ateş sonucunda iki koruması öldürülmüştür.[28] Bu eylem, FKÖ içinde Abbas’ın liderliğine karşı çıkan bazı silahlı gruplar tarafından gerçekleştirilmiştir. FKÖ içindeki radikal kesim olarak adlandırılabilecek bu gruplar Abbas’ın devlet başkanlığının önündeki engellerden biridir. Saldırı, bu doğrultuda mesaj içeren bir eylemdir. Abbas’a karşı olan gruplar, kontrolün ve gücün kendilerinde olduğu mesajını vermeye çalışmışlardır. Abbas’ın liderliğinin engellenememesi durumunda, FKÖ içinde muhalefet eden bu kesimlerle bazı çatışmalar ya da bazı parçalanmalar ortaya çıkabilir. Özellikle İsrail askerî istihbaratı tarafından gündeme getirilen bir diğer olasılık, her ne kadar zayıf bir ihtimal de olsa, Filistinli gruplar arasındaki çatışmanın çözümlenemeyerek bir iç savaşa dönüşmesidir.[29]
Abbas’ın karşılaşacağı bir diğer zorluk ise, çok parçalı Filistinli silahlı grupları tek bir çatı altında toplamak olacaktır. Arafat zamanında dahi kontrolü zor sağlanan bu gruplar, Filistin’de güvenliğin sağlanması yönünde en büyük tehdidi oluşturacaktır. İsrail tarafından da istenen bu yapılanma yönünde ilk adımlar atılmaya başlanmış ve Gazze’de halkın da rahatsız olduğu bir güvenlik birimi dağıtılmıştır. Fetih grubu, bir iç çatışmanın engellenmesi ve karar alma sürecinin merkezileşmesi için silahlı grupların birleştirilmesine çalışıldığını açıklamıştır.[30]
Filistin’de 9 Ocak 2005 tarihinde gerçekleştirilmesi planlanan seçimler, Filistin Yönetimi’nin halk içindeki meşruiyet zeminini güçlendirecektir. İkinci olarak genç neslin yönetime daha aktif katılımına yol açacaktır. Genç nesil ve onunla beraber Hamas, halk içinde sahip olduğu desteği siyasal güce dönüştürme imkanına kavuşacaktır. Bu da, yeni Filistin Yönetimi’ne ulusal güvenlik adına bazı siyasal riskleri alma gücü sağlayacak ve silahlı grupların silahsızlandırılması ve tüm silahlı güçlerin tek bir merkezde birleştirilebilmesi için fırsat yaratacaktır. Son olarak seçimler, demokratik ilkelerin sınırlı da olsa kurumsallaşmasını ve Filistin siyasal sisteminin güvenirliğinin artmasını sağlayacaktır.[31] Bundan sonra, Arafat döneminde olduğu gibi “ tek kişi” yönetiminin ortaya çıkmasının zor olduğu söylenebilir.
Arafat’ın yokluğu, Filistin’de kurumlara ve demokratik süreçlere güç kazandıracaktır.[32] Ancak bu, Arafat sonrasında Filistin’de ciddi bir demokratik değişim beklentisi doğurmamalıdır. Filistin’de kurulan siyasal yapı demokratik ilkeler temelinde oluşturulmamıştır ve kısa sürede değişmesi beklenmemelidir. Filistin’in siyasal ve ekonomik yaşamını kontrol eden kesimlerin,[33] ülkede demokratik siyasal süreçlerin ortaya çıkmasına engel olması beklenebilir. Ayrıca Filistin’in ekonomik yapılanması otoriter kurumsallaşmaya imkan tanımaktadır. Filistin Yönetimi’nin gelirlerinin büyük bölümü, vatandaşlarından sağladığı vergilerden değil, İsrail’de çalışan Filistinlilerden toplanan vergileri İsrail’in Filistin Yönetimi’ne aktarmasıyla elde edilmektedir. Filistin Yönetimi, bu paraların dağıtımı konusunda tek yetkili konumdadır. Gelirlerin büyük oranda İsrail’den gelmesi, içerde herhangi bir kişi ya da kesimin siyasal sistemde söz hakkını engellerken, gelirlerin tek elde toplanması ve dağıtımında tek sorumlunun bulunması siyasal güçle beraber ekonomik gücü de yönetimin eline bırakmaktadır. Bu yapılanma da, demokratik kurumsallaşmanın önündeki en önemli engeli oluşturmaktadır.[34] Ayrıca Arafat’ın mirası olarak kabul edebileceğimiz Filistin örgütlerinin düzensizliği de, her ne kadar bazı adımlar atılmaya çalışılsa da, varlığını sürdürecektir. Bu da, şiddetin durdurulması, muhaliflerin kontrol edilmesi ve devlet yönetiminin işleyişini engelleyecek bir unsurdur.[35]
Demokratikleşme bağlamında en büyük “tehdit” genç nesilden gelecektir. Filistin’de sivil toplumun oluşturulması alanında yapılan tüm faaliyetlerde etkin olan bu grup, demokrasinin ve insan haklarının da ateşli savunucularındandır.[36] Bu kesimin yeni yapılanmada daha güçlü bir konuma yükseleceği düşünülürse demokratikleşme alanında bazı gelişmeler yaşanabilir. Ancak yukarıda sayılan yapısal zorluklar nedeniyle sınırlı adımların atılması daha muhtemeldir.
Orta Doğu’da eski denklemler ve parametreler her geçen gün değişmektedir. Soğuk Savaş koşullarında oluşan, fakat 1990’larda da etkinliğini koruyan unsurlar 11 Eylül sonrası başlayan değişim süreciyle, birer birer ortadan kalkmakta ve yerlerini yeni belirleyicilere bırakmaktadır. Bu çerçevede, Yaser Arafat’ın ölümüyle beraber Arap dünyasının içinde bulunduğu değişim rüzgarı, hem Filistin’i hem de Barış Sürecini etkileyecektir.
Filistin lideri Yaser Arafat’ın 11 Kasım 2004 günü gerçekleşen ölümü, sadece Filistin’de değil Orta Doğu’nun tamamında yeni bir dönemin başlangıcı anlamına gelmektedir. Arafat, 30 yılı aşkın bir süredir dünyada Filistin davasının sembolü durumundaydı. Arafat’ın bu konumu, ölümünün gerek Filistin içindeki gerek Barış Süreci’ne ilişkin olası etkilerinin tartışılması zorunluluğunu doğurmaktadır. Makalenin birinci kısmında, Arafat’ın ölümünün Filistin politikasında doğuracağı olası etkiler ele alınacaktır. Bu bölümde Arafat’ın konumu belirlendikten sonra, yeni siyasî süreçte etkin olacak güç merkezleri saptanmaya çalışılacaktır. Bu saptamalar ışığında 9 Ocak 2005 tarihinde gerçekleşecek devlet başkanlığı seçimlerine ilişkin düşünceler ve demokratikleşme olasılıkları ele alınacaktır. İkinci kısımda ise, Arafat’ın ölümünden sonra genel olarak Orta Doğu Barış Süreci’nin geleceği ve taraflar açısından kısa ve uzun vadeli stratejik ve taktik adımlar anlatılmaya çalışılacaktır.
1. Arafat Sonrası Filistin Politikası
Arafat da diğer birçok Arap lider gibi, yönetimde güç paylaşımını kabullenmemiş ve bir anlamda Filistin hareketi içinde bir “ikinci adam”ın ortaya çıkmasını engellemiş bir liderdir. Bu tür yapılanmalarda, liderin ortadan kalkması normalden çok daha derin etkiler yapmakta, belirsizliği ve güç/iktidar mücadelesini gündeme getirmektedir. Arafat, geniş çaplı kurumsal bir ağ aracılığıyla tüm otoriteyi kendi kişiliğinde birleştirmiştir. Bu yapılanmayı kendi liderlik ve yönetim anlayışı çerçevesinde kullanmıştır. Onun ayakta kalmasını sağlayan ve Filistin politikasını kontrol etmesine imkan veren üç temel kurum bulunmaktadır. Bunlar; Filistin Yönetimi, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve Fetih’dir [1]. Arafat ölümünden önce Filistin politikalarının belirleyicisi konumundaki bu üç kurumun da başında bulunuyordu. Barry Rubin, Arafat sonrası Filistin’e ilişkin çalışmasında, Arafat’ın Filistin politikasındaki konumunu şu şekilde ifade etmektedir: “Filistin Yönetimi daima bir adamın kontrolü altında olmuştur. Arafat’ın uzun yıllar Filistin’in lideri olarak kalmasının nedeni, hareketin bilinen tek yöneticisi olarak uzun süre bulunması, iç politikadaki hakimiyeti, dünya tarafından tanınması ve uygun bir alternatifinin olmamasıdır. Yaser Arafat bir anlamda Filistin siyaseti demektir. Bu konumu nedeniyle Filistin politikası üzerinde tam bir hakimiyete sahiptir.” [2] Rubin’in bu tespitleri, Filistin politikasının otoriter yapılanmasını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Otoriter yapılanmalar aynı zamanda kendi içlerinde kırılgan bir nitelik de taşır. Çünkü bu tür yapılanmalar, tek adam ya da grubun iktidarına dayanmaktadır ve yapının başındakinin ortadan kalkması tüm sistemin etkilenmesine yol açmaktadır. Filistin siyaseti için de aynı durumun söz konusu olduğu söylenebilir. Arafat’ın ölümü, Filistin’de ciddi bir boşluk yaratmış ve Arafat sonrası senaryoların yoğun bir şekilde tartışılmasını da beraberinde getirmiştir.
FKÖ, yapısal olarak birçok alt örgütü içinde barındırmaktadır. FKÖ’nün en önemli ve güçlü örgütü ise, Yaser Arafat tarafından kurulan Fetih grubudur. Filistin Yönetimi’nde liderlik ve bürokrasi Fetih grubunun elindedir. Dolayısıyla, Arafat sonrası dönemde Filistin’in iç ve dış politikalarının belirlenmesinde bu grup etkili olacaktır. Fetih’i de kendi içinde bir bütün olarak algılamamak gerekmektedir. Bu grup içinde de, genç nesil-yaşlı nesil, radikal-ılımlı olarak ifade edilen kesimler arasında bir rekabet yaşanmaktadır.
Fetih grubu içindeki temel çelişki yaşlı nesil-genç nesil olarak adlandırılan kesimler arasındadır. Yaşlı nesil, Filistin Yönetimi içinde güç merkezlerini elinde bulundurmaktadır. Devlet başkanlığı ile beraber, silahlı güçlerin, güvenlik birimlerinin ve bakanlıkların başında bu kesimden gelen kişiler bulunmakta ve dolayısıyla Filistin politikasında belirleyici olmaktadırlar.
Yaşlı nesil-genç nesil ayrımı, esasen Eylül 2000’de başlayan İkinci İntifada hareketiyle derinleşmeye ve Arafat için tehlike oluşturur bir noktaya gelmeye başlamıştır. İkinci İntifada hareketi, bir yandan Filistin Yönetimi’nin zayıflamasına ve meşruiyet zemininin azalmasına neden olurken, diğer taraftan milliyetçi blokta iç bölünmelerin ortaya çıkmasıyla sonuçlanmıştır. Oluşan boşluk da, özellikle Hamas gibi radikal İslamcı örgütler tarafından doldurulmuştur.[3] Fetih’in genç nesli, 2000 İntifadasını Filistin siyasal sistemini kendi doğrultusunda etkilemek için kullanmıştır. Bu süreçte İsrail’e yönelik silahlı eylemler halk içindeki desteklerinin artmasına, yaşlı nesle karşı konumlarını güçlendirmelerine ve bağımsız silahlı gruplar kurmalarına fırsat sağlamıştır. Bu grup aynı zamanda İslamcılarla da ittifak içine girmiş ve zengin şehirli tüccar sınıfına karşılık fakir kesimin desteğini arkasına almıştır.[4] Buna ek olarak, Filistin Yönetimi içinde ortaya çıkan rüşvetle ilgili iddialar Arafat ve yaşlı neslin konumunu zayıflatmıştır. İkinci İntifada öncesi, Filistin halkı içinde Fetih’in destek oranı yüzde 37 civarındayken 2004 yılında bu oran yüzde 28’lere düşmüştür.[5]
İsrail tarafından 2004 yılının başında ortaya atılan Gazze Planı da, Filistinliler tarafından büyük oranda İslamcılar ve genç neslin bir başarısı olarak görülmektedir. Dolayısıyla plan, gençlerin daha da güçlenmesine ve Filistin Yönetimi içinde yaşlı nesle karşılık açık mücadeleye girmelerine ortam sağlamıştır. Bu süreçte toplumun diğer birçok kesiminden de gelen baskılar üzerine Arafat bir dizi karar almak zorunda kalmış ve güvenlik yapılanmasına ilişkin yetkilerinin bir kısmını devretmiştir. Ancak bu süreç, yönetimde yaşlı neslin etkinliğine son vermemiş ve genç neslin siyasal karar alma süreçlerine daha aktif katılımını sağlamamıştır.[6] Dolayısıyla, bu iki kesim arasında halen devam eden bir mücadele söz konusudur ve Arafat sonrası devlet başkanlığı seçimleri ve yeni siyasî yapılanma bu çerçevede şekillenecektir.
a. Hamas’ın Konumu
Hamas’ın yükselişi, 1996 yılı ve sonrasına denk düşmesine rağmen, tıpkı genç nesil gibi etkinlikleri ve halk içindeki destek tabanları İkinci İntifada sonrasında önemli ölçüde artmıştır. Hamas ve diğer İslamcı örgütler, İsrail’e yönelik şiddet içerikli politikaları ve intihar saldırıları aracılığıyla Filistin halkının desteğini kazanmaya başlamışlardır. İslamcı örgütlerin İkinci İntifada öncesi destek oranları yüzde 17’ler civarındayken, 2004 yılında bu oran yüzde 35’lere yükselmiş durumdadır.[7]
Hamas da, özellikle Gazze Şeridi’nde artan bu halk desteğini siyasal güce dönüştürme arayışı içindedir. Hamas, Arafat sonrası dönemde muhtemelen “sadık muhalefet” rolünü üstlenecektir. Hamas, her ne kadar İsrail’i temelden reddetse ve şiddet politikalarını savunsa da, esasen Filistin Yönetimi içinde karar alma süreçlerinde daha etkin bir konuma yükselmek istemektedir. Ön planda olmaktansa geri planda kalmayı tercih edecek, ancak kararlarda ve siyasî tartışmalarda daha aktif bir konum arayışı içinde olacaktır. Hamas, hangi adayın kazanacağı konusunda da etkin olacaktır. Bu da Hamas’a seçim sonrası yapılanmada daha fazla söz sahibi olma imkanı tanıyacaktır. Bu süreç, Hamas’ın zamanla silah bırakarak, İsrail’deki radikal dinci parti Şas niteliğinde bir dinî muhalefet partisine dönüşmesiyle de sonuçlanabilir.[8] Hamas ve diğer radikal İslamcı grupların bundan önceki seçimlerde olduğu kadar bu ulusal seçimlerle de ilgilenmesi, bu grupların Filistin Yönetimi içinde daha etkin olma yönündeki isteklerini göstermektedir.
Hamas’ın, parlamentoda koltuk kazanma karşılığında silah bırakmayı kabul ettiği de belirtilmektedir.[9] Hamas, seçim kanununa ilişkin yapılan tartışmalara katılmakta ve görüşlerini sunmaktadır. Sahip olduğu halk desteğini siyasal güce dönüştürme arayışı içindedir. Bu yöndeki görüşler önemli Filistinli yazarlar tarafından da tartışılmaktadır. Davut Kuttab, bu grupların direnişin öneminden bahsetmelerine rağmen, yaptıkları açıklamaların siyasal faaliyetlere dönüş işaretleri taşıdığını ve bunun geçekleşmesi durumunda İntifadanın silahlanma döneminin sonuna şahitlik ettiğimizi belirtmektedir.[10] Hamas’ın Batı Şeria’daki üst düzey liderlerinden Şeyh Hasan Yusuf da, örgütün seçimlerde herhangi bir aday öne sürmediğini, daha çok FKÖ içinde bir grup olmak istediklerini açıkça belirtmiştir.[11] Bu ihtimalin varlığına karşılık, Hamas’ın kendi varlık nedenini oluşturan değerlerden tamamen vazgeçerek bir siyasî partiye dönüşme olasılığına yine de şüpheyle yaklaşmak gerekmektedir.
b. Seçimlere Yönelik Düşünceler
Filistin Yönetimi’nde liderlik ve bürokrasi Fetih grubunun elindedir ve 9 Ocak 2005’te gerçekleşecek devlet başkanlığı seçimlerinden sonra da bu durum muhtemelen devam edecektir. Büyük ihtimalle yetkilerin ve gücün tek elde toplandığı bir yönetimden ziyade, bunların farklı kişiler tarafından paylaşıldığı yeni bir yönetimin ortaya çıkması beklenebilir. Diğer bir ifadeyle ortak liderlik daha muhtemel gözükmektedir. Arafat, sadece Filistin Yönetimi’nin başkanlığını değil, aynı zamanda FKÖ ve Fetih’in liderliği görevlerini elinde bulunduruyordu. Muhtemelen, Arafat’ın sahip olduğu bu yetki ve görevler paylaşılacaktır.
Seçimlerde dokuz adayın yarışacağı belirtilse de sadece Mahmut Abbas isminin ön plana çıktığı söylenebilir. Mahmut Abbas yaşlı neslin öne çıkan temsilcisi ve devlet başkanlığı seçimlerinin en güçlü adayı olarak gösterilmektedir. Fetih de, devlet başkanlığı seçimlerinde adaylarının Mahmut Abbas olduğunu açıklamıştır.[12] Esasen seçimlere kayıt için son tarih olan 25 Kasım’a kadar Abbas’ın seçimleri kazanmasına kesin gözüyle bakılıyor ve sürecin daha rahat geçeceği düşünülüyordu. Ancak Mervan Barguti, daha önce Abbas’ı desteklediğini açıklamış olmasına rağmen, aday kaydının son gününde karısı aracılığıyla Abbas’a karşı resmen aday olduğunu açıklamıştır.[13] Bu da, devlet başkanlığı seçimlerini biraz daha karmaşıklaştırmış ve Abbas’ın seçilme şansını az da olsa zayıflatmıştır. Halen İsrail’de hapishanede bulunan Mervan Barguti’nin adaylığı önemliydi zira Barguti, İkinci İntifada sonrasında özellikle Batı Şeria’da halk içinde yoğun destek sağlamış ve genç neslin en önemli lideri konumunda olan biridir. Arafat’ın sağ olduğu dönemde devlet başkanlığı seçimlerine ilişkin olarak yapılan anketlerde, Arafat’tan sonra en fazla oy potansiyeline sahip isim olarak Barguti gözüküyordu.[14]
Barguti daha önce Fetih içinde bir parçalanmaya yol açmamak için Abbas’ı desteklediğini açıklamış ve aday olmamıştı. Ancak muhtemelen gelen baskılar üzerine, üyesi olduğu Fetih’in adayına karşı, bağımsız aday olarak seçimlere katılma kararı almıştır. Barguti’nin bu kararı özellikle Fetih tarafından ciddi şekilde eleştirilmiş ve Fetih’in şu anki lideri Faruk Kaddumi, Barguti’yi Fetih’ten ihraç etmekle tehdit etmiştir.[15] Benzer açıklamalar Filistin Dışişleri Bakanı Nebil Şaat tarafından da gelmiş ve “Fetih, Mervan kardeşimizi, popülaritesini Mahmut Abbas kardeşimizi desteklemek için kullanmaya çağırıyor” ifadelerini kullanmıştır.[16] Esasen yapılan bu üst düzey açıklamalar Barguti’nin adaylığının ciddiye alındığını ve bu adaylığın Fetih içinde bir parçalanmaya yol açmasından duyulan kaygıyı yansıtmaktadır. Bu açıklamaları takiben Barguti yeniden karar değiştirerek adaylıktan çekilmiş ve seçimde Mahmut Abbas’ı destekleyeceğini belirtmiştir.[17]
Barguti’nin seçimler öncesinde kısa zaman içinde böyle çelişkili kararlar alması hem Fetih içinde hem de halk tabanındaki prestijini etkileyecektir. Her ne kadar adaylığını destekleyen kimseler olsa da, Fetih’in adayına karşı aday olduğunu açıklaması bu grup içinde bazı kendi yandaşları tarafından bile tepkiyle karşılanmıştı. Bunun yanında kısa süreler içinde böylesi farklı kararlar alması halk içinde de hoş karşılanmayacaktır. Esasen Barguti’nin adaylığını açıklaması, yaşlı nesil-genç nesil çatışmasının bir sonucu olarak görülebilir. Hatta Barguti’nin adaylığının gerçek olmaktan ziyade, sembolik bir nitelik taşıdığı düşüncesi de bulunmaktadır. Buna göre Barguti zaten seçimlere girmeyecekti. Genç nesil, seçimler sonrası siyasal yapılanmada daha fazla söz sahibi olabilmek için ellerini güçlendirmek ve bir pazarlık aracı olarak kullanabilmek için Barguti’nin adaylığını öne sürmüştü.[18]
Barguti her ne kadar halk tabanında daha yoğun bir desteğe sahip olsa da, eğer aday olsaydı Abbas’ın seçimleri kazanma olasılığı yine de daha yüksekti. Bunda birkaç unsurun etkili olduğu söylenebilir. Abbas, öncelikle Filistin’de hakim kesimlerin desteğini arkasına almış durumdadır. Bunun da ötesinde, Abbas’ın şansını artıran bir diğer neden uluslararası toplulukta sahip olduğu güvenirlik ve itibardır. Abbas, ABD ve bunun dışında birçok Avrupa ülkesi tarafından kabul görmekte ve desteklenmektedir. ABD Başkanı George W. Bush ve İngiltere Başbakanı Tony Blair, Abbas’ı “Filistin’de demokrasinin habercisi ve yol haritasının garantörü” olarak tanımlamışlardır.[19] Bunun yanında, Abbas’ın bölge devletlerinin de desteğini alması beklenebilir. Mahmut Abbas, Filistin Başbakanı Ahmet Kurey ile birlikte Aralık ayı başında, temaslarda bulunmak üzere Suriye'ye gitmiştir. Suriye’nin ardından Kuveyt’e giderek, 1990 Körfez Savaşı’nda dönemin Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin’i desteklemelerinden dolayı Kuveyt’ten özür dilemiştir.[20] Bölge devletlerinin desteğini sağlamak ve ilişkilerini geliştirmek için atılan bu adımları takiben, Abbas’ın Körfez turuna çıkması ve bu kapsamda, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Umman ve Katar'ı da ziyaret etmesi beklenmektedir.[21] Bütün bunlar, Abbas’ı uluslararası toplulukta daha kabul edilir bir lider konumuna sokmaktadır. Buna karşılık, Barguti’nin en büyük dezavantajı ulusal düzeyde yeterli desteğe, güvenirliğe ve itibara sahip olmamasıdır. Bu durum, uluslararası düzeyde de geçerlidir. Bu, onların İsrail’le masaya oturma gücünü de sınırlamaktadır. İsrail Başbakanı Ariel Şaron 28 Kasım 2004 tarihli Newsweek dergisinde yayımlanan röportajında yeni Filistin yönetimiyle, Gazze’den Çekilme Planı konusunda her türlü işbirliğine hazır olduğunu açıklamıştır. Bu da İsrail’in, Mahmut Abbas’la daha kolay görüşme masasına oturacağını göstermekte ve dolayısıyla şansının artmasına neden olmaktadır. Abbas’a yönelik bu bakışa karşılık İsrail, Mervan Barguti’yi “terörist” olarak tanımlamakta ve hapishaneden çıkmasına kesinlikle izin vermeyeceğini belirtmektedir. Dolayısıyla Barguti aday olsa da seçilme şansı bulunmuyordu. Seçimlerde Fetih’in belirlediği aday olan Mahmut Abbas’ın kazanması büyük olasılıktır. Hatta Barry Rubin daha da ileri giderek, Filistin’de Arafat sonrasında gerçekleşecek seçimleri, Fetih tarafından gösterilecek adayın, yani Mahmut Abbas’ın, onaylanması için yapılacak bir plebisit olarak yorumlamaktadır.[22] Ancak hangi aday seçilirse seçilsin, Filistin hareketi içinde Arafat’ın sahip olduğu meşruiyet düzeyine sahip başka herhangi bir lider adayı bulunmamaktadır.
Mahmut Abbas, politik açıdan nispeten güçlü konumuna karşılık Filistin halkı içinde ciddi bir tabana sahip değildir ve bu nedenle seçilebilmesi için birçok farklı grubun desteğini alması gerekmektedir.[23] Farklı kesimlerin desteğini alabilmek için de, bunlara yeni yönetimde daha fazla yer açması gerekmektedir. Bu da seçim sonrası süreçte, mevcut iktidar yapılanmasından farklı olarak, daha değişik grupların etkin konuma yükselmesine neden olabilir. Abbas’ın seçimleri kazanabilmesi için genç neslin de desteğini sağlaması gerekmektedir. Bu da, yeni yönetimde bu kesime karar alma süreçlerinde ve siyasal sistemde daha fazla yetki verilmesiyle sağlanabilir. Bunun gerçekleşeceğini varsayarsak, seçim sonrası süreçte hükümette ve diğer önemli noktalarda genç neslin ve belki de radikal İslamcıların temsilcilerine daha çok rastlanabilecektir.
Abbas bu çerçevede, Filistin içinde farklı gruplarla bir araya gelmektedir. Abbas, milliyetçi ve İslamcı gruplarla görüşmeler yapılacağını, bir cephe oluşturulmaya çalışıldığını ve güvenlik ortamı sağlanmasına çaba gösterildiğini belirtmektedir.[24] Bu kesimlerin desteğini kazanmak amacıyla Filistin Yasama Konseyi, Fetih içinden genç liderlere yol açacak, küçük partilere temsil konusunda daha fazla olanak sağlayacak yeni bir seçim yasası hazırlanması konusunda çalışmaktadır. Filistin Yasama Konseyi tarafından sunulan değişikliklerle, Konsey’de yaşlı nesil politikacıların tekeline son verileceği, yaş ortalamasının düşürüleceği ve temsil tabanının genişletileceği söylenmektedir.[25] Tüm bu çalışmalar, gelen baskılar nedeniyle ve iktidar değişiminin sorunsuz yaşanması amacıyla atılan adımlar olarak değerlendirilebilir.
Arafat’ın ölümü Filistinliler içinde Fetih’e yönelik desteğin artmasına neden olmuştur. sivil halkta, gerçekçi çözümlerin ön plana çıkarılması gerektiği yönünde bir görüş belirmeye başlamıştır. Bu da, Fetih’e yönelik desteğin artmasına neden olmuştur. Bu yöndeki ilk gelişme, Nablus’da An-Najah Üniversitesi’nde gerçekleştirilen öğrenci seçimlerinde sekiz yıldır ilk kez İslamcılara karşı Fetih’in seçimleri kazanması olmuştur. Bu seçimlerde ortaya çıkan durumun, Aralık ayındaki belediye seçimleri ve Ocak 2005’teki devlet başkanlığı seçimleri için de bir gösterge olduğu belirtilmektedir.[26]
Filistin’de Arafat’ın ölümü sonrası liderlik mücadelesinde İsrail’in uygulayacağı politikalar da diğer unsurlarla beraber etkili olacaktır. Ilımlı olarak bilinen Mahmut Abbas’ın Filistin liderliğine getirilmesi, İsrail’in çıkarları açısından daha rasyonel gözükmektedir. Abbas’ın liderliğinin İsrail’in çıkarına olduğu düşünülürse, İsrail bundan sonraki süreçte, Abbas’ı rahatlatacak ve Filistin içinde meşruiyetinin ve destek tabanının artmasını sağlayacak politikalar izleyebilecektir. Öncelikle Filistin’e yönelik askerî operasyonlara bir süre ara verebilir ve sivil halka zarar vermekten kaçınabilir. İsrail, Gazze’den tek taraflı çekilme planında da yeni Filistin Yönetimi’yle işbirliği yapabileceğini açıklamıştır.[27] İsrail’in böyle bir işbirliğine girişmesi Abbas’ın meşruiyetini artıracaktır. İsrail, açık bir biçimde Abbas’ı desteklemeyecektir. Zira böyle bir tutum, Filistin halkında Abbas’a olan güveni azaltacaktır.
Abbas’ın başa geçmesi İsrail’in çıkarınaysa da, bu süreçte önemli engeller bulunmaktadır. FKÖ lideri Abbas’ın 12 Kasım 2004 günü, Yaser Arafat için kurulan taziye çadırını ziyareti sırasında açılan ateş sonucunda iki koruması öldürülmüştür.[28] Bu eylem, FKÖ içinde Abbas’ın liderliğine karşı çıkan bazı silahlı gruplar tarafından gerçekleştirilmiştir. FKÖ içindeki radikal kesim olarak adlandırılabilecek bu gruplar Abbas’ın devlet başkanlığının önündeki engellerden biridir. Saldırı, bu doğrultuda mesaj içeren bir eylemdir. Abbas’a karşı olan gruplar, kontrolün ve gücün kendilerinde olduğu mesajını vermeye çalışmışlardır. Abbas’ın liderliğinin engellenememesi durumunda, FKÖ içinde muhalefet eden bu kesimlerle bazı çatışmalar ya da bazı parçalanmalar ortaya çıkabilir. Özellikle İsrail askerî istihbaratı tarafından gündeme getirilen bir diğer olasılık, her ne kadar zayıf bir ihtimal de olsa, Filistinli gruplar arasındaki çatışmanın çözümlenemeyerek bir iç savaşa dönüşmesidir.[29]
Abbas’ın karşılaşacağı bir diğer zorluk ise, çok parçalı Filistinli silahlı grupları tek bir çatı altında toplamak olacaktır. Arafat zamanında dahi kontrolü zor sağlanan bu gruplar, Filistin’de güvenliğin sağlanması yönünde en büyük tehdidi oluşturacaktır. İsrail tarafından da istenen bu yapılanma yönünde ilk adımlar atılmaya başlanmış ve Gazze’de halkın da rahatsız olduğu bir güvenlik birimi dağıtılmıştır. Fetih grubu, bir iç çatışmanın engellenmesi ve karar alma sürecinin merkezileşmesi için silahlı grupların birleştirilmesine çalışıldığını açıklamıştır.[30]
Filistin’de 9 Ocak 2005 tarihinde gerçekleştirilmesi planlanan seçimler, Filistin Yönetimi’nin halk içindeki meşruiyet zeminini güçlendirecektir. İkinci olarak genç neslin yönetime daha aktif katılımına yol açacaktır. Genç nesil ve onunla beraber Hamas, halk içinde sahip olduğu desteği siyasal güce dönüştürme imkanına kavuşacaktır. Bu da, yeni Filistin Yönetimi’ne ulusal güvenlik adına bazı siyasal riskleri alma gücü sağlayacak ve silahlı grupların silahsızlandırılması ve tüm silahlı güçlerin tek bir merkezde birleştirilebilmesi için fırsat yaratacaktır. Son olarak seçimler, demokratik ilkelerin sınırlı da olsa kurumsallaşmasını ve Filistin siyasal sisteminin güvenirliğinin artmasını sağlayacaktır.[31] Bundan sonra, Arafat döneminde olduğu gibi “ tek kişi” yönetiminin ortaya çıkmasının zor olduğu söylenebilir.
Arafat’ın yokluğu, Filistin’de kurumlara ve demokratik süreçlere güç kazandıracaktır.[32] Ancak bu, Arafat sonrasında Filistin’de ciddi bir demokratik değişim beklentisi doğurmamalıdır. Filistin’de kurulan siyasal yapı demokratik ilkeler temelinde oluşturulmamıştır ve kısa sürede değişmesi beklenmemelidir. Filistin’in siyasal ve ekonomik yaşamını kontrol eden kesimlerin,[33] ülkede demokratik siyasal süreçlerin ortaya çıkmasına engel olması beklenebilir. Ayrıca Filistin’in ekonomik yapılanması otoriter kurumsallaşmaya imkan tanımaktadır. Filistin Yönetimi’nin gelirlerinin büyük bölümü, vatandaşlarından sağladığı vergilerden değil, İsrail’de çalışan Filistinlilerden toplanan vergileri İsrail’in Filistin Yönetimi’ne aktarmasıyla elde edilmektedir. Filistin Yönetimi, bu paraların dağıtımı konusunda tek yetkili konumdadır. Gelirlerin büyük oranda İsrail’den gelmesi, içerde herhangi bir kişi ya da kesimin siyasal sistemde söz hakkını engellerken, gelirlerin tek elde toplanması ve dağıtımında tek sorumlunun bulunması siyasal güçle beraber ekonomik gücü de yönetimin eline bırakmaktadır. Bu yapılanma da, demokratik kurumsallaşmanın önündeki en önemli engeli oluşturmaktadır.[34] Ayrıca Arafat’ın mirası olarak kabul edebileceğimiz Filistin örgütlerinin düzensizliği de, her ne kadar bazı adımlar atılmaya çalışılsa da, varlığını sürdürecektir. Bu da, şiddetin durdurulması, muhaliflerin kontrol edilmesi ve devlet yönetiminin işleyişini engelleyecek bir unsurdur.[35]
Demokratikleşme bağlamında en büyük “tehdit” genç nesilden gelecektir. Filistin’de sivil toplumun oluşturulması alanında yapılan tüm faaliyetlerde etkin olan bu grup, demokrasinin ve insan haklarının da ateşli savunucularındandır.[36] Bu kesimin yeni yapılanmada daha güçlü bir konuma yükseleceği düşünülürse demokratikleşme alanında bazı gelişmeler yaşanabilir. Ancak yukarıda sayılan yapısal zorluklar nedeniyle sınırlı adımların atılması daha muhtemeldir.
* ASAM Orta Doğu Araştırmaları Masası
[1] Amjad Atallah, “Palestinian Politics After Arafat: What’s Next”, The Brookings Institution, Saban Center/Brookings Briefing, Washington, 11 Kasım 2004. (Brookings Institution’da düzenlenen panelin tam metnine, http://www.brookings.edu/dybdocroot/comm/events/20041111.pdf. adresinden ulaşabilirsiniz)
[2] Barry Rubin, “Arafat’tan Sonra Hayat Var mı?”, Burcu Değirmen (ter.), Avrasya Dosyası, Cilt 9 Sayı 4, İlkbahar 2003, ss. 146-158.
[3] Khalil Shikaki, “The Future of Palestine”, Foreign Affairs, Cilt 83 Sayı 6, Kasım/Aralık 2004. (Yazı internet ortamından temin edildiği için sayfa numaraları verilememektedir. Yazının tam metnine, http://www.foreignaffairs.org/20041101faessay83605/khalil-shikaki/the-future-of-palestine.html?mode=print, adresinden ulaşabilirsiniz)
[4] Shikaki.
[5] Shikaki.
[6] Shikaki.
[7] Shikaki.
[8] Atallah.
[9] Shikaki.
[10] Hamas’ın bir terör örgütünden siyasal partiye dönüşmesi olasılığına ilişkin olasılıklar, Stratejik Analiz’in 52. sayısında “Hedefteki Örgüt Hamas” başlığı altında yayımlanan çalışmada tartışılmıştır.
[11] “Hamas Leader Signals Group Has Halted Attacks on Israelis”, The Daily Star, 30 Kasım 2004.
[12] “El Fetih’in Adayı Mahmut Abbas”, NTVMSNBC, 23 Kasım 2004, http://www.ntvmsnbc.com/news/297304.asp.
[13] “Barguti Filistin Seçimlerinde Aday”, NTVMSNBC, 25 Kasım 2004, http://www.ntvmsnbc.com/news/297847.asp.
[14] “Abbas Gets Boost in Bid for Palestinian Presidency”, Bloomberg internet sitesi, http://www.bloomberg.com/apps/news?pid=10000087&sid=ajZoRgRtVlYo&refer=top_world_news, 26 Kasım 2004.
[15] “Kaddumi'den Barguti'ye Tehdit”, Anadolu Ajansı, 6 Aralık 2004.
[16] “Nebil Şaat, Barguti'ye Seçimlerden Çekilme ve Abbas'ı Destekleme Çağrısında Bulundu"”, Agence France Press (Byegm), 6 Aralık 2004.
[17] “Mervan Barguti Çekilme Kararı Aldı”, NTVMSNBC, 12 Aralık 2004, http://www.ntvmsnbc.com/news/300475.asp.
[18] David Makovsky, “Post-Arafat Transition: Upcoming Palestinian Elections”, The Washington Institute, Peacewatch Sayı 482, 19 Kasım 2004, http://www.washingtoninstitute.org/watch/peacewatch/peacewatch2004/482.htm.
[19] “Everybody Loves Abbas-Except Palestinians”, DEBKAfile internet sitesi, 22 Kasım 2004, http://www.debka.com/article.php?aid=94.
[20] “Saddam’ı Desteklediğimiz İçin Özür Dileriz”, NTVMSNBC, 12 Aralık 2004, http://www.ntvmsnbc.com/news/300449.asp.
[21] “Abbas ve Kurey Bugün Şam’da”, Yeni Şafak, 6 Aralık 2004, http://www.yenisafak.com/d02.html.
[22] Rubin, s. 154.
[23] Gleen E. Robinson, “Palestine After Arafat”, The Washington Quarterly, Kış 2000, s. 79.
[24] “Abbas to Meet Hamas Chief in Syria”, Xinhuanet, 5 Aralık 2004, http://news.xinhuanet.com/english/2004-12/05/content_2297186.htm.
[25] Lamia Lahoud, “Fatah Wins An-Najah University Elections”, Jerusalem Post, 30 Kasım 2004.
[26] Lamia Lahoud, “Fatah Wins An-Najah University Elections”, Jerusalem Post, 30 Kasım 2004.
[27] “İsrail Filistin’le Pazarlık Hazırlığında”, NTVMSNBC, 16 Kasım 2004, http://www.ntvmsnbc.com/news/296261.asp.
[28] “Mahmut Abbas’a Kanlı Protesto”, NTVMSNBC, 14 Kasım 2004, http://www.ntvmsnbc.com/news/296108.asp.
[29] “Military Intelligence Rules Out Civil War if Arafat Dies”, Haaretz, 2 Kasım 2004.
[30] “Palestinians Disband Gaza Security Force”, Reuters, 28 Kasım 2004.
[31] Shikaki.
[32] Davut Kuttab, “Post-Arafat Scene”, http://www.daoudkuttab.com, 19 Kasım 2004.
[33] Gleen E. Robinson güvenlik güçleri, devlet bürokrasisi, Fetih grubu ve Filistinli zengin toprak sahipleri olarak sınıflandırdığı bu grupları “Dörtlü Çete” olarak adlandırmaktadır.
[34] Robinson, s. 88.
[35] Rubin, s. 148.
[36] Robinson, s. 89.
No comments:
Post a Comment