Oytun Orhan*
Türkiye Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün 3-5 Ocak 2005 tarihleri arasında İsrail ve ardından Filistin’e gerçekleştirdiği ziyaretler, birkaç açıdan önem taşımaktadır. AKP’nin iktidara gelmesinden bu yana ilk üst düzey ziyaret olması ve son bir yıl içinde, Türkiye-İsrail ilişkilerinde nispi bir gerginliğin yaşandığı bir dönemde gerçekleşiyor olması ziyaretin önemini artırmaktadır. Bunun yanında, Arafat’ın ölümü sonrasında yeni Filistin liderinin belirlendiği seçimlerden hemen önce gerçekleşmiş olması da bu önemi artıran bir diğer etkendi. Ziyaretin Türk dış politikasındaki yeni sürece, açılıma da örnek teşkil etmesi açısından bir gösterge oluşturduğu düşünülebilir.
2004 yılının ilk yarısında, İsrail’in HAMAS’ın liderlerine yönelik suikast eylemleri ve daha sonra Refah mülteci kampına düzenlediği ve birçok sivil Filistinlinin zarar gördüğü operasyon sonrasında Türkiye’nin bu olayları sert bir şekilde kınamasıyla Türkiye-İsrail ilişkileri gerilmişti. AKP’nin iktidara gelmesinden bu yana hükümetten herhangi bir üst düzey ziyaretin gerçekleşmemiş olması bu gerginliğin birçok yorumcu tarafından AKP’nin İslami kimliğiyle açıklanmasına neden olmuştu. Ancak bu gerginliğin ortaya çıkışında farklı etkenler rol oynamıştı. Öncelikle 1996 yılından iki ülke arasında askeri müttefiklik ilişkisini doğuran nedenler etkisini yavaş yavaş kaybetmekteydi. Bunlardan en önemlisi, Irak Savaşı sonrasında ortaya çıkan yeni bölgesel koşulların Türkiye’yi, Suriye ve İran gibi daha önce sorunları olan ülkelere yakınlaştırmasıdır. Daha önce İsrail ve Türkiye açısından “ortak tehdit” olarak görülen bu devletlere karşı işbirliği ortamı yavaş yavaş kalkmaya başlamıştır. Özellikle Suriye’nin PKK’ya desteğini keserek Türkiye ile işbirliği içine girmesi ve ortak bölgesel kaygılar iki ülke arasında hızlı bir gelişim sürecini doğurmuştur. Ayrıca yine Irak Savaşı sonrasında, İsrail’in uyguladığı politikalar da Türkiye’nin rahatsızlık duymasına neden olmuştur. Özellikle İsrail’in Kuzey Irak bağlamında uyguladığı iddia edilen politikalar, Türkiye’de tepkiyle karşılanmıştı. Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) konusunda yürüttüğü ilişkiler de bu süreçte etkili olmuştu. Türk dış politikasının ana hedefi konumuna yükselen AB konusu Türkiye’yi, İsrail-Filistin meselesinde AB’yle paralel bir tutum almaya itmişti. Bütün bunlara ek olarak belirleyici değil ancak hızlandırıcı faktörler olarak, her iki ülkede gerçekleşen iktidar değişikleri söylenebilir. İsrail’de Şaron hükümetinin başa geçmesiyle sertlik politikalarının yoğunluk kazanması ve Filistinlilere yönelik askeri operasyonlara hız kazandırılması, buna paralel olarak İslami değerlere bağlılığı nedeniyle Müslüman bir topluma yönelik saldırılardan rahatsızlık duyacak AKP iktidarının başa geçmesi, İsrail’in operasyonlarının Türk kamuoyunda yarattığı olumsuz etki ve “kamuoyuna dayalı dış politika”[1] olarak adlandırılabilecek bir anlayış çerçevesinde; hükümetin İsrail’i sert bir dille eleştirmesi, gerginliğin hızlanmasına ve su yüzüne çıkmasına neden olmuştu. Gül’ün ziyareti de işte bu dönemde gerçekleşiyor olması ve AKP hükümetinden ilk kez üst düzey bir ziyaret olması açısından önem taşımaktadır.
Ziyaretin Önemi
Ziyaret birkaç boyut açısından önem taşımaktadır. Öncelikle ziyaretin zamanlama açsından çok uygun bir ortamda gerçekleştiği ve bu anlamda başarılı bir gezi olduğu söylenebilir. Ziyaret, birkaç koşul nedeniyle Orta Doğu’da barış adına iyimser bir havanın doğduğu bir süreçte gerçekleşmiştir. Bunlar; Suriye’nin İsrail’le masaya oturma yönündeki istekliliği, Arafat’ın ölümü ve yeni liderliğin başa geçmesi, İsrail’de İşçi Partisi’nin koalisyona katılması, Gazze’den Çekilme Planı’nın 2005 yılı içinde hayata geçirilecek olması, uluslararası topluluğun soruna çözüm bulma yönündeki isteklilikleri ve en son olarak da Türkiye’nin AB’den müzakere tarihi almasının ardından prestijinin arttığı ve bölgesel konumunun güçlendiği bir dönem olması gibi etkenler Barış Süreci adına iyimser bir hava doğururken diğer yandan da Türkiye’nin bu süreçte daha aktif rol oynamasına izin veren koşullar olarak gözükmektedir. Dolayısıyla ziyaret zamanlama açısından başarılı olarak değerlendirilebilir.
Ziyaret öncelikle, 2004 yılı içinde ortaya çıkan gerginliğe son verme anlamında önem taşımaktadır. Hep söylenen AKP iktidarıyla beraber hiçbir üst düzey ziyaretin gerçekleşmediği yönündeki savlar da böylelikle son bulmuştur. Bu ziyaretle aradaki gerginlikleri sonlandırma imkanı doğacak, ilişkilerde nispi bir sıcaklaşma beraberinde gelecektir. Ziyaret sırasında bu bağlamda karşılıklı açıklamalar yapılmış, ilişkilerin onarılması yönünde karşılıklı güvenceler verilmiştir. Abdullah Gül “iki ülke arasındaki bağların ve dostluğun sağlamlığı”na vurgu yapmış ve “bunalım” bir anlamda aşılmıştır. Ayrıca işbirliğinin yoğunlaştırılması ve ikili ilişkilerin seviyesini yukarı taşımak konusunda da iki ülke anlaşmıştır. Her ne kadar iki ülke ilişkilerindeki bunalım aşılmış olsa da, Şaron hükümetinin AKP hükümetine çok da fazla güvenmediği düşünülebilir. AKP’nin ideolojik görüşleri Türkiye ile İsrail arasında çıkan gerginliğin nedenlerinden birini oluşturuyordu. Bazı görüşlere göre İsrail’de bazı yöneticiler AKP’nin hala kurallarına bağlı olduğuna ve içlerinden İsraillilerin elini sıkmak gelmediğine inanmaktadır.[2] Bu düşünce iki ülke arasındaki derin bağları koparmasa da bir güven sorunun oluşmasına neden olmaktadır. Bu bilinç altı da daha ileride bahsedilecek olan, Türkiye’nin Barış Süreci’nde daha etkin rol oynamasına ve arabuluculuk girişimlerine İsrail’in soğuk bakmasına neden olmaktadır.
Ziyaretin bir diğer boyutunun Irak’ın güvenliği bağlamında olduğu söylenebilir. 2004 yılı içinde yaşanan gerginliğin nedenlerinden biri de İsrail’in Kuzey Irak’ta uyguladığı iddia edilen ve Türkiye’yi rahatsız eden politikalarıydı. Bu ziyarette Türkiye’nin bu konudaki kaygıları da gündeme gelmiş ve bu sorunun bir derece aşılması anlamında ziyaret yararlı olmuştur. Bu konuda kendisine sorulan soruya Abdullah Gül “Irak’ın Kürt bölgeleri hakkında çelişkili iddialar olmakla birlikte, İsrail’in orada herhangi bir resmi faaliyeti olmadığı yönündeki iddiasını kabul ediyoruz” demiştir. Yani Kuzey Irak konusu da görüşmelerde gündeme gelmiş ve Türkiye’ye bu konuda güvence verilmiştir. Ancak bu konuda da Türkiye’nin İsrail’in politikalarına yönelik kuşkuyla yaklaştığı ve verilen güvencelere rağmen tam anlamıyla bir güven ortamının sağlanamadığı düşünülebilir. Ancak en azından krizin aşılması anlamında önemli olmuştur.
Ziyaretin özellikle Türkiye açısından önemi, Türkiye’nin yeni dış politik açılımlarını ve arayışlarını göstermesi olmuştur. Bu anlayış bir yorumcu tarafından, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın dış politika danışmanlarından Ahmet Davudoğlu’na dayandırılarak “çok boyutlu dış politika” şeklinde nitelendirilmektedir.[3] AB’den müzakere tarihi alınmasıyla beraber Türkiye güçlenen konumunu kullanarak Orta Doğu’da da etkin bir rol arayışı içine girmiştir. Bir diğer yoruma göre Türkiye bir yandan Araplarla arasındaki buzları eritirken diğer yandan da İsrail’le bozulan ilişkilerini yeniden düzeltmeye çalışmaktadır. Buna göre Türkiye stratejik ortaklık kurma düşüncesiyle bir veya iki ülkeyle sınırlı kalmak istememektedir. Abdullah Gül’ün Milliyet gazetesine yaptığı açıklamada “Soğuk Savaş dönemi sona erdi ve doğal olarak stratejik ortaklıkların önemli olduğu dönem de. Artık bir gücün korkusuyla diğer bir güce sığınmaya gerek yok” şeklindeki ifadeleri de bu yeni açılımın bir işareti olarak gösterilmektedir. Yorumcuya göre, Türk dış politikasındaki bu anlayış değişikliği Türkiye’nin hem dost ve müttefik olarak tanımladığı ABD ve İsrail’in, hem de bu ülkelerin düşmanı Suriye ve Filistin’in ellerini dostça sıkmasını sağlamaktadır.[4] Türkiye’nin son ziyaretle beraber uyguladığı politika, Türk-İsrail Karma Ekonomik Komisyon Başkanı Alon Liel tarafından “bir gözüyle İsrail’e diğer gözüyle de Filistinliler dahil bölgedeki ilişkilerine bakıyor” şeklinde ifade edilmiştir.[5] Türkiye’nin AB süreci de bu gelişmelerde etkili olmuş olabilir. AB, Türkiye’nin İslam Dünyası’yla ilişkilerinde yardımcı olacağını ve Barış Süreci’nde daha aktif olabilmesi için Türkiye’nin faydalı olabileceğini düşünüyor.[6] Bu unsurun da etkisiyle, kısaca Türkiye’nin Orta Doğu’da daha etkin bir rol peşinde olduğu ve diğer yandan da İsrail ile ilişkileri yeniden canlandırmak niyetinde olduğu söylenebilir.
Ziyareti önemli kılan bir diğer unsur, gezinin Filistin devlet başkanlığı seçimleri öncesi gerçekleşmiş olmasıdır. Filistin’de seçimler sonrasında Mahmut Abbas’ın başa geçmesi İsrail-Filistin barışı adına iyimser bir havanın doğmasına neden olmuştur. Abdullah Gül’ün Filistin’de seçimler öncesinde Mahmut Abbas’la görüşmesi, hem Türkiye’nin hem de İsrail’in Abbas liderliğine verdiği desteği göstermesi açısından önemlidir. Zira İsrail, Türkiye’nin Arafat’la görüşmesini onaylamıyordu. Ancak Abbas’la görüşmesine izin verilmesi bir başka açıdan yeni liderliğe verilen onayın da işareti olarak görülebilir. Gül’ün İsrail ziyareti öncesinde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 22 Aralık 2004 tarihinde Suriye’ye ziyaret düzenlemesi ve Filistin seçimleri öncesinde Türk dışişleri bakanının Filistin tarafıyla da görüşmesi bundan sonraki süreçte, barış görüşmelerinde Türkiye’nin daha aktif katılımının bir göstergesi olarak algılanmış ve Türkiye’nin arabuluculuk rolünün yoğun bir şekilde tartışılmasını beraberinde getirmiştir.
Türkiye’nin Arabuluculuk Rolü ve Ziyaretin Sonuçları Üzerine
Türkiye’nin yeni dış politik açılımları, aktif bir politika izlemesi ve zamanlama açısından uygun bir ortam olması, Barış Süreci’nin İsrail-Filistin ve İsrail-Suriye ayaklarında Türkiye’nin arabuluculuk rolü konusunda özellikle Türkiye kamuoyunda iyimser bir havanın esmesine neden olmuştur. Her ne kadar son bir yıl içinde bazı gerginlikler yaşansa da İsrail ile yakın ilişkilerin devam etmesi ve bunun yanında özellikle Irak Savaşı sonrasında Türkiye’nin Arap Dünyası ve Suriye ile ilişkilerinde olumlu gelişmelerin yaşanıyor olması ve Türkiye’nin de bu konuda istekli olması, arabuluculuk konusunda Türkiye’yi ön plana çıkarmıştır. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül bu durumu şu şekilde ifade ediyor: “Suriyeliler ve Filistinliler Türkiye’ye güveniyorlar. Ayrıca İsrail ile de yakın ilişkilere sahibiz. Dolayısıyla imkanlarımız ölçüsünde bu çabalara katılma fırsatı vardır. Arabulucu olma veya bir çözüm bulmak adına yürütülecek görüşmelere ev sahipliği yapma olasılığı da bulunmaktadır.”[7] Tüm bu iyimser yaklaşımlara rağmen, Barış Süreci’nin kendi dinamikleri düşünüldüğünde ve özellikle İsrail kamuoyu takip edilerek İsrail’in bu konuya yaklaşımı incelendiğinde bu rolün Türkiye’ye verilmesinin şimdilik mümkün olmadığı görülmektedir.
Türkiye’nin devreye girerek bütün dinamikleri değiştirip bir barışa ulaşılmasını sağlamasını beklemek fazla iyimser bir yaklaşım olacaktır. Hatta Türkiye’nin arabuluculuğunu “başlamadan yenilgiye uğrayan bir girişim” olarak ifade eden değerlendirmeler de yapılmıştır.[8] İsrail daha önce birçok tarafın arabuluculuk girişimini reddetmiş ve bunlar da başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Gerçekten de Türkiye’nin arabuluculuk rolü üstlenmesi de mevcut şartlar altında mümkün değildir. İsrail-Filistin sorunu, kendi iç dinamikleriyle çözülme aşamasına geldiği noktada Türkiye’nin bu rolü üstlenebileceğini söyleyebiliriz. Türkiye’nin bu rolü oynaması için herhangi bir şartın “olgunlaşmamış”[9] olduğu gözükmektedir.
Bütün bu unsurların dışında 2005 yılı içinde, tek taraflı olarak Gazze’den Çekilme Planı’nın hayata geçirilecek olması da İsrail’le Filistin arasında bir müzakere sürecinin başlamasını ve dolayısıyla Türkiye’nin arabuluculuk rolü oynamasını engellemektedir. Türkiye’nin Filistin’de siyasi bakımdan çok, ekonomik nitelikli ya da insani yardım rolü üstlenmesi şeklinde bir beklenti vardır.[10] Türkiye’nin Filistin’de refahın sağlanmasına yönelik katkıda bulunabileceğine ilişkin görüş İsrail Dışişleri Bakanı Silvan Şalom tarafından da ifade edilmiştir. Dolaysıyla Türkiye’den sadece bu yönde bir katkı beklendiğini ve daha ötesinde bir rolün en azından şimdiki süreçte verilmek istenmediği anlaşılmaktadır. Türkiye’nin arabuluculuktan çok, tarafları barış masasına oturmaya ikna etme yönünde katkıları olabilir. Ayrıca şiddete son verilmesi yönünde Türkiye’nin hem Filistin hem de Suriye’ye telkinde bulunması yönünde bir rol olabilir. İsrail’in de Türkiye’ye sadece Filistinlileri “terörden vazgeçirmeye ikna etmek”ten öte barış konusunda bir misyon biçmek istemediği yorumları yapılmıştır.[11] İsrail basınındaki genel eğilim de Türkiye’nin arabuluculuk teklifinin çok da ciddiye alınmadığını göstermektedir. Hatta İsrail’de yayımlanan Jerusalem Post gazetesi biraz da ileri giderek alaycı bir ifadeyle Abdullah Gül’ün ziyaretiyle ilgili haberi “Daha Önce Bir Kez Reddedilmelerine Rağmen Türkler Hala Arabulucu Olmaya İstekli” şeklinde bir başlıkla duyurmuştur.[12]
Görüşmelerden çıkan bir diğer sonuç, İsrail’le yapılan görüşmelerde Şam’ın mesajını iletilmesiydi. Şam kayıtsız şartsız İsrail ile barış görüşmelerine oturmak istediğini belirtirken İsrail buna karşılık olarak; Şam’da bulunan Filistinli radikal grupların bürolarının kapatılmasını, Güney Lübnan’da faaliyet gösteren Hizbullah’a silah geçişinin engellenmesini, 1965’te idam edilen İsrailli ajan Eli Cohen’in kemiklerinin iade edilmesini ve 1997 yılında İsrail-Suriye sınırında kaybolan İsrail askeri Guy Hever’in akıbetinin ortaya çıkarılmasını istemiştir. Bunlar İsrail’in Suriye’ye yönelik olarak sürekli öne sürdüğü önkoşullardır. İsrail bu gibi konuları gündeme getirerek bir anlamda Suriye ile masaya oturmaya ve dolayısıyla Türkiye’nin arabuluculuğuna sıcak bakmadığını göstermiştir. Yani arabuluculuk teklifi, yokuşa sürülerek bir anlamda olumsuz karşılanmıştır.[13] Cengiz Çandar mevcut konumu, Türkiye’nin Orta Doğu’da “Suriye’nin kuryeliği” şeklinde bir rol olarak tanımlamaktadır. Türkiye’den yıllar önce Şam’da idam edilmiş casusunun kemiklerini almada aracılık etmesi gibi konuların gündeme getirilmesi bu bakışı doğurmuş ve çeşitli yorumcular tarafından da bu eleştirilmiştir.[14]
Tüm bu unsurlar değerlendirildiğinde ve İsrail’in konuya bakışı ortaya konduğunda, Türkiye’nin Barış Süreci’nde arabuluculuk rolü üstlenebileceğine ilişkin yorumların fazla iyimser yaklaşımlar olduğu görülmektedir. Ancak bu görüşün, ziyaretin başarılı bir girişim olduğunu engellediğini söylemek de yanlış olacaktır. Ziyaret Türkiye’nin izlediği “çok yönlü dış politika” anlayışı çerçevesinde başarılı bir girişimdir. Ziyaret, hem İsrail’le bunalımın aşılması hem de zaten Arap Dünyası ile sağlanan yakınlaşmada önemli bir girişim olması nedeniyle başarılı olarak değerlendirilebilir. Müzakere tarihinin alınmasından sonra AB için de önemli bir bölge olan Orta Doğu’da etkinlik sağlayabilmesi için Türkiye’nin bu anlamda önemini göstermesi bakımından önemli olmuştur. Türkiye’nin bu girişimle sağladığı yer AB içindeki konumunu da güçlendirebilecektir.
* ASAM Orta Doğu Araştırmaları Masası
[1] “Ankara, İsrail ve Arap Alemiyle Kırgınlığı Sona Erdirmek İçin Çabalıyor”, İran’da Farsça Yayımlanan Gazete’den (Byegm), 5 Ocak 2005.
[2] “Ankara, İsrail ve Arap Alemiyle Kırgınlığı Sona Erdirmek İçin Çabalıyor”, İran’da Farsça Yayımlanan Gazete’den (Byegm), 5 Ocak 2005.
[3] Ahmet Taşgetiren, “İsrail’e Gezi”, Yeni Şafak, 4 Ocak 2005.
[4] “Ankara, İsrail ve Arap Alemiyle Kırgınlığı Sona Erdirmek İçin Çabalıyor”, İran’da Farsça Yayımlanan Gazete’den (Byegm), 5 Ocak 2005.
[5] Aluf Benn-Yoav Stern, “Turkish Foreign Minister Meets in Jerusalem With Sharon, Shalom, Katsav”, Haaretz, 5 Ocak 2005.
[6] “Ankara, İsrail ve Arap Alemiyle Kırgınlığı Sona Erdirmek İçin Çabalıyor”, İran’da Farsça Yayımlanan Gazete’den (Byegm), 5 Ocak 2005.
[7] “Türkiye Orta Doğu Diplomasisini Yoğunlaştıracak”, Associated Press (Byegm), 7 Ocak 2005.
[8] “Suriyeli Bir Yazar (Faiz Sare) Türkiye’nin Suriye ve İsrail Arabuluculuğunu Başarısız Olarak Değerlendirdi”, İRNA (Byegm), 6 Ocak 2005.
[9] Cengiz Çandar, “Orta Doğu’da Nasıl Bir Rol”, Tercüman, 5 Ocak 2005.
[10] “Dışişleri Bakanı Gül, İsrail, Filistin ve Ürdün’ü Kapsayan Orta Doğu Ziyaretini Sürdürüyor”, BBC (Byegm), 4 Ocak 2005.
[11] Akif Emre, “İsrail İpoteği”, Yeni Şafak, 6 Ocak 2005.
[12] Herb Keinon, “Rejected Once, Turks Still Keen for Israel-Syria Mediation Role, Jerusalem Post, 5 Ocak 2005.
[13] “Gül’ün Filistin Temasları”, Amerika’nın Sesi Radyosu (Byegm), 6 Ocak 2005.
[14] Fehmi Koru, “Tarihi Misyon”, Yeni Şafak, 5 Ocak 2005.
Türkiye Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün 3-5 Ocak 2005 tarihleri arasında İsrail ve ardından Filistin’e gerçekleştirdiği ziyaretler, birkaç açıdan önem taşımaktadır. AKP’nin iktidara gelmesinden bu yana ilk üst düzey ziyaret olması ve son bir yıl içinde, Türkiye-İsrail ilişkilerinde nispi bir gerginliğin yaşandığı bir dönemde gerçekleşiyor olması ziyaretin önemini artırmaktadır. Bunun yanında, Arafat’ın ölümü sonrasında yeni Filistin liderinin belirlendiği seçimlerden hemen önce gerçekleşmiş olması da bu önemi artıran bir diğer etkendi. Ziyaretin Türk dış politikasındaki yeni sürece, açılıma da örnek teşkil etmesi açısından bir gösterge oluşturduğu düşünülebilir.
2004 yılının ilk yarısında, İsrail’in HAMAS’ın liderlerine yönelik suikast eylemleri ve daha sonra Refah mülteci kampına düzenlediği ve birçok sivil Filistinlinin zarar gördüğü operasyon sonrasında Türkiye’nin bu olayları sert bir şekilde kınamasıyla Türkiye-İsrail ilişkileri gerilmişti. AKP’nin iktidara gelmesinden bu yana hükümetten herhangi bir üst düzey ziyaretin gerçekleşmemiş olması bu gerginliğin birçok yorumcu tarafından AKP’nin İslami kimliğiyle açıklanmasına neden olmuştu. Ancak bu gerginliğin ortaya çıkışında farklı etkenler rol oynamıştı. Öncelikle 1996 yılından iki ülke arasında askeri müttefiklik ilişkisini doğuran nedenler etkisini yavaş yavaş kaybetmekteydi. Bunlardan en önemlisi, Irak Savaşı sonrasında ortaya çıkan yeni bölgesel koşulların Türkiye’yi, Suriye ve İran gibi daha önce sorunları olan ülkelere yakınlaştırmasıdır. Daha önce İsrail ve Türkiye açısından “ortak tehdit” olarak görülen bu devletlere karşı işbirliği ortamı yavaş yavaş kalkmaya başlamıştır. Özellikle Suriye’nin PKK’ya desteğini keserek Türkiye ile işbirliği içine girmesi ve ortak bölgesel kaygılar iki ülke arasında hızlı bir gelişim sürecini doğurmuştur. Ayrıca yine Irak Savaşı sonrasında, İsrail’in uyguladığı politikalar da Türkiye’nin rahatsızlık duymasına neden olmuştur. Özellikle İsrail’in Kuzey Irak bağlamında uyguladığı iddia edilen politikalar, Türkiye’de tepkiyle karşılanmıştı. Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) konusunda yürüttüğü ilişkiler de bu süreçte etkili olmuştu. Türk dış politikasının ana hedefi konumuna yükselen AB konusu Türkiye’yi, İsrail-Filistin meselesinde AB’yle paralel bir tutum almaya itmişti. Bütün bunlara ek olarak belirleyici değil ancak hızlandırıcı faktörler olarak, her iki ülkede gerçekleşen iktidar değişikleri söylenebilir. İsrail’de Şaron hükümetinin başa geçmesiyle sertlik politikalarının yoğunluk kazanması ve Filistinlilere yönelik askeri operasyonlara hız kazandırılması, buna paralel olarak İslami değerlere bağlılığı nedeniyle Müslüman bir topluma yönelik saldırılardan rahatsızlık duyacak AKP iktidarının başa geçmesi, İsrail’in operasyonlarının Türk kamuoyunda yarattığı olumsuz etki ve “kamuoyuna dayalı dış politika”[1] olarak adlandırılabilecek bir anlayış çerçevesinde; hükümetin İsrail’i sert bir dille eleştirmesi, gerginliğin hızlanmasına ve su yüzüne çıkmasına neden olmuştu. Gül’ün ziyareti de işte bu dönemde gerçekleşiyor olması ve AKP hükümetinden ilk kez üst düzey bir ziyaret olması açısından önem taşımaktadır.
Ziyaretin Önemi
Ziyaret birkaç boyut açısından önem taşımaktadır. Öncelikle ziyaretin zamanlama açsından çok uygun bir ortamda gerçekleştiği ve bu anlamda başarılı bir gezi olduğu söylenebilir. Ziyaret, birkaç koşul nedeniyle Orta Doğu’da barış adına iyimser bir havanın doğduğu bir süreçte gerçekleşmiştir. Bunlar; Suriye’nin İsrail’le masaya oturma yönündeki istekliliği, Arafat’ın ölümü ve yeni liderliğin başa geçmesi, İsrail’de İşçi Partisi’nin koalisyona katılması, Gazze’den Çekilme Planı’nın 2005 yılı içinde hayata geçirilecek olması, uluslararası topluluğun soruna çözüm bulma yönündeki isteklilikleri ve en son olarak da Türkiye’nin AB’den müzakere tarihi almasının ardından prestijinin arttığı ve bölgesel konumunun güçlendiği bir dönem olması gibi etkenler Barış Süreci adına iyimser bir hava doğururken diğer yandan da Türkiye’nin bu süreçte daha aktif rol oynamasına izin veren koşullar olarak gözükmektedir. Dolayısıyla ziyaret zamanlama açısından başarılı olarak değerlendirilebilir.
Ziyaret öncelikle, 2004 yılı içinde ortaya çıkan gerginliğe son verme anlamında önem taşımaktadır. Hep söylenen AKP iktidarıyla beraber hiçbir üst düzey ziyaretin gerçekleşmediği yönündeki savlar da böylelikle son bulmuştur. Bu ziyaretle aradaki gerginlikleri sonlandırma imkanı doğacak, ilişkilerde nispi bir sıcaklaşma beraberinde gelecektir. Ziyaret sırasında bu bağlamda karşılıklı açıklamalar yapılmış, ilişkilerin onarılması yönünde karşılıklı güvenceler verilmiştir. Abdullah Gül “iki ülke arasındaki bağların ve dostluğun sağlamlığı”na vurgu yapmış ve “bunalım” bir anlamda aşılmıştır. Ayrıca işbirliğinin yoğunlaştırılması ve ikili ilişkilerin seviyesini yukarı taşımak konusunda da iki ülke anlaşmıştır. Her ne kadar iki ülke ilişkilerindeki bunalım aşılmış olsa da, Şaron hükümetinin AKP hükümetine çok da fazla güvenmediği düşünülebilir. AKP’nin ideolojik görüşleri Türkiye ile İsrail arasında çıkan gerginliğin nedenlerinden birini oluşturuyordu. Bazı görüşlere göre İsrail’de bazı yöneticiler AKP’nin hala kurallarına bağlı olduğuna ve içlerinden İsraillilerin elini sıkmak gelmediğine inanmaktadır.[2] Bu düşünce iki ülke arasındaki derin bağları koparmasa da bir güven sorunun oluşmasına neden olmaktadır. Bu bilinç altı da daha ileride bahsedilecek olan, Türkiye’nin Barış Süreci’nde daha etkin rol oynamasına ve arabuluculuk girişimlerine İsrail’in soğuk bakmasına neden olmaktadır.
Ziyaretin bir diğer boyutunun Irak’ın güvenliği bağlamında olduğu söylenebilir. 2004 yılı içinde yaşanan gerginliğin nedenlerinden biri de İsrail’in Kuzey Irak’ta uyguladığı iddia edilen ve Türkiye’yi rahatsız eden politikalarıydı. Bu ziyarette Türkiye’nin bu konudaki kaygıları da gündeme gelmiş ve bu sorunun bir derece aşılması anlamında ziyaret yararlı olmuştur. Bu konuda kendisine sorulan soruya Abdullah Gül “Irak’ın Kürt bölgeleri hakkında çelişkili iddialar olmakla birlikte, İsrail’in orada herhangi bir resmi faaliyeti olmadığı yönündeki iddiasını kabul ediyoruz” demiştir. Yani Kuzey Irak konusu da görüşmelerde gündeme gelmiş ve Türkiye’ye bu konuda güvence verilmiştir. Ancak bu konuda da Türkiye’nin İsrail’in politikalarına yönelik kuşkuyla yaklaştığı ve verilen güvencelere rağmen tam anlamıyla bir güven ortamının sağlanamadığı düşünülebilir. Ancak en azından krizin aşılması anlamında önemli olmuştur.
Ziyaretin özellikle Türkiye açısından önemi, Türkiye’nin yeni dış politik açılımlarını ve arayışlarını göstermesi olmuştur. Bu anlayış bir yorumcu tarafından, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın dış politika danışmanlarından Ahmet Davudoğlu’na dayandırılarak “çok boyutlu dış politika” şeklinde nitelendirilmektedir.[3] AB’den müzakere tarihi alınmasıyla beraber Türkiye güçlenen konumunu kullanarak Orta Doğu’da da etkin bir rol arayışı içine girmiştir. Bir diğer yoruma göre Türkiye bir yandan Araplarla arasındaki buzları eritirken diğer yandan da İsrail’le bozulan ilişkilerini yeniden düzeltmeye çalışmaktadır. Buna göre Türkiye stratejik ortaklık kurma düşüncesiyle bir veya iki ülkeyle sınırlı kalmak istememektedir. Abdullah Gül’ün Milliyet gazetesine yaptığı açıklamada “Soğuk Savaş dönemi sona erdi ve doğal olarak stratejik ortaklıkların önemli olduğu dönem de. Artık bir gücün korkusuyla diğer bir güce sığınmaya gerek yok” şeklindeki ifadeleri de bu yeni açılımın bir işareti olarak gösterilmektedir. Yorumcuya göre, Türk dış politikasındaki bu anlayış değişikliği Türkiye’nin hem dost ve müttefik olarak tanımladığı ABD ve İsrail’in, hem de bu ülkelerin düşmanı Suriye ve Filistin’in ellerini dostça sıkmasını sağlamaktadır.[4] Türkiye’nin son ziyaretle beraber uyguladığı politika, Türk-İsrail Karma Ekonomik Komisyon Başkanı Alon Liel tarafından “bir gözüyle İsrail’e diğer gözüyle de Filistinliler dahil bölgedeki ilişkilerine bakıyor” şeklinde ifade edilmiştir.[5] Türkiye’nin AB süreci de bu gelişmelerde etkili olmuş olabilir. AB, Türkiye’nin İslam Dünyası’yla ilişkilerinde yardımcı olacağını ve Barış Süreci’nde daha aktif olabilmesi için Türkiye’nin faydalı olabileceğini düşünüyor.[6] Bu unsurun da etkisiyle, kısaca Türkiye’nin Orta Doğu’da daha etkin bir rol peşinde olduğu ve diğer yandan da İsrail ile ilişkileri yeniden canlandırmak niyetinde olduğu söylenebilir.
Ziyareti önemli kılan bir diğer unsur, gezinin Filistin devlet başkanlığı seçimleri öncesi gerçekleşmiş olmasıdır. Filistin’de seçimler sonrasında Mahmut Abbas’ın başa geçmesi İsrail-Filistin barışı adına iyimser bir havanın doğmasına neden olmuştur. Abdullah Gül’ün Filistin’de seçimler öncesinde Mahmut Abbas’la görüşmesi, hem Türkiye’nin hem de İsrail’in Abbas liderliğine verdiği desteği göstermesi açısından önemlidir. Zira İsrail, Türkiye’nin Arafat’la görüşmesini onaylamıyordu. Ancak Abbas’la görüşmesine izin verilmesi bir başka açıdan yeni liderliğe verilen onayın da işareti olarak görülebilir. Gül’ün İsrail ziyareti öncesinde, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın 22 Aralık 2004 tarihinde Suriye’ye ziyaret düzenlemesi ve Filistin seçimleri öncesinde Türk dışişleri bakanının Filistin tarafıyla da görüşmesi bundan sonraki süreçte, barış görüşmelerinde Türkiye’nin daha aktif katılımının bir göstergesi olarak algılanmış ve Türkiye’nin arabuluculuk rolünün yoğun bir şekilde tartışılmasını beraberinde getirmiştir.
Türkiye’nin Arabuluculuk Rolü ve Ziyaretin Sonuçları Üzerine
Türkiye’nin yeni dış politik açılımları, aktif bir politika izlemesi ve zamanlama açısından uygun bir ortam olması, Barış Süreci’nin İsrail-Filistin ve İsrail-Suriye ayaklarında Türkiye’nin arabuluculuk rolü konusunda özellikle Türkiye kamuoyunda iyimser bir havanın esmesine neden olmuştur. Her ne kadar son bir yıl içinde bazı gerginlikler yaşansa da İsrail ile yakın ilişkilerin devam etmesi ve bunun yanında özellikle Irak Savaşı sonrasında Türkiye’nin Arap Dünyası ve Suriye ile ilişkilerinde olumlu gelişmelerin yaşanıyor olması ve Türkiye’nin de bu konuda istekli olması, arabuluculuk konusunda Türkiye’yi ön plana çıkarmıştır. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül bu durumu şu şekilde ifade ediyor: “Suriyeliler ve Filistinliler Türkiye’ye güveniyorlar. Ayrıca İsrail ile de yakın ilişkilere sahibiz. Dolayısıyla imkanlarımız ölçüsünde bu çabalara katılma fırsatı vardır. Arabulucu olma veya bir çözüm bulmak adına yürütülecek görüşmelere ev sahipliği yapma olasılığı da bulunmaktadır.”[7] Tüm bu iyimser yaklaşımlara rağmen, Barış Süreci’nin kendi dinamikleri düşünüldüğünde ve özellikle İsrail kamuoyu takip edilerek İsrail’in bu konuya yaklaşımı incelendiğinde bu rolün Türkiye’ye verilmesinin şimdilik mümkün olmadığı görülmektedir.
Türkiye’nin devreye girerek bütün dinamikleri değiştirip bir barışa ulaşılmasını sağlamasını beklemek fazla iyimser bir yaklaşım olacaktır. Hatta Türkiye’nin arabuluculuğunu “başlamadan yenilgiye uğrayan bir girişim” olarak ifade eden değerlendirmeler de yapılmıştır.[8] İsrail daha önce birçok tarafın arabuluculuk girişimini reddetmiş ve bunlar da başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Gerçekten de Türkiye’nin arabuluculuk rolü üstlenmesi de mevcut şartlar altında mümkün değildir. İsrail-Filistin sorunu, kendi iç dinamikleriyle çözülme aşamasına geldiği noktada Türkiye’nin bu rolü üstlenebileceğini söyleyebiliriz. Türkiye’nin bu rolü oynaması için herhangi bir şartın “olgunlaşmamış”[9] olduğu gözükmektedir.
Bütün bu unsurların dışında 2005 yılı içinde, tek taraflı olarak Gazze’den Çekilme Planı’nın hayata geçirilecek olması da İsrail’le Filistin arasında bir müzakere sürecinin başlamasını ve dolayısıyla Türkiye’nin arabuluculuk rolü oynamasını engellemektedir. Türkiye’nin Filistin’de siyasi bakımdan çok, ekonomik nitelikli ya da insani yardım rolü üstlenmesi şeklinde bir beklenti vardır.[10] Türkiye’nin Filistin’de refahın sağlanmasına yönelik katkıda bulunabileceğine ilişkin görüş İsrail Dışişleri Bakanı Silvan Şalom tarafından da ifade edilmiştir. Dolaysıyla Türkiye’den sadece bu yönde bir katkı beklendiğini ve daha ötesinde bir rolün en azından şimdiki süreçte verilmek istenmediği anlaşılmaktadır. Türkiye’nin arabuluculuktan çok, tarafları barış masasına oturmaya ikna etme yönünde katkıları olabilir. Ayrıca şiddete son verilmesi yönünde Türkiye’nin hem Filistin hem de Suriye’ye telkinde bulunması yönünde bir rol olabilir. İsrail’in de Türkiye’ye sadece Filistinlileri “terörden vazgeçirmeye ikna etmek”ten öte barış konusunda bir misyon biçmek istemediği yorumları yapılmıştır.[11] İsrail basınındaki genel eğilim de Türkiye’nin arabuluculuk teklifinin çok da ciddiye alınmadığını göstermektedir. Hatta İsrail’de yayımlanan Jerusalem Post gazetesi biraz da ileri giderek alaycı bir ifadeyle Abdullah Gül’ün ziyaretiyle ilgili haberi “Daha Önce Bir Kez Reddedilmelerine Rağmen Türkler Hala Arabulucu Olmaya İstekli” şeklinde bir başlıkla duyurmuştur.[12]
Görüşmelerden çıkan bir diğer sonuç, İsrail’le yapılan görüşmelerde Şam’ın mesajını iletilmesiydi. Şam kayıtsız şartsız İsrail ile barış görüşmelerine oturmak istediğini belirtirken İsrail buna karşılık olarak; Şam’da bulunan Filistinli radikal grupların bürolarının kapatılmasını, Güney Lübnan’da faaliyet gösteren Hizbullah’a silah geçişinin engellenmesini, 1965’te idam edilen İsrailli ajan Eli Cohen’in kemiklerinin iade edilmesini ve 1997 yılında İsrail-Suriye sınırında kaybolan İsrail askeri Guy Hever’in akıbetinin ortaya çıkarılmasını istemiştir. Bunlar İsrail’in Suriye’ye yönelik olarak sürekli öne sürdüğü önkoşullardır. İsrail bu gibi konuları gündeme getirerek bir anlamda Suriye ile masaya oturmaya ve dolayısıyla Türkiye’nin arabuluculuğuna sıcak bakmadığını göstermiştir. Yani arabuluculuk teklifi, yokuşa sürülerek bir anlamda olumsuz karşılanmıştır.[13] Cengiz Çandar mevcut konumu, Türkiye’nin Orta Doğu’da “Suriye’nin kuryeliği” şeklinde bir rol olarak tanımlamaktadır. Türkiye’den yıllar önce Şam’da idam edilmiş casusunun kemiklerini almada aracılık etmesi gibi konuların gündeme getirilmesi bu bakışı doğurmuş ve çeşitli yorumcular tarafından da bu eleştirilmiştir.[14]
Tüm bu unsurlar değerlendirildiğinde ve İsrail’in konuya bakışı ortaya konduğunda, Türkiye’nin Barış Süreci’nde arabuluculuk rolü üstlenebileceğine ilişkin yorumların fazla iyimser yaklaşımlar olduğu görülmektedir. Ancak bu görüşün, ziyaretin başarılı bir girişim olduğunu engellediğini söylemek de yanlış olacaktır. Ziyaret Türkiye’nin izlediği “çok yönlü dış politika” anlayışı çerçevesinde başarılı bir girişimdir. Ziyaret, hem İsrail’le bunalımın aşılması hem de zaten Arap Dünyası ile sağlanan yakınlaşmada önemli bir girişim olması nedeniyle başarılı olarak değerlendirilebilir. Müzakere tarihinin alınmasından sonra AB için de önemli bir bölge olan Orta Doğu’da etkinlik sağlayabilmesi için Türkiye’nin bu anlamda önemini göstermesi bakımından önemli olmuştur. Türkiye’nin bu girişimle sağladığı yer AB içindeki konumunu da güçlendirebilecektir.
* ASAM Orta Doğu Araştırmaları Masası
[1] “Ankara, İsrail ve Arap Alemiyle Kırgınlığı Sona Erdirmek İçin Çabalıyor”, İran’da Farsça Yayımlanan Gazete’den (Byegm), 5 Ocak 2005.
[2] “Ankara, İsrail ve Arap Alemiyle Kırgınlığı Sona Erdirmek İçin Çabalıyor”, İran’da Farsça Yayımlanan Gazete’den (Byegm), 5 Ocak 2005.
[3] Ahmet Taşgetiren, “İsrail’e Gezi”, Yeni Şafak, 4 Ocak 2005.
[4] “Ankara, İsrail ve Arap Alemiyle Kırgınlığı Sona Erdirmek İçin Çabalıyor”, İran’da Farsça Yayımlanan Gazete’den (Byegm), 5 Ocak 2005.
[5] Aluf Benn-Yoav Stern, “Turkish Foreign Minister Meets in Jerusalem With Sharon, Shalom, Katsav”, Haaretz, 5 Ocak 2005.
[6] “Ankara, İsrail ve Arap Alemiyle Kırgınlığı Sona Erdirmek İçin Çabalıyor”, İran’da Farsça Yayımlanan Gazete’den (Byegm), 5 Ocak 2005.
[7] “Türkiye Orta Doğu Diplomasisini Yoğunlaştıracak”, Associated Press (Byegm), 7 Ocak 2005.
[8] “Suriyeli Bir Yazar (Faiz Sare) Türkiye’nin Suriye ve İsrail Arabuluculuğunu Başarısız Olarak Değerlendirdi”, İRNA (Byegm), 6 Ocak 2005.
[9] Cengiz Çandar, “Orta Doğu’da Nasıl Bir Rol”, Tercüman, 5 Ocak 2005.
[10] “Dışişleri Bakanı Gül, İsrail, Filistin ve Ürdün’ü Kapsayan Orta Doğu Ziyaretini Sürdürüyor”, BBC (Byegm), 4 Ocak 2005.
[11] Akif Emre, “İsrail İpoteği”, Yeni Şafak, 6 Ocak 2005.
[12] Herb Keinon, “Rejected Once, Turks Still Keen for Israel-Syria Mediation Role, Jerusalem Post, 5 Ocak 2005.
[13] “Gül’ün Filistin Temasları”, Amerika’nın Sesi Radyosu (Byegm), 6 Ocak 2005.
[14] Fehmi Koru, “Tarihi Misyon”, Yeni Şafak, 5 Ocak 2005.