Suriye hem bölgesinde hem de uluslararası alanda hiçbir zaman olmadığı kadar izole olmuş bir konumdadır. 2001 yılında “Şam Baharı” olarak adlandırılan reform sürecini rejimin bastırmasıyla Beşar Esad Suriyesi önce Avrupa Birliği’nin desteğini kaybetmişti. Savaş sonrası süreçte Irak’a yönelik uyguladığı politikalar nedeniyle ABD’nin artan tepki ve tehditleriyle karşılaştı. En son Hariri suikastıyla beraber Mısır ve Suudi Arabistan gibi Arap devletlerinin de desteğini kaybeden Suriye konusunda tüm uluslararası toplumda ortak bir fikir oluşmuştur. Suriye’ye baskı uygulamak açısından fırsat sunan bu ortam ABD tarafından yoğun olarak kullanılmaktadır. Irak’a askeri müdahalede bulunmadan önceki yaklaşımlarının aksine Suriye’ye yönelik baskı politikasında bir meşruiyet arayışında olduğu gözlenen ABD, Birleşmiş Milletler kararlarını da arkasına almaya çalışmaktadır.
Bu çerçevede özellikle ABD’nin çalışmaları sonucu Birleşmiş Milletler çerçevesinde oluşturulan Hariri suikastını araştırmak komisyonunun hazırladığı rapor geçen ay içinde Güvenlik Konseyi’ne sunuldu. Komisyonun başındaki Alman savcı Detlev Mehlis’in adıyla anılan rapor etrafında Suriye üzerindeki baskı her geçen gün yoğunlaşmaktadır. Suriye konusunda çeşitli yaptırımların uygulanmasından askeri müdahale yoluyla bir rejim değişikliğine kadar çeşitli senaryolar tartışılmaktadır. Nasıl bir senaryo gerçekleşirse gerçekleşsin önümüzdeki dönemde Suriye’nin bir kriz ortamına girmesi kesin gözükmektedir.
Komisyonun sunduğu “Mehlis Raporu” geçici bir rapordur. Raporun son hali 15 Aralık tarihinde Güvenlik Konseyi’ne sunulacaktır. Bu geçici rapora bakarak son haline ilişkin bazı sonuçlara ulaşılabilir. Şu kesindir ki Suriye Hariri suikastıyla bağlantılı bulunacaktır. İlk aşamada altı üst düzey Suriyeli görevlinin adı geçmektedir. Burada adı geçen kişiler gerçekten önemli isimlerdir. Özellikle Askeri İstihbarat Başkanı Asıf Şevket isminin raporda geçmesi, Suriye adına ya uluslararası baskılara maruz kalma ya da rejim içi bir çatışmayı gündeme getirme potansiyeline sahiptir. Zira Asıf Şevket rejimin en önde gelen kişilerinden biridir. Beşar Esad’ın ablası Büşra Esad’ın kocası olması nedeniyle Esad ailesi içinden bir isimdir. Beşar Esad’ın kardeşi Mahir Esad’la beraber Suriye’de en güçlü isim olarak bilinmektedir. Bu nedenle Asıf Şevket’in de sorgulanacaklar listesinde olması sorun yaratabilir. Eğer Mehlis raporunda Asıf Şevket ve hatta Mahir Esad suikasttan sorumlu bulunurlarsa uluslararası bir mahkemede yargılanmaları konusunda bir taleple karşılaşacaklardır. Bu isimlerin sorgulanmasına izin verilse dahi uluslararası bir mahkemede yargılanmak istenmesi Suriye’yi büyük bir ikilem içine sokacak, her halükarda bir kriz ortamına sürükleyecektir. Asıf Şevket’in konumu nedeniyle uluslararası bir mahkemede yargılanması talebine olumsuz yaklaşılması daha olası gözükmektedir. Böyle bir durumda Suriye işbirliği yapmadığı gerekçesiyle baskı, izolasyon ve hatta BM yaptırımlarıyla karşı karşıya kalabilir. Eğer ki yargılanmasına izin verilirse bu sefer rejim içi bir mücadele, ayrılık oluşabilir. Suriye yönetimi içinde liderlik mücadelesi ve ayrılıklar yaşandığına dair çıkan yazılar bu olasılığı desteklemektedir. Buna göre Beşar Esad, kardeşi Mahir Esad ve Asıf Şevket etrafında şekillenen bir mücadelenin yaşandığı ifade edilmektedir. Gerçekten de Suriye gibi belli bir gruba dayalı iktidar yapılanmalarında baskının yoğunlaşmasıyla beraber grup içi ayrışımların, karşılıklı şüphenin oluşması muhtemeldir. Dolayısıyla bu süreç Suriye’de içerden bir değişimi gündeme getirebilir.
Bu olasılıklar çerçevesinde Suriye’nin geleceğine ilişkin olarak bir genellemeye gidilecek olursa iki senaryo/model geliştirebilir: “Libya modeli” ve “Irak modeli”.
“Libya modeli”ne göre, Beşar Esad Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi’nin Irak Savaşı sonrası süreçte ABD ve Batı’yla geliştirdiği ilişkilere benzer bir şekilde tam işbirliğine giderek tüm taleplere karşılık verecektir. Kaddafi’nin Lockerbie davasında sorumluluğunu kabul etmesi ve kurbanlara tazminat ödemeyi kabul etmesi gibi Esad da Hariri suikastındaki Suriye rolünü kabul ederek sorumluları teslim edecektir. Böylece yine aynen Libya örneğinde, ambargonun ve uluslararası izolasyonun sona ermesi gibi Suriye de Batı’yla daha yakın bir ilişki dönemine girerek kriz ortamından kurtulacaktır. Bu olasılığın önündeki engel yukarıda anlatılmaya çalışılan Suriye’nin kendi iç dinamikleridir.
Irak modelinde ise Suriye aynen Saddam Hüseyin yönetiminin Irak Savaşı öncesi süreçte olduğu gibi taleplere tam olarak karşılık vermeyecek ve gerginlik sürekli tırmanacaktır. Bu süreç sonuçta ABD ve belki bu sefer daha geniş katılımlı bir askeri müdahaleyle sonuçlanacaktır. Dış müdahale yoluyla Suriye’de bir rejim değişikliği gerçekleşecektir. Bu olasılığı zorlaştıran en önemli etken ABD’nin Irak’taki durumudur. Bunun yanında Suriye’de eğer rejim yıkılırsa yeni yönetim alternatiflerinin olmaması ya da olanın da İslamcılar olması gibi seçenekler askeri müdahale ve rejim değişikliği senaryosunun gerçekleşme olasılığını zayıflatmaktadır.
Peki ABD ne istemektedir? ABD kısa vadede Suriye’nin bölgesel politikalarında değişim sağlamaya çalışmaktadır. Bunlar içinde en önemli konu tabi ki “Irak’taki direnişe destek” konusudur. Lübnan ve radikal Filistinli örgütlere verilen destek konusu ABD açısından şimdilik stratejik öneme sahip konular değildir. Şu an için öncelikli konu Irak’ta güvenlik ve istikrarın sağlanmasıdır. Bu konuda Suriye’nin politikasında değişimler sağlama büyük önem taşımaktadır. Irak’ta ele geçirilen direnişçilerin büyük çoğunluğunun Suriye sınırından geçerek Irak’a sızmış olması direnişin Suriye boyutunu açıkça ortaya koymaktadır. ABD’nin Suriye’ye “sınırlarını kontrol et” şeklindeki taleplerine karşılık “tüm sınırları kontrol etmenin imkansızlığı” savunmasının getirilmesi bir anlamda sızmaların Suriye tarafından kabul edilmesi anlamına da gelmektedir.
Bunun yanında ABD Suriye’de yeni bir rejim/yönetim görmek istemektedir. Fakat buna yönelik olarak izlenen strateji Irak’tan farklı olacak yani askeri müdahale gündeme gelmeyecektir. Amaç baskı ve izolasyonu artırarak Suriye’yi içerden bir dönüşüme zorlamaktır. Rejim değişikliğini mevcut devlet mekanizmasını yıkmadan gerçekleştirmek ABD açısından daha uygun görülebilir. Irak tecrübesinde görüldüğü gibi yeni bir devlet inşası sürecinin maliyeti ağır olabilir.
Suriye kendisine yönelik rejim değişikliği girişimlerine karşılık radikal İslam kozunu oynamaktadır. Yönetimin alternatifi olarak İslamcılar en güçlü olasılık şeklinde gösterilmektedir. Verilmek istenen mesaj “bizimle müzakere etmezseniz El Kaide ile müzakere etmek zorunda kalırsınız”dır. Bunun yanında rejimin yıkılmasının hem Suriye’yi hem de tüm bölgeyi kaosa sürükleyeceği şeklinde bir düşünce yaratılmaya çalışılmaktadır ki bu olasılık gerçekten de yüksektir.
Mehlis raporunun ardından Suriye’yi zor günler beklemektedir. Anlatılan ikilemler çerçevesinde Suriye’nin nasıl bir politika izleyeceği ülkenin geleceğinde radikal değişimler yaratabilir. Bakalım müthiş bir kriz yönetimi ustası olan Hafız Esad’ın oğlu Beşar Esad bu krizi nasıl atlatacak.
Bu çerçevede özellikle ABD’nin çalışmaları sonucu Birleşmiş Milletler çerçevesinde oluşturulan Hariri suikastını araştırmak komisyonunun hazırladığı rapor geçen ay içinde Güvenlik Konseyi’ne sunuldu. Komisyonun başındaki Alman savcı Detlev Mehlis’in adıyla anılan rapor etrafında Suriye üzerindeki baskı her geçen gün yoğunlaşmaktadır. Suriye konusunda çeşitli yaptırımların uygulanmasından askeri müdahale yoluyla bir rejim değişikliğine kadar çeşitli senaryolar tartışılmaktadır. Nasıl bir senaryo gerçekleşirse gerçekleşsin önümüzdeki dönemde Suriye’nin bir kriz ortamına girmesi kesin gözükmektedir.
Komisyonun sunduğu “Mehlis Raporu” geçici bir rapordur. Raporun son hali 15 Aralık tarihinde Güvenlik Konseyi’ne sunulacaktır. Bu geçici rapora bakarak son haline ilişkin bazı sonuçlara ulaşılabilir. Şu kesindir ki Suriye Hariri suikastıyla bağlantılı bulunacaktır. İlk aşamada altı üst düzey Suriyeli görevlinin adı geçmektedir. Burada adı geçen kişiler gerçekten önemli isimlerdir. Özellikle Askeri İstihbarat Başkanı Asıf Şevket isminin raporda geçmesi, Suriye adına ya uluslararası baskılara maruz kalma ya da rejim içi bir çatışmayı gündeme getirme potansiyeline sahiptir. Zira Asıf Şevket rejimin en önde gelen kişilerinden biridir. Beşar Esad’ın ablası Büşra Esad’ın kocası olması nedeniyle Esad ailesi içinden bir isimdir. Beşar Esad’ın kardeşi Mahir Esad’la beraber Suriye’de en güçlü isim olarak bilinmektedir. Bu nedenle Asıf Şevket’in de sorgulanacaklar listesinde olması sorun yaratabilir. Eğer Mehlis raporunda Asıf Şevket ve hatta Mahir Esad suikasttan sorumlu bulunurlarsa uluslararası bir mahkemede yargılanmaları konusunda bir taleple karşılaşacaklardır. Bu isimlerin sorgulanmasına izin verilse dahi uluslararası bir mahkemede yargılanmak istenmesi Suriye’yi büyük bir ikilem içine sokacak, her halükarda bir kriz ortamına sürükleyecektir. Asıf Şevket’in konumu nedeniyle uluslararası bir mahkemede yargılanması talebine olumsuz yaklaşılması daha olası gözükmektedir. Böyle bir durumda Suriye işbirliği yapmadığı gerekçesiyle baskı, izolasyon ve hatta BM yaptırımlarıyla karşı karşıya kalabilir. Eğer ki yargılanmasına izin verilirse bu sefer rejim içi bir mücadele, ayrılık oluşabilir. Suriye yönetimi içinde liderlik mücadelesi ve ayrılıklar yaşandığına dair çıkan yazılar bu olasılığı desteklemektedir. Buna göre Beşar Esad, kardeşi Mahir Esad ve Asıf Şevket etrafında şekillenen bir mücadelenin yaşandığı ifade edilmektedir. Gerçekten de Suriye gibi belli bir gruba dayalı iktidar yapılanmalarında baskının yoğunlaşmasıyla beraber grup içi ayrışımların, karşılıklı şüphenin oluşması muhtemeldir. Dolayısıyla bu süreç Suriye’de içerden bir değişimi gündeme getirebilir.
Bu olasılıklar çerçevesinde Suriye’nin geleceğine ilişkin olarak bir genellemeye gidilecek olursa iki senaryo/model geliştirebilir: “Libya modeli” ve “Irak modeli”.
“Libya modeli”ne göre, Beşar Esad Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi’nin Irak Savaşı sonrası süreçte ABD ve Batı’yla geliştirdiği ilişkilere benzer bir şekilde tam işbirliğine giderek tüm taleplere karşılık verecektir. Kaddafi’nin Lockerbie davasında sorumluluğunu kabul etmesi ve kurbanlara tazminat ödemeyi kabul etmesi gibi Esad da Hariri suikastındaki Suriye rolünü kabul ederek sorumluları teslim edecektir. Böylece yine aynen Libya örneğinde, ambargonun ve uluslararası izolasyonun sona ermesi gibi Suriye de Batı’yla daha yakın bir ilişki dönemine girerek kriz ortamından kurtulacaktır. Bu olasılığın önündeki engel yukarıda anlatılmaya çalışılan Suriye’nin kendi iç dinamikleridir.
Irak modelinde ise Suriye aynen Saddam Hüseyin yönetiminin Irak Savaşı öncesi süreçte olduğu gibi taleplere tam olarak karşılık vermeyecek ve gerginlik sürekli tırmanacaktır. Bu süreç sonuçta ABD ve belki bu sefer daha geniş katılımlı bir askeri müdahaleyle sonuçlanacaktır. Dış müdahale yoluyla Suriye’de bir rejim değişikliği gerçekleşecektir. Bu olasılığı zorlaştıran en önemli etken ABD’nin Irak’taki durumudur. Bunun yanında Suriye’de eğer rejim yıkılırsa yeni yönetim alternatiflerinin olmaması ya da olanın da İslamcılar olması gibi seçenekler askeri müdahale ve rejim değişikliği senaryosunun gerçekleşme olasılığını zayıflatmaktadır.
Peki ABD ne istemektedir? ABD kısa vadede Suriye’nin bölgesel politikalarında değişim sağlamaya çalışmaktadır. Bunlar içinde en önemli konu tabi ki “Irak’taki direnişe destek” konusudur. Lübnan ve radikal Filistinli örgütlere verilen destek konusu ABD açısından şimdilik stratejik öneme sahip konular değildir. Şu an için öncelikli konu Irak’ta güvenlik ve istikrarın sağlanmasıdır. Bu konuda Suriye’nin politikasında değişimler sağlama büyük önem taşımaktadır. Irak’ta ele geçirilen direnişçilerin büyük çoğunluğunun Suriye sınırından geçerek Irak’a sızmış olması direnişin Suriye boyutunu açıkça ortaya koymaktadır. ABD’nin Suriye’ye “sınırlarını kontrol et” şeklindeki taleplerine karşılık “tüm sınırları kontrol etmenin imkansızlığı” savunmasının getirilmesi bir anlamda sızmaların Suriye tarafından kabul edilmesi anlamına da gelmektedir.
Bunun yanında ABD Suriye’de yeni bir rejim/yönetim görmek istemektedir. Fakat buna yönelik olarak izlenen strateji Irak’tan farklı olacak yani askeri müdahale gündeme gelmeyecektir. Amaç baskı ve izolasyonu artırarak Suriye’yi içerden bir dönüşüme zorlamaktır. Rejim değişikliğini mevcut devlet mekanizmasını yıkmadan gerçekleştirmek ABD açısından daha uygun görülebilir. Irak tecrübesinde görüldüğü gibi yeni bir devlet inşası sürecinin maliyeti ağır olabilir.
Suriye kendisine yönelik rejim değişikliği girişimlerine karşılık radikal İslam kozunu oynamaktadır. Yönetimin alternatifi olarak İslamcılar en güçlü olasılık şeklinde gösterilmektedir. Verilmek istenen mesaj “bizimle müzakere etmezseniz El Kaide ile müzakere etmek zorunda kalırsınız”dır. Bunun yanında rejimin yıkılmasının hem Suriye’yi hem de tüm bölgeyi kaosa sürükleyeceği şeklinde bir düşünce yaratılmaya çalışılmaktadır ki bu olasılık gerçekten de yüksektir.
Mehlis raporunun ardından Suriye’yi zor günler beklemektedir. Anlatılan ikilemler çerçevesinde Suriye’nin nasıl bir politika izleyeceği ülkenin geleceğinde radikal değişimler yaratabilir. Bakalım müthiş bir kriz yönetimi ustası olan Hafız Esad’ın oğlu Beşar Esad bu krizi nasıl atlatacak.
No comments:
Post a Comment