Wednesday, October 12, 2011

Suriye’de Sonun Başlangıcı: Diplomatik, Askeri ve Ekonomik Yaptırımlar Dönemi

Suriye’de rejim değişikliğinin gerçekleşmesi artık bir zaman meselesidir. Gelinen noktadan itibaren ne ayaklanan Suriye halkının ne de Esad rejiminin yıkılmasını isteyen küresel ve bölgesel aktörlerin şimdiye kadarkinden farklı bir tutum içine girmesi söz konusu değildir. Dolayısıyla Suriye’de rejim değişikliği er ya da geç gerçekleşecek gibidir. Esas sorun bu sürenin ne kadar olduğu ve rejim değişikliğinin hangi araçlar kullanılarak gerçekleşeceğidir. Değişim barışçıl mı olacaktır yoksa hem Suriye hem de bölge uzun süreli bir istikrarsızlığa mı sürüklenecektir. Libya senaryosu mu yaşanacak yoksa Saddam’ın Irak’ında olduğu gibi on seneyi aşkın süre devam eden bir izolasyon, ambargo, yaptırım ve sonunda askeri seçenek mi hayata geçirilecektir.

ABD’nin Şam Büyükelçisi Robert Ford bir dergiye verdiği mülakatta, “Suriye muhalefetine söylediğimiz şeylerden biri de, Libya’ya müdahale ettiğimiz gibi Suriye'ye de müdahale etmemizi beklememeleri. Muhalefet açısından asıl mesele, rejim içinden nasıl destek alacakları ve sorunu çözmek için dışarıya bakmamanın bir yolunu bulmak. Bu bir Suriye sorunu ve çözüm de Suriye’den gelmeli” ifadelerini kullanmıştır.[1] Bu ifadeler Suriye’nin geleceğinin şekillenmesinde belirleyici rol oynayacak ABD’nin politikasını eksik de olsa da göstermektedir. İfadelerden ilk çıkan sonuç ABD’nin en azından kendisinin içinde olduğu askeri seçeneği dışladığıdır. Ancak herkesin bildiği üzere silahlı bir mücadele olmadan, öldürme konusunda sonuna kadar irade gösteren otoriter bir rejimi yıkmak imkansızdır. Silahlı mücadele de Suriye içinden beklenmektedir. Rejim ama özellikle ordu içinde bir çatlak oluşması, muhalif kampa geçmesi ve rejime karşı silahlı direniş göstermesi istenmektedir. Ford’un ifadelerinde ABD’nin Suriye politikasını yansıtmak açısından eksik kalan kısmı ise Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone’nin şu ifadelerinde bulmak mümkündür: “Biz dünyanın her köşesinde demokrasiyi teşvik ediyoruz. Bu konuda Türkiye'yi ilham olarak görüyoruz. Her ülkenin kendi yolunu bulması lazım. Suriye bir Libya, Mısır, Irak ve İran'dan farklıdır. Herkesin, her halkın kendi yolunu demokrasiye doğru bulması lazım. Eğer o halklar, o devletler bu yolu seçerse, hepimiz destek vereceğiz.”[2] Buradan da anlaşılan iç dinamiklerin değişim yönünde tavır alması durumunda ABD’nin Esad yönetimini zayıflatmak ve muhalefetin elini güçlendirmek için tüm imkanlarını kullanacağıdır. Bu noktada ABD’nin elindeki kozları şu şekilde sıralayabiliriz: “Uluslararası toplumu ve örgütleri Suriye aleyhinde harekete geçirmek, tek taraflı ekonomik ve diplomatik yaptırımlar uygulamak, Avrupa ve Ortadoğu’daki müttefiklerini yaptırım ve izolasyon politikasına yönlendirerek Suriye’yi uluslararası arena ve bölgesinde yalnızlığa itmek, muhalefeti maddi ve siyasi olarak destekleyerek bir rejim alternatifi yaratmak.”

Sıralanan bütün kozlar açısından en kritik ülke olarak Türkiye ön plana çıkmaktadır. Ekonomik ve siyasi yaptırımların sonuç üretmesi Türkiye’nin desteğini gerektirmektedir. Bunun yanı sıra muhalefetin güçlendirilmesi çabalarında da Türkiye önemli rol oynamaktadır. Bu nedenle ABD, Suriye politikasını Türkiye ile koordineli yürütmeye çalışmaktadır. Bu açıdan ABD Başkanı Obama ile Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 21 Haziran 2011 tarihinde yaptıkları telefon görüşmesi kritik öneme sahiptir. Bu görüşme sonrasında iki ülkenin Suriye’ye karşı uygulanacak politika konusunda mutabık kaldıkları ve sonraki süreçte koordineli olarak Suriye üzerindeki baskının artırıldığını söylemek mümkündür. Bu görüşmeden sadece bir hafta sonra ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone “Suriye konusunda Türkiye ile tamamen beraber olduklarını” ifade etmiştir.[3] Yine sadece bir hafta sonra da Türkiye Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Bill Burns ile görüşmüştür. Görüşmede ikili ilişkilerin yanı sıra Suriye konusu masaya yatırılmıştır.[4]

Obama ve Erdoğan arasında gerçekleşen telefon görüşmesine ilişkin gözden kaçan iki haber analizde ilginç iddialara yer verilmiştir. Bunlardan ilkine göre “Türkiye Başbakanı Erdoğan ile ABD Başkanı Obama’nın telefon görüşmesinde, Suriye için de Libya’da olduğu gibi bir uçuşa yasak bölge ilanı konusuna değinilmiştir.”[5] Bir diğer haber analizde, “telefon görüşmesinin ardından iki tarafın Suriye sorununu, ABD-Türkiye ortaklığıyla çözme konusunda karara vardığı öne sürülmüştür. Buna göre Suriye üzerindeki ekonomik yaptırımlar ABD ve Avrupa tarafından artırılacak, Türkiye ise askeri seçenekler konusunda rol alacaktır.”[6]

Gerçekten de Suriye’ye uygulanan yaptırımlar sürecine bakıldığı zaman iki aktörün söz konusu yönlerden Esad yönetimini sıkıştırmaya çalıştığı görülmektedir.

Kademeli olarak yaptırım gücü artan tedbirlerin ilki Nisan 2011 ayının sonunda hayata geçirilmiştir. ABD, Beşar Esad’ın yakınlarının mal varlığını dondurmuş ve bu kişilere seyahat yasağı getirmiştir.[7] Burada ilk dikkat çeken Beşar Esad’ın yaptırımlara dahil edilmemiş olmasıdır. Sürecin başında Esad’a kredi tanınmış ve şiddetin esas sorumlusu olarak görülen iç çekirdekteki diğer isimler cezalandırılmıştır. Esad’a kredi tanımanın yanı sıra rejim içinde bir çatlak oluşturma çabası içinde olunduğu da söylenebilir. ABD’yi Mayıs ayı başında Avrupa Birliği (AB) takip etmiştir. AB, Suriye'de göstericilere yönelik şiddet nedeniyle Suriye’ye silah ambargosu koymuş ayrıca, Suriyeli yetkili ve rejimle ilişkili 13 kişinin AB üyesi 27 ülkeye seyahat etmesini yasaklamış ve mal varlıklarını dondurmuştur. AB daha sonra bu yaptırımları Beşar Esad'ı ve 9 yardımcısını kapsayacak şekilde genişletmiştir. Esad’a karşı ilk sert çıkış ise 18 Mayıs tarihinde ABD Başkanı Obama’dan gelmiştir. Obama Esad’a “Ya değişime liderlik et ya da yoldan çekil” mesajı iletmiştir. Ardından konuyu Birleşmiş Milletler (BM)’in gündemine getirme çalışmaları başlamıştır. İngiltere ve Fransa, Suriye’nin kendi halkına karşı şiddet uygulamasının kınanmasını öngören bir taslağı BM Güvenlik Konseyi’ne sunulmuş ve sonraki aşamada kınama kararı çıkarılmıştır. En sert söylem, Temmuz ayı içinde hem ABD Başkanı hem de Dışişleri Bakanı’nın, “Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın ABD'nin gözünde meşruiyetini yitirdiğini açıklaması olmuştur. Ekonomik yaptırımlar Beşar Esad’ın kuzeni ve ülkenin en zengini Rami Maluf’a ait Suriye’nin en büyük bankası Commercial Bank of Syria ve GSM şirketi Syriatel’e yaptırım uygulanması ile devam etmiştir. Ekonomik yaptırımlar kısa süre içinde Suriye’nin yumuşak karnı olan enerji sektörünü kapsamaya başlamıştır. Ağustos ayı içinde ABD Dışişleri Bakanı Clinton, uluslararası petrol şirketlerine Suriye’deki faaliyetlerini durdurma çağrısı yapmıştır. Obama’nın, Esad’a “iktidarı bırakıp gitmesi” çağrısını takiben İngiltere, Fransa, Portekiz ve Almanya Şam’a yeni yaptırım öngören karar tasarısını BM Güvenlik Konseyi’ne sunmuştur. İlk aşamada yaptırımların dışında tutulan Beşar Esad da Ağustos ayı sonu itibarıyla ekonomik yaptırımlar kapsamına alınmıştır. Ardından Eylül ayı sonunda AB hükümetleri, Avrupalı şirketlerin Suriye’nin petrol sanayisine yeni yatırımlar yapmasını yasakladığını açıklamıştır. Günde 150 bin varil ham petrol ihraç eden Suriye’nin bunun büyük bölümünü AB ülkelerine yapıyor olması yaptırımın olası etkisini göstermesi açısından önemlidir. Son olarak; Fransa, İngiltere, Almanya ve Portekiz’in ortaklaşa hazırladığı ve Suriye’ye karşı tedbirler öneren karar tasarısı (BM) Güvenlik Konseyi’nde Rusya ve Çin’in vetosu sonucunda kabul edilmemiştir.

ABD ve AB merkezli olarak yürüyen ekonomik ve diplomatik yaptırımlara paralel olarak Türkiye’nin farklı rol oynadığı bir süreç yaşanmıştır. Türkiye’nin rolü konusunda iki boyut ön plana çıkmıştır. İlki Suriye muhalefetinin örgütlenmesine topraklarında izin verilmesidir. İkinci boyut ise doğrudan ya da dolaylı askeri baskıların artırılmasıdır. ABD her ne kadar askeri seçeneği dışlıyor olsa da bu olmadan değişimin mümkün olmadığı analizini yapmaktadır. Beklenti, Suriye içinden bir silahlı direniş sergilenmesidir. Bu noktada Türkiye’nin rolü büyük önem taşımaktadır. Türkiye’den beklentilerin şu başlıklar olması muhtemeldir: Suriye muhalefetinin siyasi alanın yanı sıra askeri alanda güçlenmesine yardım etmek, güvenli bölgeler oluşturmalarını sağlamak, bu bölgelere askeri koruma sağlamak, mümkünse tampon bölge oluşturarak muhalefetin burada güçlenmesine imkan tanımak ve bu bölgeye askeri koruma sağlamak, Türkiye’nin doğrudan askeri caydırıcılığını kullanarak Suriye içi dinamikleri muhalefet lehine etkilemeye çalışmak ve Suriye yönetiminin İran’dan gelen silahlanma girişimlerine engel olmak.

Türkiye’nin askeri alanda Suriye yönetimine karşı tedbir alacağının ilk işaretleri ayaklanmalar başladıktan hemen sonraki süreçte görülmüştür. Türkiye, 16 Mart tarihinde Diyarbakır'a indirilen kargo uçağında BM’nin İran'a uyguladığı ambargoyu ihlal eden silahlar olduğu bildirilmiş ve Türkiye, bu durumu BM Güvenlik Konseyi’ne 29 Mart tarihinde rapor etmiştir. 4 Ağustos 2011 tarihinde ise Almanya’nın Süddeutsche Zeitung gazetesi, İran’ın Suriye’ye göndermek istediği silahları taşıyan bir konvoyun Türkiye’de durdurulduğunu iddia etmiştir. Bunun ardından Eylül ayı içinde Başbakan Tayyip Erdoğan, Mısır ziyareti sırasında, “artık inanmıyorum” diyerek köprüleri attığı Suriye’ye askeri malzeme taşıyan uçaklara hava sahasını kapattığını açıklamıştır. Başbakan, Suriye’ye havadan ve denizden uygulanan silah sevkiyatı ambargosuna karadan da başlandığını açıklayarak, “böyle bir girişim olursa durdurur el koyarız” demiştir.

Ancak askeri tedbirler noktasında esas önem taşıyan bir tampon bölge ya da uçuşa yasak bölge oluşturulması fikridir. Tampon bölge oluşturulması Suriye’deki olayların Türkiye’nin güvenliğini doğrudan etkileyecek bir hal alması durumunda meşruiyet kazanacaktır. Bu da Cisr el Şukur kasabasına yönelik askeri operasyonlar sonrasında Türkiye’ye gelen Suriyeli misafirlerin sayısının çok daha büyük rakamlara ulaşması ile mümkün olabilir. Türkiye’nin bu senaryoya ilişkin olarak hazırlık içinde olduğu bilinmektedir. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, katıldığı bir televizyon programında “Suriye'nin bir iç kargaşaya girmesi ve bunun Türkiye’ye de bir risk oluşturması durumunda tedbir alınacağını söylemiştir.” Bu tedbirlerin içinde asker var mı şeklindeki soruya ise, “Bizim için bir güvenlik sorunu olduğunda tabii ki. Biz Irak'ta Saddam, Kürt halkına baskıyı arttırdığında bir gecede 500 bin insan Türkiye sınırındaydı. Tabii o bölgeyi denetlemek için asker de dahil her türlü yöntem yani bir güvenlik sorunu haline dönüştüğünde bütün gerekli tedbirler alınır. Bir ara sayı 15 bine kadar çıktı, şimdi 7 bin 600 civarında. Yarın diyelim sayı tekrar arttı, bilemeyiz. Dolayısıyla Suriye'nin bir iç kargaşaya girmesi Türkiye'ye de bir risk oluşturduğunda tabii ki tedbir alınır.” şeklinde yanıtlamıştır.[8] Daha önce bir gazetede yayınlanan haberde de “Türkiye, sınırda tampon bölge kurarsa, muhaliflerin bu bölgeyi Suriye’nin Bingazisi yapmaya hazırlandığı” iddia edilmiştir.[9]

Askeri tedbirler noktasında bir diğer adım askeri muhalif unsurların silahlanması ve güvenli bölgeler içinde faaliyet göstermesini sağlamaktır. Bu yönde haberler de basında yer almaktadır. İngiliz Independent gazetesinin Suriye ordusundan kaçarak Türkiye’ye sığınan Albay Riyad Esad ile yapılan mülakat bu açıdan son derece çarpıcıdır. Türk yetkililer tarafından korunduğunu söyleyen Riyad Esad Suriye ordusundan kopan askerlerin kurduğu “Özgür Suriye Ordusu”nun komutanı olduğunu belirtmiştir. Albay mülakatta “Suriye içinde örgütlenmiş oldukları” iddiasını öne sürmüştür. “Şimdiye dek 200 bin kişilik Suriye ordusundan 10 ila 15 bin askerin taraf değiştirdiğini” söyleyen Albay el Esad, “Suriye ordusunda moralin düşük olduğunu ve yakın zamanda daha çok kişinin taraf değiştireceğini savunmuştur. Beşar Esad rejimini devirmek için gerilla tipi saldırılar ve suikastlar planlandığını da belirtmiştir.[10] Muhaliflerin silahlandırılmasına ilişkin basında çıkan diğer haberler yavaş yavaş silahlı bir direnişe dönüşen Suriye’deki ayaklanmalarda muhaliflerin ellerindeki silahların Türkiye’den kaçırıldığı şeklindedir.[11] Bu yöndeki iddialar bizzat Suriye lideri Beşar Esad tarafından da dile getirilmiştir.[12]

Askeri tedbirler noktasında son adım ise Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “Yıldırım-2011” tatbikatını Hatay’da başlatmış olmasıdır. 5-13 Ekim tarihleri arasında Hatay’da icra edilen tatbikatın Başbakan Erdoğan’ın Suriyeli misafirlerin kaldığı çadır kentleri ziyaretine paralel gerçekleştirilmesi[13] Türkiye’nin askeri caydırıcılığını Suriye üzerinde gösterme çabası şeklinde değerlendirilebilir.

Uluslararası toplumun genelinde Esad yönetiminin artık meşruiyetini yitirdiği ve iktidarı bırakması gerektiği yönünde bir ortak düşünce oluşmuştur. Sorun Suriye’nin kendine özgü koşullarının yarattığı zorluk nedeniyle bunun nasıl başarılacağıdır. Askeri seçenek olmaksızın rejimin yıkılmasının mümkün olmadığı aşikardır. Ancak hiçbir aktör sonuçlarını önceden kestiremediği böyle bir maceraya atılmak istememektedir. Bu noktada yukarıda ortaya konmaya çalışılan tablodan ortaya çıkan sonuç Suriye özelinde iki ayaklı bir strateji izlenmeye çalışıldığıdır. Birinci ayakta uzun süreli; siyasi, diplomatik, ekonomik yaptırımlar yoluyla rejimin zayıflatılması yer almaktadır. Ekonomik yaptırımların artması ile hem güvenlik yapılanmasının finansmanı zorlaştırılacak hem de halk arasındaki huzursuzluklar artacaktır. Siyasi ve diplomatik baskıların yoğunlaşması ile izole konumda, kimse ile ilişki kuramayan, marjinalleşmiş bir Suriye ortaya çıkacak, bu da yönetim ve güvenlik birimleri içinde rejimin kalıcılığına olan inancı sarsarak kopmaların yaşanmasına neden olacaktır. İşte bu noktada askeri boyutu olan ikinci ayak karşımıza çıkmaktadır. Rejim içinden kopmaların artması ile beraber şimdiye kadar sivil direniş şeklindeki gösteriler silahlı direnişe dönüşecektir. Yani olayın askeri boyutu Suriyelilere bırakılacaktır. Ancak bunun için silahlı muhalifler, Libya’daki Bingazi örneğinde olduğu gibi, güvenli bir bölgeye ihtiyaç duyacaktır. Siyasi muhalefetin güçlendirilmesi de buna paralel olarak sürdürülecektir. Burada da Türkiye’nin pozisyonu, Suriye’nin en uzun sınıra sahip komşusu olması, Suriye halkı tarafından güvenilen bir ülke olması nedeniyle büyük önem taşımaktadır.


Dipnotlar

[1] ABD'den Suriye itirafı, Hürriyet, 28 Eylül 2011, http://www.hurriyet.com.tr/planet/18851685.asp. (Son Erişim Tarihi: 11 Ekim 2011)
[2] Ricciardone: Suriye konusunda Türkiye ile beraberiz, Hürriyet, 30 Haziran 2011, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/printnews.aspx?DocID=18147287. (Son Erişim Tarihi: 11 Ekim 2011)
[3] Ricciardone: Suriye konusunda Türkiye ile beraberiz, Hürriyet, 30 Haziran 2011, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/printnews.aspx?DocID=18147287. (Son Erişim Tarihi: 11 Ekim 2011)
[4] Sinirlioğlu ABD'li müsteşar Burns ile görüştü, Hürriyet, 7 Temmuz 2011, http://www.hurriyet.de/haberler/dunya/947145/sinirlioglu-abdli-mustesar-burns-ile-gorustu. (Son Erişim Tarihi: 11 Ekim 2011)
[5] Obama ve Erdoğan, Suriye'de uçuşa yasak bölgeyi görüşmüş, Euractiv Haber Sitesi, 22 Haziran 2011, http://www.euractiv.com.tr/politika-000110/article/obama-ve-erdogan-suriyede-ucusa-yasak-bolgeyi-gorusmus-019208. (Son Erişim Tarihi: 11 Ekim 2011)
[6] ABD-Türkiye anlaştı mı, Hürriyet, 26 Haziran 2011, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/printnews.aspx?DocID=18111229. (Son Erişim Tarihi: 11 Ekim 2011)
[7] ABD, Esad'ın yakınlarının mal varlığını dondurdu, Yeni Şafak, 29 Nisan 2011. http://yenisafak.com.tr/Dunya/?i=316683&t=29.04.2011. (Son Erişim Tarihi: 11 Ekim 2011)
[8] Davutoğlu: Suriye'ye karşı tabii ki tedbir alınır, Zaman, 7 Ekim 2011. http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1187945. (Son Erişim Tarihi: 11 Ekim 2011)
[9] Tampon bölge Suriye’nin Bingazi’si olabilir, Hürriyet, 19 Haziran 2011. http://www.hurriyet.com.tr/planet/18063641.asp. (Son Erişim Tarihi: 11 Ekim 2011)
[10] Esad rejimini Türkiye'den devirecek, Hürriyet, 10 Ekim 2011, http://www.hurriyet.com.tr/planet/18943302.asp. (Son Erişim Tarihi: 11 Ekim 2011)
[11] Silahlar Türkiye'den kaçırıldı iddiası, Hürriyet, 29 Eylül 2011, http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/printnews.aspx?DocID=18848099. (Son Erişim Tarihi: 11 Ekim 2011)
[12] Utku Çakırözer, “Esad konuştu”, Cumhuriyet, 7 Ekim 2011. http://cumhuriyet.com.tr/?hn=283256. (Son Erişim Tarihi: 11 Ekim 2011)
[13] Bu ziyaret Başbakan Erdoğan’ın annesinin vefatı nedeniyle ileri bir tarihe ertelenmiştir.

No comments: