Suriye ordusunun 31 Temmuz tarihinde Hama kentinde gerçekleştirdiği operasyon neden şimdi ve neden Hama sorularını gündeme getirmiştir. Zamanlama ile ilgili olarak ilk olasılık Ramazan ayı ile bağlantılı olduğudur. Suriye’de organize bir muhalefet olmadığı için halkın bir araya gelip konuşabildiği tek mekan camilerdir. Camiler halka örgütlenme imkanı sunmakta ve olaya duygusal bir boyut katarak seferber olmalarına imkan tanımaktadır. Ortadoğu’nun genelinde olduğu üzere Suriye’de de halk gösterileri en yoğun olarak Cuma günleri yaşanmaktadır. Sadece Cuma namazında bir araya gelen kitleler Ramazan ayı boyunca toplanarak rejim karşıtı gösteriler düzenleme imkanına sahip olacaktır. Bu tespit Suriye yönetimini Ramazan ayı öncesinde isyan hareketinin gücünü kırmaya yönlendirmiş olabilir.
Neden Hama sorusunun cevabı ise Suriye’deki isyanın bir boyutunu oluşturan mezhepsel çatışmalarla ilgilidir. Suriye’nin bağımsızlığını kazandığı tarihten itibaren Müslüman Kardeşler örgütü Suriye siyasal yaşamında önemli aktörlerden biri olmuştur. 1963 yılında Baas’ın iktidara gelmesi ile beraber örgüt üzerindeki baskılar yoğunlaşmış ve “mürtet (dininden dönen) rejim” olarak tanımladığı Baas yönetimi ile sorunlu bir ilişki içinde olmuştur. Müslüman Kardeşler örgütü, Baas’ın iktidara geldiği tarihten bir yıl sonra 1964 yılında Hama şehrinde silahlı bir devrim girişiminde bulunmuştur. Ancak bu girişim yönetim tarafından bastırılmıştır. Yeniden örgütlenen Müslüman Kardeşler, 1970’ler boyunca mücadelesine devam etmiştir. Bu yıllarda güvenlik birimlerinde görev yapan Arap Alevi kökenli askerlere suikastlar düzenlemiştir. 1982 yılında örgütün Hama şehrinde bir askeri karakolu ele geçirmesini takiben yönetimin yanıtı sert olmuş ve “Hama Katliamı” olarak bilinen kanlı olaylar yaşanmıştır. Şehre orduyu sokan rejimin 30.000 civarında çoğu Müslüman Kardeş üyesi kişiyi öldürmesiyle örgüt gücünü büyük ölçüde kaybetmiştir. Dolayısıyla Hama şehri tarihsel olarak Arap Alevilerin kontrolündeki rejime duyulan Sünni çoğunluk tepkisinin merkez üssü olmuştur. Son Hama operasyonundan sonra sürgündeki Müslüman Kardeşler örgütü tam da bu nedenle, “Esad ailesi liderliğindeki Alevi seçkinlerin, Sünniler’e karşı mezhep savaşı başlattığını, Hama’nın da en büyük Sünni kalelerinden biri olduğunu” ifade etmiştir.
Mezhepsel boyut Suriye’de yaşanan halk ayaklanmasının önemli faktörlerinden biridir. Ancak kesinlikle tek ve en önemli faktör değildir. Zaten ayaklanan gruplara bakıldığı zaman laikler, liberaller, Arap aşiretleri ve hatta rejimin destekçisi olduğuna inanılan Arap Alevi, Dürzi, Hıristiyanlar gibi azınlık grupları içinden de insanlar olduğu görülmektedir. Dolayısıyla rejimin çok çeşitli mezhepsel, toplumsal, ekonomik gruplar arasında meşruiyetini yitirdiğini söylemek mümkündür. Ancak mezhepsel boyut, özellikle de Sünni-Arap Alevi çatışması önemli faktörlerden biridir. Suriye yönetimi Hama, Deir ez Zor, Dara gibi Sünni niteliği ağır basan vilayetlere saldırarak isyanı sadece mezhepsel boyuta indirgemeye çalışıyor olabilir. Bu olmayan bir mezhepsel çatışmanın yaratıldığı anlamında değildir. Ancak var olan bir çatışma rejim tarafından körüklenmeye çalışılıyor olabilir. Çünkü Esad rejimi gelinen aşamada ancak mezhep çatışması yaratarak kaybettiği meşruiyeti güvenlik ve güç üzerinden inşa edebileceğini düşünebilir. Sorunun “Sünni çoğunluğun iktidarı ele geçirme çabasına indirgenmesi” “Sünni Arap tahakkümünden” çekinen diğer toplumsal kesimlerin desteğini almaya ve isyanın tüm ülke ve toplumsal katmanlar arasında yaygınlaşmasına engel olacaktır. Böylece devrim hareketine destek veren liberaller, laikler ve azınlıklar gibi grupları kendi safına çekmeyi başarabilecektir.
Suriye rejiminin geleceğinde Şam ve Halepli orta ve üst sınıfın tavrı belirleyici faktörlerden biri olacaktır. Halen ülkenin iki büyük kenti Şam ve Halep’te rejimi sarsacak düzeyde bir protesto gösterisi düzenlenmemiştir. Bunun kabaca iki olası nedeni olabilir. Birincisi, şehirleşmiş, eğitimli, seküler orta ve üst sınıf arasında Esad rejiminin nispeten meşruiyetinin daha sağlam olmasıdır. İkincisi ise rejimin geleceği açısından son derece kritik olan bu şehirlerde kontrolün üst düzeyde olmasıdır. Ordu ve diğer güvenlik birimlerinin hiç olmadığı kadar bu şehirlerde varlığını hissettirdiği yönündeki haberler bu olasılığı güçlendirmektedir. Bu iki şehirde bir hareketlenme yaşanmadan rejimin değişmesi mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle istikrar arayan ve rejim ile çıkar ilişkisi içindeki Sünni Arap üst sınıfın tavrı büyük önem taşımaktadır. Bu kesim artık rejimin yıkılmasından ziyade iktidarını sürdürmesinin istikrarı bozacağına inanmaya başlarsa tavırlarında bir değişim olabilecektir.
Suriye’yi bu denli rahat hareket etmesini sağlayan faktörlerden biri, Suriye’ye yönelik bir uluslararası müdahalenin birkaç neden ötürü çok zayıf bir ihtimal olmasıdır. İlk olarak Suriye halkı ve muhaliflerin neredeyse tamamı uluslararası müdahaleye karşı çıkmaktadır. Türkiye’de düzenlenen Suriyeli muhalif toplantılarında yayınlanan sonuç bildirgelerinin tamamında “yabancı askeri müdahalenin açıkça reddi” maddesi yer almıştır. Uluslararası müdahalenin ülkeyi çok daha büyük bir karmaşa ortamına sürükleyeceğine inanılmaktadır. Libya müdahalesi bu anlamda Suriyeliler için olumsuz bir örnek oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra uluslararası toplumun da müdahale konusunda ciddi çekinceleri bulunmaktadır. NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen “Libya'da BM'nin açık himayesine dayanan bir operasyon yaptıklarını, bölge ülkelerinin desteğini aldıklarını, bu iki koşulun Suriye'de oluşmadığını" belirtmiştir. BM Güvenlik Konseyi’nde Suriye hakkında bir kınama kararı çıkartılması konusunda bile zorluklar yaşanmaktadır. Rusya ve Çin, Suriye yönetimini Hama’daki eylemleri nedeniyle eleştirse de bir uluslararası müdahaleye yol açabileceği kaygısıyla kınama kararına dahi sıcak yaklaşmamaktadır. BM’nin himayesine dayanmayan bir askeri operasyonun ise başarı şansının düşük olduğu bilinmektedir. Esasen Suriye rejiminin ayaklanmaları bastırırken kullandığı yöntem ve olayların ulaştığı boyutun Libya örneğinden farklı olmadığı ve bu anlamda müdahalenin koşullarının oluştuğu söylenebilir. Ancak Rasmussen’i böyle bir açıklamaya iten gerekçe politik gerçeklerle ilgilidir. Suriye’ye müdahalenin sonuçlarının bölge için ağır sonuçları olacağı, müdahalenin başarı şansının düşük olması, Esad sonrası dönemim kestirilemiyor ve yerine ikame edebilecekleri güçlü, organize bir muhalefet göremedikleri değerlendirmelerinden yola çıkarak müdahaleye sıcak yaklaşılmamaktadır. Tam da bu nedenle İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague “Esad rejimini etkilemek ve Suriye'deki durumu düzeltmek için alternatif yollar üzerine konsantre olmalıyız" demektedir. Bu nedenle Batı’nın izleyeceği tek yol olarak rejim üzerindeki uluslararası baskıyı artırmak ve muhalefetin profilini yükseltmeye çalışmak kalmaktadır. Bu doğrultuda Avrupa Birliği Esad hükümetine yönelik yaptırımları genişletmektedir. Hama’daki askeri operasyonlarıyla bağlantılı 5 yetkilinin AB’deki malvarlıkları dondurulmuş ve seyahat yasağı getirilmiştir. Ancak bu adımların rejim bekası sorunu ile karşı karşıya kalan Esad yönetimi açısından çok anlam ifade etmediği açıktır. Dolayısıyla kısa vadede sonuç vermesi mümkün değildir. Ancak kademeli olarak yaptırımların sertleşeceğinin bir işaretidir.
Sıralanan faktörler nedeniyle elinin rahat olduğunu düşünen Suriye yönetimi gösterileri güç yolu ile bastırmaya devam edecektir. Gösteriler henüz başlamadan ve yönetim kendi halkına karşı silah kullanmadan önce sonuç üretmesi muhtemel reform adımları ise bu noktadan itibaren sonuç üretemeyecektir. Dolayısıyla bundan sonraki süreçte Suriye’deki istikrarsızlığın uzun bir sürece yayılması beklenebilir. Bir sonraki aşama ise Suriye’deki halk hareketinin silahlı bir boyut kazanması olabilir. Bu da neredeyse bir mezhep savaşının içine sürüklenmiş Suriye’de çok daha kanlı bir sürecin başlaması anlamına gelecektir. Henüz doğrulanmamakla birlikte kuzey Suriye’de Türkiye sınırına yakın bir bölgede “Özgür Suriye Ordusu” adı altında ordudan kaçan bazı subayların kurduğu silahlı bir yapılanmanın varlığından bahsedilmektedir. Ordudan kopuşların artması, muhalefetin her geçen gün daha organize olması ve silahlı ve siyasi muhalif gruplara dış destek verilmesi sonucunda Suriye’de istikrarsızlığın hakim olduğu uzun bir süreç yaşanabilir.
Neden Hama sorusunun cevabı ise Suriye’deki isyanın bir boyutunu oluşturan mezhepsel çatışmalarla ilgilidir. Suriye’nin bağımsızlığını kazandığı tarihten itibaren Müslüman Kardeşler örgütü Suriye siyasal yaşamında önemli aktörlerden biri olmuştur. 1963 yılında Baas’ın iktidara gelmesi ile beraber örgüt üzerindeki baskılar yoğunlaşmış ve “mürtet (dininden dönen) rejim” olarak tanımladığı Baas yönetimi ile sorunlu bir ilişki içinde olmuştur. Müslüman Kardeşler örgütü, Baas’ın iktidara geldiği tarihten bir yıl sonra 1964 yılında Hama şehrinde silahlı bir devrim girişiminde bulunmuştur. Ancak bu girişim yönetim tarafından bastırılmıştır. Yeniden örgütlenen Müslüman Kardeşler, 1970’ler boyunca mücadelesine devam etmiştir. Bu yıllarda güvenlik birimlerinde görev yapan Arap Alevi kökenli askerlere suikastlar düzenlemiştir. 1982 yılında örgütün Hama şehrinde bir askeri karakolu ele geçirmesini takiben yönetimin yanıtı sert olmuş ve “Hama Katliamı” olarak bilinen kanlı olaylar yaşanmıştır. Şehre orduyu sokan rejimin 30.000 civarında çoğu Müslüman Kardeş üyesi kişiyi öldürmesiyle örgüt gücünü büyük ölçüde kaybetmiştir. Dolayısıyla Hama şehri tarihsel olarak Arap Alevilerin kontrolündeki rejime duyulan Sünni çoğunluk tepkisinin merkez üssü olmuştur. Son Hama operasyonundan sonra sürgündeki Müslüman Kardeşler örgütü tam da bu nedenle, “Esad ailesi liderliğindeki Alevi seçkinlerin, Sünniler’e karşı mezhep savaşı başlattığını, Hama’nın da en büyük Sünni kalelerinden biri olduğunu” ifade etmiştir.
Mezhepsel boyut Suriye’de yaşanan halk ayaklanmasının önemli faktörlerinden biridir. Ancak kesinlikle tek ve en önemli faktör değildir. Zaten ayaklanan gruplara bakıldığı zaman laikler, liberaller, Arap aşiretleri ve hatta rejimin destekçisi olduğuna inanılan Arap Alevi, Dürzi, Hıristiyanlar gibi azınlık grupları içinden de insanlar olduğu görülmektedir. Dolayısıyla rejimin çok çeşitli mezhepsel, toplumsal, ekonomik gruplar arasında meşruiyetini yitirdiğini söylemek mümkündür. Ancak mezhepsel boyut, özellikle de Sünni-Arap Alevi çatışması önemli faktörlerden biridir. Suriye yönetimi Hama, Deir ez Zor, Dara gibi Sünni niteliği ağır basan vilayetlere saldırarak isyanı sadece mezhepsel boyuta indirgemeye çalışıyor olabilir. Bu olmayan bir mezhepsel çatışmanın yaratıldığı anlamında değildir. Ancak var olan bir çatışma rejim tarafından körüklenmeye çalışılıyor olabilir. Çünkü Esad rejimi gelinen aşamada ancak mezhep çatışması yaratarak kaybettiği meşruiyeti güvenlik ve güç üzerinden inşa edebileceğini düşünebilir. Sorunun “Sünni çoğunluğun iktidarı ele geçirme çabasına indirgenmesi” “Sünni Arap tahakkümünden” çekinen diğer toplumsal kesimlerin desteğini almaya ve isyanın tüm ülke ve toplumsal katmanlar arasında yaygınlaşmasına engel olacaktır. Böylece devrim hareketine destek veren liberaller, laikler ve azınlıklar gibi grupları kendi safına çekmeyi başarabilecektir.
Suriye rejiminin geleceğinde Şam ve Halepli orta ve üst sınıfın tavrı belirleyici faktörlerden biri olacaktır. Halen ülkenin iki büyük kenti Şam ve Halep’te rejimi sarsacak düzeyde bir protesto gösterisi düzenlenmemiştir. Bunun kabaca iki olası nedeni olabilir. Birincisi, şehirleşmiş, eğitimli, seküler orta ve üst sınıf arasında Esad rejiminin nispeten meşruiyetinin daha sağlam olmasıdır. İkincisi ise rejimin geleceği açısından son derece kritik olan bu şehirlerde kontrolün üst düzeyde olmasıdır. Ordu ve diğer güvenlik birimlerinin hiç olmadığı kadar bu şehirlerde varlığını hissettirdiği yönündeki haberler bu olasılığı güçlendirmektedir. Bu iki şehirde bir hareketlenme yaşanmadan rejimin değişmesi mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle istikrar arayan ve rejim ile çıkar ilişkisi içindeki Sünni Arap üst sınıfın tavrı büyük önem taşımaktadır. Bu kesim artık rejimin yıkılmasından ziyade iktidarını sürdürmesinin istikrarı bozacağına inanmaya başlarsa tavırlarında bir değişim olabilecektir.
Suriye’yi bu denli rahat hareket etmesini sağlayan faktörlerden biri, Suriye’ye yönelik bir uluslararası müdahalenin birkaç neden ötürü çok zayıf bir ihtimal olmasıdır. İlk olarak Suriye halkı ve muhaliflerin neredeyse tamamı uluslararası müdahaleye karşı çıkmaktadır. Türkiye’de düzenlenen Suriyeli muhalif toplantılarında yayınlanan sonuç bildirgelerinin tamamında “yabancı askeri müdahalenin açıkça reddi” maddesi yer almıştır. Uluslararası müdahalenin ülkeyi çok daha büyük bir karmaşa ortamına sürükleyeceğine inanılmaktadır. Libya müdahalesi bu anlamda Suriyeliler için olumsuz bir örnek oluşturmaktadır. Bunun yanı sıra uluslararası toplumun da müdahale konusunda ciddi çekinceleri bulunmaktadır. NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen “Libya'da BM'nin açık himayesine dayanan bir operasyon yaptıklarını, bölge ülkelerinin desteğini aldıklarını, bu iki koşulun Suriye'de oluşmadığını" belirtmiştir. BM Güvenlik Konseyi’nde Suriye hakkında bir kınama kararı çıkartılması konusunda bile zorluklar yaşanmaktadır. Rusya ve Çin, Suriye yönetimini Hama’daki eylemleri nedeniyle eleştirse de bir uluslararası müdahaleye yol açabileceği kaygısıyla kınama kararına dahi sıcak yaklaşmamaktadır. BM’nin himayesine dayanmayan bir askeri operasyonun ise başarı şansının düşük olduğu bilinmektedir. Esasen Suriye rejiminin ayaklanmaları bastırırken kullandığı yöntem ve olayların ulaştığı boyutun Libya örneğinden farklı olmadığı ve bu anlamda müdahalenin koşullarının oluştuğu söylenebilir. Ancak Rasmussen’i böyle bir açıklamaya iten gerekçe politik gerçeklerle ilgilidir. Suriye’ye müdahalenin sonuçlarının bölge için ağır sonuçları olacağı, müdahalenin başarı şansının düşük olması, Esad sonrası dönemim kestirilemiyor ve yerine ikame edebilecekleri güçlü, organize bir muhalefet göremedikleri değerlendirmelerinden yola çıkarak müdahaleye sıcak yaklaşılmamaktadır. Tam da bu nedenle İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague “Esad rejimini etkilemek ve Suriye'deki durumu düzeltmek için alternatif yollar üzerine konsantre olmalıyız" demektedir. Bu nedenle Batı’nın izleyeceği tek yol olarak rejim üzerindeki uluslararası baskıyı artırmak ve muhalefetin profilini yükseltmeye çalışmak kalmaktadır. Bu doğrultuda Avrupa Birliği Esad hükümetine yönelik yaptırımları genişletmektedir. Hama’daki askeri operasyonlarıyla bağlantılı 5 yetkilinin AB’deki malvarlıkları dondurulmuş ve seyahat yasağı getirilmiştir. Ancak bu adımların rejim bekası sorunu ile karşı karşıya kalan Esad yönetimi açısından çok anlam ifade etmediği açıktır. Dolayısıyla kısa vadede sonuç vermesi mümkün değildir. Ancak kademeli olarak yaptırımların sertleşeceğinin bir işaretidir.
Sıralanan faktörler nedeniyle elinin rahat olduğunu düşünen Suriye yönetimi gösterileri güç yolu ile bastırmaya devam edecektir. Gösteriler henüz başlamadan ve yönetim kendi halkına karşı silah kullanmadan önce sonuç üretmesi muhtemel reform adımları ise bu noktadan itibaren sonuç üretemeyecektir. Dolayısıyla bundan sonraki süreçte Suriye’deki istikrarsızlığın uzun bir sürece yayılması beklenebilir. Bir sonraki aşama ise Suriye’deki halk hareketinin silahlı bir boyut kazanması olabilir. Bu da neredeyse bir mezhep savaşının içine sürüklenmiş Suriye’de çok daha kanlı bir sürecin başlaması anlamına gelecektir. Henüz doğrulanmamakla birlikte kuzey Suriye’de Türkiye sınırına yakın bir bölgede “Özgür Suriye Ordusu” adı altında ordudan kaçan bazı subayların kurduğu silahlı bir yapılanmanın varlığından bahsedilmektedir. Ordudan kopuşların artması, muhalefetin her geçen gün daha organize olması ve silahlı ve siyasi muhalif gruplara dış destek verilmesi sonucunda Suriye’de istikrarsızlığın hakim olduğu uzun bir süreç yaşanabilir.
No comments:
Post a Comment