İsrail Başbakanı Olmert’in istifasının ardından ertelenen İsrail-Suriye dolaylı barış görüşmeleri Gazze saldırıları sonrası çıkmaza girmiştir. Suriye, operasyon sürerken görüşmeleri askıya aldığını açıklamıştır. Belirsizliğin hâkim olduğu görüşmelerin geleceği konusunda etkili olabilecek faktörleri şu şekilde sıralayabiliriz: Gazze operasyonunun yarattığı yeni bölgesel güç dağılımı ve İsrail siyasetine etkileri, Obama yönetiminin getireceği yeni yaklaşım ve arabuluculuk rolü üstlenen Türkiye’nin pozisyonunda oluşan değişim.
1. Gazze Operasyonu ve Barış Görüşmeleri: Gazze operasyonu bölgesel güç dengelerini İsrail lehinde değiştirmiştir. HAMAS’ın Suriye etkisine daha açık olan askeri kanadı önemli ölçüde zayıflatılmıştır. İkinci Lübnan Savaşı ile psikolojik üstünlüğü ele geçirdiğini düşünen Suriye, şimdi karşısında güç kullanımında tereddüt etmeyen bir İsrail bulmuştur. Suriye güç dengelerinin aleyhine döndüğü bir ortamda pazarlık masasına zayıf konumda oturmak istemeyecektir. Ayrıca Suriye’nin hassas olduğu Filistin sorunu konusunda, görüşmelerin devam ettiği bir dönemde, İsrail’in saldırı düzenlemesi barış ortamını yok ederek görüşmelerin geleceğini olumsuz etkileyecektir. İsrail açısından da Filistin sorununun öne çıkması, Suriye ile görüşmelerinin rafa kaldırılmasını gündeme getirebilir.
2. İsrail İç Politikası: “İran tehdidi”nin yarattığı kaygılar, 2006 Lübnan (Hizbullah) Savaşı’nın başarısızlığı, Gazze’den tek taraflı geri çekilme sonrası HAMAS’ın düzenlediği roket saldırıları ve son Gazze operasyonu, İsrail kamuoyunun tercihlerinde ulusal güvenlik konularını birinci sıraya yükseltmiştir. Dolayısıyla İsrail seçimlerinden Kadima Partisi birinci sırada çıkmış olsa da genel eğilim İsrail sağı lehinde olmuştur. Likud’un az farkla ikinci sırada yer almasının yanında İsrail Evimiz ve Yahudi Evi gibi milliyetçi sağ partiler seçimden güçlenerek çıkmıştır. İsrail siyasetinin kendine özgü yapısı nedeniyle Knesset’te sandalye kazanan her parti koalisyon görüşmelerinde önemli roller üstlenmektedir. Kadima Partisi hükümeti kurmayı başarabilse bile sağ partilerin etkin olacağı bir koalisyon ile karşılaşabiliriz.
İsrail siyasetinde milliyetçi-sağ partilerin güçlenmesi İsrail-Suriye barış görüşmelerinin geleceğini olumsuz etkileyebilir. Partisi ikinci sırada çıkmış olsa da halen başbakanlık koltuğunun önemli adaylarından Likud lideri Netanyahu, muhalefet döneminde İsrail-Suriye barış görüşmelerinin sürdürülmesine karşı çıkmaktaydı ve kampanya döneminde “barış ancak güçlü iken olur ve İsrail Golan Tepeleri ile çok daha güçlü” söylemiyle stratejik tepelerin Suriye’ye iadesine karşı çıktığını ifade etmişti. Netenyahu, Suriye sınırının zaten güvenli olduğunu ve barışa ihtiyaç olmadığını düşünmektedir. Golan’ın iadesinin gündeme gelmediği bir ortamda İsrail-Suriye barış görüşmelerinin geleceğini tartışmak da anlamsızdır. Seçimlerden beklendiği gibi güçlenerek çıkan ve hükümet içinde bazı bakanlıkları alması muhtemel Evimiz İsrail partisi de “barış karşılığı toprak” ilkesine karşı çıkmaktadır. Dolayısıyla İsrail iç politikasının alacağı yeni şekil zaten kırılgan bir zeminde yürüyen dolaylı görüşmelerin sonlanmasına neden olabilir.
3. Obama ve Ortadoğu: İsrail’de olası milliyetçi-sağ hükümete karşılık ABD’de Obama yönetiminin işbaşında olması, beraber çalışabilirlik açısından umut verici bir tablo çizmemektedir. İsrail sağının müzakereleri ikinci plana atan, kuvvet kullanımı ve tek taraflılığı öne alan yaklaşımı Obama yönetiminin Ortadoğu politikalarıyla çelişebilir. Daha önce Kuzey İrlanda sorununun çözümünde önemli rol oynamış deneyimli müzakereci George Mitchell’in Ortadoğu Özel Temsilciliğine atanması hem diplomasi yoluyla çözüm hem de Barış Süreci’ne verilecek öncelik için önemli işaretlerdir.
Barış Süreci’ne ilişkin Obama yönetiminden genel olarak beklenen, sürecin İsrail-Suriye ayağına öncelik vermesi yönündedir. Bu yaklaşımın temelinde, karmaşık Filistin sorununu çözmeden önce İsrail çevresinde barışçıl bir ortam yaratma düşüncesi yatmaktadır. Suriye’ye Golan Tepeleri’nin iadesi sağlanırsa, Suriye’nin İran, Hizbullah ve HAMAS ile ittifakı zayıflatılabilir, İran’ın da bu örgütler üzerindeki etkisi sınırlanabilir. Obama yönetimi henüz işbaşına gelmeden Suriye’ye yönelik açılımın sinyallerini vermiştir. Obama ekibinden bir grup, görüşmeler yapmak üzere Suriye’nin başkentine gitmiştir. Bu doğrultuda en çarpıcı gelişme, yakın dönemde ABD’nin Suriye’ye büyükelçi atayabileceği yönündeki haberlerdir. Bu açılımlar gerçekleşirse İsrail-Suriye barış görüşmelerinin de ciddi olarak gündeme gelmesini bekleyebiliriz. ABD’nin aktif olarak katılımı ve desteği, görüşmelerin devamı açısından olumlu bir faktör olarak görülebilir. Görüşmelere soğuk bakması beklenen yeni İsrail yönetiminin ABD tarafından ikna edilmesi de gündeme gelebilir.
4. Türkiye’nin Rolü: Türkiye, Gazze operasyonu sonrasında bölgedeki ağırlığını daha çok Filistin tarafından yana koymuştur. Bu yaklaşımın Türkiye’ye belli avantajlar sağlaması kaçınılmazdır. Ancak diğer taraftan İsrail nezdinde Türkiye’nin tarafsızlık algısı erozyona uğramıştır. İsrail’de oluşacak yeni hükümetin Türkiye’yi tarafsız bir arabulucu olarak görme konusunda şüpheleri oluşabilir. Yine de, Filistin tarafında sağlanan güven ve itibar, İsrail açısından Türkiye’yi daha değerli bir arabulucu da yapabilir. Zaten Türk-İsrail ilişkileri pratikte şimdilik bir değişim göstermemiştir. Askeri ve ekonomik alanda işbirliği aynen sürmektedir. İki taraftan da ilişkilerin devamına ilişkin beklentileri dillendirmektedir. Dolayısıyla HAMAS ve Filistin halkı üzerinde etkin bir Türkiye, arabuluculuk açısından ön plana çıkabilir. Son olayların arabuluculuk rolünü nasıl etkileyeceği sorusunun yanıtı, eleştirilerin İsrail’de yarattığı hasarın derinliği ve Türkiye’nin bundan sonra eleştiri dozunu nasıl ayarlayacağı ile doğrudan bağlantılı olacaktır. Türkiye’nin arabulucu rolündeki değişimin yönü, İsrail-Suriye barış görüşmelerinin geleceğini olumlu ya da olumsuz etkileyebilir.
1. Gazze Operasyonu ve Barış Görüşmeleri: Gazze operasyonu bölgesel güç dengelerini İsrail lehinde değiştirmiştir. HAMAS’ın Suriye etkisine daha açık olan askeri kanadı önemli ölçüde zayıflatılmıştır. İkinci Lübnan Savaşı ile psikolojik üstünlüğü ele geçirdiğini düşünen Suriye, şimdi karşısında güç kullanımında tereddüt etmeyen bir İsrail bulmuştur. Suriye güç dengelerinin aleyhine döndüğü bir ortamda pazarlık masasına zayıf konumda oturmak istemeyecektir. Ayrıca Suriye’nin hassas olduğu Filistin sorunu konusunda, görüşmelerin devam ettiği bir dönemde, İsrail’in saldırı düzenlemesi barış ortamını yok ederek görüşmelerin geleceğini olumsuz etkileyecektir. İsrail açısından da Filistin sorununun öne çıkması, Suriye ile görüşmelerinin rafa kaldırılmasını gündeme getirebilir.
2. İsrail İç Politikası: “İran tehdidi”nin yarattığı kaygılar, 2006 Lübnan (Hizbullah) Savaşı’nın başarısızlığı, Gazze’den tek taraflı geri çekilme sonrası HAMAS’ın düzenlediği roket saldırıları ve son Gazze operasyonu, İsrail kamuoyunun tercihlerinde ulusal güvenlik konularını birinci sıraya yükseltmiştir. Dolayısıyla İsrail seçimlerinden Kadima Partisi birinci sırada çıkmış olsa da genel eğilim İsrail sağı lehinde olmuştur. Likud’un az farkla ikinci sırada yer almasının yanında İsrail Evimiz ve Yahudi Evi gibi milliyetçi sağ partiler seçimden güçlenerek çıkmıştır. İsrail siyasetinin kendine özgü yapısı nedeniyle Knesset’te sandalye kazanan her parti koalisyon görüşmelerinde önemli roller üstlenmektedir. Kadima Partisi hükümeti kurmayı başarabilse bile sağ partilerin etkin olacağı bir koalisyon ile karşılaşabiliriz.
İsrail siyasetinde milliyetçi-sağ partilerin güçlenmesi İsrail-Suriye barış görüşmelerinin geleceğini olumsuz etkileyebilir. Partisi ikinci sırada çıkmış olsa da halen başbakanlık koltuğunun önemli adaylarından Likud lideri Netanyahu, muhalefet döneminde İsrail-Suriye barış görüşmelerinin sürdürülmesine karşı çıkmaktaydı ve kampanya döneminde “barış ancak güçlü iken olur ve İsrail Golan Tepeleri ile çok daha güçlü” söylemiyle stratejik tepelerin Suriye’ye iadesine karşı çıktığını ifade etmişti. Netenyahu, Suriye sınırının zaten güvenli olduğunu ve barışa ihtiyaç olmadığını düşünmektedir. Golan’ın iadesinin gündeme gelmediği bir ortamda İsrail-Suriye barış görüşmelerinin geleceğini tartışmak da anlamsızdır. Seçimlerden beklendiği gibi güçlenerek çıkan ve hükümet içinde bazı bakanlıkları alması muhtemel Evimiz İsrail partisi de “barış karşılığı toprak” ilkesine karşı çıkmaktadır. Dolayısıyla İsrail iç politikasının alacağı yeni şekil zaten kırılgan bir zeminde yürüyen dolaylı görüşmelerin sonlanmasına neden olabilir.
3. Obama ve Ortadoğu: İsrail’de olası milliyetçi-sağ hükümete karşılık ABD’de Obama yönetiminin işbaşında olması, beraber çalışabilirlik açısından umut verici bir tablo çizmemektedir. İsrail sağının müzakereleri ikinci plana atan, kuvvet kullanımı ve tek taraflılığı öne alan yaklaşımı Obama yönetiminin Ortadoğu politikalarıyla çelişebilir. Daha önce Kuzey İrlanda sorununun çözümünde önemli rol oynamış deneyimli müzakereci George Mitchell’in Ortadoğu Özel Temsilciliğine atanması hem diplomasi yoluyla çözüm hem de Barış Süreci’ne verilecek öncelik için önemli işaretlerdir.
Barış Süreci’ne ilişkin Obama yönetiminden genel olarak beklenen, sürecin İsrail-Suriye ayağına öncelik vermesi yönündedir. Bu yaklaşımın temelinde, karmaşık Filistin sorununu çözmeden önce İsrail çevresinde barışçıl bir ortam yaratma düşüncesi yatmaktadır. Suriye’ye Golan Tepeleri’nin iadesi sağlanırsa, Suriye’nin İran, Hizbullah ve HAMAS ile ittifakı zayıflatılabilir, İran’ın da bu örgütler üzerindeki etkisi sınırlanabilir. Obama yönetimi henüz işbaşına gelmeden Suriye’ye yönelik açılımın sinyallerini vermiştir. Obama ekibinden bir grup, görüşmeler yapmak üzere Suriye’nin başkentine gitmiştir. Bu doğrultuda en çarpıcı gelişme, yakın dönemde ABD’nin Suriye’ye büyükelçi atayabileceği yönündeki haberlerdir. Bu açılımlar gerçekleşirse İsrail-Suriye barış görüşmelerinin de ciddi olarak gündeme gelmesini bekleyebiliriz. ABD’nin aktif olarak katılımı ve desteği, görüşmelerin devamı açısından olumlu bir faktör olarak görülebilir. Görüşmelere soğuk bakması beklenen yeni İsrail yönetiminin ABD tarafından ikna edilmesi de gündeme gelebilir.
4. Türkiye’nin Rolü: Türkiye, Gazze operasyonu sonrasında bölgedeki ağırlığını daha çok Filistin tarafından yana koymuştur. Bu yaklaşımın Türkiye’ye belli avantajlar sağlaması kaçınılmazdır. Ancak diğer taraftan İsrail nezdinde Türkiye’nin tarafsızlık algısı erozyona uğramıştır. İsrail’de oluşacak yeni hükümetin Türkiye’yi tarafsız bir arabulucu olarak görme konusunda şüpheleri oluşabilir. Yine de, Filistin tarafında sağlanan güven ve itibar, İsrail açısından Türkiye’yi daha değerli bir arabulucu da yapabilir. Zaten Türk-İsrail ilişkileri pratikte şimdilik bir değişim göstermemiştir. Askeri ve ekonomik alanda işbirliği aynen sürmektedir. İki taraftan da ilişkilerin devamına ilişkin beklentileri dillendirmektedir. Dolayısıyla HAMAS ve Filistin halkı üzerinde etkin bir Türkiye, arabuluculuk açısından ön plana çıkabilir. Son olayların arabuluculuk rolünü nasıl etkileyeceği sorusunun yanıtı, eleştirilerin İsrail’de yarattığı hasarın derinliği ve Türkiye’nin bundan sonra eleştiri dozunu nasıl ayarlayacağı ile doğrudan bağlantılı olacaktır. Türkiye’nin arabulucu rolündeki değişimin yönü, İsrail-Suriye barış görüşmelerinin geleceğini olumlu ya da olumsuz etkileyebilir.
No comments:
Post a Comment