Geçen hafta sonu Suriye’de, Baas Partisi’nin 10. Kongresi gerçekleştirildi. Kongre öncesinde kapsamlı reforma yönelik olarak hem içerde hem de uluslararası toplumda bir beklenti söz konusuydu. Ancak kongrenin sonuçlarına ve Suriye Lideri Beşar Esad’ın konuşmasının içeriğine bakıldığında bu beklentilerin karşılanmadığı görülmektedir. Beklentiler özellikle siyasal alanda yapılacak bazı yeni düzenlemelere ilişkindi. Bunlar içinde en önemlisi, Baas’ın içinde öncü rol oynadığı ve yedi partiyi içeren “Ulusal İlerici Cephe” dışında, farklı ideolojileri temsil eden yeni partilerin kurulmasına imkan verilmesiydi. Bunun yanında, ülkedeki reformcu kesimin beklentileri doğrultusunda; tüm siyasi suçluların salıverilmesi, 1963 yılından beri yürürlükte olan sıkıyönetimin kaldırılması gibi konular da bulunmaktaydı.
Kongerede öncelikle Beşar Esad söz almış ve konuşmasında gündemdeki iç ve dış siyaset konularına hiç değinmeden ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durumu anlatmıştır. Daha sonra da bu yönde yönetimin atmayı planladığı adımlar ve ekonomik reform gündemi konuşmasının içeriğini oluşturmuştur. Kendisinden sonra, Cephe’ye mensup diğer bazı partilerin liderleri söz alarak; Baas partisini öven, dış baskıları, İsrail’i, ABD’yi eleştiren konuşmalar yapılmıştır.
Gerçekleştirilen bu kongreyle Suriye yönetimi, hem uluslararası topluma bir mesaj, hem de değişim baskısı altında buna ilişkin olarak izlenecek strateji konusunda bazı ipuçları vermiştir. Öncelikle verilmek istenen mesaj; rejimin yıkılacağı tartışmalarının yapıldığı bir ortamda tek bir bütün olarak ayakta durulduğunun ve her kesimin yönetimin arkasında olduğunu göstermektir. Değişim stratejisine ilişkin olarak ise rejimin, “Çin modeli” olarak adlandırabileceğimiz bir yolu izleyeceği gösterilmiştir. Bu model, bir taraftan ekonomik alana ilişkin yeni liberal açılımları, serbest piyasa ekonomisine geçişin altyapısının hazırlanmasını, diğer taraftan da siyasal alanda mevcut otoriter yapının korunmasını içermektedir. Ekonomik reformların gündeme getirilmiş olması ancak siyasal alana ilişkin herhangi yeni bir açılımdan söz edilmemiş olması rejimin bu modeli benimsediğini göstermektedir.
Suriye’nin mevcut koşulları düşünüldüğünde bu tür bir açılımın daha uygun olacağı düşünülebilir. Otoriter bir yapılanmaya sahip Suriye’de her ne kadar bir siyasal istikrar durumu söz konusu olsa da, özgürlüklerin artırılması ve farklı kesimlere siyasal temsil imkanı tanınması durumunda çok ciddi istikrarsızlıkların da çıkması kuvvetli bir ihtimaldir. Suriyeli siyasal elitlerin de en büyük “korkusu”, Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi, gerçekleştirilecek bazı siyasal reformların tüm rejimin “kartopu etkisiyle” yıkılmasına neden olmasıdır. Rejimin yıkılması ise ülkede üstü kapatılmış, bastırılmış birçok potansiyel istikrarsızlık unsurunun gündeme gelmesine neden olacaktır. Irak örneğinde olduğu gibi güvenlik problemleri, etnik (Araplar-Kürtler)-mezhepsel (Sünnî-Nusayri) çatışma olasılığı, siyasal İslamın bir yönetim alternatifi oluşturması gibi konular mevcut rejimin yıkılması durumunda daha ciddi sorunlara yol açabilecek potansiyel konu başlıklarıdır.
Ekonomik liberalleşmenin beraberinde siyasal liberalleşme yönünde bazı açılımlar doğurması kaçınılmazdır. Hızlı ve köklü bir değişimden ziyade önce ekonomik alanda yapılacak bazı dönüşümlerin ve uzun süreye yayılmış siyasal reformların Suriye için en uygun seçenek olduğu düşünülebilir. Türkiye açısından da düşünülecek olursa, (sayılan olası istikrarsızlık unsurları çerçevesinde) bu tür bir modelin desteklenmesi daha doğru bir yaklaşım olabilir.
Kongerede öncelikle Beşar Esad söz almış ve konuşmasında gündemdeki iç ve dış siyaset konularına hiç değinmeden ülkenin içinde bulunduğu ekonomik durumu anlatmıştır. Daha sonra da bu yönde yönetimin atmayı planladığı adımlar ve ekonomik reform gündemi konuşmasının içeriğini oluşturmuştur. Kendisinden sonra, Cephe’ye mensup diğer bazı partilerin liderleri söz alarak; Baas partisini öven, dış baskıları, İsrail’i, ABD’yi eleştiren konuşmalar yapılmıştır.
Gerçekleştirilen bu kongreyle Suriye yönetimi, hem uluslararası topluma bir mesaj, hem de değişim baskısı altında buna ilişkin olarak izlenecek strateji konusunda bazı ipuçları vermiştir. Öncelikle verilmek istenen mesaj; rejimin yıkılacağı tartışmalarının yapıldığı bir ortamda tek bir bütün olarak ayakta durulduğunun ve her kesimin yönetimin arkasında olduğunu göstermektir. Değişim stratejisine ilişkin olarak ise rejimin, “Çin modeli” olarak adlandırabileceğimiz bir yolu izleyeceği gösterilmiştir. Bu model, bir taraftan ekonomik alana ilişkin yeni liberal açılımları, serbest piyasa ekonomisine geçişin altyapısının hazırlanmasını, diğer taraftan da siyasal alanda mevcut otoriter yapının korunmasını içermektedir. Ekonomik reformların gündeme getirilmiş olması ancak siyasal alana ilişkin herhangi yeni bir açılımdan söz edilmemiş olması rejimin bu modeli benimsediğini göstermektedir.
Suriye’nin mevcut koşulları düşünüldüğünde bu tür bir açılımın daha uygun olacağı düşünülebilir. Otoriter bir yapılanmaya sahip Suriye’de her ne kadar bir siyasal istikrar durumu söz konusu olsa da, özgürlüklerin artırılması ve farklı kesimlere siyasal temsil imkanı tanınması durumunda çok ciddi istikrarsızlıkların da çıkması kuvvetli bir ihtimaldir. Suriyeli siyasal elitlerin de en büyük “korkusu”, Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi, gerçekleştirilecek bazı siyasal reformların tüm rejimin “kartopu etkisiyle” yıkılmasına neden olmasıdır. Rejimin yıkılması ise ülkede üstü kapatılmış, bastırılmış birçok potansiyel istikrarsızlık unsurunun gündeme gelmesine neden olacaktır. Irak örneğinde olduğu gibi güvenlik problemleri, etnik (Araplar-Kürtler)-mezhepsel (Sünnî-Nusayri) çatışma olasılığı, siyasal İslamın bir yönetim alternatifi oluşturması gibi konular mevcut rejimin yıkılması durumunda daha ciddi sorunlara yol açabilecek potansiyel konu başlıklarıdır.
Ekonomik liberalleşmenin beraberinde siyasal liberalleşme yönünde bazı açılımlar doğurması kaçınılmazdır. Hızlı ve köklü bir değişimden ziyade önce ekonomik alanda yapılacak bazı dönüşümlerin ve uzun süreye yayılmış siyasal reformların Suriye için en uygun seçenek olduğu düşünülebilir. Türkiye açısından da düşünülecek olursa, (sayılan olası istikrarsızlık unsurları çerçevesinde) bu tür bir modelin desteklenmesi daha doğru bir yaklaşım olabilir.
No comments:
Post a Comment