Dört turlu seçimin son turunun sonuçlarının açıklanmasıyla beraber Saad Hariri’nin liderliğini yaptığı “Suriye karşıtı blok” Lübnan’da zaferini ilan etti. Düzenlenen suikast sonrası yaşamını yitiren Lübnan eski Başbakanı Refik Hariri’nin genç oğlu Saad Hariri Lübnan’da en güçlü başbakan adayı olarak görülüyor. Suriye’nin ülkeden askerlerini çekmesinin ardından düzenlenen ilk seçimlerde, iç savaştan bu yana ilk kez Suriye karşıtları parlamentoda çoğunluk elde etmiş oldular. Dolayısıyla ülkedeki güç dengeleri de büyük ölçüde değişmiş durumda. Bu değişim hem ülke içinde hem de bölgesel anlamda bazı sonuçlar doğuracaktır.
Bundan sonraki Lübnan iç politikasının öncelikli konusu mevcut Devlet Başkanı Emil Lahud’un değiştirilmesi olacaktır. Geçen sene içinde Suriye’nin müdahalesiyle görev süresi üç yıl uzatılan Lahud’un görevi bırakması için baskı yoğunlaşacaktır. Şu anda Lahud’un anayasal olarak görevi devam ettirmesi için önünde bir engel gözükmüyor. Zira muhalefet, parlamentonun devlet başkanını görevden alabilmesi için gerekli olan üçte iki çoğunluğu sağlayamadı. Ancak iç siyasal ve hatta uluslararası baskının yoğunlaştırılması yoluyla Lahud’un görevi bırakması sağlanabilir. Devlet Başkanının Hıristiyan Marunilerden seçilmesi gerekiyor. Dolayısıyla Lahud sonrası en güçlü devlet başkanı adayı ise Mişel Aoun olarak gözükmektedir. İç savaş sırasında Suriye’ye karşı mücadele veren ve İsrail’le işbirliği yapan Aoun, daha sonra Suriye tarafından ülkeden çıkarılmıştı. Yaklaşık 15 yıldır sürgünde yaşayan Aoun, Suriye askerlerinin Lübnan’dan çekilmesini takiben seçimler öncesinde ülkesine geri dönmüştü. Seçimin üçüncü turunda büyük başarı sağlayan Aoun’un listesi orta Lübnan’ı kapsayan seçim bölgesinde 21 milletvekilliği kazanmıştı. Dolayısıyla Aoun seçimler sonrasında en güçlü Hıristiyan Maruni lider adayı olarak çıkmıştır.
Yeni Lübnan yönetiminin gündemindeki konulardan biri de reform süreci olacaktır. Refik Hariri suikastı sonrası sokaklara dökülen Lübnan halkının öncelikli taleplerinden biri de reformdu. Özellikle Lübnanlı gençler arasında, mezhepsel ayrıma dayanan siyasal yapının ve seçim sisteminin değiştirilmesi yönündeki iç baskılar karşılık bulabilir ve “Lübnanlı” kimliğinin oluşumundaki en büyük engel olarak görülen siyasal yapıda reformasyon gündeme gelebilir. Bu konuda dış baskı da söz konusudur. Avrupa Birliği yaptığı açıklamada bir taraftan Lübnan’ı seçimlerden dolayı kutlarken diğer taraftan seçim sisteminin değiştirilmesi talebinde bulunmuştur.
Yeni yönetimin önümüzdeki dönemde karşılaşacağı en kritik ve çözmesi gereken konu Hizbullah’ın ülke içindeki konumunun belirlenmesi olacaktır. Lübnan’da Hizbullah’ı bir siyasal parti olarak değil aynı zamanda silahlı bir örgüt olarak da düşünmek gerekir. Hizbullah şu anda Lübnan ulusal ordusu dahil ülkenin en disiplinli, güçlü ve örgütlü silahlı grubu konumundadır. Dolayısıyla ülkede istikrarın sağlanması ve güvenlik anlamında “olmazsa olmaz” bir konumdadır. Bu konumuyla Hizbullah hiçbir kesimin göz ardı edemeyeceği önemli bir aktör durumundadır. Hizbullah üzerinde, silah bırakması ve siyasallaşma sürecine girmesi yönünde özellikle dışardan bir baskı söz konusudur. Ancak örgütün ülke içindeki gücü düşünüldüğünde bu olasılık şimdilik çok da gerçekçi gözükmemektedir. Ancak bundan sonraki süreçte gelişmelerin Hizbullah aleyhine olması durumunda ve kendisine belli güvenceler verilmesi durumunda pragmatik bir tavır benimseyebilir. Bu doğrultuda da silah bırakmasını istemek yerine, Hizbullah’ın Lübnan ordusu içinde özerk bir yapıya kavuşturulması gündeme getirilirse, örgüt tarafından kabul edilebilir. Hizbullah çok üstüne gidilmesi durumunda ülkede önemli bir istikrarsızlık unsuru olarak ortaya çıkabilir.
Lübnan seçimlerinin bölgesel anlamdaki etkilerine bakılacak olursa, en önemli sonucun Suriye açısından oluştuğu görülmektedir. Suriye, Lübnan’daki etkinliğini henüz tam olarak kaybetmese de bu yönde bir sürece girmiş durumdadır. Lübnan, Suriye açısından siyasal, askeri ve güvenlik açısından olduğu kadar ekonomik açıdan önemli bir konumdaydı. Bu ülkeden sağlanan ekonomik çıkarların kaybı uzun vadede Suriye iç politikasına da yansıyabilir.
İsrail açısından bakılacak olursak, Lübnan Suriye kontrolünden çıktığı oranda rahatlayacaktır. Bu rahatlama iki açıdan ortaya çıkacaktır. Birincisi Suriye’nin önemli bir kozunun elinden alınarak pazarlık gücünün zayıflatılmasıdır. İkinci olarak da, kendi güvenliği açısından önemli bir tehdit oluşturan Hizbullah, Suriye olmadan daha rahat baskı altına alınabilecektir. Hizbullah’ın Suriye’yle ve dolayısıyla İran’la bağı bir ölçüde kesilerek, bu ülkelerin İsrail’i etkileme potansiyelleri azalacaktır.
Bundan sonraki Lübnan iç politikasının öncelikli konusu mevcut Devlet Başkanı Emil Lahud’un değiştirilmesi olacaktır. Geçen sene içinde Suriye’nin müdahalesiyle görev süresi üç yıl uzatılan Lahud’un görevi bırakması için baskı yoğunlaşacaktır. Şu anda Lahud’un anayasal olarak görevi devam ettirmesi için önünde bir engel gözükmüyor. Zira muhalefet, parlamentonun devlet başkanını görevden alabilmesi için gerekli olan üçte iki çoğunluğu sağlayamadı. Ancak iç siyasal ve hatta uluslararası baskının yoğunlaştırılması yoluyla Lahud’un görevi bırakması sağlanabilir. Devlet Başkanının Hıristiyan Marunilerden seçilmesi gerekiyor. Dolayısıyla Lahud sonrası en güçlü devlet başkanı adayı ise Mişel Aoun olarak gözükmektedir. İç savaş sırasında Suriye’ye karşı mücadele veren ve İsrail’le işbirliği yapan Aoun, daha sonra Suriye tarafından ülkeden çıkarılmıştı. Yaklaşık 15 yıldır sürgünde yaşayan Aoun, Suriye askerlerinin Lübnan’dan çekilmesini takiben seçimler öncesinde ülkesine geri dönmüştü. Seçimin üçüncü turunda büyük başarı sağlayan Aoun’un listesi orta Lübnan’ı kapsayan seçim bölgesinde 21 milletvekilliği kazanmıştı. Dolayısıyla Aoun seçimler sonrasında en güçlü Hıristiyan Maruni lider adayı olarak çıkmıştır.
Yeni Lübnan yönetiminin gündemindeki konulardan biri de reform süreci olacaktır. Refik Hariri suikastı sonrası sokaklara dökülen Lübnan halkının öncelikli taleplerinden biri de reformdu. Özellikle Lübnanlı gençler arasında, mezhepsel ayrıma dayanan siyasal yapının ve seçim sisteminin değiştirilmesi yönündeki iç baskılar karşılık bulabilir ve “Lübnanlı” kimliğinin oluşumundaki en büyük engel olarak görülen siyasal yapıda reformasyon gündeme gelebilir. Bu konuda dış baskı da söz konusudur. Avrupa Birliği yaptığı açıklamada bir taraftan Lübnan’ı seçimlerden dolayı kutlarken diğer taraftan seçim sisteminin değiştirilmesi talebinde bulunmuştur.
Yeni yönetimin önümüzdeki dönemde karşılaşacağı en kritik ve çözmesi gereken konu Hizbullah’ın ülke içindeki konumunun belirlenmesi olacaktır. Lübnan’da Hizbullah’ı bir siyasal parti olarak değil aynı zamanda silahlı bir örgüt olarak da düşünmek gerekir. Hizbullah şu anda Lübnan ulusal ordusu dahil ülkenin en disiplinli, güçlü ve örgütlü silahlı grubu konumundadır. Dolayısıyla ülkede istikrarın sağlanması ve güvenlik anlamında “olmazsa olmaz” bir konumdadır. Bu konumuyla Hizbullah hiçbir kesimin göz ardı edemeyeceği önemli bir aktör durumundadır. Hizbullah üzerinde, silah bırakması ve siyasallaşma sürecine girmesi yönünde özellikle dışardan bir baskı söz konusudur. Ancak örgütün ülke içindeki gücü düşünüldüğünde bu olasılık şimdilik çok da gerçekçi gözükmemektedir. Ancak bundan sonraki süreçte gelişmelerin Hizbullah aleyhine olması durumunda ve kendisine belli güvenceler verilmesi durumunda pragmatik bir tavır benimseyebilir. Bu doğrultuda da silah bırakmasını istemek yerine, Hizbullah’ın Lübnan ordusu içinde özerk bir yapıya kavuşturulması gündeme getirilirse, örgüt tarafından kabul edilebilir. Hizbullah çok üstüne gidilmesi durumunda ülkede önemli bir istikrarsızlık unsuru olarak ortaya çıkabilir.
Lübnan seçimlerinin bölgesel anlamdaki etkilerine bakılacak olursa, en önemli sonucun Suriye açısından oluştuğu görülmektedir. Suriye, Lübnan’daki etkinliğini henüz tam olarak kaybetmese de bu yönde bir sürece girmiş durumdadır. Lübnan, Suriye açısından siyasal, askeri ve güvenlik açısından olduğu kadar ekonomik açıdan önemli bir konumdaydı. Bu ülkeden sağlanan ekonomik çıkarların kaybı uzun vadede Suriye iç politikasına da yansıyabilir.
İsrail açısından bakılacak olursak, Lübnan Suriye kontrolünden çıktığı oranda rahatlayacaktır. Bu rahatlama iki açıdan ortaya çıkacaktır. Birincisi Suriye’nin önemli bir kozunun elinden alınarak pazarlık gücünün zayıflatılmasıdır. İkinci olarak da, kendi güvenliği açısından önemli bir tehdit oluşturan Hizbullah, Suriye olmadan daha rahat baskı altına alınabilecektir. Hizbullah’ın Suriye’yle ve dolayısıyla İran’la bağı bir ölçüde kesilerek, bu ülkelerin İsrail’i etkileme potansiyelleri azalacaktır.
Son olarak da Lübnan’da reform sürecinde sağlanacak bir gelişmenin tüm bölgeyi etkileme potansiyelidir. Lübnan Orta Doğu bölgesinde belki de en güçlü demokrasi altyapısına sahip ülkelerden biridir. Mezhepsel ayrımların hakim olduğu ülkede “Lübnanlı” kimliği yaratılabilirse reform sürecinin başarılı olması ihtimali yüksek ülkelerden biri Lübnan’dır. Bu sürecin tüm Orta Doğu’da demokratikleşme hareketlerine de hızlandırıcı bir etkisi olabilir.