Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde, Arap Ligi Suriye planının veto edilmesinin ardından oluşturulan “Suriye’nin Dostları” grubu toplantısı, Suriye’de değişimi savunan aktörler arasında izlenecek yönteme ilişkin bazı görüş farklılıkları olduğunu ortaya koydu. Suudi Arabistan ve Katar Suriyeli muhaliflerin silahlandırılmasını savunurken, çoğunluk bu öneriye Suriye’de çatışmayı körükleyeceği gerekçesiyle soğuk yaklaşmaktadır. Henüz o aşamaya gelinmediğini düşünen ülkeler koşulların daha olgunlaşmasını beklemektedir. Değişimi savunan aktörler ABD Genelkurmay Başkanı’nın ifadesiyle “Suriyeli muhalefetin özünü daha net şekilde anlamadan silah teslim etmek istememektedir.”
Suriye’de ayaklanan insanların büyük çoğunluğu sıradan insanlardır. Kendilerini savunmaya çalışan, toplumun alt katmanlarında yer alan kişilerden oluşmaktadır. Bu gruplar her geçen gün daha organize olmakla birlikte henüz yeterince örgütlü olamadıkları görülmektedir. Ayrıca silahlı muhalifler ile Suriye ordusu arasında asimetrik bir güç dengesi bulunmaktadır. Bu gerçek uluslararası destek olmadan Suriye’de değişimin mümkün olmadığı sonucunu doğurmaktadır.
Ülkelerin farklı yaklaşımlara sahip olması koordineli hareket edilmesini zorlaştırmaktadır. Tunus toplantısı bunu net olarak ortaya koymuştur. Türkiye ve Fransa’da düzenlenecek konferanslarda aynen Suriye muhalefetinin daha organize olmaya başlaması gibi “Suriye’nin Dostları” grubunun da daha koordineli hareket tarzı geliştirmesi beklenebilir. Gelinen aşamada siyasi, diplomatik yaptırımların ağırlaştırılması, Suriye muhalefetine siyasal destek verilmesi konusunda bir uzlaşı söz konusudur. Ancak sorunun çözümünün askeri boyutu da içermesi gerektiği herkes tarafından bilinmektedir. Tunus toplantısında uluslararası müdahale ya da muhalefetin silahlandırılması gibi seçenekler şimdilik kabul görmese de süreci buna doğru götürebilecek “insani yardım koridoru oluşturulması” konusunda fikir birliği sağlanmıştır.
Şu aşamada uluslararası müdahale sadece bazı Suriyeli muhalifler tarafından dile getirilmektedir. Olası bir müdahalenin başarı şansının düşüklüğü ve sonucun bölgede yeni bir Irak veya Afganistan yaratacağı düşüncesi herkesi kaygılandırmaktadır. Ayrıca olası bir savaşın bölgeselleşeceği hatta uluslararası boyut kazanması olasılığı mevcuttur. Müdahalenin Suriye içi istikrarı olumsuz etkilemesi söz konusu olabilir. Uzun süreli gerilla tarzı direniş hareketleri, terör örgütlerinin alan bulması gibi sonuçlar doğabilir. El Kaide lideri Ayman El Zevahiri’nin Suriye’deki direniş hareketine destek veren açıklamaları bu çerçevede değerlendirilebilir.
Dolayısıyla Suriye sorununun nasıl çözüleceği konusu büyük bir soru işareti konumundadır. Önerilen seçenekler; uygulanmasının zorluğu, sonuçlarının kestirilemiyor olması, mevcut durumdan daha kötüsünü üretebileceği, sonuç alma şansının düşük olması gibi nedenlerle hayata geçirilememektedir. En çok tartışılan öneri ise askeri önlemler alınmasıdır. Kapsamlı bir uluslararası müdahale çok zor gözükse de Libya benzeri bir müdahale tarzının Suriye’ye uygulanabileceği öne sürülmektedir. Ancak bu seçenek de hali hazırda Libya’ya uluslararası müdahaleyi mümkün kılan koşulların Suriye’de oluşmamış olması nedeniyle mümkün gözükmemektedir.
Libya’da müdahaleyi mümkün kılan Kaddafi rejimi içinde ciddi ayrışımların yaşanması, önemli siyasi ve askeri figürlerin muhalif kampa geçmesi, merkezi otoriteye karşı mücadele yürütebilecek nispeten organize homojen bir siyasi ve silahlı muhalif yapının varlığı, bu yapının uluslararası meşruiyet kazanması ve hepsinden önemlisi bir bölgenin kontrolünün tamamen muhaliflerin eline geçmesi yani Bingazi gibi bir güvenli bölgenin oluşmasıydı.
Suriye örneğine bakıldığında ise bu etkenler açısından hiçbirinin tam anlamıyla gerçekleşmediği görülmektedir. Suriye yönetimi içinden yaşanan kopuşlar şimdiye kadar nitelik ve nicelik açısından düşük seviyede kalmıştır. Siyasetçi ve bürokratlar arasından bazı milletvekilleri ve diplomatlar dışında önemli bir kopuş gerçekleşmemiştir. Esad rejiminin devlet yetkilileri üzerinde halen kontrole sahip olduğu görülmektedir. Güvenlik birimleri içinden kopuşlar nispeten daha fazla olmakla birlikte bu da Suriye ordusu ile silahlı muhalefet arasındaki dengeyi muhalifler lehine bozacak çapta değildir. Şimdiye kadar Suriye ordusundan en üst rütbeli kopuş 2012 yılının başında Türkiye’ye sığınan Tuğgeneral Mustafa Ahmed El-Şeyh olmuştur. Onun dışında Suriye ordusundan kopan subayların oluşturduğu “Özgür Suriye Ordusu”na (ÖSO) mensup subayların sayısının 15 bin civarında olduğu örgütün yetkilileri tarafından dile getirilmektedir. ÖSO’nun liderliğini ise albay rütbesindeki bir subay yürütmektedir. Siyasi muhalefete baktığımızda da halk ayaklanmasını yönlendirebilecek, protestocular üzerinde doğrudan etki ve yönlendirme kapasitesine sahip bir muhalefetin oluşamadığı görülmektedir. Homojen bir siyasal ve askeri muhalefet açısından baktığımızda da sorunlu bir durum karşımıza çıkmaktadır. Askeri muhalefet olarak ÖSO ön plana çıksa da, Türkiye’deki liderliğin içerdeki yapı üzerindeki etkinliği ve içerdeki birimlerin kendi aralarındaki koordinasyonu konularında eksiklikler olduğu görülmektedir. Ayrıca Askeri Konsey gibi, ÖSO’dan farklı bazı askeri yapılanmaların da ortaya çıkmaya başladığı görülmektedir. Siyasal muhalefet açısından da homojenlik sorunu mevcuttur. Her ne kadar Suriye Ulusal Konseyi öne çıksa da Suriye içinde faaliyet gösteren ve farklı yaklaşımlara sahip “Demokratik Değişim için Ulusal Koordinasyon Komitesi” gibi alternatif yapılar da mevcuttur.
Son olarak belli bir bölgenin muhaliflerin kontrolüne geçmesi ve güvenli bölge oluşturma açısından da eksiklik söz konusudur. Her ne kadar ÖSO; Humus, Hama, Idlib ve hatta Şam’ın kenar mahallelerinde kontrolü ele geçirse de bu kalıcı olamamakta ve şehirlerin tamamına yayılamamaktadır.
Bir diğer uluslararası müdahale tarzı ise muhaliflerin kurmayı başaramadığı güvenli bölgenin dış destek yardımı ile kurulmasıdır. Güvenli bölgenin kuruluşu hem daha fazla Suriyeli sivilin ölümünü engelleyecek hem de parçalı muhalefetin daha organize hale gelmesini sağlayacaktır. Bu bölge üzerinden rejime karşı daha etkili mücadele yürütülecektir. En önemlisi de güvenlik birimlerinden ayrılmak isteyen ancak yaşam korkusu nedeniyle ne yapacağını bilemeyen askerlere güvenli bir seçenek sunularak ordudan kopuş süreci hızlandırılacaktır. Bu seçeneğin en önemli risklerinden biri Suriye yönetiminin böylesi bir yapılanmayı yaşamsal tehdit olarak değerlendirip saldırı gerçekleştirmesidir ki bu da istikrarsızlığın şiddeti ve alanını genişletecektir. Bu da hiçbir aktörün şu aşamada düşünmediği geniş çaplı askeri müdahaleleri zorunlu kılabilir. Ayrıca güvenli bölgenin nerede kurulacağı da önemli bir soru işaretidir. Suriye’de yerleşim birimlerinin genellikle karışık bir yapıya sahip olması nedeniyle ülkenin belli bir bölgesinde homojen bir şekilde rejim karşıtı bir nüfus yapısı bulunmamaktadır. Bu da oluşturulacak güvenli bölge içi çatışmaların çıkmasına neden olabilir. Bu da müdahalenin hem başarısı hem de meşruiyetini olumsuz etkileyecektir.
Suriye’de ayaklanan insanların büyük çoğunluğu sıradan insanlardır. Kendilerini savunmaya çalışan, toplumun alt katmanlarında yer alan kişilerden oluşmaktadır. Bu gruplar her geçen gün daha organize olmakla birlikte henüz yeterince örgütlü olamadıkları görülmektedir. Ayrıca silahlı muhalifler ile Suriye ordusu arasında asimetrik bir güç dengesi bulunmaktadır. Bu gerçek uluslararası destek olmadan Suriye’de değişimin mümkün olmadığı sonucunu doğurmaktadır.
Ülkelerin farklı yaklaşımlara sahip olması koordineli hareket edilmesini zorlaştırmaktadır. Tunus toplantısı bunu net olarak ortaya koymuştur. Türkiye ve Fransa’da düzenlenecek konferanslarda aynen Suriye muhalefetinin daha organize olmaya başlaması gibi “Suriye’nin Dostları” grubunun da daha koordineli hareket tarzı geliştirmesi beklenebilir. Gelinen aşamada siyasi, diplomatik yaptırımların ağırlaştırılması, Suriye muhalefetine siyasal destek verilmesi konusunda bir uzlaşı söz konusudur. Ancak sorunun çözümünün askeri boyutu da içermesi gerektiği herkes tarafından bilinmektedir. Tunus toplantısında uluslararası müdahale ya da muhalefetin silahlandırılması gibi seçenekler şimdilik kabul görmese de süreci buna doğru götürebilecek “insani yardım koridoru oluşturulması” konusunda fikir birliği sağlanmıştır.
Şu aşamada uluslararası müdahale sadece bazı Suriyeli muhalifler tarafından dile getirilmektedir. Olası bir müdahalenin başarı şansının düşüklüğü ve sonucun bölgede yeni bir Irak veya Afganistan yaratacağı düşüncesi herkesi kaygılandırmaktadır. Ayrıca olası bir savaşın bölgeselleşeceği hatta uluslararası boyut kazanması olasılığı mevcuttur. Müdahalenin Suriye içi istikrarı olumsuz etkilemesi söz konusu olabilir. Uzun süreli gerilla tarzı direniş hareketleri, terör örgütlerinin alan bulması gibi sonuçlar doğabilir. El Kaide lideri Ayman El Zevahiri’nin Suriye’deki direniş hareketine destek veren açıklamaları bu çerçevede değerlendirilebilir.
Dolayısıyla Suriye sorununun nasıl çözüleceği konusu büyük bir soru işareti konumundadır. Önerilen seçenekler; uygulanmasının zorluğu, sonuçlarının kestirilemiyor olması, mevcut durumdan daha kötüsünü üretebileceği, sonuç alma şansının düşük olması gibi nedenlerle hayata geçirilememektedir. En çok tartışılan öneri ise askeri önlemler alınmasıdır. Kapsamlı bir uluslararası müdahale çok zor gözükse de Libya benzeri bir müdahale tarzının Suriye’ye uygulanabileceği öne sürülmektedir. Ancak bu seçenek de hali hazırda Libya’ya uluslararası müdahaleyi mümkün kılan koşulların Suriye’de oluşmamış olması nedeniyle mümkün gözükmemektedir.
Libya’da müdahaleyi mümkün kılan Kaddafi rejimi içinde ciddi ayrışımların yaşanması, önemli siyasi ve askeri figürlerin muhalif kampa geçmesi, merkezi otoriteye karşı mücadele yürütebilecek nispeten organize homojen bir siyasi ve silahlı muhalif yapının varlığı, bu yapının uluslararası meşruiyet kazanması ve hepsinden önemlisi bir bölgenin kontrolünün tamamen muhaliflerin eline geçmesi yani Bingazi gibi bir güvenli bölgenin oluşmasıydı.
Suriye örneğine bakıldığında ise bu etkenler açısından hiçbirinin tam anlamıyla gerçekleşmediği görülmektedir. Suriye yönetimi içinden yaşanan kopuşlar şimdiye kadar nitelik ve nicelik açısından düşük seviyede kalmıştır. Siyasetçi ve bürokratlar arasından bazı milletvekilleri ve diplomatlar dışında önemli bir kopuş gerçekleşmemiştir. Esad rejiminin devlet yetkilileri üzerinde halen kontrole sahip olduğu görülmektedir. Güvenlik birimleri içinden kopuşlar nispeten daha fazla olmakla birlikte bu da Suriye ordusu ile silahlı muhalefet arasındaki dengeyi muhalifler lehine bozacak çapta değildir. Şimdiye kadar Suriye ordusundan en üst rütbeli kopuş 2012 yılının başında Türkiye’ye sığınan Tuğgeneral Mustafa Ahmed El-Şeyh olmuştur. Onun dışında Suriye ordusundan kopan subayların oluşturduğu “Özgür Suriye Ordusu”na (ÖSO) mensup subayların sayısının 15 bin civarında olduğu örgütün yetkilileri tarafından dile getirilmektedir. ÖSO’nun liderliğini ise albay rütbesindeki bir subay yürütmektedir. Siyasi muhalefete baktığımızda da halk ayaklanmasını yönlendirebilecek, protestocular üzerinde doğrudan etki ve yönlendirme kapasitesine sahip bir muhalefetin oluşamadığı görülmektedir. Homojen bir siyasal ve askeri muhalefet açısından baktığımızda da sorunlu bir durum karşımıza çıkmaktadır. Askeri muhalefet olarak ÖSO ön plana çıksa da, Türkiye’deki liderliğin içerdeki yapı üzerindeki etkinliği ve içerdeki birimlerin kendi aralarındaki koordinasyonu konularında eksiklikler olduğu görülmektedir. Ayrıca Askeri Konsey gibi, ÖSO’dan farklı bazı askeri yapılanmaların da ortaya çıkmaya başladığı görülmektedir. Siyasal muhalefet açısından da homojenlik sorunu mevcuttur. Her ne kadar Suriye Ulusal Konseyi öne çıksa da Suriye içinde faaliyet gösteren ve farklı yaklaşımlara sahip “Demokratik Değişim için Ulusal Koordinasyon Komitesi” gibi alternatif yapılar da mevcuttur.
Son olarak belli bir bölgenin muhaliflerin kontrolüne geçmesi ve güvenli bölge oluşturma açısından da eksiklik söz konusudur. Her ne kadar ÖSO; Humus, Hama, Idlib ve hatta Şam’ın kenar mahallelerinde kontrolü ele geçirse de bu kalıcı olamamakta ve şehirlerin tamamına yayılamamaktadır.
Bir diğer uluslararası müdahale tarzı ise muhaliflerin kurmayı başaramadığı güvenli bölgenin dış destek yardımı ile kurulmasıdır. Güvenli bölgenin kuruluşu hem daha fazla Suriyeli sivilin ölümünü engelleyecek hem de parçalı muhalefetin daha organize hale gelmesini sağlayacaktır. Bu bölge üzerinden rejime karşı daha etkili mücadele yürütülecektir. En önemlisi de güvenlik birimlerinden ayrılmak isteyen ancak yaşam korkusu nedeniyle ne yapacağını bilemeyen askerlere güvenli bir seçenek sunularak ordudan kopuş süreci hızlandırılacaktır. Bu seçeneğin en önemli risklerinden biri Suriye yönetiminin böylesi bir yapılanmayı yaşamsal tehdit olarak değerlendirip saldırı gerçekleştirmesidir ki bu da istikrarsızlığın şiddeti ve alanını genişletecektir. Bu da hiçbir aktörün şu aşamada düşünmediği geniş çaplı askeri müdahaleleri zorunlu kılabilir. Ayrıca güvenli bölgenin nerede kurulacağı da önemli bir soru işaretidir. Suriye’de yerleşim birimlerinin genellikle karışık bir yapıya sahip olması nedeniyle ülkenin belli bir bölgesinde homojen bir şekilde rejim karşıtı bir nüfus yapısı bulunmamaktadır. Bu da oluşturulacak güvenli bölge içi çatışmaların çıkmasına neden olabilir. Bu da müdahalenin hem başarısı hem de meşruiyetini olumsuz etkileyecektir.
No comments:
Post a Comment