Lübnan’da parlamento seçimleri 2009 yılının Haziran ayında gerçekleşmişti. Seçimlerden Saad Hariri’nin liderlik ettiği 14 Mart ittifakı zaferle ayrılmıştı. Ancak Lübnan’ın kendine has siyasi ve sosyal yapısı hükümet kurma çalışmalarının uzamasına neden olmuş ve seçimden yaklaşık 5 ay sonra Hariri liderliğinde bir hükümet kurulabilmişti. Bir önceki seçimleri de kazanmasına rağmen yeterli tecrübeye sahip olmadığı için arka planda kalan ancak bu dönem Başbakanlık görevini üstlenen Hariri ilk yurt dışı ziyaretlerinden birini Türkiye’ye gerçekleştirdi. Esasen bu öncelik bile Türkiye-Lübnan ilişkilerinin kısa sayılabilecek bir zaman diliminde geldiği aşamayı göstermesi açısından önemlidir. Zira Cumhuriyet döneminde, son on yıla kadar iki ülke arasında kayda değer bir ilişki tarihinden bahsetmek mümkün değildir.
2000’lerin başından bu yana Türkiye-Lübnan ilişkilerinin geliştiği görülmektedir. Uzun yıllar iki ülke yakınlaşması önünde engel oluşturan ve son on yılda gelişimi sağlayan faktörleri şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Lübnan uzun yıllar İsrail ve Suriye’nin askeri-siyasi vesayeti altında yaşamıştır. İsrail 1982 yılında Güney Lübnan’ı işgal etmiş ve 2000 yılında tek taraflı geri çekilişine kadar bölgedeki varlığını devam ettirmiştir. Suriye ise, 1975 yılında başlayan Lübnan İç Savaşı’na 1976 yılında doğrudan müdahil olmuş ve askerlerini Lübnan’a sokmuştur. 1989 Taif Anlaşması ile askeri varlığını yasallaştırmıştır. Lübnan, 2000’lerin ortalarına kadar Suriye’nin askeri ve siyasi vesayeti altında yaşamıştır. Ülkenin uzun yıllar işgal ve vesayet altında yaşaması Türkiye-Lübnan ilişkilerinin gelişmesini engellemiştir. 2000 yılında İsrail işgalinin sona ermesi ve 2005 yılında Hariri suikast sonrasında Suriye’nin askerlerini çekmek zorunda kalması, Türkiye-Lübnan ilişkilerinde yeni bir dönem başlatmıştır.
2. Lübnan’ın Suriye vesayeti altında olması ve Türkiye-Suriye ilişkilerinin 1980 ve 1990’lar boyunca gergin oluşu Türkiye-Lübnan ilişkilerini olumsuz etkilemiştir. Türkiye-Suriye gerginliğinin en önemli unsuru PKK’ya destek konusuydu. PKK’nın birçok kampı o dönemde Lübnan’da Bekaa Vadisi’nde bulunuyordu. Dolayısıyla Lübnan, Türkiye açısından bir güvenlik tehdidi oluşturuyordu.
3. 1999 yılında başlayan Türkiye-Suriye yakınlaşması Türkiye-Lübnan ilişkilerini doğrudan etkilemiştir. Suriye her dönem Lübnan’da çok önemli bir aktör olmuştur. Türkiye-Suriye ilişkilerinin eskisi gibi olması durumunda Türkiye’nin Lübnan’da siyasi sürece son yıllardaki kadar müdahil olmasına Suriye muhtemelen imkan tanımayacaktı. Lübnan’da siyasi grupların Türkiye’nin rolüne önem atfetmelerinin en önemli nedeni de Türkiye’nin Suriye üzerinde sahip olduğunu düşündükleri etkidir. Türkiye’nin Suriye’yi ikna edebileceğine inanmakta ve bu gücünü Lübnan’da etkili olan Suriye üzerinde kullanmasını istemektedirler.
4. Türkiye hem tercihi hem de bölgesel şartların gereği olarak 2000’lere kadar Ortadoğu sorunlarına doğrudan taraf olmamaktaydı. Bu durumun uzantısı olarak Lübnan’a da ilgisizlik söz konusu idi. 1999 yılından itibaren bölgesel şartlarda ve Türkiye’nin Ortadoğu politikasında yaşanan değişim Lübnan ile ilişkilerin gelişmesini sağlayan önemli bir faktör oldu. 2002 yılından sonra Ak Parti iktidarı ile Türkiye’nin bölgeye bakışında, ortak tarih ve kültürü esas alan, yakın işbirliği öngören yeni bir yaklaşım hakim olmaya başladı. Kuzey Irak sorunu dışında, tüm bölgesel sorunların dönüp dolaşıp Türkiye’nin istikrarını olumsuz etkileyeceği ve bu nedenle doğrudan taraf olunmayan sorunlarda dahi yapıcı ve etkin bir rol oynanması gerektiği düşüncesi gelişti. Bu düşünce değişiminin doğal sonucu Türkiye’nin Lübnan’a olan ilgisinin artması oldu.
5. Lübnan’da Türkiye’nin oynayacağı role duyulan ihtiyaç artmış, Lübnan içi dinamikler Türkiye’nin daha etkin olmasını istemiştir. Lübnan birçok farklılığı barındırdığı sosyal ve siyasal yapısı, Lübnanlı kimliğinin zayıflığı, merkezi otoritenin güçlü olmaması gibi nedenlerle dış etkilere her zaman açık bir ülke olmuştur. İsrail işgali ve Suriye vesayetinin sona ermesi ile bu durum daha da belirginleşmiştir. Irak Savaşı sonrasında yaşanan bölgesel kutuplaşmanın bir uzantısı Lübnan’da yaşanmaktadır. Bir tarafta İran ve Suriye’nin arkasında olduğu Şii kesim, diğer tarafta Suudi Arabistan’ın desteklediği Sünniler. Türkiye, Ortadoğu politikasının uzantısı olarak Lübnan’daki bu kutuplaşmada da taraf olmamaya özen göstermiştir. Ancak pasif değil aktif bir tarafsızlık politikası yürütülmektedir. Lübnan’da mezhepsel gruplar İran veya Suudi Arabistan gibi ülkelerden destek alsa da her iki ülkenin de Lübnan istikrarına katkı yapmadığının, sorunun bir parçası olduklarının farkındadır. Türkiye’nin kendine has yaklaşımı ve güçlü bir ülke olması Lübnan’da çatışan farklı güçler arasında denge rolü görmesi açısından önemsenmektedir. İstisnalar dışında çoğu grubun Türkiye’nin aktif bir politika izlemesini istiyor olması yakınlaşmayı hızlandırmıştır.
6. Lübnan’da birçok konuda farklı düşüncelere sahip mezhepsel grupların üzerinde mutabık oldukları konuların başında İsrail’e duyulan öfke gelmektedir. Türkiye’nin son yıllarda İsrail ile ilişkilerindeki gerileme de Lübnan’daki Türkiye algısını olumlu anlamda değiştirmiştir. Davos krizi bu anlamda kritik rol oynamıştır.
Sıralanan faktörler neticesinde son yıllarda Türkiye-Lübnan ilişkileri hızlı bir gelişim göstermiştir. Bu süreç İsrail-Lübnan Savaşı’ndan sonra daha hızlı bir seyir izlemektedir. Savaş sırasında verilen siyasi destek ve sonrasında yapılan ekonomik yardımlar Lübnan tarafından önemsenmektedir. Türkiye Lübnan’da birçok okul ve hastane projesini hayata geçirmiştir. Bu destekler mezhepsel ayrıma gidilmeksizin verilmektedir. Sünnilerin yoğun olarak yaşadığı Trablus, Sayda gibi kentlerin yanı sıra Şiilerin yoğun olarak yaşadığı Sur şehrinde Birleşmiş Milletler kapsamındaki Türk Askeri Birliği vasıtasıyla birçok proje hayata geçirilmiştir. Teknik desteklerin ötesinde Lübnan’a yönelik dış politikanın ülke istikrarına ve krizlerin çözümüne büyük katkı sağladığı düşünülmektedir. Bu çerçevede, uzun süreli hükümet ve devlet başkanlığı krizinin çözüme ulaştığı Doha Uzlaşısında Türkiye’nin önemli katkısı bulunmaktadır. Suriye-Lübnan yakınlaşmasında, Saad Hariri’nin Türkiye'ye gelişi öncesinde Suriye’ye gerçekleştirdiği tarihi ziyarette Türk diplomasisinin sürece etkin katılımının olduğu bilinmektedir. Tüm bu unsurlar, Türkiye’yi sorunun ve istikrarsızlığın değil çözümün bir parçası yapmaktadır.
Türkiye-Lübnan ilişkilerinin gelişimine katkı sağlayan diğer bir unsur Türkiye’nin yumuşak güç unsurlarını kullanması olmuştur. Bu anlamda Türkiye’nin laik-demokratik siyasi yapısı, dışa açık ekonomisi Türkiye’yi çekim merkezi haline getirmiştir. Bu sürece katkı sağlayan en önemli unsur Lübnan’da ilgiyle izlenen Türk dizileridir. Diziler, yıllardır eksik kalan toplumlar arası diyalogun kurulması ve yanlış imajların kırılmasını sağlamıştır. Diziler sayesinde Lübnan’dan Türkiye’ye gelen turist sayısında artış olmuş, Türk ürünleri daha çok kullanılır hale gelmiştir.
Son on yıllık süreçte Türkiye-Lübnan ilişkileri genel olarak bu çerçevede gelişmiştir. Sürecin son ayağı iki ülke arasında vizelerin kaldırılması anlaşmasının da imzalandığı Saad Hariri’nin Türkiye ziyareti olmuştur. Her şeyden önce Hariri’nin Başbakan olduktan sonra ilk yurt dışı ziyaretlerinden birini Ankara’ya gerçekleştirmesi, Türkiye’nin Lübnan açısından taşıdığı önemin göstergesidir. Ziyaret, Türkiye’nin Lübnan’daki rolünü artırarak oynaması yönündeki Lübnan hükümetinin isteğini göstermektedir. Bunun yanı sıra ziyaret sırasında, ilişkilerin daha da derinleşmesini sağlayacak bir dizi anlaşma yapılmıştır. Bu çerçevede Lübnan ile sağlık, tarım, askerî işbirliği, ulaştırma ve eğitim gibi konularda 5 mutabakat zaptı imzalanmıştır. Anlaşmalardan biri de Mersin-Beyrut arasında feribot seferlerinin başlatılması yönünde olmuştur. Bunun yanı sıra Türkiye, Lübnan'ın enerji ihtiyacının karşılanması konusunda Beyrut’a destek sözü vermiştir. Başbakan Erdoğan görüşme sonrası düzenlenen basın toplantısında “iki ülke arasındaki ticaret hacminin 900 milyon dolara ulaştığının altını çizmiş, yakın zamanda serbest ticaret anlaşmasının imzalanacağını” belirtmiştir. İki ülke arasındaki vizenin karşılıklı olarak kaldırılmasına ilişkin düzenlemenin imzalanması toplumlar arası yakınlaşmayı hızlandıracaktır. Bütün bu değerlendirmelerden yola çıkarak, önümüzdeki dönemde Türkiye-Lübnan arasında siyasi, sosyal, ekonomi, sağlık, askeri alanları kapsayan çok boyutlu ilişkilerin derinleşerek gelişeceğini öngörebiliriz.
2000’lerin başından bu yana Türkiye-Lübnan ilişkilerinin geliştiği görülmektedir. Uzun yıllar iki ülke yakınlaşması önünde engel oluşturan ve son on yılda gelişimi sağlayan faktörleri şu şekilde sıralayabiliriz:
1. Lübnan uzun yıllar İsrail ve Suriye’nin askeri-siyasi vesayeti altında yaşamıştır. İsrail 1982 yılında Güney Lübnan’ı işgal etmiş ve 2000 yılında tek taraflı geri çekilişine kadar bölgedeki varlığını devam ettirmiştir. Suriye ise, 1975 yılında başlayan Lübnan İç Savaşı’na 1976 yılında doğrudan müdahil olmuş ve askerlerini Lübnan’a sokmuştur. 1989 Taif Anlaşması ile askeri varlığını yasallaştırmıştır. Lübnan, 2000’lerin ortalarına kadar Suriye’nin askeri ve siyasi vesayeti altında yaşamıştır. Ülkenin uzun yıllar işgal ve vesayet altında yaşaması Türkiye-Lübnan ilişkilerinin gelişmesini engellemiştir. 2000 yılında İsrail işgalinin sona ermesi ve 2005 yılında Hariri suikast sonrasında Suriye’nin askerlerini çekmek zorunda kalması, Türkiye-Lübnan ilişkilerinde yeni bir dönem başlatmıştır.
2. Lübnan’ın Suriye vesayeti altında olması ve Türkiye-Suriye ilişkilerinin 1980 ve 1990’lar boyunca gergin oluşu Türkiye-Lübnan ilişkilerini olumsuz etkilemiştir. Türkiye-Suriye gerginliğinin en önemli unsuru PKK’ya destek konusuydu. PKK’nın birçok kampı o dönemde Lübnan’da Bekaa Vadisi’nde bulunuyordu. Dolayısıyla Lübnan, Türkiye açısından bir güvenlik tehdidi oluşturuyordu.
3. 1999 yılında başlayan Türkiye-Suriye yakınlaşması Türkiye-Lübnan ilişkilerini doğrudan etkilemiştir. Suriye her dönem Lübnan’da çok önemli bir aktör olmuştur. Türkiye-Suriye ilişkilerinin eskisi gibi olması durumunda Türkiye’nin Lübnan’da siyasi sürece son yıllardaki kadar müdahil olmasına Suriye muhtemelen imkan tanımayacaktı. Lübnan’da siyasi grupların Türkiye’nin rolüne önem atfetmelerinin en önemli nedeni de Türkiye’nin Suriye üzerinde sahip olduğunu düşündükleri etkidir. Türkiye’nin Suriye’yi ikna edebileceğine inanmakta ve bu gücünü Lübnan’da etkili olan Suriye üzerinde kullanmasını istemektedirler.
4. Türkiye hem tercihi hem de bölgesel şartların gereği olarak 2000’lere kadar Ortadoğu sorunlarına doğrudan taraf olmamaktaydı. Bu durumun uzantısı olarak Lübnan’a da ilgisizlik söz konusu idi. 1999 yılından itibaren bölgesel şartlarda ve Türkiye’nin Ortadoğu politikasında yaşanan değişim Lübnan ile ilişkilerin gelişmesini sağlayan önemli bir faktör oldu. 2002 yılından sonra Ak Parti iktidarı ile Türkiye’nin bölgeye bakışında, ortak tarih ve kültürü esas alan, yakın işbirliği öngören yeni bir yaklaşım hakim olmaya başladı. Kuzey Irak sorunu dışında, tüm bölgesel sorunların dönüp dolaşıp Türkiye’nin istikrarını olumsuz etkileyeceği ve bu nedenle doğrudan taraf olunmayan sorunlarda dahi yapıcı ve etkin bir rol oynanması gerektiği düşüncesi gelişti. Bu düşünce değişiminin doğal sonucu Türkiye’nin Lübnan’a olan ilgisinin artması oldu.
5. Lübnan’da Türkiye’nin oynayacağı role duyulan ihtiyaç artmış, Lübnan içi dinamikler Türkiye’nin daha etkin olmasını istemiştir. Lübnan birçok farklılığı barındırdığı sosyal ve siyasal yapısı, Lübnanlı kimliğinin zayıflığı, merkezi otoritenin güçlü olmaması gibi nedenlerle dış etkilere her zaman açık bir ülke olmuştur. İsrail işgali ve Suriye vesayetinin sona ermesi ile bu durum daha da belirginleşmiştir. Irak Savaşı sonrasında yaşanan bölgesel kutuplaşmanın bir uzantısı Lübnan’da yaşanmaktadır. Bir tarafta İran ve Suriye’nin arkasında olduğu Şii kesim, diğer tarafta Suudi Arabistan’ın desteklediği Sünniler. Türkiye, Ortadoğu politikasının uzantısı olarak Lübnan’daki bu kutuplaşmada da taraf olmamaya özen göstermiştir. Ancak pasif değil aktif bir tarafsızlık politikası yürütülmektedir. Lübnan’da mezhepsel gruplar İran veya Suudi Arabistan gibi ülkelerden destek alsa da her iki ülkenin de Lübnan istikrarına katkı yapmadığının, sorunun bir parçası olduklarının farkındadır. Türkiye’nin kendine has yaklaşımı ve güçlü bir ülke olması Lübnan’da çatışan farklı güçler arasında denge rolü görmesi açısından önemsenmektedir. İstisnalar dışında çoğu grubun Türkiye’nin aktif bir politika izlemesini istiyor olması yakınlaşmayı hızlandırmıştır.
6. Lübnan’da birçok konuda farklı düşüncelere sahip mezhepsel grupların üzerinde mutabık oldukları konuların başında İsrail’e duyulan öfke gelmektedir. Türkiye’nin son yıllarda İsrail ile ilişkilerindeki gerileme de Lübnan’daki Türkiye algısını olumlu anlamda değiştirmiştir. Davos krizi bu anlamda kritik rol oynamıştır.
Sıralanan faktörler neticesinde son yıllarda Türkiye-Lübnan ilişkileri hızlı bir gelişim göstermiştir. Bu süreç İsrail-Lübnan Savaşı’ndan sonra daha hızlı bir seyir izlemektedir. Savaş sırasında verilen siyasi destek ve sonrasında yapılan ekonomik yardımlar Lübnan tarafından önemsenmektedir. Türkiye Lübnan’da birçok okul ve hastane projesini hayata geçirmiştir. Bu destekler mezhepsel ayrıma gidilmeksizin verilmektedir. Sünnilerin yoğun olarak yaşadığı Trablus, Sayda gibi kentlerin yanı sıra Şiilerin yoğun olarak yaşadığı Sur şehrinde Birleşmiş Milletler kapsamındaki Türk Askeri Birliği vasıtasıyla birçok proje hayata geçirilmiştir. Teknik desteklerin ötesinde Lübnan’a yönelik dış politikanın ülke istikrarına ve krizlerin çözümüne büyük katkı sağladığı düşünülmektedir. Bu çerçevede, uzun süreli hükümet ve devlet başkanlığı krizinin çözüme ulaştığı Doha Uzlaşısında Türkiye’nin önemli katkısı bulunmaktadır. Suriye-Lübnan yakınlaşmasında, Saad Hariri’nin Türkiye'ye gelişi öncesinde Suriye’ye gerçekleştirdiği tarihi ziyarette Türk diplomasisinin sürece etkin katılımının olduğu bilinmektedir. Tüm bu unsurlar, Türkiye’yi sorunun ve istikrarsızlığın değil çözümün bir parçası yapmaktadır.
Türkiye-Lübnan ilişkilerinin gelişimine katkı sağlayan diğer bir unsur Türkiye’nin yumuşak güç unsurlarını kullanması olmuştur. Bu anlamda Türkiye’nin laik-demokratik siyasi yapısı, dışa açık ekonomisi Türkiye’yi çekim merkezi haline getirmiştir. Bu sürece katkı sağlayan en önemli unsur Lübnan’da ilgiyle izlenen Türk dizileridir. Diziler, yıllardır eksik kalan toplumlar arası diyalogun kurulması ve yanlış imajların kırılmasını sağlamıştır. Diziler sayesinde Lübnan’dan Türkiye’ye gelen turist sayısında artış olmuş, Türk ürünleri daha çok kullanılır hale gelmiştir.
Son on yıllık süreçte Türkiye-Lübnan ilişkileri genel olarak bu çerçevede gelişmiştir. Sürecin son ayağı iki ülke arasında vizelerin kaldırılması anlaşmasının da imzalandığı Saad Hariri’nin Türkiye ziyareti olmuştur. Her şeyden önce Hariri’nin Başbakan olduktan sonra ilk yurt dışı ziyaretlerinden birini Ankara’ya gerçekleştirmesi, Türkiye’nin Lübnan açısından taşıdığı önemin göstergesidir. Ziyaret, Türkiye’nin Lübnan’daki rolünü artırarak oynaması yönündeki Lübnan hükümetinin isteğini göstermektedir. Bunun yanı sıra ziyaret sırasında, ilişkilerin daha da derinleşmesini sağlayacak bir dizi anlaşma yapılmıştır. Bu çerçevede Lübnan ile sağlık, tarım, askerî işbirliği, ulaştırma ve eğitim gibi konularda 5 mutabakat zaptı imzalanmıştır. Anlaşmalardan biri de Mersin-Beyrut arasında feribot seferlerinin başlatılması yönünde olmuştur. Bunun yanı sıra Türkiye, Lübnan'ın enerji ihtiyacının karşılanması konusunda Beyrut’a destek sözü vermiştir. Başbakan Erdoğan görüşme sonrası düzenlenen basın toplantısında “iki ülke arasındaki ticaret hacminin 900 milyon dolara ulaştığının altını çizmiş, yakın zamanda serbest ticaret anlaşmasının imzalanacağını” belirtmiştir. İki ülke arasındaki vizenin karşılıklı olarak kaldırılmasına ilişkin düzenlemenin imzalanması toplumlar arası yakınlaşmayı hızlandıracaktır. Bütün bu değerlendirmelerden yola çıkarak, önümüzdeki dönemde Türkiye-Lübnan arasında siyasi, sosyal, ekonomi, sağlık, askeri alanları kapsayan çok boyutlu ilişkilerin derinleşerek gelişeceğini öngörebiliriz.