Monday, September 24, 2007

İsrail – Suriye Gerginliği ve Türkiye

Oytun Orhan*


Orta Doğu, Eylül ayı içinde bir kez daha çatışma haberleri ve savaş senaryolarıyla gündeme gelmiştir. Suriye Haber Ajansı’nın “İsrail uçaklarının Suriye hava sahasını ihlal ederek bazı hedefleri vurduğu” ve Suriye ordu sözcüsünün, “düşman İsrail hükümetini bu açıkça saldırgan davranışına karşı uyarıyoruz” şeklindeki açıklamalarıyla bölgesel savaşa mı gidiliyor korkusu yaşanmıştır. Olay bir taraftan sıradan bir gelişme olarak görülebilir. Zira İsrail neredeyse her sene Suriye hava sahasını ihlal etmekte, Devlet Başkanı’nın sarayı üzerinde uçak uçurmakta ve hatta bazı bölgeleri bombalamaktadır. Ancak son gelişme mevcut koşullar ve zamanlama açısından düşünüldüğünde farklı olasılıklar akla getirmektedir. İran’a askeri saldırı, nükleer tesislerin vurulması, Suriye’nin İran’dan koparılması gibi senaryolar ışığında son olay “sıradan bir Suriye hava sahası ihlali” ötesinde anlamlar taşıyabilir.

Olay ilk başta Türkiye’yi dolaylı olarak ilgilendiriyor şeklinde düşünülmüştür. Ancak yeni haberler ve Suriyeli yetkililerin açıklamaları ile Türkiye kendini birden olayların ortasında bulmuştur. İlk olarak Suriye ordu sözcüsünün “İsrail uçaklarının Suriye hava sahasına kuzeyden girdiğini” söylemesi uçakların nereden havalandığı ve hangi rotayı izleyerek Suriye hava sahasına girdiği sorularını beraberinde getirmiştir. Ardından İsrail uçaklarına ait olduğu anlaşılan yakıt tanklarının Türkiye sınırları içinde bulunması Türkiye’yi tartışmaların merkezine taşımıştır.

Konu, hem bölgenin geleceği hem de Türk dış politikasının önümüzdeki dönemde yaşayabileceği zorluklar konusunda önemli işaretler taşımaktadır. Bu nedenle olay bölgesel savaş gibi ağır bir sonuca yol açmasa bile detaylı olarak incelenmeyi hak etmektedir. Çalışmada temel olarak iki soruya yanıt aranacaktır. Birincisi İsrail bu ihlal ile ne amaçlamaktadır. Sadece istihbarat amaçlı bir girişim miydi yoksa bunun ötesinde Suriye’ye, İran’a ve hatta Türkiye’ye bir mesaj mı verilmek istenmiştir. Çalışmada olayla ilgili tüm iddialar belli bir sınıflandırma içinde verilmeye çalışılacaktır. Yanıtı aranacak ikinci soru, olayın Türkiye için ne anlam ifade ettiği ve nasıl sonuçlar doğurabileceğidir. Bu sorular çerçevesinde ilk olarak konuya giriş amaçlı İsrail-Suriye sorunu ve son krize giden süreç kısaca ele alınacaktır. Sonraki iki bölümde yukarıda sıralanan sorulara yanıt aranacaktır.

İsrail – Suriye Sorunu ve Son Krize Giden Süreç

İsrail ve Suriye kuruluşlarından bu yana birçok kez savaşmışlardır. İki ülke, 1948 Arap-İsrail, 1967 Altı Gün, 1973 Yom Kippur ve 1982 Lübnan Savaşı’nda[i] direk olarak karşı karşıya gelmiştir. Bunun dışında birçok kez dolaylı şekilde çatışan iki ülke arasındaki savaş hali resmen devam etmektedir. Her iki ülke güvenlik algılamalarında birbirlerini en başta gelen tehdit unsurlarından biri olarak görmektedir. Özellikle Suriye dış politika oluşumunda İsrail tehdidinin önemi çok büyüktür. Suriye’nin bölgedeki aktörlerle ilişkisi nerdeyse İsrail’e karşı yürütülen mücadele ekseninde şekillenmektedir. Suriye bölgedeki tüm İsrail karşıtı unsurlarla yakın ilişki içindedir. İran, HAMAS, İslami Cihat, Hizbullah ile ilişkiler bu çerçevede düşünülebilir. Yine Lübnan, diğer bazı faktörler ile birlikte (tarihi, ekonomik…), İsrail’e karşı yürütülen mücadele açısından büyük önem taşımaktadır. Lübnan’ı kendi güvenliği için bir ön savunma hattı olarak düşünmekte ve bu ülkedeki etkinliğini korumak istemektedir.

İsrail için bölgede en önemli tehdit İran olmakla birlikte Suriye de hem bu ülkeyle hem de diğer tüm İsrail karşıtı aktörlerle ilişkisi nedeniyle ciddi tehdit unsurudur. Bunların yanında iki ülke arasındaki düşmanlığın temelinde, 1967 Altı Gün savaşında İsrail tarafından işgal ve 1981 yılında ilhak edilen stratejik öneme sahip Golan Tepeleri sorunu yatmaktadır. Stratejik konumu ve su kaynakları nedeniyle büyük önem taşıyan bölgenin geri alınması Suriye için ulusal bir meseledir. İsrail askeri ve diplomatik üstünlüğü sayesinde uzun yıllardır buradaki varlığını sürdürmüş, Gazze ve Batı Şeria’da olduğu gibi Yahudi yerleşimciler yerleştirerek varlığını her geçen yıl pekiştirmeye çalışmıştır.

Golan Tepeleri sorununu çözmeye yönelik olarak 1991 Madrid Konferansı ve 2000 yılında bazı girişimler olduysa da sonuçsuz kalmıştır. İsrail-Suriye sınırı ve Golan Tepeleri’nde 1973 yılından bu yana herhangi bir çatışma çıkmamış iki ülke doğrudan karşı karşıya gelmemiştir. Ancak soğuk savaş bütün şiddetiyle devam etmektedir.

İsrail savaş uçaklarının Suriye hava sahasını ihlali bu gergin sürecin parçası olarak görülebilir. Bu ilk ihlal değildir. Hatta çok daha ileri gidilen girişimler olmuştur. 2004 yılında İsrail’de gerçekleşen ve İslami Cihat’ın üstlendiği terör saldırısından Suriye’yi sorumlu tutan İsrail Şam’ın 20-30 kilometre kuzeyinde bir bölgeyi, İslami Cihat’a ait bir kamp iddiasıyla bombalamıştır. Yine 2006 yılı içinde Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın içinde olduğu bir sırada Başkanlık Sarayı’nın üzerinden İsrail uçakları uçurulmuştur.

Sıralanan örnekler nedeniyle son hava sahası ihlaline fazla önem yüklenmeyebilir ve daha öncekilerde olduğu gibi Suriye’nin “cılız” tepkileriyle sorunun biteceği düşünülebilir. Ancak son olayı öncekilerden farklı kılan özellikler bulunmaktadır. Her şeyden önce İsrail’in bu ihlal ile amacı tam olarak anlaşılamamıştır. Önceki saldırılarda hedef daha açıkken, İsrail tarafının sessizliği amacın anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Yapılan tartışmalar daha çok spekülasyonlara dayanmaktadır. Farklı kılan ikinci faktör ise zamanlamadır. ABD’nin İran’a yönelik bir askeri saldırı olasılığı tartışılmaktadır. Suriye’nin böyle bir durumda alacağı tavır çok önemli olacaktır. Bunun yanında geçen yaz gerçekleşen II. Lübnan Savaşı’ndan bu yana Suriye ile İsrail arasında savaş çıkabileceğine yönelik iddialar yoğun olarak gündemdedir.[ii] Bütün bunlar son hava sahası ihlalini anlamlı kılmaktadır. Bundan sonraki bölümde İsrail’in ihlali, mevcut ortam bağlamında değerlendirilmeye çalışılacaktır. Diğer bazı veriler ışığında İsrail’in amaç(lar)ı ve olası sonuçlarının neler olabileceği tespit edilmeye çalışılacaktır.

İsrail-Suriye Krizi: Hedefler, Sonuçlar

Uluslararası basında çıkan iddialar ve yapılan tartışmalar ışığında bir sınıflandırma yapılacak olunursa, İsrail’in 6 Eylül tarihinde Suriye hava sahasını ihlali operasyonel ve siyasi olmak üzere iki boyutlu bir girişim olarak düşünülebilir.

1) Operasyonel Boyut:

Geçen yaz gerçekleşen II. Lübnan Savaşı’nın ardından Suriye’nin, Hizbullah’ın başarısını esas alan (direniş) yeni bir yaklaşım geliştirdiği, kendine güveninin arttığı ve İsrail’e karşı denge oluşturma çerçevesinde hızlı bir şekilde silahlandığı bilinmektedir. Bu bilgiler ışığında İsrail’in ihlali operasyonel boyutta dört farklı amaç taşıyabilir:

Operasyonel boyutta akla gelen ilk olasılık bir istihbarat edinme girişimidir. İstihbarat konusu ise son aylarda Suriye’nin Kuzey Kore ile nükleer alanda işbirliği yürüttüğü yönündeki iddialar olabilir. ABD yönetimi Suriye’nin “nükleer izleme” listesinde olduğunu ifade etmektedir. ABD basınında çıkan haberlere göre İsrail’in elinde Suriye’nin Kuzey Kore ile nükleer işbirliği yaptığına ilişkin uydu fotoğrafları bulunmakta, dolayısıyla İsrail Suriye’nin nükleer tesisler kurduğuna inanmaktadır.[iii] ABD Dışişleri Bakanı Condolezza Rice da ülkesinin kaygılarını en üst düzeyde dile getirmektedir.[iv] Muhtemelen İsrail ve ABD, Suriye’nin nükleer çabalarından kuşku duymakta ancak kesin bilgiye sahip olamamaktadır. İsrail, Suriye’nin muhtemel çabaları konusunda bilgi edinmek amacıyla ihlali gerçekleştirmiş olabilir.

Suriye hakkında bir başka iddia Rus yapımı füze sistemlerinin Suriye’ye yerleştirildiği yönündedir. Bu sistemler İran tarafından da kullanılmaktadır. Füzelerin Suriye’ye İran finansmanı ile yerleştirildiği belirtilmektedir. İsrail ihlal ile, bu silahların varlığı, boyutu, caydırıcı kapasitesi ve yerlerini öğrenmek istemiş olabilir. Olayı anlamlı kılan ise İran’daki nükleer tesisleri savunmak amacıyla aynı sistemlerin kullanılıyor olmasıdır. Böylece sadece Suriye’nin değil, daha önemlisi İran’ın savunma kapasitesi test edilmiş olabilir. Yukarıda ifade edildiği üzere olayın İran’a askeri saldırı senaryolarının konuşulduğu bir ortamda gerçekleşmiş olması anlamlıdır.

İsrail, Lübnan’da Hizbullah’a silah aktarımına engel olmak konusunda yoğun çaba sarf etmektedir. Lübnan’da konuşlu Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün görevlerinden biri herhangi bir örgüte silah aktarımına engel olmaktır. Lübnan ulusal ordusu dışında tüm silahlı grupların (özellikle Hizbullah kast ediliyor) silahsızlandırılması yönünde BM kararı (1701 Nolu karar) bulunmaktadır. Ancak en azından İsrail algılamasına göre İran’ın gönderdiği silahlar geçen yıl boyunca Suriye aracılığıyla Hizbullah’a akmaya devam etmiştir. Bir olasılık İsrail bu silah akışı konusunda bilgi edinmek ya da bilgisi varsa engellemek amacıyla operasyonu düzenlemiş olabilir. Bir ihtimal de silah akışı konusunda kanıt toplayarak ve uluslararası kamuoyuna sunarak İran ve Suriye’yi zor bir konuma sokmak istemiş olabilir.

Operasyonel boyutta akla gelen son olasılık, istihbaratın ötesinde İsrail’in uygun ortam oluşması durumunda sınırlı bir saldırı amacı taşımasıdır. Askeri hedef yukarıda sıralanan unsurlar olabilir. Suriyeli yetkililer, karşı ateş açmaları sonucunda İsrail uçaklarının bombalarını bırakarak kaçmak zorunda kaldıklarını açıklamıştır. Uçakların füze taşıyor olması eylemin saldırı amacı taşıdığı düşüncesini güçlendirmektedir. Bu doğrultuda en ciddi iddia 17 Eylül tarihli İngiliz Guardian gazetesinde yayımlanmıştır. Buna göre, sekiz İsrail F-15 uçağı 6 Eylül'de Suriye hava sahasına girmiş ve Fırat Nehri üzerindeki nükleer araştırma merkezini tamamen ortadan kaldırmıştır.[v] Buna karşılık, Suriye’nin Washington Büyükelçisi, İsrail uçaklarının Suriye’de Kuzey Kore ile işbirliği halinde yapılan nükleer tesisi vurduğuna yönelik haberleri yalanlamıştır.

2) Siyasi Boyut:

Siyasi açıdan baktığımızda olay İsrail’in bazı ülkelere mesaj ve gözdağı verme girişimi olarak düşünülebilir. Hatta İsrail ile birlikte ABD’nin de bu mesajı dolaylı yoldan verdiği söylenebilir. Hedefte olan ülkeler muhtemelen Suriye, İran, Rusya ve Kuzey Kore’dir.

Suriye II. Lübnan Savaşı’nın ardından Hizbullah’ın askeri başarısını esas alan yeni bir askeri yapılanma içindedir. Bu hem Suriyeli yetkililer hem de İsrail tarafından geçen yıl içinde dile getirilmiştir. Suriye savaştan psikolojik olarak daha güçlü çıkmış, İsrail karşısında kendine olan güveni artmıştır. İsrail’in yenilmezlik mitinin yıkıldığını düşünen Suriye bu ortamı kendi lehine çevirme çabası içinde İsrail’i Golan’da sıkıştırmaya başlamıştır. Yerel direniş örgütü olarak “Golan Kurtuluş Cephesi” gibi yapılanmalar bu süreçte oluşturulmuştur. Suriye İsrail’i “ya barış masasına oturursun ya da Golan’da çatışırız” ikilemine sokmak istemektedir. Suriye’nin gerçekten İsrail ile silahlı bir çatışmaya girmeyi düşünmesi çok zayıf bir ihtimaldir. Amaç barışa zorlamaktır. Zaten bir yandan sertlik mesajları verilirken diğer yandan da Beşar Esad tarafından barış masasına oturulması çağrıları da devam etmektedir. İşte İsrail bu ortamda Suriye’ye zayıflığını hissettirmek, yanlış bir algılama içinde olduğu ve hala güçlü olduğu mesajını vermek istemiş olabilir.

Mesaj verdiğini düşünebileceğimiz ikinci ülke İran’dır. Bu hem İsrail’in hem de ABD’nin ortak mesajı olarak düşünülebilir. İran ile Suriye arasında yakın zamanda savunma işbirliği anlaşması imzalanmış, bununla herhangi bir tarafa saldırı durumunda bunun diğer ülkeye de yapılmış sayılacağı ve yardım edileceği belirtilmiştir. Ancak son olayda görüldüğü üzere Suriye egemenliğinin İsrail tarafından ihlaline İran fazla bir tepki verememiştir. İsrail, Suriye’ye kendisini İran’ın koruyamayacağını göstermektedir.

İsrail bu girişimle İran ve Suriye’ye savunmasız, saldırıya açık olduklarını göstermiştir. ABDli bazı yetkililerin açıklamalarına göre İsrail’in hedefi İran tarafından finanse edilen Rus yapımı savunma sistemleridir.[vi] Suriye ile aynı savunma sistemlerini kullanan İran, İsrail uçaklarının Suriye savunma sistemini rahatça aşmalarını muhtemelen kaygıyla takip etmişlerdir. İran ve Suriye’ye gerekli olduğu zaman içeri girebileceği ve vurabileceği mesajını vermiştir. Hatta bazı yorumlarda, Suriye'ye yönelik baskın, İran’ın nükleer tesisleri için yapılacak operasyonun “provası” olarak tanımlamıştır.[vii]

Rusya’nın son yıllarda Orta Doğu’ya dönüş çabaları bilinmektedir. Bu çabanın en önemli ayağını Suriye oluşturmaktadır. İran ve Suriye’ye silah satışları ve daha önemlisi Rus yetkililerinin Suriye’nin Tartus kentinde kalıcı bir deniz üssü kurmayı planladığına ilişkin açıklamaları, bu geri dönüşün en önemli işaretidir. İsrail (ve tabi ki ABD) çabalardan duyduğu rahatsızlığı operasyon vasıtasıyla gösterme ve gözdağı verme amacı taşıyor olabilir. Aynı rahatsızlık Suriye ile nükleer işbirliği yaptığını düşündükleri Kuzey Kore’ye de yöneliktir. İsrail ihlalinin hemen ardından bu ülkeyle nükleer işbirliği haberlerinin ve açıklamalarının gelmesi, şüphelendiklerini ve eğer doğruysa son vermelerini istedikleri yönünde algılanabilir. İsrail’in eylemine karşılık İran ve Kuzey Kore’nin Suriye ile dayanışma mesajları yollaması, Rusya’nın kınaması İsrail’in eyleminin bu ülkeler tarafından üstlerine alındıklarının göstergesidir.

Operasyonla bu hedeflerden biri ya da hepsi amaçlanmış olabilir. En basitinden istihbarat amaçlı bir operasyon olsa bile sıralanan sonuçların doğması muhtemeldir.

Suriye de İsrail’in son ihlaline karşılık vermek isteğinde olabilir. Ancak daha önceki tecrübelerin gösterdiği gibi İsrail ile askeri bir çatışmayı göze almayacaktır. Fakat geçen yıldan bu yana kendi lehine olduğunu düşündüğü psikolojik ortamın devamı için İsrail’e dolaylı yanıtlar vermeye çalışabilir. Suriye Enformasyon Bakanının “Suriye’nin İsrail’in ihlaline yanıt vermek için bir yol bulacağı” yönündeki açıklaması bunun işareti olarak düşünülebilir. Bu dolaylı yanıt olasılıkları şunlar olabilir:

İsrail’i Lübnan üzerinden sıkıştırabilir. Hizbullah aracılığıyla İsrail-Lübnan sınırında gerginlik yaratabilir.

HAMAS, İslami Cihat gibi üzerinde etkin olduğu Filistinli örgütler İsrail içinde saldırılar düzenleyebilir.

Golan Tepeleri’nde gerginliği artırabilir. Geçen yıl içinde adı duyulmaya başlanan “Golan Kurtuluş Ordusu” gibi yerel örgütler aracılığıyla Golan’da “direniş”i esas alan yeni bir cephe açabilir. Böylece İsrail’i barış masasına oturmaya zorlayabilir.

İsrail-Suriye Gerginliği ve Türkiye

Olay ilk bakışta Türkiye’yi dolaylı olarak ilgilendiriyor gibi gözükse de kısa süre içinde Türkiye kendini olayların merkezinde bulmuştur. İsrail uçaklarının Türk hava sahasını da ihlal ettiğinin anlaşılması ilk aşamada Türkiye-İsrail arasında bir gerginliğe neden olmuş Türk Dışişleri İsrail’den konuyla ilgili açıklama istemiştir. Diğer taraftan olay Türkiye-Suriye ilişkileri açısından da risk taşımaktadır. Çünkü İsrail uçaklarının hangi rotayı izleyerek Suriye’ye girdiği anlaşılamamıştır. İlk olasılık Akdeniz’den geçerek Türkiye-Suriye sınırı boyunca uçması ve sonra kaçış sırasında yine Türk hava sahasına girmeleridir. İkinci olasılık Türkiye-Suriye ilişkileri açısından çok daha sıkıntılı bir durum ortaya çıkarmaktadır. Türk-İsrail savunma işbirliği anlaşmasına göre İsrail uçakları Konya’da Türk hava sahasını eğitim amaçlı kullanabilmektedir. İsrail uçaklarının Türkiye’den kalktıktan sonra Suriye’ye geçme olasılığı Türkiye’yi son derece zorda bırakacak bir durumdur. Ancak bu olasılık Türkiye tarafından kabul edilmemiştir.

Olayın hemen ardından Suriye Dışişleri Bakanı Velit Muallim Ankara’yı ziyaret etmiştir. Burada İsrail’i sert şekilde eleştiren bakan Türkiye’den destek aramıştır. Son yıllarda gelişen ilişkiler ve İsrail’in Türk egemenlik sahasını ihlali gibi haklı gerekçeler sayesinde, Türkiye’den beklediği desteği bulmuştur.

İsrail uçaklarının Suriye hava sahasını ihlali, Türkiye açısından daha çok risk ancak diğer taraftan fırsatlar da barındırmaktadır.

Riskler:

- İlk aşamada Türkiye ve Suriye işbirliği içinde gözükse bile iki ülke ilişkilerinin geleceği açısından önemli riskler ortaya çıkabilir. Her şeyden önce Suriye tarafında bir tedirginlik, güven bunalımı yarattığı kesindir. Suriye’nin yıllardır Türkiye ile iyi ilişkiler içinde olmasının en önemli nedenlerinden biri İsrail ve ABD baskısı ve olası askeri müdahalesi karşısında Türkiye’nin desteğini alabilmek, kendisine karşı Türk topraklarının kullanılmasını engellemektir. Türkiye de böyle bir şeye kesinlikle izin vermeyecektir. Ancak yine de Suriye tarafında bir güvensizliğin oluşması muhtemeldir. Suriye Dışişleri Bakanı Muallim’in Ankara’da “biz Suriye olarak Türkiye'nin kendi topraklarını Suriye'ye karşı kullandırmayacağından eminiz, inanmak istemiyoruz” şeklindeki ifadesi bir taraftan Türkiye’ye duyulan güveni gösterirken diğer taraftan da yumuşak biçimde ileriye dönük kaygıların, yaşanan güven bunalımının işareti olarak görülebilir. Olayla ilgili belki en saçma ancak tehlikeli iddia bir Kuveyt gazetesinde yayımlanmıştır.[viii] Buna göre Türkiye, hükümetin onayı alınmadan, İsrail’e askeri hedefler konusunda istihbarat vermiştir. Bu haberlerin doğruluk derecesi ortada olsa da bir güven bunalımı yaratması açısından tehlikeli olabilirler.

Bu tür bir olayın tekrarı Türkiye-Suriye ilişkilerini daha derin biçimde yaralayabilir. Türkiye kendi tasarrufu dışında gelişen bu tür olaylara karşı kesin, net tavrını ortaya koymalı ve kendi topraklarının bir daha kullanımının engellenmesi yönünde açık iradesini ortaya koymalıdır. Bu sürecin devamı Türkiye-İsrail arasındaki güvenlik işbirliği anlaşmasının geleceğini sorgulayan bir dönemi başlatabilir.

- Yukarıda ifade edildiği üzere İsrail’in operasyonu İran’ı da kapsayan anlamlar taşımaktadır. Dolayısıyla Suriye için sıralanan kaygıların aynısı İran için de geçerlidir. Hatta İran’a yönelik askeri müdahale olasılığı daha yoğun olarak tartışılmakta, Suriye hava sahası ihlali bunun “provası” olarak görülmektedir. Dolayısıyla bu tür olayların devamı Türkiye-İran ilişkilerini de zorlayabilir.

- Türk dış politikasını önümüzdeki dönemde bekleyen en büyük zorluklardan biri ABD’nin İran ve Suriye’ye uyguladığı politikalar konusunda alacağı tavır olacaktır. Türkiye’nin İran’ın nükleer faaliyetleri konusundaki tavrı, İran veya Suriye’ye askeri bir müdahale durumunda alacağı kararlar Türkiye’yi ikilemlere sürükleyebilir. Türkiye bu zor süreçte çok dikkatli davranmaya çalışmaktadır. Ancak son olay göstermiştir ki Türkiye kendi iradesi dışında olayların içine sürüklenebilir ve taraf olma zorunda bırakılabilir. Türkiye tercihi dışında seçime zorlanabilir.

Fırsat:

- Olayın Türkiye açısından doğurduğu en olumlu gelişme Türkiye’nin öneminin net bir şekilde ortaya çıkmasıdır. Olay İran ve Suriye ile ilişkilerimizin geleceği açısından riskler barındırsa da kısa vadede bu iki ülkeyi daha çok Türkiye’ye itecektir. Türkiye’nin alacağı tavrın önemi net olarak gözükmüştür.

- İsrail uçaklarının Suriye’ye girişinin ortaya çıkardığı en net gerçeklerden biri de Suriye’nin sadece uluslararası alanda değil bölgede de izole konumda olduğudur. Suriye, Arap kamuoyunun İsrail’in ihlaline verdiği cılız tepki nedeniyle hayal kırıklığı içindedir.[ix] Bu tepkisizlik, yarattığı hayal kırıklığının ötesinde Suriye’nin Arap Dünyasından soyutlandığını göstermektedir. Bu da Suriye’ye çıkış sağlaması açısından Türkiye’nin önemini artıracak bir faktördür. Suriye’nin izole konumu onu daha çok Türkiye’ye itmektedir. Suriye hiçbir Arap ülkesinden alamadığı desteği Türkiye’den almıştır.

Görüldüğü üzere ilk bakışta Türkiye’yi çok yakından ilgilendiriyor gözükmese de önümüzdeki dönemde Türk dış politikasının yaşaması muhtemel zorluklar konusunda önemli ipuçları taşımaktadır. “Komşularla sıfır sorun” gibi açılımları sürdürme konusunda sıkıntılar ortaya çıkabilir ve Türkiye iradesi dışında belli taraflara çekilmek istenebilir.

İsrail’in hedefi konusunda kesin ifadeler kullanılamasa da son dönemde ortaya çıkan bilgiler ışığında ikinci bölümde sıralanan olasılıklar akla gelmektedir. Ancak belki hedefin kendisinden çok olayın sonuçları ve önümüzdeki döneme nasıl ışık tuttuğu önemlidir. Kendi başına bir bölgesel savaşa yol açmasa da yaşanacak çatışmanın işareti, provası ya da mesajı mıydı soruları akla gelmektedir. Çalışmada bu olasılıklar değerlendirilmiştir. Son olarak olayın Türkiye için ne anlam ifade ettiği ve nelere dikkat edilmesi gerektiği incelenmeye çalışılmıştır. Aynen bölge geleceği için olduğu gibi Türk dış politikasının geleceği, yaşanacak ikilemler konusunda dikkat edilmesi gereken noktalar olduğu görülmektedir.

* ASAM Orta Doğu Uzmanı
[i] Lübnan Savaşı’nda iki ülke askerleri zaman zaman Lübnan içinde karşı karşıya gelmiştir. Diğer savaşlar gibi açık bir cephe savaşı yaşanmamıştır.
[ii] Assad: Syrian Military Preparing for War with Israel, Haaretz, 11 Temmuz 2007.
[iii] Mark Mazzetti, Helene Cooper, “U.S. Confirms Israeli Strikes Hit Syrian Target Last Week”, The New York Times, 11 Eylül 2007, “Suriye de Nükleer Peşinde”, Hürriyet, 16 Eylül 2007.
[iv] “Rice Concerned over Syrian Nukes”, Yedioth Ahronot, 14 Eylül 2007.
[v] “Speculation Flourishes Over Israel's Strike on Syria”, Guardian, 17 Eylül 2007.
[vi] Report: Israel Spots Nuclear Installations in Syria, Yedioth Ahronot, 12 Eylül 2007.
[vii] “Speculation Flourishes Over Israel's Strike on Syria”, Guardian, 17 Eylül 2007.
[viii] “Turkish Intelligence Assisted in Attack on Syria – Report”, Yedioth Ahronot, 13 Eylül 2007.
[ix] Yoav Stern, “Analysis: Syria Fumes as the Rest of the Arab World Stays Silent”, Haaretz, 10 Eylül 2007.

No comments: