Oytun Orhan*
‘Komşun rahatsa sen de rahatsın, komşun kötüyse sen daha kötüsün.’ Suriye’de kullanılan ve Suriyeli yetkililer tarafından, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılmasıyla beraber yeni bir boyut kazanan Türkiye-Suriye ilişkilerini ifade etmek için kullandıkları atasözü, yeni dönemde Suriye’nin bakış açısını göstermesi açısından güzel bir ifadedir.[1] Türkiye açısından hayati öneme sahip olan PKK’ya destek konusunda atılan olumlu adımlar iki ülke arasında yakınlaşma süreci ortaya çıkardıysa da var olan bazı köklü sorunlar uzun süreli işbirliğine dayanan yakın iki komşu ülke ilişkisinin ortaya çıkmasını engellemektedir.
Suriye’nin 1946 yılında 2. Dünya Savaşı sonrasında bağımsızlığını kazanmasıyla beraber başlayan ilişkiler sürecine genel anlamda bakıldığında sorunlu bir yapının bu sürece hakim olduğu görülmektedir. Bazı istisnai dönemler haricinde iki ülke arasında problemlerin olduğu ve konjonktürel yakınlaşmalar dışında yapısal sorunların ilişki sürecinin olumsuz gelişmesinde rol oynadığı görülmektedir. Sovyetler Birliği’nin yıkılarak iki kutuplu dönemin sona erdiği 1990 yılına kadarki zaman içinde genel olarak iki ülkenin birbirlerine kuşkuyla ve çoğu zaman düşmanca tavırlarla yaklaştıkları görülmektedir. İstisna oluşturan birkaç dönem bulunmaktadır. Bunlardan ilki Hüsnü Zaim’in 1949’da Suriye’de iktidara gelmesi sonrasında yaşanmıştır. Zaim o dönemde ülkesinin bağımsızlığının korunması ve kendi yönetiminin istikrarı açısından Türkiye ile iyi ilişkiler kurulmasının önemine inanıyor ve bu doğrultuda Türkiye’ye karşı yakın politikalar takip ediyordu. İkinci dönem ise 1954-1955 yılları arasında Suriye’de ‘Halk Partisi’nin iktidara geldiği sırada yaşanmıştır. Bu parti de o dönemde Batı kampı içerisinde yer almayı savunan bir düşünceye sahipti ve dolayısıyla Irak’la ve Türkiye’yle iyi ilişkiler kurma gerekliliğine inanıyordu. Son yakınlaşma dönemi ise 1960’lı yılların ortalarında Türkiye’nin Orta Doğu ve Arap ülkelerine yönelik yakınlaşma politikası çerçevesinde Suriye ile de yakınlaştığı dönemdir.[2] Ancak bütün bu konjonktürel süreçlerde bile ilişki tam potansiyeline ulaşamamıştır.
Günümüze baktığımızda ise iki ülke arasında, her ne kadar karşılıklı şüpheyle yaklaşılsa da, nispeten yakın ilişkilerin kurulduğu ve işbirliği geliştirme yönünde çalışıldığı görülmektedir. Bu yakınlaşma sürecinin ortaya çıkışına baktığımızda ise teröre destek konusu ön plana çıkmaktadır. 1998 yılı sonlarında başlayan süreçle beraber PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması ve 16 Şubat 1998 tarihinde yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi sonrasında Suriye’nin PKK’ya karşı tutumunda başlayan değişim ve desteğin kesilmesi, iki ülke arasında yakın ilişkilerin kurulması yönünde dönüm noktası olmuştu. Makalede öncelikle iki ülke arasında yakınlaşmaya, uzun süreli işbirliğinin ortaya çıkmasına engel olan faktörler, uluslararası ve bölgesel düzeyde saptanmaya çalışılacak daha sonra Öcalan’ın yakalanması sonrası süreçte iki ülke arasında yaşanan gelişmeler ve yakınlaşmanın arka planı, sonuç kısmında ise Irak Savaşı sonrasında ortaya çıkan yeni bölgesel yapılanmanın iki ülke ilişkilerine yapacağı muhtemel etkiler ve ilişkinin geleceği üzerine kısa bir değerlendirme yapılacaktır.
1. Yakınlaşma Önündeki Engeller
a. Uluslararası Sistem Düzeyinde: ABD’yle İlişkiler
Suriye ile Türkiye arasında genel anlamda sorunlu bir ilişki sürecinin bulunmasının temelinde uluslararası sistem içinde farklı konumda bulunmaları yatmaktadır. 1990 öncesinde iki kutuplu dünya düzeninde Türkiye ABD’nin müttefiki olarak Batı bloğu içinde yer alıyordu. Suriye ise Sovyetler Birliği’nin Orta Doğu’daki en önemli müttefiklerinden biriydi. Sovyetler’in yıkılmasıyla beraber Suriye en önemli uluslararası siyasal ve askeri desteğini kaybetmiş oldu. Suriye bu durumda hemen Batı’ya dönük politikalar uygulamaya başlamış ve Körfez Savaşı’nda ABD’nin yanında Irak’a karşı kurulan koalisyonun içinde yer almış olsa da ABD’yle ilişkileri günümüze kadar iyi bir seviyeye ulaşmamıştır. Günümüz uluslararası sistemine hakim olan ya da olduğu söylenen, tek kutuplu dünya düzeninde ise sistemdeki konumunuzu belirleyen ABD’yle kurulan ilişkilerdir. Suriye halen ABD’nin ‘teröre destek veren devletler’ listesinde yer alan yedi ülkeden biri konumundadır ve bu ülkeyle sorunlu ilişkileri bulunmaktadır. Suriye özellikle gerek kendi ülkesinde gerekse kontrolü altındaki Lübnan’da desteklediği İsrail’e karşı mücadele yürüten Hamas, Hizbullah, İslami Cihat gibi radikal Filistinli örgütler nedeniyle ve Orta Doğu barış sürecinde olumsuz anlamda sahip olduğu etki dolayısıyla ABD’nin sorunlu olduğu ülkelerden biri konumundadır. Bunun dışında sahip olduğu kitle imha silahları nedeniyle oluşturduğu tehdit ve Lübnan’daki varlığı ABD’yle ilişkilerinde soruna neden diğer konu başlıklarıdır. Özellikle de Irak Savaşı sonrasında Suriye ABD’nin hedef tahtasına yerleşmiş ve hemen savaş ertesinde sıra Suriye’de mi tartışmaları gündeme gelmiştir. Halen iki ülke arasında bu sorunlu ilişki süreci devam etmekte ve ABD birçok noktada uyguladığı muhalefet ve ambargoyla Suriye’nin uluslararası sisteme entegre olmasını engellemektedir. Suriye’nin bu konumuna karşılık Türkiye çok uzun yıllardan beri ABD’nin bölgedeki müttefiklerinden biri konumundadır. Halen Irak’a gönderilecek asker konusunda iki ülke arasında görüşmeler yapılmakta ve Irak’ta istikrarın sağlanması konusunda iki ülkenin birlikte çalışması konusunda pazarlıklar yapılmaktadır.
İşte Suriye’nin ve Türkiye’nin ABD’yle ilişkilerinde dolayısıyla da uluslararası sistemde sahip oldukları bu farklı konum iki ülkenin yakınlaşmasında ve esasında çok kolay çözümlenebilecek birçok sorunun çözümlenememesinde temel etkendir. İki ülkenin bu durumları onların diğer devletlerle olan ilişkilerini de etkilemekte ve dolayısıyla iki ayrı kutupta yer almalarına neden olmaktadır. Türkiye Batı ile olan ilişkileri nedeniyle ABD ve Avrupa Birliği ile yakın konumdayken Suriye bölgede ve uluslararası ortamda kendi gibi sistem dışı ülkelerle ilişki kurma eğilimi göstermektedir. Kuzey Kore’den silah satın almakta, bölgede İran ile yakın ilişkiler içine girmekte ve savaş öncesine kadar, Irak’la ekonomik ve siyasal işbirliği içine girmektedir. Bu üç devlet de ABD’nin ‘şer ekseni’ olarak tanımladığı ülkelerdir. Bunun aksine Türkiye ise yine konumundan kaynaklanan durum gereğince bu ülkelerle mesafeli ilişkiler kurma yolunu seçmektedir. Bu durum da Suriye-Türkiye ilişkilerini etkileyen ve tam anlamda bir işbirliği, ortaklık, müttefiklik ilişkisi kurulmasının önündeki en önemli engel olarak ortada bulunmaktadır.
b. Bölgesel Düzeyde: İsrail’le İlişkiler
Suriye açısından bölgede kendisine en önemli tehdit oluşturan ülke İsrail’dir. 1967 yılında gerçekleşen Arap-İsrail Savaşı sırasında İsrail’in işgal ettiği Golan Tepeleri halen bu ülkenin kontrolündedir ve sorun günümüze kadar çözümlenememiştir. Suriye dış politikasının temelini de İsrail’e karşı yürütülen mücadele oluşturmaktadır. Arap milliyetçiliğinin dış politika aracı olarak kullanılması, Filistin sorununa bakış ve radikal Filistinli örgütlere verilen desteğin hepsi İsrail’e karşı yürütülen mücadelenin birer araçlarıdır. Dolayısıyla Suriye’nin İsrail’le sorunlu bir ilişki süreci bulunmakta ve Golan Tepeleri sorunu çözülmeden, bu bölge kendisine bırakılmadan İsrail’le herhangi bir yakınlaşmayı kabul etmemektedir. Bunun aksine İsrail’le ilişkilerde de Türkiye, Suriye’den farklı bir konuma sahiptir. ABD’yle olan yakın ilişkilerinin de bir sonucu olarak Türkiye’nin İsrail’le özellikle askeri alana ilişkin olarak imzalanan işbirliği anlaşmaları ile müttefiklik ilişkisi içinde olduğu söylenebilir. Suriye’nin İsrail’e karşı konumu ve bu ülkeye bakışı çerçevesinde Türkiye’nin bu ülkeyle olan ilişkilerini düşündüğümüzde Türkiye de dolaylı olarak Suriye açısından tehdit oluşturan bir konumdadır. Türkiye’nin 1996 yılında İsrail’le imzalamış olduğu askeri işbirliği anlaşmaları Suriye’yi ciddi anlamda kaygılandırmış ve bu yakınlaşma Suriye’nin uyguladığı bölgesel politikalarda ciddi değişimlere yol açmıştır. 1997 yılından itibaren Irak’la geliştirdiği yakın ilişkiler tamamen Türkiye-İsrail yakınlaşmasına bağlı olarak ortaya çıkmış gelişmelerdir. O yıla kadar birbirlerine karşı şüpheyle yaklaşan ve hatta hiçbir diplomatik ilişkinin dahi olmadığı iki ülke bölgede oluşan bu yeni durum karşısında yakınlaşma süreci içerisine girmişler ve Irak Savaşı çıkana kadar ve hatta savaş sırasında da bu ilişki süreci devam etmiştir. Dolayısıyla Türkiye’nin İsrail’le olan ilişkisi ve Suriye’nin bu ülkeyle arasında var olan sorunları, ki bu sorunlar büyük önem taşımaktadır ve yıllardır çözülememiş problemlerdir, birlikte ele aldığımızda iki ülkenin İsrail’le olan ilişkileri de yakınlaşmanın önündeki en önemli engellerden birini oluşturmaktadır.
c. Yapısal Sorunlar
- Su Sorunu
Türkiye ile Suriye’yi ilgilendiren akarsuların en önemlileri Fırat, Asi, Afrin, Çağçağ Suyu ve Kuveik’tir. Asi ve Afrin akarsuları Suriye’de doğup Türkiye’de denize dökülürken diğerleri Türkiye’de doğduktan sonra Suriye’ye geçmektedir.[3] Suriye ve Türkiye arasında bu suların paylaşımına ilişkin olarak var olan sorun yapısal bir sorun olarak iki ülke ilişkilerini etkileyen önemli bir faktör olarak ortada bulunmaktadır. İki ülkenin artan nüfusu ve sulama arazilerinin artmasına ek olarak, birçok baraj ve baraj gölü yapımını içeren Güneydoğu Anadolu Projesi’nin (GAP) hayata geçirilmesi Suriye ve Türkiye arasında var olan su sorununu iyice alevlendirmiştir. Suriye tarafı Fırat’ın sularının üç ülke (Suriye, Türkiye ve Irak) tarafından paylaşıldığını dolayısıyla bu nehrin sularının kullanımının da sadece bir ülke tarafından değil bu üç ülke tarafından belirlenmesi gerektiğini savunurken Türkiye ise Fırat Nehri’ni uluslararası su olarak kabul etmemektedir. Türkiye suları sınır aşan sular olarak tanımlamaktadır. İki ülkenin yaptıkları bu farklı tanımlamalar şu sonucu doğurmaktadır. Fırat ve Dicle uluslararası sular olarak ele alındığında aşağı havza ülkeleri olarak Suriye ve Irak, Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde yapılacak projeler konusunda söz sahibi olma ve hatta projeleri kontrol etme hakkına sahip olacaklardır.[4] Bu kavram tartışması dışında Türk tarafının geliştirdiği bir başka eleştiri noktası ise suların etkin kullanımına ilişkindir. Türkiye iki ülkeye yeteri kadar hatta fazla miktarda su bırakıldığını ancak Suriye ve Irak’ın teknik yetersizlikler dolayısıyla suyu verimli bir şekilde kullanamadığını savunmaktadır. Ayrıca aynı konumda bulunan ve Suriye’den doğup Türkiye’ye geçen Asi Nehri konusunda da Suriye tarafının Türkiye’nin ihtiyaçlarını dikkate almadığı iddiasını savunmaktadır ki bu iddiasında da haklıdır. Bakıldığında Asi nehri sularının yüzde 98’inin Lübnan ve Suriye tarafından kullanıldığı ve Türkiye’nin ise sadece kendi topraklarından kaynaklanan yüzde iki oranındaki miktardan yararlandığı görülmektedir.[5] Asi nehrinin sularının paylaşımına ilişkin olarak ortaya çıkan problemler de iki ülke ilişkilerinin zaman zaman gerilmesine neden olmuştur. Asi nehrine ilişkin olarak Suriye’nin yaptığı uygulamalar Hatay’da yapılan tarım faaliyetlerine zarar vermekte ve sorun çıkmasına neden olmaktadır.
Suların paylaşımına ilişkin olarak Suriye ile Türkiye arasında geçerli olan kurallar 17 Temmuz 1987 tarihinde Şam’da imzalanan ‘Türkiye Cumhuriyeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Arasında Ekonomik İş Birliği Protokolü’ içinde yer alan ‘Bölgesel Sular’ başlıklı bölümde konan hükümlerdir. Buna göre Türkiye Suriye’ye yıllık ortalama 500m³/sn.den fazla su bırakmayı kabul etmiştir. Protokolde bu hüküm dışında bazı kararlar daha alınmış ve soruna bir çözüm bulunmaya çalışılmıştır. Ancak protokolde de belirtildiği üzere bu anlaşma geçici nitelik taşımaktadır ve özellikle Suriye tarafından soruna kalıcı bir çözüm olarak değil sadece geçici bir çözüm yolu olarak kabul etmektedir. İmzalanan bu anlaşmaya ve çeşitli ikili görüşmelerde konu ele alınmış olmasına rağmen su sorunu da iki ülke arasında yapısal sorun oluşturma niteliğini korumaktadır.
- Hatay Sorunu
Hatay sorununun ortaya çıkışı I. Dünya Savaşı sonrasında Fransa’nın İskenderun Limanı, Hatay, Urfa, Antep, Maraş, ve Çukurova bölgelerini işgali sonucunda ortaya çıkmıştır. Bölge Milletler Cemiyeti’nin ‘Mandat’ sistemine dayandırılarak 25 Nisan 1920 tarihinde Fransa’ya bırakılmıştır. Fransa mandater devlet olarak bölgede dört yönetim birimi oluşturmuş, İskenderun Sancağı ise idari özerkliği korumakla birlikte Halep yönetimine bağlanmıştır. Misak-ı Milli sınırları içinde olmakla birlikte 20 Ekim 1921 tarihinde Fransa’yla imzalanan Ankara İhtilafnamesi ile Sancak bölgesinin ulusal sınırlar dışında kalması Türkiye’nin çıkarları açısından o dönemde uygun görülmüştür.[6] Kurtuluş Savaşı’nın sonuçlanması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra ise başta Atatürk olmak üzere Türk devlet adamları 1918-1936 döneminde karşılaşılan iç ve dış sorunların çözülmesi gibi devletin varlığıyla ilgili problemlerle uğraşmak zorunda kaldıklarından geleceğe yönelik bazı faaliyetler yürütmekle beraber, Hatay sorununu çok fazla gündeme getirmemiş, ön plana çıkarmamışlardır.[7] 1938 yılı içerisinde uluslararası ilişkilerde ortaya çıkan yeni durum ve gerginleşmeye bağlı olarak Fransa, Orta Doğu’da duyduğu ihtiyaçtan dolayı Türkiye ile ilişkilerini düzeltme ve bu çerçevede de, savaş tehlikesinin de yaklaşması nedeniyle, Sancak konusunda Türk haklarını teslim etme konusunda mecbur kalmıştır. Bu sürecin sonunda öncelikle 2 Eylül 1938 tarihinde Hatay Devleti kurulmuş, bir yıla yakın varlığını sürdüren bu devlet 23 Haziran 1939 tarihinde hukuken ortadan kalkmış ve Türkiye’nin bir vilayeti haline gelmiştir. O dönemde doğal olarak bu birleşmeye en ciddi tepki Suriye’den gelmiş ve olayı birçok yoldan protesto etmişlerdir. Gösterilen ilk tepkilerin ardından Suriye bağımsızlığını kazandığı 1944 yılında Fransa’nın Suriye adına yaptığı uluslararası anlaşmalara saygılı olduğunu bildirmiş ve dolaylı olarak 1939 anlaşmasını tanımıştır. Hatay konusu 1950’lerden itibaren Suriye tarafından tekrar gündeme getirilmeye başlanmış ve daha çok bir iç politika malzemesi olarak kullanılmış, Hatay’ın Suriye’den zorla alındığı şeklinde bir propaganda yapılmaya başlanmıştır. Aynı doğrultuda Türkiye-Suriye sınırını tanıma anlamına gelebilecek tüm davranışlardan kaçınarak Hatay resmi haritalarda Suriye sınırları içerisinde gösterilmiştir.[8] 1970 yılında Suriye’de iktidara gelen Hafız Esad da rejiminin dayanaklarını oluşturması bakımından Hatay üzerindeki taleplerini gündemde tutmuş bu çerçevede ‘İskenderun’u Kurtarma Cemiyeti’ni bizzat kurarak desteklemiştir.[9] Suriye 1939 yılında yapılmış olan paylaşımı hala kabullenememiştir.[10] Hatay’la beraber, 1967 yılında İsrail’e kaybettiği Golan Tepeleri de birçok resmi Suriye haritasında geçici uluslararası sınırlar şeklinde işaretlenmek suretiyle, Suriye içinde gösterilmektedir.
Ancak Hatay konusu özellikle son yıllarda çok sıklıkla dile getirilmemekte hatta bu konuda bazı olumlu gelişmeler de yaşanmaktadır. Suriye tarafı, Hatay’ın Türkiye’ye ait olduğunu kabul etmesi anlamına gelebilecek bir politika değişikliğinden kaçınmakta, iki ülke arasındaki ilişkilerin her geçen gün geliştiğini, bu ortamda sorun teşkil edebilecek bazı konuların göz ardı edilmesinde yarar bulunduğunu, ilişkiler geliştikçe bu sorunların zaman içinde kendiliğinden ortadan kalkacağını ileri sürmektedir. Türkiye’yle ilişkileri geliştirmek amacındaki birçok Suriyeli yönetici Hatay konusunu şöyle tanımlıyor: ‘Cihaza dayalı olarak yaşayan bir hasta yaşamını yitirse, cihazın fişini prizden çekmek gerekir. Hatay iddiamız öldü. Ama kimse bunu dillendirmek, deyim yerindeyse fişi çekmek istemiyor.’[11] Bu açıklamalar paralelinde, son dönemde, Suriye’nin Hatay’a yönelik tutumunda olumlu olarak değerlendirilebilecek bazı gelişmeler ortaya çıkmıştır. Kurucuları arasında Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad ile Şam Valisi Ghassam Laham’ın da bulunduğu Suriye Bilgisayar Derneği’nin internet sitesinde tavsiye edilen siteler arasında yer alan bir sitede kullanılan haritada Türkiye-Suriye sınırı doğru olarak işaretlenmiş ve Hatay, Türkiye sınırları içinde gösterilmiştir. Diğer bir önemli gelişme de Lazkiye Valisi Safi Abudan kalabalık bir heyetle birlikte 13 Mart 2002 tarihinde Hatay’a gerçekleştirdiği ziyarettir. Bu ziyaretle, ilk kez Suriye’den bir Vali Hatay’a resmi bir ziyaret gerçekleştirmiştir.[12] İki ülke arasında ortaya çıkan yakınlaşma sürecine bağlı olarak her ne kadar Hatay konusunda bazı olumlu gelişmeler yaşansa da konu yapısal bir sorun ve yakınlaşmanın önünde bir engel olarak varlığını sürdürmektedir.
2. İlişki Sürecinde Dönüşüm: PKK’ya Desteğin Kesilmesi
Uluslararası konum farklılığı ve aradaki yapısal sorunlar uzun süreli Türkiye-Suriye yakınlaşmasını zorlaştırmakta ancak dönemsel işbirliğini de engellememektedir. Daha önce yakınlaşma önündeki engeller arasında sayılmayan fakat 1980’ler ve 1990’larda iki ülke arasında esas sorun yaratan ve ilişkilerin gerilmesine neden olan konu Suriye’nin PKK terör örgütüne destek vermesi olmuştur. Teröre destek konusunda 1990’ların sonlarında yaşanan gelişmelerse iki ülke ilişkiler sürecinde önemli bir değişimin yaşanmasına neden olmuştur. Eylül 1998 tarihinde Orgeneral Atilla Ateş’in Suriye’yi PKK terör örgütüne verdiği desteği kesmesi amacıyla sınırda gerçekleştirdiği konuşma ile başlayan süreç, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 9 Ekim 1998 tarihinde Suriye’den çıkarılması, 20 Ekim 1998’de Türkiye-Suriye arasında Adana Mutabakatı’nın imzalanması ve 16 Şubat 1999 tarihinde Öcalan'ın yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi ile sonuçlanmıştır. Adana Mutabakatı ilişkilerin gelişimi açısından önemli bir belgedir. Adana Mutabakatıyla Suriye; PKK lideri Öcalan ve hiçbir PKK unsurunun bir daha Suriye'ye girmesine, PKK kamplarının aktif hale gelmesine, toprakları üzerindeki faaliyetlerine, PKK üyelerinin topraklarını transit geçiş amacıyla kullanmasına izin vermeyeceğini beyan etmiştir. Bunun yanında bölge ve Türkiye’nin güvenlik ve istikrarını bozacak herhangi bir girişimin yasaklanacağı taahhütü de verilmiştir. Bu taahhütler kapsamında iki ülke arasında direkt telefon hattı kurulması ve ortak denetimler yapılması amacıyla özel temsilcilerin atanması gibi önlemler alınması kararlaştırılmıştır.[13] Mutabakat sonrasında Suriye tarafı anlaşma koşullarına bağlı kalarak PKK’ya desteği kesmiş ve PKK'ya karşı işbirliği içinde olmuştur. Ülkesindeki PKKlılara karşı operasyonlar düzenlemiş ve aralarında üst düzey PKKlıların da bulunduğu birçok teröristi Türkiye'ye teslim etmiştir.[14]
Türkiye açısından varlık sorunu olarak görülen terör konusunda Suriye’nin göstermiş olduğu olumlu yaklaşım sonrasında iki ülke ilişkileri arasında somut yakınlaşmalar, karşılıklı üst düzey ziyaretler ve en önemlisi daha önce İsrail’le imzalanan askeri işbirliği anlaşmalarına benzer askeri işbirliği anlaşmaları Suriye ile imzalanmıştır. Yakınlaşma süreci içinde Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Hafız Esad’ın cenaze törenine katılmak üzere 13 Haziran 2000 tarihinde Şam’a gitmiştir.[15] Türkiye’nin Hafız Esad’ın cenazesine en üst düzeyde katılım sağlaması özellikle Suriye halkı içerisinde Türkiye’ye bakış açısından çok olumlu bir havanın yaratılmasını sağlamıştır. Yine yakınlaşma bağlamında. başta ekonomik ilişkiler olmak üzere, birçok alanda önemli gelişmeler kaydedilmiş, bakanlar ve teknik heyetler düzeyinde karşılıklı pek çok ziyaret yapılmıştır. Son üç yılda bakan düzeyinde 26 karşılıklı ziyaret gerçekleştirilmiştir. Suriye’den ülkemize yapılan en üst düzeyli ziyaret, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Abdülhalim Haddam’ın Kasım 2000’de ülkemizi ziyareti olmuştur. Son olarak, ve belki de en önemlisi, 2002 Haziran ayında Suriye Genelkurmay Başkanı Turkmani Türkiye’yi ziyaret etmiş ve ziyaret sırasında ‘Askeri Alanda Eğitim, Teknik ve Bilimsel İşbirliği Çerçeve Anlaşması’ ile ‘Askeri Eğitim İşbirliği Anlaşması’ imzalanmıştır.[16] Bu anlaşma yakınlaşmanın ve aradaki yapısal sorunlara rağmen sağlanan yakınlaşmanın boyutunu göstermesi açısından önemli bir anlaşmadır. İki ülke arasındaki yakınlaşmayı gösteren son dönem gelişmelerden biri Suriye Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Faruk Şara’nın, 13-14 Ocak 2003 tarihlerinde Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyarettir. Ziyaret sırasında iki ülke ilişkileri, bölgesel ve uluslararası konular ele alınmış, ayrıca ‘Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı ile Suriye Arap Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Arasında İstişare Mekanizması Kurulmasına İlişkin Protokol’ imzalanmış, Suriye tarafı KADEK’i de terör örgütü olarak gördüğünü ifade etmiştir.[17] 1998 yılı içinde başlayan yakınlaşmaya Irak Savaşı olasılığının ortaya çıkması yeni bir boyut daha kazandırmış ve ilişkiler 2003 yılı içerisinde daha hızlı bir şekilde gelişmeye başlamıştır. Askeri ve siyasal alanda ortaya çıkan yakınlaşma ekonomik alana da yansımış ve bu çerçevede Türkiye Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen beraberinde bir heyetle 31 Ocak-2 Şubat 2003 tarihlerinde Suriye Ekonomi ve Ticaret Bakanı’nın davetlisi olarak Şam’a gitmiştir. Ziyaret sırasında iki ülke arasındaki ekonomik ilişkileri geliştirmeye yönelik bir Mutabakat imzalanmış, Tüzmen'in 300 işadamıyla çıktığı Suriye seferi, 250 milyon dolarlık iş bağlantısı ile sonuçlanmıştır.[18] İki ülke arasında yaşana son gelişme ise Suriye Başbakanı Muhammed Mustafa Miro’nun Temmuz 2003 tarihinde Ankara’ya düzenlediği ziyaret olmuştur. 17 yıl aradan sonra ilk kez bir Suriye Başbakanı’nın Türkiye’yi ziyaret etmesi ilişkilerin son dönemde geldiği noktayı göstermesi açısından önemlidir. Irak Savaşı’nın iki ülke ilişkilerine kazandırdığı boyut bu ziyaret sırasında da gözükmüş ve Irak’ta istikrarın sağlanmasına ve ABD’nin Irak’taki varlığına yönelik açıklamalar yapılmıştır.[19]
Sonuç
Genel olarak bakıldığında iki ülke arasındaki temel sorunların, uzun süreli bir işbirliğinin oluşmasına engel olduğu, konjonktürel yakınlaşmalar olsa da ilişkilerin bu sorunlar nedeniyle tam potansiyeline ulaşamadığı görülmektedir. 1990ların sonlarına kadar gergin seyreden hatta kopma noktasına gelen iki ülke ilişkilerinde iki olay önemli değişim sağlamış ve olumsuz seyreden ilişkilerde bir dönüşüm yaşanarak iki ülkenin yakınlaşmasını sağlamıştır. Bunlardan birincisi Suriye’nin PKK terör örgütüne verdiği desteği keserek bu konuda imzalanan Adana Mutabakatına sadık kalarak uyguladığı politikalardır. İlişkilerin olumlu bir sürece girmesini sağlayan bu olaydan sonra Irak Savaşı olasılığının oluşması ve sonraki süreçte savaşın çıkması ilişkilere yeni bir boyut kazandırmış, ortak bölgesel güvenlik kaygıları nedeniyle yakınlaşma düzeyinde bir adım daha ileri gidilerek askeri işbirliği anlaşmaları imzalanmış, yıllardır gerçekleşmeyen karşılıklı üst düzey ziyaretler gerçekleşmiştir. Bu süreçte arada var olan yapısal sorunlara somut bir çözüm bulunamamışsa da her iki taraf da bu sorunları gündeme getirmeme konusunda özen göstermişlerdir.
Önümüzdeki dönemde ilişkilerin gelişiminde belirleyici olacak faktör Suriye’nin Irak savaşı sonrasında ABD’yle geliştireceği ilişkiler olacaktır. Irak Savaşı sonrasında Suriye ABD tarafından baskıya maruz kalmış, gerek bölgesel politikalarında gerekse iç yapılanmasına ilişkin olarak değişim talepleriyle karşı karşıya kalmıştır. Eğer bu süreçte Suriye ABD’nin talepleri doğrultusunda adımlar atar ve radikal Filistinli terör örgütlerine verdiği desteği keserek Orta Doğu Barış Süreci üzerindeki olumsuz etkisine son verirse, Lübnan’la, İran’la ilişkilerinde ABD’nin istediği adımları atarsa[20], Irak’ta yaşanan istikrarın sağlanması sürecine olumlu katkı yapar ya da en azından yaptığı iddia edilen ve istikrarı olumsuz etkileyen politikalarına son verirse Suriye uluslararası sisteme entegre olma yönünde ABD muhalefetini ortadan kaldırmış ve bu ülkeyle daha yakın ilişkiler geliştirme yönünde adımlar atma imkanı bulacaktır. Bu durum Türkiye ile olan ilişkilerinde yakınlaşmayı engelleyen belki de temel faktör olan uluslararası sistem konumu farklılığını ortadan kaldırarak iki ülkenin yakınlaşması açısından olumlu bir katkı yapacaktır. Suriye’nin önümüzdeki süreçte iç politikasına ilişkin olarak da ABD talepleri doğrultusunda adımlar atması iki ülkenin ilişkilerini olumlu etkileyecektir. ABD Suriye’nin iç siyasal ve ekonomik yapılanmasına ilişkin olarak da değişim taleplerinde bulunmaktadır. Bu da Suriye’de demokratikleşme ve ekonomik liberalleşme konusunda gelişmelerin yaşanması olasılığını gündeme getirmektedir. Suriye’nin bu taleplere ilişkin olarak da bazı adımlar atması iki ülke ilişkilerini olumlu etkileyecektir. Uluslararası sisteme entegre olmuş, demokratik ve ekonomik hayatına serbest piyasa ekonomisinin kurallarının hakim olduğu bir Suriye’nin Irak Savaşı sonrası süreçte ortaya çıkması, Türkiye ile ilişkiler açısından uzun süreli işbirliğine dayanan bir yakınlaşmanın oluşması açısından olumlu etki edecek gelişmelerdir.
* ASAM Orta Doğu Araştırmaları Masası
[1] ‘PKK Konusu Kapandı’, Leyla Tavşanoğlu, Baas Gazetesi Genel Müdürü ile Söyleşi, Cumhuriyet, 31 Aralık 2000.
[2] David Kushner, ‘Turkish-Syrian Relations: An Update’, Moshe Maoz, Joseph Ginat, Onn Winckler (der.), Modern Syria, (Sussex Academic Press, 1999), s. 229.
[3] ASAM Su Araştırmaları Alt Komisyonu, ‘Dünyada Su Sorunları ve Stratejileri’, Aziz Koluman (der.), ASAM Yayınları 2002, s.31.
[4] ASAM Su Araştırmaları Alt Komisyonu, ‘Dünyada Su Sorunları ve Stratejileri’, Aziz Koluman (der.), ASAM Yayınları 2002, s.72.
[5] ASAM Su Araştırmaları Alt Komisyonu, ‘Dünyada Su Sorunları ve Stratejileri’, Aziz Koluman (der.), ASAM Yayınları 2002, s.62.
[6] Dr. Hamit Pehlivanlı, Dr. Yusuf Sarınay ve Dr. Hüsamettin Yıldırım, ‘Türk Dış Politikasında Hatay (1918-1939), (ASAM Yayınları, 2001), ss. 33-36.
[7] Dr. Hamit Pehlivanlı, Dr. Yusuf Sarınay ve Dr. Hüsamettin Yıldırım, ‘Türk Dış Politikasında Hatay (1918-1939), (ASAM Yayınları, 2001), ss. 33-36.
[8] Dr. Hamit Pehlivanlı, Dr. Yusuf Sarınay ve Dr. Hüsamettin Yıldırım, ‘Türk Dış Politikasında Hatay (1918-1939), (ASAM Yayınları, 2001), ss. 135-136.
[9] Dr. Hamit Pehlivanlı, Dr. Yusuf Sarınay ve Dr. Hüsamettin Yıldırım, ‘Türk Dış Politikasında Hatay (1918-1939), (ASAM Yayınları, 2001), s. 137
[10] Daniel Pipes, ‘Beyon the Golan: Prospects for Syrian-Turkish Confrontation’, Turkish Times, 15 Şubat 1996.
[11] Mustafa Balbay, ‘Suriye İle İliş-kiler...’, Cumhuriyet, 31 Temmuz 2003.
[12] ‘Suriye’yle İşbirliği Gelişiyor’, Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü, 20 Ocak 2003. http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/anadoluyahaberler-yeni/2003/ocak/ah_20_01-03.htm
[13] Adana Mutabakatı’nın İngilizce tam metni için bkz.: http://www.ict.org.il/documents/documentdet.cfm?docid=15
[14] Suriye 9 PKK/KADEK'liyi Teslim Etti, Hürriyet, 5 Ekim 2003.
[15] ‘Esad'a da Kalmadı’, Zaman Gazetesi, 14 Haziran 2000.
[16] Türkiye Orta Doğu Ülkeleri İlişkileri, T.C. Dışişleri Bakanlığı İnternet Sayfası, http://www.mfa.gov.tr/turkce/grupa/odogu.htm
[17] ‘Şam İle Yeni Başlangıç’, Cumhuriyet, 15 Ocak 2003.
[18] ‘Suriye İle Yeni Dönem’, Akşam, 3 Şubat 2003.
[19] ‘Suriye İle Enerji Köprüsü’, Cumhuriyet, 30 Temmuz 2003.
[20] Suriye’nin Lübnan’da halen 16.000 civarında askeri bulunmaktadır ve ABD Suriye’nin bu birliklerini çekerek Lübnan’ın siyasal ve askeri bağımsızlığına saygı göstermesini istemektedir. İran konusunda ise var olan yakın ilişkilerine son vermesini istemektedir. İran ABD’nin bölgede tamamen dışladığı bir ülke ve bu ülkeyle yürütülen yakın ilişkiler, beraber terör örgütlerine sağlanan destekten rahatsızdır.
‘Komşun rahatsa sen de rahatsın, komşun kötüyse sen daha kötüsün.’ Suriye’de kullanılan ve Suriyeli yetkililer tarafından, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılmasıyla beraber yeni bir boyut kazanan Türkiye-Suriye ilişkilerini ifade etmek için kullandıkları atasözü, yeni dönemde Suriye’nin bakış açısını göstermesi açısından güzel bir ifadedir.[1] Türkiye açısından hayati öneme sahip olan PKK’ya destek konusunda atılan olumlu adımlar iki ülke arasında yakınlaşma süreci ortaya çıkardıysa da var olan bazı köklü sorunlar uzun süreli işbirliğine dayanan yakın iki komşu ülke ilişkisinin ortaya çıkmasını engellemektedir.
Suriye’nin 1946 yılında 2. Dünya Savaşı sonrasında bağımsızlığını kazanmasıyla beraber başlayan ilişkiler sürecine genel anlamda bakıldığında sorunlu bir yapının bu sürece hakim olduğu görülmektedir. Bazı istisnai dönemler haricinde iki ülke arasında problemlerin olduğu ve konjonktürel yakınlaşmalar dışında yapısal sorunların ilişki sürecinin olumsuz gelişmesinde rol oynadığı görülmektedir. Sovyetler Birliği’nin yıkılarak iki kutuplu dönemin sona erdiği 1990 yılına kadarki zaman içinde genel olarak iki ülkenin birbirlerine kuşkuyla ve çoğu zaman düşmanca tavırlarla yaklaştıkları görülmektedir. İstisna oluşturan birkaç dönem bulunmaktadır. Bunlardan ilki Hüsnü Zaim’in 1949’da Suriye’de iktidara gelmesi sonrasında yaşanmıştır. Zaim o dönemde ülkesinin bağımsızlığının korunması ve kendi yönetiminin istikrarı açısından Türkiye ile iyi ilişkiler kurulmasının önemine inanıyor ve bu doğrultuda Türkiye’ye karşı yakın politikalar takip ediyordu. İkinci dönem ise 1954-1955 yılları arasında Suriye’de ‘Halk Partisi’nin iktidara geldiği sırada yaşanmıştır. Bu parti de o dönemde Batı kampı içerisinde yer almayı savunan bir düşünceye sahipti ve dolayısıyla Irak’la ve Türkiye’yle iyi ilişkiler kurma gerekliliğine inanıyordu. Son yakınlaşma dönemi ise 1960’lı yılların ortalarında Türkiye’nin Orta Doğu ve Arap ülkelerine yönelik yakınlaşma politikası çerçevesinde Suriye ile de yakınlaştığı dönemdir.[2] Ancak bütün bu konjonktürel süreçlerde bile ilişki tam potansiyeline ulaşamamıştır.
Günümüze baktığımızda ise iki ülke arasında, her ne kadar karşılıklı şüpheyle yaklaşılsa da, nispeten yakın ilişkilerin kurulduğu ve işbirliği geliştirme yönünde çalışıldığı görülmektedir. Bu yakınlaşma sürecinin ortaya çıkışına baktığımızda ise teröre destek konusu ön plana çıkmaktadır. 1998 yılı sonlarında başlayan süreçle beraber PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması ve 16 Şubat 1998 tarihinde yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi sonrasında Suriye’nin PKK’ya karşı tutumunda başlayan değişim ve desteğin kesilmesi, iki ülke arasında yakın ilişkilerin kurulması yönünde dönüm noktası olmuştu. Makalede öncelikle iki ülke arasında yakınlaşmaya, uzun süreli işbirliğinin ortaya çıkmasına engel olan faktörler, uluslararası ve bölgesel düzeyde saptanmaya çalışılacak daha sonra Öcalan’ın yakalanması sonrası süreçte iki ülke arasında yaşanan gelişmeler ve yakınlaşmanın arka planı, sonuç kısmında ise Irak Savaşı sonrasında ortaya çıkan yeni bölgesel yapılanmanın iki ülke ilişkilerine yapacağı muhtemel etkiler ve ilişkinin geleceği üzerine kısa bir değerlendirme yapılacaktır.
1. Yakınlaşma Önündeki Engeller
a. Uluslararası Sistem Düzeyinde: ABD’yle İlişkiler
Suriye ile Türkiye arasında genel anlamda sorunlu bir ilişki sürecinin bulunmasının temelinde uluslararası sistem içinde farklı konumda bulunmaları yatmaktadır. 1990 öncesinde iki kutuplu dünya düzeninde Türkiye ABD’nin müttefiki olarak Batı bloğu içinde yer alıyordu. Suriye ise Sovyetler Birliği’nin Orta Doğu’daki en önemli müttefiklerinden biriydi. Sovyetler’in yıkılmasıyla beraber Suriye en önemli uluslararası siyasal ve askeri desteğini kaybetmiş oldu. Suriye bu durumda hemen Batı’ya dönük politikalar uygulamaya başlamış ve Körfez Savaşı’nda ABD’nin yanında Irak’a karşı kurulan koalisyonun içinde yer almış olsa da ABD’yle ilişkileri günümüze kadar iyi bir seviyeye ulaşmamıştır. Günümüz uluslararası sistemine hakim olan ya da olduğu söylenen, tek kutuplu dünya düzeninde ise sistemdeki konumunuzu belirleyen ABD’yle kurulan ilişkilerdir. Suriye halen ABD’nin ‘teröre destek veren devletler’ listesinde yer alan yedi ülkeden biri konumundadır ve bu ülkeyle sorunlu ilişkileri bulunmaktadır. Suriye özellikle gerek kendi ülkesinde gerekse kontrolü altındaki Lübnan’da desteklediği İsrail’e karşı mücadele yürüten Hamas, Hizbullah, İslami Cihat gibi radikal Filistinli örgütler nedeniyle ve Orta Doğu barış sürecinde olumsuz anlamda sahip olduğu etki dolayısıyla ABD’nin sorunlu olduğu ülkelerden biri konumundadır. Bunun dışında sahip olduğu kitle imha silahları nedeniyle oluşturduğu tehdit ve Lübnan’daki varlığı ABD’yle ilişkilerinde soruna neden diğer konu başlıklarıdır. Özellikle de Irak Savaşı sonrasında Suriye ABD’nin hedef tahtasına yerleşmiş ve hemen savaş ertesinde sıra Suriye’de mi tartışmaları gündeme gelmiştir. Halen iki ülke arasında bu sorunlu ilişki süreci devam etmekte ve ABD birçok noktada uyguladığı muhalefet ve ambargoyla Suriye’nin uluslararası sisteme entegre olmasını engellemektedir. Suriye’nin bu konumuna karşılık Türkiye çok uzun yıllardan beri ABD’nin bölgedeki müttefiklerinden biri konumundadır. Halen Irak’a gönderilecek asker konusunda iki ülke arasında görüşmeler yapılmakta ve Irak’ta istikrarın sağlanması konusunda iki ülkenin birlikte çalışması konusunda pazarlıklar yapılmaktadır.
İşte Suriye’nin ve Türkiye’nin ABD’yle ilişkilerinde dolayısıyla da uluslararası sistemde sahip oldukları bu farklı konum iki ülkenin yakınlaşmasında ve esasında çok kolay çözümlenebilecek birçok sorunun çözümlenememesinde temel etkendir. İki ülkenin bu durumları onların diğer devletlerle olan ilişkilerini de etkilemekte ve dolayısıyla iki ayrı kutupta yer almalarına neden olmaktadır. Türkiye Batı ile olan ilişkileri nedeniyle ABD ve Avrupa Birliği ile yakın konumdayken Suriye bölgede ve uluslararası ortamda kendi gibi sistem dışı ülkelerle ilişki kurma eğilimi göstermektedir. Kuzey Kore’den silah satın almakta, bölgede İran ile yakın ilişkiler içine girmekte ve savaş öncesine kadar, Irak’la ekonomik ve siyasal işbirliği içine girmektedir. Bu üç devlet de ABD’nin ‘şer ekseni’ olarak tanımladığı ülkelerdir. Bunun aksine Türkiye ise yine konumundan kaynaklanan durum gereğince bu ülkelerle mesafeli ilişkiler kurma yolunu seçmektedir. Bu durum da Suriye-Türkiye ilişkilerini etkileyen ve tam anlamda bir işbirliği, ortaklık, müttefiklik ilişkisi kurulmasının önündeki en önemli engel olarak ortada bulunmaktadır.
b. Bölgesel Düzeyde: İsrail’le İlişkiler
Suriye açısından bölgede kendisine en önemli tehdit oluşturan ülke İsrail’dir. 1967 yılında gerçekleşen Arap-İsrail Savaşı sırasında İsrail’in işgal ettiği Golan Tepeleri halen bu ülkenin kontrolündedir ve sorun günümüze kadar çözümlenememiştir. Suriye dış politikasının temelini de İsrail’e karşı yürütülen mücadele oluşturmaktadır. Arap milliyetçiliğinin dış politika aracı olarak kullanılması, Filistin sorununa bakış ve radikal Filistinli örgütlere verilen desteğin hepsi İsrail’e karşı yürütülen mücadelenin birer araçlarıdır. Dolayısıyla Suriye’nin İsrail’le sorunlu bir ilişki süreci bulunmakta ve Golan Tepeleri sorunu çözülmeden, bu bölge kendisine bırakılmadan İsrail’le herhangi bir yakınlaşmayı kabul etmemektedir. Bunun aksine İsrail’le ilişkilerde de Türkiye, Suriye’den farklı bir konuma sahiptir. ABD’yle olan yakın ilişkilerinin de bir sonucu olarak Türkiye’nin İsrail’le özellikle askeri alana ilişkin olarak imzalanan işbirliği anlaşmaları ile müttefiklik ilişkisi içinde olduğu söylenebilir. Suriye’nin İsrail’e karşı konumu ve bu ülkeye bakışı çerçevesinde Türkiye’nin bu ülkeyle olan ilişkilerini düşündüğümüzde Türkiye de dolaylı olarak Suriye açısından tehdit oluşturan bir konumdadır. Türkiye’nin 1996 yılında İsrail’le imzalamış olduğu askeri işbirliği anlaşmaları Suriye’yi ciddi anlamda kaygılandırmış ve bu yakınlaşma Suriye’nin uyguladığı bölgesel politikalarda ciddi değişimlere yol açmıştır. 1997 yılından itibaren Irak’la geliştirdiği yakın ilişkiler tamamen Türkiye-İsrail yakınlaşmasına bağlı olarak ortaya çıkmış gelişmelerdir. O yıla kadar birbirlerine karşı şüpheyle yaklaşan ve hatta hiçbir diplomatik ilişkinin dahi olmadığı iki ülke bölgede oluşan bu yeni durum karşısında yakınlaşma süreci içerisine girmişler ve Irak Savaşı çıkana kadar ve hatta savaş sırasında da bu ilişki süreci devam etmiştir. Dolayısıyla Türkiye’nin İsrail’le olan ilişkisi ve Suriye’nin bu ülkeyle arasında var olan sorunları, ki bu sorunlar büyük önem taşımaktadır ve yıllardır çözülememiş problemlerdir, birlikte ele aldığımızda iki ülkenin İsrail’le olan ilişkileri de yakınlaşmanın önündeki en önemli engellerden birini oluşturmaktadır.
c. Yapısal Sorunlar
- Su Sorunu
Türkiye ile Suriye’yi ilgilendiren akarsuların en önemlileri Fırat, Asi, Afrin, Çağçağ Suyu ve Kuveik’tir. Asi ve Afrin akarsuları Suriye’de doğup Türkiye’de denize dökülürken diğerleri Türkiye’de doğduktan sonra Suriye’ye geçmektedir.[3] Suriye ve Türkiye arasında bu suların paylaşımına ilişkin olarak var olan sorun yapısal bir sorun olarak iki ülke ilişkilerini etkileyen önemli bir faktör olarak ortada bulunmaktadır. İki ülkenin artan nüfusu ve sulama arazilerinin artmasına ek olarak, birçok baraj ve baraj gölü yapımını içeren Güneydoğu Anadolu Projesi’nin (GAP) hayata geçirilmesi Suriye ve Türkiye arasında var olan su sorununu iyice alevlendirmiştir. Suriye tarafı Fırat’ın sularının üç ülke (Suriye, Türkiye ve Irak) tarafından paylaşıldığını dolayısıyla bu nehrin sularının kullanımının da sadece bir ülke tarafından değil bu üç ülke tarafından belirlenmesi gerektiğini savunurken Türkiye ise Fırat Nehri’ni uluslararası su olarak kabul etmemektedir. Türkiye suları sınır aşan sular olarak tanımlamaktadır. İki ülkenin yaptıkları bu farklı tanımlamalar şu sonucu doğurmaktadır. Fırat ve Dicle uluslararası sular olarak ele alındığında aşağı havza ülkeleri olarak Suriye ve Irak, Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde yapılacak projeler konusunda söz sahibi olma ve hatta projeleri kontrol etme hakkına sahip olacaklardır.[4] Bu kavram tartışması dışında Türk tarafının geliştirdiği bir başka eleştiri noktası ise suların etkin kullanımına ilişkindir. Türkiye iki ülkeye yeteri kadar hatta fazla miktarda su bırakıldığını ancak Suriye ve Irak’ın teknik yetersizlikler dolayısıyla suyu verimli bir şekilde kullanamadığını savunmaktadır. Ayrıca aynı konumda bulunan ve Suriye’den doğup Türkiye’ye geçen Asi Nehri konusunda da Suriye tarafının Türkiye’nin ihtiyaçlarını dikkate almadığı iddiasını savunmaktadır ki bu iddiasında da haklıdır. Bakıldığında Asi nehri sularının yüzde 98’inin Lübnan ve Suriye tarafından kullanıldığı ve Türkiye’nin ise sadece kendi topraklarından kaynaklanan yüzde iki oranındaki miktardan yararlandığı görülmektedir.[5] Asi nehrinin sularının paylaşımına ilişkin olarak ortaya çıkan problemler de iki ülke ilişkilerinin zaman zaman gerilmesine neden olmuştur. Asi nehrine ilişkin olarak Suriye’nin yaptığı uygulamalar Hatay’da yapılan tarım faaliyetlerine zarar vermekte ve sorun çıkmasına neden olmaktadır.
Suların paylaşımına ilişkin olarak Suriye ile Türkiye arasında geçerli olan kurallar 17 Temmuz 1987 tarihinde Şam’da imzalanan ‘Türkiye Cumhuriyeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Arasında Ekonomik İş Birliği Protokolü’ içinde yer alan ‘Bölgesel Sular’ başlıklı bölümde konan hükümlerdir. Buna göre Türkiye Suriye’ye yıllık ortalama 500m³/sn.den fazla su bırakmayı kabul etmiştir. Protokolde bu hüküm dışında bazı kararlar daha alınmış ve soruna bir çözüm bulunmaya çalışılmıştır. Ancak protokolde de belirtildiği üzere bu anlaşma geçici nitelik taşımaktadır ve özellikle Suriye tarafından soruna kalıcı bir çözüm olarak değil sadece geçici bir çözüm yolu olarak kabul etmektedir. İmzalanan bu anlaşmaya ve çeşitli ikili görüşmelerde konu ele alınmış olmasına rağmen su sorunu da iki ülke arasında yapısal sorun oluşturma niteliğini korumaktadır.
- Hatay Sorunu
Hatay sorununun ortaya çıkışı I. Dünya Savaşı sonrasında Fransa’nın İskenderun Limanı, Hatay, Urfa, Antep, Maraş, ve Çukurova bölgelerini işgali sonucunda ortaya çıkmıştır. Bölge Milletler Cemiyeti’nin ‘Mandat’ sistemine dayandırılarak 25 Nisan 1920 tarihinde Fransa’ya bırakılmıştır. Fransa mandater devlet olarak bölgede dört yönetim birimi oluşturmuş, İskenderun Sancağı ise idari özerkliği korumakla birlikte Halep yönetimine bağlanmıştır. Misak-ı Milli sınırları içinde olmakla birlikte 20 Ekim 1921 tarihinde Fransa’yla imzalanan Ankara İhtilafnamesi ile Sancak bölgesinin ulusal sınırlar dışında kalması Türkiye’nin çıkarları açısından o dönemde uygun görülmüştür.[6] Kurtuluş Savaşı’nın sonuçlanması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra ise başta Atatürk olmak üzere Türk devlet adamları 1918-1936 döneminde karşılaşılan iç ve dış sorunların çözülmesi gibi devletin varlığıyla ilgili problemlerle uğraşmak zorunda kaldıklarından geleceğe yönelik bazı faaliyetler yürütmekle beraber, Hatay sorununu çok fazla gündeme getirmemiş, ön plana çıkarmamışlardır.[7] 1938 yılı içerisinde uluslararası ilişkilerde ortaya çıkan yeni durum ve gerginleşmeye bağlı olarak Fransa, Orta Doğu’da duyduğu ihtiyaçtan dolayı Türkiye ile ilişkilerini düzeltme ve bu çerçevede de, savaş tehlikesinin de yaklaşması nedeniyle, Sancak konusunda Türk haklarını teslim etme konusunda mecbur kalmıştır. Bu sürecin sonunda öncelikle 2 Eylül 1938 tarihinde Hatay Devleti kurulmuş, bir yıla yakın varlığını sürdüren bu devlet 23 Haziran 1939 tarihinde hukuken ortadan kalkmış ve Türkiye’nin bir vilayeti haline gelmiştir. O dönemde doğal olarak bu birleşmeye en ciddi tepki Suriye’den gelmiş ve olayı birçok yoldan protesto etmişlerdir. Gösterilen ilk tepkilerin ardından Suriye bağımsızlığını kazandığı 1944 yılında Fransa’nın Suriye adına yaptığı uluslararası anlaşmalara saygılı olduğunu bildirmiş ve dolaylı olarak 1939 anlaşmasını tanımıştır. Hatay konusu 1950’lerden itibaren Suriye tarafından tekrar gündeme getirilmeye başlanmış ve daha çok bir iç politika malzemesi olarak kullanılmış, Hatay’ın Suriye’den zorla alındığı şeklinde bir propaganda yapılmaya başlanmıştır. Aynı doğrultuda Türkiye-Suriye sınırını tanıma anlamına gelebilecek tüm davranışlardan kaçınarak Hatay resmi haritalarda Suriye sınırları içerisinde gösterilmiştir.[8] 1970 yılında Suriye’de iktidara gelen Hafız Esad da rejiminin dayanaklarını oluşturması bakımından Hatay üzerindeki taleplerini gündemde tutmuş bu çerçevede ‘İskenderun’u Kurtarma Cemiyeti’ni bizzat kurarak desteklemiştir.[9] Suriye 1939 yılında yapılmış olan paylaşımı hala kabullenememiştir.[10] Hatay’la beraber, 1967 yılında İsrail’e kaybettiği Golan Tepeleri de birçok resmi Suriye haritasında geçici uluslararası sınırlar şeklinde işaretlenmek suretiyle, Suriye içinde gösterilmektedir.
Ancak Hatay konusu özellikle son yıllarda çok sıklıkla dile getirilmemekte hatta bu konuda bazı olumlu gelişmeler de yaşanmaktadır. Suriye tarafı, Hatay’ın Türkiye’ye ait olduğunu kabul etmesi anlamına gelebilecek bir politika değişikliğinden kaçınmakta, iki ülke arasındaki ilişkilerin her geçen gün geliştiğini, bu ortamda sorun teşkil edebilecek bazı konuların göz ardı edilmesinde yarar bulunduğunu, ilişkiler geliştikçe bu sorunların zaman içinde kendiliğinden ortadan kalkacağını ileri sürmektedir. Türkiye’yle ilişkileri geliştirmek amacındaki birçok Suriyeli yönetici Hatay konusunu şöyle tanımlıyor: ‘Cihaza dayalı olarak yaşayan bir hasta yaşamını yitirse, cihazın fişini prizden çekmek gerekir. Hatay iddiamız öldü. Ama kimse bunu dillendirmek, deyim yerindeyse fişi çekmek istemiyor.’[11] Bu açıklamalar paralelinde, son dönemde, Suriye’nin Hatay’a yönelik tutumunda olumlu olarak değerlendirilebilecek bazı gelişmeler ortaya çıkmıştır. Kurucuları arasında Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad ile Şam Valisi Ghassam Laham’ın da bulunduğu Suriye Bilgisayar Derneği’nin internet sitesinde tavsiye edilen siteler arasında yer alan bir sitede kullanılan haritada Türkiye-Suriye sınırı doğru olarak işaretlenmiş ve Hatay, Türkiye sınırları içinde gösterilmiştir. Diğer bir önemli gelişme de Lazkiye Valisi Safi Abudan kalabalık bir heyetle birlikte 13 Mart 2002 tarihinde Hatay’a gerçekleştirdiği ziyarettir. Bu ziyaretle, ilk kez Suriye’den bir Vali Hatay’a resmi bir ziyaret gerçekleştirmiştir.[12] İki ülke arasında ortaya çıkan yakınlaşma sürecine bağlı olarak her ne kadar Hatay konusunda bazı olumlu gelişmeler yaşansa da konu yapısal bir sorun ve yakınlaşmanın önünde bir engel olarak varlığını sürdürmektedir.
2. İlişki Sürecinde Dönüşüm: PKK’ya Desteğin Kesilmesi
Uluslararası konum farklılığı ve aradaki yapısal sorunlar uzun süreli Türkiye-Suriye yakınlaşmasını zorlaştırmakta ancak dönemsel işbirliğini de engellememektedir. Daha önce yakınlaşma önündeki engeller arasında sayılmayan fakat 1980’ler ve 1990’larda iki ülke arasında esas sorun yaratan ve ilişkilerin gerilmesine neden olan konu Suriye’nin PKK terör örgütüne destek vermesi olmuştur. Teröre destek konusunda 1990’ların sonlarında yaşanan gelişmelerse iki ülke ilişkiler sürecinde önemli bir değişimin yaşanmasına neden olmuştur. Eylül 1998 tarihinde Orgeneral Atilla Ateş’in Suriye’yi PKK terör örgütüne verdiği desteği kesmesi amacıyla sınırda gerçekleştirdiği konuşma ile başlayan süreç, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 9 Ekim 1998 tarihinde Suriye’den çıkarılması, 20 Ekim 1998’de Türkiye-Suriye arasında Adana Mutabakatı’nın imzalanması ve 16 Şubat 1999 tarihinde Öcalan'ın yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi ile sonuçlanmıştır. Adana Mutabakatı ilişkilerin gelişimi açısından önemli bir belgedir. Adana Mutabakatıyla Suriye; PKK lideri Öcalan ve hiçbir PKK unsurunun bir daha Suriye'ye girmesine, PKK kamplarının aktif hale gelmesine, toprakları üzerindeki faaliyetlerine, PKK üyelerinin topraklarını transit geçiş amacıyla kullanmasına izin vermeyeceğini beyan etmiştir. Bunun yanında bölge ve Türkiye’nin güvenlik ve istikrarını bozacak herhangi bir girişimin yasaklanacağı taahhütü de verilmiştir. Bu taahhütler kapsamında iki ülke arasında direkt telefon hattı kurulması ve ortak denetimler yapılması amacıyla özel temsilcilerin atanması gibi önlemler alınması kararlaştırılmıştır.[13] Mutabakat sonrasında Suriye tarafı anlaşma koşullarına bağlı kalarak PKK’ya desteği kesmiş ve PKK'ya karşı işbirliği içinde olmuştur. Ülkesindeki PKKlılara karşı operasyonlar düzenlemiş ve aralarında üst düzey PKKlıların da bulunduğu birçok teröristi Türkiye'ye teslim etmiştir.[14]
Türkiye açısından varlık sorunu olarak görülen terör konusunda Suriye’nin göstermiş olduğu olumlu yaklaşım sonrasında iki ülke ilişkileri arasında somut yakınlaşmalar, karşılıklı üst düzey ziyaretler ve en önemlisi daha önce İsrail’le imzalanan askeri işbirliği anlaşmalarına benzer askeri işbirliği anlaşmaları Suriye ile imzalanmıştır. Yakınlaşma süreci içinde Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Hafız Esad’ın cenaze törenine katılmak üzere 13 Haziran 2000 tarihinde Şam’a gitmiştir.[15] Türkiye’nin Hafız Esad’ın cenazesine en üst düzeyde katılım sağlaması özellikle Suriye halkı içerisinde Türkiye’ye bakış açısından çok olumlu bir havanın yaratılmasını sağlamıştır. Yine yakınlaşma bağlamında. başta ekonomik ilişkiler olmak üzere, birçok alanda önemli gelişmeler kaydedilmiş, bakanlar ve teknik heyetler düzeyinde karşılıklı pek çok ziyaret yapılmıştır. Son üç yılda bakan düzeyinde 26 karşılıklı ziyaret gerçekleştirilmiştir. Suriye’den ülkemize yapılan en üst düzeyli ziyaret, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Abdülhalim Haddam’ın Kasım 2000’de ülkemizi ziyareti olmuştur. Son olarak, ve belki de en önemlisi, 2002 Haziran ayında Suriye Genelkurmay Başkanı Turkmani Türkiye’yi ziyaret etmiş ve ziyaret sırasında ‘Askeri Alanda Eğitim, Teknik ve Bilimsel İşbirliği Çerçeve Anlaşması’ ile ‘Askeri Eğitim İşbirliği Anlaşması’ imzalanmıştır.[16] Bu anlaşma yakınlaşmanın ve aradaki yapısal sorunlara rağmen sağlanan yakınlaşmanın boyutunu göstermesi açısından önemli bir anlaşmadır. İki ülke arasındaki yakınlaşmayı gösteren son dönem gelişmelerden biri Suriye Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Faruk Şara’nın, 13-14 Ocak 2003 tarihlerinde Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyarettir. Ziyaret sırasında iki ülke ilişkileri, bölgesel ve uluslararası konular ele alınmış, ayrıca ‘Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı ile Suriye Arap Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Arasında İstişare Mekanizması Kurulmasına İlişkin Protokol’ imzalanmış, Suriye tarafı KADEK’i de terör örgütü olarak gördüğünü ifade etmiştir.[17] 1998 yılı içinde başlayan yakınlaşmaya Irak Savaşı olasılığının ortaya çıkması yeni bir boyut daha kazandırmış ve ilişkiler 2003 yılı içerisinde daha hızlı bir şekilde gelişmeye başlamıştır. Askeri ve siyasal alanda ortaya çıkan yakınlaşma ekonomik alana da yansımış ve bu çerçevede Türkiye Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen beraberinde bir heyetle 31 Ocak-2 Şubat 2003 tarihlerinde Suriye Ekonomi ve Ticaret Bakanı’nın davetlisi olarak Şam’a gitmiştir. Ziyaret sırasında iki ülke arasındaki ekonomik ilişkileri geliştirmeye yönelik bir Mutabakat imzalanmış, Tüzmen'in 300 işadamıyla çıktığı Suriye seferi, 250 milyon dolarlık iş bağlantısı ile sonuçlanmıştır.[18] İki ülke arasında yaşana son gelişme ise Suriye Başbakanı Muhammed Mustafa Miro’nun Temmuz 2003 tarihinde Ankara’ya düzenlediği ziyaret olmuştur. 17 yıl aradan sonra ilk kez bir Suriye Başbakanı’nın Türkiye’yi ziyaret etmesi ilişkilerin son dönemde geldiği noktayı göstermesi açısından önemlidir. Irak Savaşı’nın iki ülke ilişkilerine kazandırdığı boyut bu ziyaret sırasında da gözükmüş ve Irak’ta istikrarın sağlanmasına ve ABD’nin Irak’taki varlığına yönelik açıklamalar yapılmıştır.[19]
Sonuç
Genel olarak bakıldığında iki ülke arasındaki temel sorunların, uzun süreli bir işbirliğinin oluşmasına engel olduğu, konjonktürel yakınlaşmalar olsa da ilişkilerin bu sorunlar nedeniyle tam potansiyeline ulaşamadığı görülmektedir. 1990ların sonlarına kadar gergin seyreden hatta kopma noktasına gelen iki ülke ilişkilerinde iki olay önemli değişim sağlamış ve olumsuz seyreden ilişkilerde bir dönüşüm yaşanarak iki ülkenin yakınlaşmasını sağlamıştır. Bunlardan birincisi Suriye’nin PKK terör örgütüne verdiği desteği keserek bu konuda imzalanan Adana Mutabakatına sadık kalarak uyguladığı politikalardır. İlişkilerin olumlu bir sürece girmesini sağlayan bu olaydan sonra Irak Savaşı olasılığının oluşması ve sonraki süreçte savaşın çıkması ilişkilere yeni bir boyut kazandırmış, ortak bölgesel güvenlik kaygıları nedeniyle yakınlaşma düzeyinde bir adım daha ileri gidilerek askeri işbirliği anlaşmaları imzalanmış, yıllardır gerçekleşmeyen karşılıklı üst düzey ziyaretler gerçekleşmiştir. Bu süreçte arada var olan yapısal sorunlara somut bir çözüm bulunamamışsa da her iki taraf da bu sorunları gündeme getirmeme konusunda özen göstermişlerdir.
Önümüzdeki dönemde ilişkilerin gelişiminde belirleyici olacak faktör Suriye’nin Irak savaşı sonrasında ABD’yle geliştireceği ilişkiler olacaktır. Irak Savaşı sonrasında Suriye ABD tarafından baskıya maruz kalmış, gerek bölgesel politikalarında gerekse iç yapılanmasına ilişkin olarak değişim talepleriyle karşı karşıya kalmıştır. Eğer bu süreçte Suriye ABD’nin talepleri doğrultusunda adımlar atar ve radikal Filistinli terör örgütlerine verdiği desteği keserek Orta Doğu Barış Süreci üzerindeki olumsuz etkisine son verirse, Lübnan’la, İran’la ilişkilerinde ABD’nin istediği adımları atarsa[20], Irak’ta yaşanan istikrarın sağlanması sürecine olumlu katkı yapar ya da en azından yaptığı iddia edilen ve istikrarı olumsuz etkileyen politikalarına son verirse Suriye uluslararası sisteme entegre olma yönünde ABD muhalefetini ortadan kaldırmış ve bu ülkeyle daha yakın ilişkiler geliştirme yönünde adımlar atma imkanı bulacaktır. Bu durum Türkiye ile olan ilişkilerinde yakınlaşmayı engelleyen belki de temel faktör olan uluslararası sistem konumu farklılığını ortadan kaldırarak iki ülkenin yakınlaşması açısından olumlu bir katkı yapacaktır. Suriye’nin önümüzdeki süreçte iç politikasına ilişkin olarak da ABD talepleri doğrultusunda adımlar atması iki ülkenin ilişkilerini olumlu etkileyecektir. ABD Suriye’nin iç siyasal ve ekonomik yapılanmasına ilişkin olarak da değişim taleplerinde bulunmaktadır. Bu da Suriye’de demokratikleşme ve ekonomik liberalleşme konusunda gelişmelerin yaşanması olasılığını gündeme getirmektedir. Suriye’nin bu taleplere ilişkin olarak da bazı adımlar atması iki ülke ilişkilerini olumlu etkileyecektir. Uluslararası sisteme entegre olmuş, demokratik ve ekonomik hayatına serbest piyasa ekonomisinin kurallarının hakim olduğu bir Suriye’nin Irak Savaşı sonrası süreçte ortaya çıkması, Türkiye ile ilişkiler açısından uzun süreli işbirliğine dayanan bir yakınlaşmanın oluşması açısından olumlu etki edecek gelişmelerdir.
* ASAM Orta Doğu Araştırmaları Masası
[1] ‘PKK Konusu Kapandı’, Leyla Tavşanoğlu, Baas Gazetesi Genel Müdürü ile Söyleşi, Cumhuriyet, 31 Aralık 2000.
[2] David Kushner, ‘Turkish-Syrian Relations: An Update’, Moshe Maoz, Joseph Ginat, Onn Winckler (der.), Modern Syria, (Sussex Academic Press, 1999), s. 229.
[3] ASAM Su Araştırmaları Alt Komisyonu, ‘Dünyada Su Sorunları ve Stratejileri’, Aziz Koluman (der.), ASAM Yayınları 2002, s.31.
[4] ASAM Su Araştırmaları Alt Komisyonu, ‘Dünyada Su Sorunları ve Stratejileri’, Aziz Koluman (der.), ASAM Yayınları 2002, s.72.
[5] ASAM Su Araştırmaları Alt Komisyonu, ‘Dünyada Su Sorunları ve Stratejileri’, Aziz Koluman (der.), ASAM Yayınları 2002, s.62.
[6] Dr. Hamit Pehlivanlı, Dr. Yusuf Sarınay ve Dr. Hüsamettin Yıldırım, ‘Türk Dış Politikasında Hatay (1918-1939), (ASAM Yayınları, 2001), ss. 33-36.
[7] Dr. Hamit Pehlivanlı, Dr. Yusuf Sarınay ve Dr. Hüsamettin Yıldırım, ‘Türk Dış Politikasında Hatay (1918-1939), (ASAM Yayınları, 2001), ss. 33-36.
[8] Dr. Hamit Pehlivanlı, Dr. Yusuf Sarınay ve Dr. Hüsamettin Yıldırım, ‘Türk Dış Politikasında Hatay (1918-1939), (ASAM Yayınları, 2001), ss. 135-136.
[9] Dr. Hamit Pehlivanlı, Dr. Yusuf Sarınay ve Dr. Hüsamettin Yıldırım, ‘Türk Dış Politikasında Hatay (1918-1939), (ASAM Yayınları, 2001), s. 137
[10] Daniel Pipes, ‘Beyon the Golan: Prospects for Syrian-Turkish Confrontation’, Turkish Times, 15 Şubat 1996.
[11] Mustafa Balbay, ‘Suriye İle İliş-kiler...’, Cumhuriyet, 31 Temmuz 2003.
[12] ‘Suriye’yle İşbirliği Gelişiyor’, Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü, 20 Ocak 2003. http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/anadoluyahaberler-yeni/2003/ocak/ah_20_01-03.htm
[13] Adana Mutabakatı’nın İngilizce tam metni için bkz.: http://www.ict.org.il/documents/documentdet.cfm?docid=15
[14] Suriye 9 PKK/KADEK'liyi Teslim Etti, Hürriyet, 5 Ekim 2003.
[15] ‘Esad'a da Kalmadı’, Zaman Gazetesi, 14 Haziran 2000.
[16] Türkiye Orta Doğu Ülkeleri İlişkileri, T.C. Dışişleri Bakanlığı İnternet Sayfası, http://www.mfa.gov.tr/turkce/grupa/odogu.htm
[17] ‘Şam İle Yeni Başlangıç’, Cumhuriyet, 15 Ocak 2003.
[18] ‘Suriye İle Yeni Dönem’, Akşam, 3 Şubat 2003.
[19] ‘Suriye İle Enerji Köprüsü’, Cumhuriyet, 30 Temmuz 2003.
[20] Suriye’nin Lübnan’da halen 16.000 civarında askeri bulunmaktadır ve ABD Suriye’nin bu birliklerini çekerek Lübnan’ın siyasal ve askeri bağımsızlığına saygı göstermesini istemektedir. İran konusunda ise var olan yakın ilişkilerine son vermesini istemektedir. İran ABD’nin bölgede tamamen dışladığı bir ülke ve bu ülkeyle yürütülen yakın ilişkiler, beraber terör örgütlerine sağlanan destekten rahatsızdır.