Oytun Orhan*
Suriye dış politikası dendiğinde durumu tanımlayan en uygun kavram olarak pragmatizm kullanılır. Felsefî manada pragmatizm, gerçeğin sadece pratik fayda sağlayan olduğunu savunan ve düşünceyi doğurduğu eyleme göre ölçen bir yöntem olarak tanımlanmaktadır.[1] Bu tanımlamayı 2000 yılına kadar Suriye’yi 30 yıl boyunca yöneten Hafız Esad’ın pragmatik lider kişiliğinin Suriye dış politikasına yansıması olarak görebiliriz. Hafız Esad 1970 yılında iktidara gelişiyle beraber kurduğu yapıyla ülkenin tüm siyasal, askerî, güvenlik ve yasama konularında devlet başkanına geniş yetkiler veren yapıyla ülkenin tüm kurumları üzerinde tam bir hakimiyet sağlamıştır. Esad bu yapılanma içerisinde üstün lider olma yetenekleri ve otoritesi sayesinde de karar alma sürecinde çoğu zaman tek adam olmasına imkan tanıyan bir sürecin oluşmasını sağlamıştır. Esad genel görüşe göre olayları görüp, değişimleri hemen saptayarak yeni durumu analiz etme ve ona göre çabuk doğru kararlar alma yeteneğine sahip, satranç tahtasında yeni realiteleri de hesaba katabilen bir liderdi.[2] İşte onun bu özellikleri karar alma sürecinde tek adam olması dolayısıyla Suriye dış politikasının da belirleyici unsurları haline gelmiştir.
Irak Savaşı öncesi, sırası ve sonrası yaşananlar da Suriye’nin dış politikasına hakim olan bu unsurları göstermesi açısından önemli gelişmelere sahne oldu. Siyasal yapının imkân tanıdığı çabuk karar alabilme, kararları hemen uygulayabilme, pratik fayda sağlanmadığı düşünülen politikalardan hemen vazgeçerek yeni politikalar uygulama konusunda çok çarpıcı gelişmeler yaşanmıştır. Suriye dış politikasının analizi, karar alma sürecinin işleyişi, dış politikaya hakim olan temel niteliklerin saptanması Suriye’nin Irak Krizi ve Irak Savaşı sürecindeki davranışlarını anlamamız ve yine önümüzdeki süreçte Suriye-ABD ilişkilerine ve ABD’nin bu ülkeye yönelik olarak değişim anlamında gündeme getireceği konularda Suriye’nin nasıl bir tutum izleyeceğini anlamamız açısından önem taşımaktadır. Bu gerçekten hareketle çalışmada öncelikle Suriye’de karar alma süreci ve karar alırken hangi prensibe göre karar verildiği anlatılacaktır. Daha sonra ise bu temel çerçeve kapsamında Irak Savaşı sırası ve sonrasında ABD-Suriye arasında ortaya çıkan gerginlik ortamında Suriye’nin davranışları daha iyi anlaşılacak ve yine Suriye’nin karar alma prensipleri çerçevesinde bundan sonraki süreçte ABD tarafından kalacağı baskı ortamındaki olası davranışları ele alınacaktır.
Suriye’de Karar Alma Süreci ve Dış Politika
Suriye’ye genel anlamda bakıldığında bu ülkenin otoriter bir devlet yapılanmasına sahip olduğu görülmektedir. Hafız Esad’ın kurduğu yapıyla ülkede karar alma sürecinde çok sınırlı sayıdaki siyasi seçkin etkili olmaktadır. Meclis, parti, hükümet gibi esas politika belirleme birimleri olması gereken organların işlevi rejimin almış olduğu kararlara, uyguladığı politikalara karşı meşruiyet duygusunun yaratılması ve bunlara yasallık sağlanmasıdır. Bu birimlerin bir diğer işlevi de rejimin sadık taraftarlarının çeşitli makamlara atanarak ödüllendirilmesi açısından da geniş olanak sağlamasıdır.[3] Bu organlar içinde görev alan kişilerin etnik dağılımına bakıldığında yaklaşık yüzde altmışının Sünni olduğu gözükmektedir (Bu oran ülkede var olan Sünni nüfus oranına da yaklaşık olarak denk düşmektedir). Ancak Suriye’de bilinen, ülkeyi esas yöneten grubun güvenlik ve istihbarat birimlerinin başında bulunan kişilerle ordunun üst düzey askerlerinin olduğudur. Bu birimlerde görev alanların yüzde doksanını ise Nusayriler oluşturmaktadır. Nusayrilerin genel nüfusa oranları ise yaklaşık olarak sadece yüzde ondur. Devlet Başkanlığı ise bu iki kanadın da üstündedir. Devlet Başkanı hem partinin genel başkanı olarak siyasi hiyerarşinin en üstünde yer alarak bu kanadı kontrol ederken aynı zamanda gene anayasaya bağlı olarak silahlı kuvvetlerin de başı konumundadır. Tüm güvenlik ve ordu birimlerine atamalar devlet başkanı tarafından gerçekleştirilmektedir.
Suriye’nin sahip olduğu bu yapı ülkeye değişik güç odaklarının baskısı olmaksızın çabuk ve ani kararlar alabilme şansı ve çok geniş bir manevra alanı sağlamaktadır. Aynı şekilde, verilen bir karardan pratik fayda sağlanmadığı görüldüğü takdirde hemen yeni kararlar alarak uygulama (pragmatik tavır) fırsatı sağlamaktadır. Suriye’de sınırlı seçkin grubun da ötesinde Hafız Esad döneminde, siyasal yapının kendisine sağladığı imkânın yanında sahip olduğu lider nitelikleri nedeniyle de, karar alma sürecinde tek adamın, yani sadece Esad’ın etkili olduğu görülmekteydi. Hafız Esad’ın dış politikadaki rolü ve genel olarak Suriye dış politikasının karakteristiğine ilişkin en çarpıcı örnek eski ABD Dışişleri Bakanı James Baker’ın İsrail’le barış sürecine ilişkin olarak yürütülen müzakereler esnasında Esad’a söylediği sözlerdir. Baker kendi anılarında olayı şöyle aktarıyor: ‘Hafız Esad’ı barış görüşmelerini BM’nin himaye etmesi yönündeki fikirlerinden vazgeçirmeye çalışıyordum. Esad ülkesine dönerek parti organları ve Ulusal İlerici Cephe’yle görüştükten sonra kararlarını vereceklerini ve ondan sonra nelerin olacağını birlikte göreceklerini söyledi. Ben bunun Esad’ın son baştan savma hareketi olduğunu anlamıştım. Kızgınlığımı anlaması için önümdeki dosyayı hızla kapadım ve şöyle söyledim ‘benim bildiğim kadarıyla Suriye Arap Cumhuriyeti’nde alınacak kararlar konusunda Hafız Esad’ın kendinden başka hiç kimseyle görüşmeye ihtiyacı yoktur.’[4] Bu durum en azından ABD yönetiminin algılamasında Suriye’deki karar alma sürecine ilişkin bakışı göstermesi açısından önemli bir göstergedir. Ayrıca bu durum gerçeklikle hemen hemen bağdaşmaktaydı da.
Suriye’de karar alma süreci bu şekilde işlerken kararlar tamamen pratikte fayda sağlama prensibine dayandırılmaktadır. O döneme kadar yararlı olduğu düşünülen politikaların artık fayda sağlamadığı düşünüldüğü anda yeni kararlar alınarak değişen durumlara göre yeni politikalar oluşturulmaktadır. Bu duruma en iyi örneği 1990 sonrasında Sovyetler’in yıkılması sonrasında en önemli uluslararası siyasi ve askerî desteğini kaybeden Suriye’nin izlediği politikalar oluşturmaktadır. O döneme kadar Sovyetler’in Orta Doğu’daki müttefiklerinden biri olan Suriye değişen uluslararası sistemi ve dengeleri hemen analiz etmiş ve kısa sürede yönünü Batı’ya çevirerek politikalar oluşturmaya başlamıştır. Bu kapsamda öncelikle 1991 yılındaki Körfez Savaşı sırasında Irak’a karşı oluşturulan koalisyona destek vermiş ve birliklerini savaşa göndermiştir. ABD’yle nispi bir yakınlaşma süreci içerisine giren Suriye baskılar karşısında İsrail’le de barış görüşmelerine oturmuştur. Bütün bunlar Suriye’nin değişen durumlara hemen uyum sağlayarak yeni politikalar oluşturduğunu göstermektedir. Bu süreçte de en etkin kişi tabi ki yine Hafız Esad’dı. Hafız Esad’ın pragmatik kişiliği karar alma sürecinde sahip olduğu etkin konum nedeniyle Suriye dış politikasına da yansıyordu. Hafız Esad’ın pragmatik kişiliğini göstermesi açısından ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissenger’ın anılarında barış sürecine ilişkin olarak yaptığı görüşmelerde Hafız Esad’dan aktardığı sözler açıklayıcıdır. İsrail’le barış imzalaması yönündeki baskılara karşılık olarak; ‘Suriye’nin en büyük zorluğu şudur ki halkımız yaklaşık 20 yıldır İsrail’e karşı nefretle beslenmiş bir halktır ve bu gerçeği biz yolumuzu değiştireceğiz diye bir gecede ortadan kaldırmak mümkün değildir. Hepimiz insanız ve olaylara düşünmeden ani tepkiler verebiliriz. Fakat liderlikte kendimizi sınırlamalı, durumu analiz etmeli ve çıkarlarımız yönünde adım atmalıyız. Adil bir barış halkımızın çıkarınadır’[5] Bu, Suriye’de dış politikada yeni durumlar karşısında hemen nasıl yeni kararlar alındığını açıkça göstermektedir. Değişen durum analiz edilerek yeni duruma uygun, fayda sağlayacak politikalar oluşturulmaktadır.
Suriye’nin dış politikasına hakim olan bir başka unsur da askerî yola başvurmaya gerek kalmaksızın askerî tehdit (siyasal veya ekonomik baskı şeklinde de ortaya çıkabilir) yoluyla davranışlarında değişim sağlanabilmesidir. Bu konuya en çarpıcı örnek 1997 yılında Suriye ile Türkiye arasında PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması sürecinde yaşanmıştır. Türkiye herhangi bir askerî tedbire başvurmaksızın sadece askerî tehdit yoluyla Suriye’nin davranışlarında değişim sağlayabilmiştir.[6]
Suriye’nin sahip olduğu karar alma süreci ve dış politikasına hakim olan bu temel prensipler onun gerek Irak Krizi, gerek Irak Savaşı ve gerekse de hemen savaş sonrası ortamda ABD tarafından kaldığı baskı ortamındaki davranışlarında da belirleyici olmuştur.
Irak Savaşı ve ABD-Suriye Gerginliği
2002 yılları sonuna doğru ABD’nin Irak’a operasyon düzenlemesi olasılığının ortaya çıkması Suriye’yi ciddî anlamda rahatsız etmiştir. Zira Suriye’nin ABD’yle ilişkileri sorunlu bir içerik taşımaktadır. Suriye yönetimi içerisinde bu operasyonun Irak’la sınırlı kalmayacağı ve Orta Doğu’da yaşanacak rejim değişikliği dalgasının ilk adımı olacağı şeklinde bir düşünce hakimdi.[7] Bu korku Suriye’nin Irak’la zaten 1997 yılından bu yana olumlu seyreden ilişkilerini daha da derinleştirdi ve bu ülkeyle beraber operasyonun önlenmesi amacıyla ortak hareket edildi. Suriye yönetimi içerisinde var olan bu kaygılar kamuoyuna da yansımıştır ve ülke içinde ABD karşıtı gösteriler ve Amerikan mallarının boykot edilmesi şeklinde tepkiler ortaya çıkmıştır. Suriye bu süreçte savaşı önleme gibi bir güce sahip olmadığı için BM aracılığıyla bu mücadeleyi yürütmüş, BM ilkelerine bağlı kalınarak bir çözüme ulaşılmasını savunmuştur. Suriye’nin bu operasyondan duyduğu kaygıları gösteren en açık ifade ise Beşar Esad’ın bir Arap gazetesine verdiği röportajda söylediği sözlerdir. Esad ABD’nin Irak’ta başarılı olduktan sonra bu operasyonla sınırlı kalmayacağını bölgedeki diğer Arap devletlerinde de değişimin gündeme geleceğini ve Suriye’nin İsrail’le ve ABD’yle olan ilişkileri düşünüldüğünde kendi ülkesinin de sırada olduğunun şüphe götürmediğini söylemiştir.[8] Bu ortamda Suriye açısından operasyonun engellenmesi hayati bir önem taşımıştır. Ancak söylem düzeyinde her ne kadar savaşa muhalefet etse de pratikte ABD’nin tepkisine neden olacak davranışlarda bulunmamıştır. Hatta bu çerçevede BM’de silah denetçilerinin Irak’a geri dönmesini sağlayan karara da kabul oyu veriyordu. Yine aynı doğrultuda ABD’nin taleplerine paralel olarak Lübnan’daki birliklerinin bir kısmını ülkesine geri çekiyordu.[9]
Suriye her ne kadar aksi yönde çaba göstermiş olsa da savaşın çıkışını önleyememiştir. Savaş öncesi yapılan değerlendirmelerde Suriye’nin ancak pasif muhalefet uygulayabileceği ve pratikte Irak’a yardım edemeyeceği düşünülüyordu. Ancak savaş çıktıktan sonraki gelişmeler ilk aşamada beklenen şekilde gelişmedi ve Irak, ABD birliklerine özellikle Umr Kasr ve Nasıriye’de ciddi direniş gösterdi. Bu gelişme Suriye tarafından yanlış analiz edildi ve yönetimde ABD’nin Irak’ta yenilgiye uğratılabileceği gibi bir düşünce hakim olmaya başladı. Bu düşünce Suriye’yi politika değiştirerek siyasî desteğin ötesinde somut anlamda Irak’a yardım etmeye yöneltti. Savaşın ilk başlarında sessiz konumda bulunan Suriye’de öncelikle savaş karşıtı gösteriler, yürüyüşler düzenlenmeye başlandı ve bunu takiben Suriye yönetimi, ABD’den bu ‘saçma kanlı savaşı’ durdurması yönünde taleplerde bulunmaya başladı.[10] Daha sonra resmî bir makam olan Suriye Müftülüğü Irak’taki Amerikan ve İngiliz birliklerine karşı intihar saldırıları düzenlenmesi yönünde çağrıda bulunarak bir anlamda ‘cihat’ ilân etti.[11] Bu açıklamaları takiben Suriye’den onlarca kişi ABD ve İngiliz birliklerine karşı savaşmak için gönüllü olarak Irak’a geçmiş, Suriye de sınırda Irak’a geçmek isteyen bu gönüllülere serbest geçiş hakkı tanımış,[12] bunun yanında Iraklı mültecilere ülkelerinin açık olduğunu açıklayarak gelen mültecileri ülkesine yerleştirmiştir. Suriye’nin Irak’a yardımı anlamında ABD tarafından yapılan son suçlama ise Suriye’nin Irak’a sağladığı askeri malzeme desteği olmuştur.[13] Tüm bu gelişmeler ABD yönetimi içinde de etkisini gösterdi ve en üst düzeyde Suriye’yi eleştiren hatta tehditler içeren açıklamalar yapılmaya başlandı. Powell, Suriye’nin ya Saddam Hüseyin’in ölmekte olan rejimine destek vermeye devam edeceğini ya da daha farklı ve umut verici bir politika izleyeceğini, ilk şıkkı seçmesi durumunda ise kararlarının sonuçlarına katlanması gerekeceğini söyleyerek Suriye’yi izlediği politikadan tehdit yoluyla vazgeçirmeye çalışmıştır.
Savaşın başında Suriye’nin kendisi açısından belki de yanlış politikalar[14] izlemesine neden olan gelişmelerin aksine daha sonraki aşamada savaş kısa sürede ABD lehine sonuçlanmıştır. Suriye, bu duruma da geleneksel tepkisini göstererek yeni ortamda politikasında ani bir değişim göstermiş ve ABD’ye ılımlı mesajlar gönderen[15] ve bu ülkenin talepleri yönünde hareket eden bir ülke konumuna bürünmüştür. Savaşın bitişinin hemen ertesinde ABD tarafından askerî müdahaleye varan tehditlerle[16] karşı karşıya kalan Suriye ilk etapta Irak’la sınırlarını tamamen kapadığını açıklamıştır.[17] Bunun da ötesinde ülkesinde bulunan onlarca Iraklı göçmeni sınır dışı etmiştir.[18] Bunu takiben ABD’yle işbirliğine açık olduğunu üst düzey yetkililer aracılığıyla bütün dünyaya duyurmuştur. Bu açıklamalardan sonra Amerikalı iki senatör Şam’a ziyaret düzenlemiş, aynı gün içerisinde koalisyon içerisinde yar alan İspanya’nın Dışişleri Bakanı, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la Şam’da bir araya gelmiştir. Bu yöndeki son gelişme ise ABD’nin arananlar listesinde yer alan ve Suriye’de olduğu düşünülen yaklaşık yedi üst düzey Iraklı yetkilinin ülke dışına çıkarıldığı yolunda çıkan haberler olmuştur. Suriye’nin değişen Irak politikası etkisini ABD’de de göstermiş, Powell Orta Doğu gezisi kapsamında Suriye’ye de gitmiş ve Beşar Esad’la bir araya gelmiştir. Aynı doğrultuda Başkan Bush da Suriye’nin son tutum ve söylemlerini öven açıklamalar yapmıştır.
Suriye’nin Irak Krizi, Irak Savaşı ve savaş sonrası dönem izlediği politikalar incelendiğinde bu politikaların Suriye karar alma sürecinin genel yapısına ve dış politikanın temel özelliğine uygun biçimde ortaya çıktığı ve bu yapının kendisine sağladığı geniş manevra alanı içinde Suriye’nin çok kısa dönemler içinde farklı politikaları kendisine pratikte fayda sağlayacağı düşüncesiyle uyguladığını görüyoruz.
Neden Suriye?
Irak’ta istikrarın sağlanmasına yönelik olarak Suriye’den hemen savaş sonrası talep edilen konularda ABD tatmin olmuş ve bu konuda Suriye’nin Irak’a sağladığı desteği uygulamış olduğu baskı sonucu davranışlarını etkileyerek kesmişti. Savaş sonrası süreç incelendiğinde ABD’nin öncelikli hedefinin Orta Doğu’da bir barış sağlanması ve İsrail-Filistin sorununa çözüm getirilmesi olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla Suriye’ye yönelik olarak ilk aşamada gündeme getirilen konuların İsrail-Filistin barış süreciyle bağlantılı konular olduğu ve böylece İsrail-Filistin barışının önünde en önemli engellerden birini oluşturan Suriye’nin elindeki kozların alınarak Orta Doğu barışının önünün açılmaya çalışıldığı görülmektedir.
Teröre Verilen Desteğin Kesilmesi
Suriye’nin 1960lardan bu yana Filistin’in kararlarını etkileme gücü bulunmaktadır. Suriye’nin bu gücü radikal Filistinli örgütlere sağladığı destekten gelmektedir. Hafız Esad bölgesel konumunu güçlendirmek amacıyla radikal Filistinli grupları desteklemeye iktidara geldiği tarihlerde başlamıştı. Suriye’nin bu yolla ulaşmak istediği bazı amaçları vardı: 1) İsrail’le yürütülen barış görüşmelerinde Filistin kartını oynamak. 2) İsrail’e karşı yürütülen mücadelede Arap Dünyası’nın liderliğine ulaşmak. 3) Dünya kamuoyunda İsrail’e karşı uygulanacak baskıyı artırmak. 4) İsrail üzerinde gerilla savaşı yoluyla askeri baskıyı artırmak.[19] Bu amaçlar doğrultusunda Suriye bazı radikal Filistinli grupları desteklemiş, kontrol etmiş ve silahlandırmıştır. Suriye’de halen yedi adet silahlı örgütün bürosu bulunmaktadır. ABD, Suriye’den bu büroları kapatmasını ve terör örgütlerine verdiği desteği kesmesini istemektedir. Suriye terör örgütleri üzerinde sahip olduğu etki dolayısıyla bölgede istikrar üzerinde etkin bir ülkedir. ABD Suriye’nin barış çabalarına engel olmasını istememektedir. Suriye Lübnan üzerinde sahip olduğu etkiyle Hizbullah üzerinde de tam kontrole sahiptir. İsrail’e karşı yürüttüğü mücadeleyi Hizbullah aracılığıyla ‘vekaleten savaş’ şeklinde yürütmektedir. ABD Suriye arasındaki sorun başlıklarında teröre verilen destek konusu en önemli ayağı oluşturmaktadır.[20] Teröre desteğin kesilmesi konusunda Suriye sınırlı da olsa adım atmış ve ülkesinde bulunan bazı terör örgütü bürolarını kapattığını açıklamıştır. ABD Dışişleri Bakanı Powell da büroların kapandığını doğrularken Suriye’den daha fazla adım atması isteğini dile getirmiştir.[21]
Lübnan’dan Suriyeli Askerî Güçlerin Tamamen Geri Çekilmesi
Suriye’nin Lübnan’da halen yaklaşık 20.000 civarında askerî gücü bulunmaktadır. Ayrıca Lübnan’da yönetimde bulunan politikacılar genel anlamda Suriye yanlısı politikacılardır. Suriye’nin Lübnan üzerindeki bu konumu onun Orta Doğu barış sürecinde elini daha güçlendirmiştir. İsrail’e karşı yürütülen mücadelede Lübnan çok önemli bir yere sahiptir. ABD, Suriye’nin buradaki varlığına son verilebilirse İsrail’e zarar veren terör örgütleri üzerindeki etkisine de son verilebileceğini düşünmektedir. Şu anda Suriye-Lübnan sınırında Hizbullah güçleri ve silahları konuşlanmış durumdadır ve Suriye Hizbullah üzerinde tam bir kontrole sahiptir. Bu kontrolün ve dolayısıyla Hizbullah’ın etkisinin kırılması amacıyla ABD Suriye’den Lübnan’ın tam bağımsızlığına saygı göstermesini ve ülkede bulunan askerî güçlerini geri çekmesini istemektedir.[22] ABD, İsrail-Lübnan sınırı boyunca konuşlanmış bulunan Hizbullah güçleri yerine Lübnan’ın kendi ulusal birliklerinin bu sınıra yerleştirilmesini istemektedir.
Kitle İmha Silahı Geliştirme Programı
Suriye’nin Scud füzeleri ve bunların bir kısmının da kimyasal başlığı olduğu tahmin edilmektedir.[23] ‘Fakir ülkelerin nükleer silahı’ olarak da bilinen bu silahlar Suriye’nin İsrail’e karşı caydırıcı gücünü oluşturmaktadır. Bu silahlar Hizbullah tarafından Lübnan-İsrail sınırı boyunca konuşlanmış durumdadır ve İsrail’in güvenliğine tehdit oluşturmaktadır. Bu durum kapsamlı bir barışa ulaşılması önünde ciddî bir engel oluşturmaktadır. Dolayısıyla savaş sonrasında Suriye’ye yöneltilen ve değişime gitmesi istenen konulardan biri de kitle imha silahı geliştirme programlarına son vermesi yönünde olmuştur.[24] Suriye ise bu konuda çifte standart uygulandığını düşünmektedir. Bölgede bu anlamda ‘en suçlu ülke’ sayılması gereken ülkenin İsrail olduğunu savunmaktadır. Dolayısıyla Suriye’nin bu suçlamalara karşılık yanıtı Orta Doğu’da daha kapsamlı bir plan çerçevesinde ‘tüm’ Orta Doğu’nun kitle imha silahlarından arındırılması yönünde bir çalışma yapılması şeklinde olmuştur.[25]
Sonuç
ABD-Suriye ilişkilerine bağlı olarak ABD’nin Suriye’den taleplerini kısa ve uzun vadede gündeme gelecek konular şeklinde ayırabiliriz. Irak Savaşı sonrasındaki süreç ve gelişmeler takip edildiğinde (önce Suriye’ye yönelik olarak terör, kitle imha silahları bağlantılı talepler ve daha sonra hemen ertesinde İsrail-Filistin Barış Süreci’nin gündeme getirilmesi) ABD’nin savaş sonrasında hemen Suriye’ye yönelmesinin temelinde İsrail-Filistin sorununa çözüm getirmek amacı yattığı gözlenmektedir. Hafız Esad’ın Suriye’de iktidara geldiği tarihten bu yana ABD, bu ülkeyi bölgenin istikrarında veya istikrarsızlığında önemli bir etken olarak görmüştür.[26] Suriye’nin, bölgede istikrarın korunması ya da bozulması üzerinde sahip olduğu etki dolayısıyla Barış Süreci’ne getireceği herhangi bir olumsuz gelişmenin önüne geçmek amacıyla Suriye’den İsrail-Filistin sorunu ile bağlantılı konularda taleplerde bulunulduğu görülmektedir. ABD’nin bölgede kurmak istediği yapılanmaya muhalefet edecek ülkelerin pazarlık gücünün azaltılması gerekmekteydi ve Suriye’nin elini güçlendiren tüm kozları elinden alınmaya çalışılmıştır. ABD’nin Suriye’yle ilişkilerinde soruna yol açan konu başlıkları sadece terör, kitle imha silahları ya da Lübnan’da bulunan Suriye askerî varlığı değildir. ABD-Suriye ilişkilerinde siyasal (demokratikleşme), ekonomik (serbest piyasa ekonomisi), insan hakları konularına ilişkin olarak da sorun başlıkları bulunmaktadır. ABD’nin bu alanlarla bağlantılı talepleri ve bunun sonucu olarak değişim önümüzdeki dönemde Suriye’de gündeme gelecektir.[27] Zaten Suriye’de siyasal, sosyal ve ekonomik alana ilişkin değişim baskısı içeriden de gelmektedir.[28] Hafız Esad’ın dış politika danışmanlığını da yapan George Jabbur ancak bazı reformlar yapılırsa ABD’nin yoğun baskısından kurtulabileceklerini savunmaktadır. Ülke içindeki bir diğer görüş de reformların ABD talep ettiği için değil zaten Suriye bunları yapması gerektiği, halkın bunları hak ettiği için yapılmasının zorunlu olduğu yönündedir.[29] Ancak ABD’nin bu alanlara ilişkin talepleri uzun dönemde gündeme gelecektir.
Suriye’ye karşı askerî tedbirlere başvurma, askerî müdahalede bulunma gibi olasılıklar ise Suriye’nin dış politikada baskı karşısındaki davranışlarını düşündüğümüzde uzak bir ihtimal olarak gözükmektedir. Zaten ABD yönetimi içerisinde de Şam’a karşı diplomatik telkin, gerekirse de iktisadî baskı yoluyla Beşar Esad’ın bir anlamda kazanılması mantığına dayanan bir düşüncenin hakim olduğu belirtiliyor.[30] Gerek Suriye’nin sahip olduğu karar alma özellikleri gerekse ABD yönetiminde varolan bu düşünce nedeniyle Irak Savaşı’nın Suriye üzerinde şimdilik bölgesel politikalar, dış politika ve güvenlik alanlarında etkilerini ortaya çıkarmaktadır. Ancak esas olarak Suriye’de siyasî seçkinleri tedirgin eden talepler daha çok uzun dönemde Orta Doğu’da sağlanacak barış ortamı sonrasında gündeme gelecek olan ve genel olarak Suriye’nin iç yapısıyla bağlantılı alanlarda ortaya çıkacak olan değişim talepleri olacaktır.
* ASAM Orta Doğu Araştırmaları Masası
[1] Pragmatizm hakkında geniş bilgi için bkz.:
[2] Isabel Kershner, ‘The Asad Dynasty’, Jerusalem Report, 17 Ocak 2003, http://www.jrep.com/Info/Asad/asadmain.html.
[3] Eyal Zisser, ‘Appearance And Reality: Syria's Decisionmaking Structure’, Meria, Cilt 3 No 2, Mayıs 1998
[4] James A. Baker III, The Politics Of Diplomacy, (New York: G.P. Putnam’s Sons, 1995), s. 456.’dan aktaran Eyal Zisser, ‘Appearance And Reality: Syria's Decisionmaking Structure’.
[5] Henry Kissenger, Years of Upheaval, (Boston: Little Brown, 1982), s. 1087’den aktaran Eyal Zisser, ‘Appearance And Reality: Syria's Decisionmaking Structure’
[6] ‘Philip H. Gordon, ‘Is Syria Next’, Liberation, 25 Nisan 2003.
[7] Nicholas Blanford, ‘Syria worries US won't stop at Iraq’, The Christian Science Monitor, 11 Eylül 2002.
[8] Talal Salman, ‘Interview with Bashar al Assad’, Al-Safir, 27 Mart 2003
[9] Ziad K. Abdelnour, ‘Implications of the Syrian Redeployment’, Middle Esat Intelligence Bulletin, Cilt 5 No 2-3 Şubat-Mart 2003, http://www.meib.org/articles/0302_l1.htm.
[10] ‘Stop The Stupid Bloody War’, Reuters, 26 Mart 2003
[11] ‘Syria's mufti calls for suicide attacks on US, UK troops in Iraq’, Yahoo News, 28 Mart 2003.
[12] ‘Dozens of volunteers crossing Syrian border intoIraq to join fight against allied troops’, Haaretz, 28 Mart 2003.
[13] Liza Porteus, ‘Officials: Syria Sending Equipment to Iraq’, Fox News, 28 Mart 2003
[14] Suriye uzmanlarından Itamar Rabinovich ‘The Road to Damascus’ adlı çalışmasında Nisan ayının ortalarına kadar Washington yönetiminin Suriye’ye askeri müdahalede bulunma gibi bir düşüncesi olmadığı ancak Suriye’nin savaş öncesi ve sırasında uyguladığı politikalar nedeniyle bu olasılığın ortaya çıktığını söylemektedir. Itamar Rabinovich, ‘The Road to Damascus’, The Wall Street Journal, 1 Mayıs 2003, http://www.frontpagemag.com/Articles/Printable.asp?ID=7615
[15] Donna Abu-Nasr, ‘Syria Says It Wants Dialogue With U.S’, Associated Press, 22 Nisan 2003.
[16] Bu süreçte The Guardian gazetesinde, Pentagon’un Suriye’ye yönelik olarak hazırladığı savaş planını Bush’un reddettiğini iddia eden bir yazı yayımlandı. Bu haber bir anlamda Suriye’ye bir mesaj, Irak politikasını gözden geçirmesi ve ABD’nin taleplerini yerine getirmesi açısından bir tehditti.
[17] Salim Yassine, ‘Syria’s Border With Iraq Closed’ Agence France Presse, 22 Nisan 2003.
[18] ‘Syria expels dozens of Iraqi refugees, mostly young’, Associated Press, 23 Nisan 2003.
[19] Fouad Al Aswad, ‘On Syria and American Mideast Policy: Will Syria Retain its Regional Influence?’, United States Committee For A Free Lebanon, Mayıs 2003, http://freelebanon.org/articles/a413.htm
[20] ‘Powell: Syria Budges On Terror’, CBS News, 3 Mayıs 2003.
[21] ‘Powell Presses Syria to Change Policies’, Guardian, 4 Mayıs 2003, http://www.guardian.co.uk/worldlatest/story/0,1280,-2637187,00.html
[22] Irak Savaşı öncesinde ABD yönetimi ilk kez Suriye’nin Lübnan’daki varlığını ‘işgal’ olarak nitelendirmiştir.
[23] Suriye lideri Beşar Esad Newsweek dergisinin kendisiyle yaptığı röportajda Suriye’nin kimyasal ve biyolojik silah programlarına sahip olup olmadığı yönündeki soruya kısaca ‘hayır’ yanıtını vermiştir. Röportajın tam metni için: http://www.msnbc.com/news/911788.asp
[24] ‘U.S. warns Syria on Weapons of Mass Destruction’, Associated Press, 7 Mayıs 2003.
[25] ‘Syria Won't Allow Inspection, Wants WMD-Free Region’, Reuters, 17 Nisan 2003.
[26] Fouad Al Aswad, ‘On Syria ...’.
[27] ABD’nin Suriye’de çok daha köklü değişim isteğini göstermesi açısından Dışişleri Bakan Yardımcısı Wolfowitz’in Nisan ayı içinde söylediği cümle gayet açıktı: ‘Suriye’de bir rejim değişikliği olmak zorundadır’.
[28] Alan Sipress, ‘Syrian Reforms Gain Momentum in Wake of War’, Washington Post, 12 Mayıs 2003.
[29] Hugh Pope, ‘Why is Syria’s Regime Easing Up’, Wall Street Journal, Şubat 2003, http://freelebanon.org/articles/a358.htm
[30] Yasemin Çongar, Şam’ın Şekeri’, Milliyet, 5 Mayıs 2003.
Suriye dış politikası dendiğinde durumu tanımlayan en uygun kavram olarak pragmatizm kullanılır. Felsefî manada pragmatizm, gerçeğin sadece pratik fayda sağlayan olduğunu savunan ve düşünceyi doğurduğu eyleme göre ölçen bir yöntem olarak tanımlanmaktadır.[1] Bu tanımlamayı 2000 yılına kadar Suriye’yi 30 yıl boyunca yöneten Hafız Esad’ın pragmatik lider kişiliğinin Suriye dış politikasına yansıması olarak görebiliriz. Hafız Esad 1970 yılında iktidara gelişiyle beraber kurduğu yapıyla ülkenin tüm siyasal, askerî, güvenlik ve yasama konularında devlet başkanına geniş yetkiler veren yapıyla ülkenin tüm kurumları üzerinde tam bir hakimiyet sağlamıştır. Esad bu yapılanma içerisinde üstün lider olma yetenekleri ve otoritesi sayesinde de karar alma sürecinde çoğu zaman tek adam olmasına imkan tanıyan bir sürecin oluşmasını sağlamıştır. Esad genel görüşe göre olayları görüp, değişimleri hemen saptayarak yeni durumu analiz etme ve ona göre çabuk doğru kararlar alma yeteneğine sahip, satranç tahtasında yeni realiteleri de hesaba katabilen bir liderdi.[2] İşte onun bu özellikleri karar alma sürecinde tek adam olması dolayısıyla Suriye dış politikasının da belirleyici unsurları haline gelmiştir.
Irak Savaşı öncesi, sırası ve sonrası yaşananlar da Suriye’nin dış politikasına hakim olan bu unsurları göstermesi açısından önemli gelişmelere sahne oldu. Siyasal yapının imkân tanıdığı çabuk karar alabilme, kararları hemen uygulayabilme, pratik fayda sağlanmadığı düşünülen politikalardan hemen vazgeçerek yeni politikalar uygulama konusunda çok çarpıcı gelişmeler yaşanmıştır. Suriye dış politikasının analizi, karar alma sürecinin işleyişi, dış politikaya hakim olan temel niteliklerin saptanması Suriye’nin Irak Krizi ve Irak Savaşı sürecindeki davranışlarını anlamamız ve yine önümüzdeki süreçte Suriye-ABD ilişkilerine ve ABD’nin bu ülkeye yönelik olarak değişim anlamında gündeme getireceği konularda Suriye’nin nasıl bir tutum izleyeceğini anlamamız açısından önem taşımaktadır. Bu gerçekten hareketle çalışmada öncelikle Suriye’de karar alma süreci ve karar alırken hangi prensibe göre karar verildiği anlatılacaktır. Daha sonra ise bu temel çerçeve kapsamında Irak Savaşı sırası ve sonrasında ABD-Suriye arasında ortaya çıkan gerginlik ortamında Suriye’nin davranışları daha iyi anlaşılacak ve yine Suriye’nin karar alma prensipleri çerçevesinde bundan sonraki süreçte ABD tarafından kalacağı baskı ortamındaki olası davranışları ele alınacaktır.
Suriye’de Karar Alma Süreci ve Dış Politika
Suriye’ye genel anlamda bakıldığında bu ülkenin otoriter bir devlet yapılanmasına sahip olduğu görülmektedir. Hafız Esad’ın kurduğu yapıyla ülkede karar alma sürecinde çok sınırlı sayıdaki siyasi seçkin etkili olmaktadır. Meclis, parti, hükümet gibi esas politika belirleme birimleri olması gereken organların işlevi rejimin almış olduğu kararlara, uyguladığı politikalara karşı meşruiyet duygusunun yaratılması ve bunlara yasallık sağlanmasıdır. Bu birimlerin bir diğer işlevi de rejimin sadık taraftarlarının çeşitli makamlara atanarak ödüllendirilmesi açısından da geniş olanak sağlamasıdır.[3] Bu organlar içinde görev alan kişilerin etnik dağılımına bakıldığında yaklaşık yüzde altmışının Sünni olduğu gözükmektedir (Bu oran ülkede var olan Sünni nüfus oranına da yaklaşık olarak denk düşmektedir). Ancak Suriye’de bilinen, ülkeyi esas yöneten grubun güvenlik ve istihbarat birimlerinin başında bulunan kişilerle ordunun üst düzey askerlerinin olduğudur. Bu birimlerde görev alanların yüzde doksanını ise Nusayriler oluşturmaktadır. Nusayrilerin genel nüfusa oranları ise yaklaşık olarak sadece yüzde ondur. Devlet Başkanlığı ise bu iki kanadın da üstündedir. Devlet Başkanı hem partinin genel başkanı olarak siyasi hiyerarşinin en üstünde yer alarak bu kanadı kontrol ederken aynı zamanda gene anayasaya bağlı olarak silahlı kuvvetlerin de başı konumundadır. Tüm güvenlik ve ordu birimlerine atamalar devlet başkanı tarafından gerçekleştirilmektedir.
Suriye’nin sahip olduğu bu yapı ülkeye değişik güç odaklarının baskısı olmaksızın çabuk ve ani kararlar alabilme şansı ve çok geniş bir manevra alanı sağlamaktadır. Aynı şekilde, verilen bir karardan pratik fayda sağlanmadığı görüldüğü takdirde hemen yeni kararlar alarak uygulama (pragmatik tavır) fırsatı sağlamaktadır. Suriye’de sınırlı seçkin grubun da ötesinde Hafız Esad döneminde, siyasal yapının kendisine sağladığı imkânın yanında sahip olduğu lider nitelikleri nedeniyle de, karar alma sürecinde tek adamın, yani sadece Esad’ın etkili olduğu görülmekteydi. Hafız Esad’ın dış politikadaki rolü ve genel olarak Suriye dış politikasının karakteristiğine ilişkin en çarpıcı örnek eski ABD Dışişleri Bakanı James Baker’ın İsrail’le barış sürecine ilişkin olarak yürütülen müzakereler esnasında Esad’a söylediği sözlerdir. Baker kendi anılarında olayı şöyle aktarıyor: ‘Hafız Esad’ı barış görüşmelerini BM’nin himaye etmesi yönündeki fikirlerinden vazgeçirmeye çalışıyordum. Esad ülkesine dönerek parti organları ve Ulusal İlerici Cephe’yle görüştükten sonra kararlarını vereceklerini ve ondan sonra nelerin olacağını birlikte göreceklerini söyledi. Ben bunun Esad’ın son baştan savma hareketi olduğunu anlamıştım. Kızgınlığımı anlaması için önümdeki dosyayı hızla kapadım ve şöyle söyledim ‘benim bildiğim kadarıyla Suriye Arap Cumhuriyeti’nde alınacak kararlar konusunda Hafız Esad’ın kendinden başka hiç kimseyle görüşmeye ihtiyacı yoktur.’[4] Bu durum en azından ABD yönetiminin algılamasında Suriye’deki karar alma sürecine ilişkin bakışı göstermesi açısından önemli bir göstergedir. Ayrıca bu durum gerçeklikle hemen hemen bağdaşmaktaydı da.
Suriye’de karar alma süreci bu şekilde işlerken kararlar tamamen pratikte fayda sağlama prensibine dayandırılmaktadır. O döneme kadar yararlı olduğu düşünülen politikaların artık fayda sağlamadığı düşünüldüğü anda yeni kararlar alınarak değişen durumlara göre yeni politikalar oluşturulmaktadır. Bu duruma en iyi örneği 1990 sonrasında Sovyetler’in yıkılması sonrasında en önemli uluslararası siyasi ve askerî desteğini kaybeden Suriye’nin izlediği politikalar oluşturmaktadır. O döneme kadar Sovyetler’in Orta Doğu’daki müttefiklerinden biri olan Suriye değişen uluslararası sistemi ve dengeleri hemen analiz etmiş ve kısa sürede yönünü Batı’ya çevirerek politikalar oluşturmaya başlamıştır. Bu kapsamda öncelikle 1991 yılındaki Körfez Savaşı sırasında Irak’a karşı oluşturulan koalisyona destek vermiş ve birliklerini savaşa göndermiştir. ABD’yle nispi bir yakınlaşma süreci içerisine giren Suriye baskılar karşısında İsrail’le de barış görüşmelerine oturmuştur. Bütün bunlar Suriye’nin değişen durumlara hemen uyum sağlayarak yeni politikalar oluşturduğunu göstermektedir. Bu süreçte de en etkin kişi tabi ki yine Hafız Esad’dı. Hafız Esad’ın pragmatik kişiliği karar alma sürecinde sahip olduğu etkin konum nedeniyle Suriye dış politikasına da yansıyordu. Hafız Esad’ın pragmatik kişiliğini göstermesi açısından ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissenger’ın anılarında barış sürecine ilişkin olarak yaptığı görüşmelerde Hafız Esad’dan aktardığı sözler açıklayıcıdır. İsrail’le barış imzalaması yönündeki baskılara karşılık olarak; ‘Suriye’nin en büyük zorluğu şudur ki halkımız yaklaşık 20 yıldır İsrail’e karşı nefretle beslenmiş bir halktır ve bu gerçeği biz yolumuzu değiştireceğiz diye bir gecede ortadan kaldırmak mümkün değildir. Hepimiz insanız ve olaylara düşünmeden ani tepkiler verebiliriz. Fakat liderlikte kendimizi sınırlamalı, durumu analiz etmeli ve çıkarlarımız yönünde adım atmalıyız. Adil bir barış halkımızın çıkarınadır’[5] Bu, Suriye’de dış politikada yeni durumlar karşısında hemen nasıl yeni kararlar alındığını açıkça göstermektedir. Değişen durum analiz edilerek yeni duruma uygun, fayda sağlayacak politikalar oluşturulmaktadır.
Suriye’nin dış politikasına hakim olan bir başka unsur da askerî yola başvurmaya gerek kalmaksızın askerî tehdit (siyasal veya ekonomik baskı şeklinde de ortaya çıkabilir) yoluyla davranışlarında değişim sağlanabilmesidir. Bu konuya en çarpıcı örnek 1997 yılında Suriye ile Türkiye arasında PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması sürecinde yaşanmıştır. Türkiye herhangi bir askerî tedbire başvurmaksızın sadece askerî tehdit yoluyla Suriye’nin davranışlarında değişim sağlayabilmiştir.[6]
Suriye’nin sahip olduğu karar alma süreci ve dış politikasına hakim olan bu temel prensipler onun gerek Irak Krizi, gerek Irak Savaşı ve gerekse de hemen savaş sonrası ortamda ABD tarafından kaldığı baskı ortamındaki davranışlarında da belirleyici olmuştur.
Irak Savaşı ve ABD-Suriye Gerginliği
2002 yılları sonuna doğru ABD’nin Irak’a operasyon düzenlemesi olasılığının ortaya çıkması Suriye’yi ciddî anlamda rahatsız etmiştir. Zira Suriye’nin ABD’yle ilişkileri sorunlu bir içerik taşımaktadır. Suriye yönetimi içerisinde bu operasyonun Irak’la sınırlı kalmayacağı ve Orta Doğu’da yaşanacak rejim değişikliği dalgasının ilk adımı olacağı şeklinde bir düşünce hakimdi.[7] Bu korku Suriye’nin Irak’la zaten 1997 yılından bu yana olumlu seyreden ilişkilerini daha da derinleştirdi ve bu ülkeyle beraber operasyonun önlenmesi amacıyla ortak hareket edildi. Suriye yönetimi içerisinde var olan bu kaygılar kamuoyuna da yansımıştır ve ülke içinde ABD karşıtı gösteriler ve Amerikan mallarının boykot edilmesi şeklinde tepkiler ortaya çıkmıştır. Suriye bu süreçte savaşı önleme gibi bir güce sahip olmadığı için BM aracılığıyla bu mücadeleyi yürütmüş, BM ilkelerine bağlı kalınarak bir çözüme ulaşılmasını savunmuştur. Suriye’nin bu operasyondan duyduğu kaygıları gösteren en açık ifade ise Beşar Esad’ın bir Arap gazetesine verdiği röportajda söylediği sözlerdir. Esad ABD’nin Irak’ta başarılı olduktan sonra bu operasyonla sınırlı kalmayacağını bölgedeki diğer Arap devletlerinde de değişimin gündeme geleceğini ve Suriye’nin İsrail’le ve ABD’yle olan ilişkileri düşünüldüğünde kendi ülkesinin de sırada olduğunun şüphe götürmediğini söylemiştir.[8] Bu ortamda Suriye açısından operasyonun engellenmesi hayati bir önem taşımıştır. Ancak söylem düzeyinde her ne kadar savaşa muhalefet etse de pratikte ABD’nin tepkisine neden olacak davranışlarda bulunmamıştır. Hatta bu çerçevede BM’de silah denetçilerinin Irak’a geri dönmesini sağlayan karara da kabul oyu veriyordu. Yine aynı doğrultuda ABD’nin taleplerine paralel olarak Lübnan’daki birliklerinin bir kısmını ülkesine geri çekiyordu.[9]
Suriye her ne kadar aksi yönde çaba göstermiş olsa da savaşın çıkışını önleyememiştir. Savaş öncesi yapılan değerlendirmelerde Suriye’nin ancak pasif muhalefet uygulayabileceği ve pratikte Irak’a yardım edemeyeceği düşünülüyordu. Ancak savaş çıktıktan sonraki gelişmeler ilk aşamada beklenen şekilde gelişmedi ve Irak, ABD birliklerine özellikle Umr Kasr ve Nasıriye’de ciddi direniş gösterdi. Bu gelişme Suriye tarafından yanlış analiz edildi ve yönetimde ABD’nin Irak’ta yenilgiye uğratılabileceği gibi bir düşünce hakim olmaya başladı. Bu düşünce Suriye’yi politika değiştirerek siyasî desteğin ötesinde somut anlamda Irak’a yardım etmeye yöneltti. Savaşın ilk başlarında sessiz konumda bulunan Suriye’de öncelikle savaş karşıtı gösteriler, yürüyüşler düzenlenmeye başlandı ve bunu takiben Suriye yönetimi, ABD’den bu ‘saçma kanlı savaşı’ durdurması yönünde taleplerde bulunmaya başladı.[10] Daha sonra resmî bir makam olan Suriye Müftülüğü Irak’taki Amerikan ve İngiliz birliklerine karşı intihar saldırıları düzenlenmesi yönünde çağrıda bulunarak bir anlamda ‘cihat’ ilân etti.[11] Bu açıklamaları takiben Suriye’den onlarca kişi ABD ve İngiliz birliklerine karşı savaşmak için gönüllü olarak Irak’a geçmiş, Suriye de sınırda Irak’a geçmek isteyen bu gönüllülere serbest geçiş hakkı tanımış,[12] bunun yanında Iraklı mültecilere ülkelerinin açık olduğunu açıklayarak gelen mültecileri ülkesine yerleştirmiştir. Suriye’nin Irak’a yardımı anlamında ABD tarafından yapılan son suçlama ise Suriye’nin Irak’a sağladığı askeri malzeme desteği olmuştur.[13] Tüm bu gelişmeler ABD yönetimi içinde de etkisini gösterdi ve en üst düzeyde Suriye’yi eleştiren hatta tehditler içeren açıklamalar yapılmaya başlandı. Powell, Suriye’nin ya Saddam Hüseyin’in ölmekte olan rejimine destek vermeye devam edeceğini ya da daha farklı ve umut verici bir politika izleyeceğini, ilk şıkkı seçmesi durumunda ise kararlarının sonuçlarına katlanması gerekeceğini söyleyerek Suriye’yi izlediği politikadan tehdit yoluyla vazgeçirmeye çalışmıştır.
Savaşın başında Suriye’nin kendisi açısından belki de yanlış politikalar[14] izlemesine neden olan gelişmelerin aksine daha sonraki aşamada savaş kısa sürede ABD lehine sonuçlanmıştır. Suriye, bu duruma da geleneksel tepkisini göstererek yeni ortamda politikasında ani bir değişim göstermiş ve ABD’ye ılımlı mesajlar gönderen[15] ve bu ülkenin talepleri yönünde hareket eden bir ülke konumuna bürünmüştür. Savaşın bitişinin hemen ertesinde ABD tarafından askerî müdahaleye varan tehditlerle[16] karşı karşıya kalan Suriye ilk etapta Irak’la sınırlarını tamamen kapadığını açıklamıştır.[17] Bunun da ötesinde ülkesinde bulunan onlarca Iraklı göçmeni sınır dışı etmiştir.[18] Bunu takiben ABD’yle işbirliğine açık olduğunu üst düzey yetkililer aracılığıyla bütün dünyaya duyurmuştur. Bu açıklamalardan sonra Amerikalı iki senatör Şam’a ziyaret düzenlemiş, aynı gün içerisinde koalisyon içerisinde yar alan İspanya’nın Dışişleri Bakanı, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la Şam’da bir araya gelmiştir. Bu yöndeki son gelişme ise ABD’nin arananlar listesinde yer alan ve Suriye’de olduğu düşünülen yaklaşık yedi üst düzey Iraklı yetkilinin ülke dışına çıkarıldığı yolunda çıkan haberler olmuştur. Suriye’nin değişen Irak politikası etkisini ABD’de de göstermiş, Powell Orta Doğu gezisi kapsamında Suriye’ye de gitmiş ve Beşar Esad’la bir araya gelmiştir. Aynı doğrultuda Başkan Bush da Suriye’nin son tutum ve söylemlerini öven açıklamalar yapmıştır.
Suriye’nin Irak Krizi, Irak Savaşı ve savaş sonrası dönem izlediği politikalar incelendiğinde bu politikaların Suriye karar alma sürecinin genel yapısına ve dış politikanın temel özelliğine uygun biçimde ortaya çıktığı ve bu yapının kendisine sağladığı geniş manevra alanı içinde Suriye’nin çok kısa dönemler içinde farklı politikaları kendisine pratikte fayda sağlayacağı düşüncesiyle uyguladığını görüyoruz.
Neden Suriye?
Irak’ta istikrarın sağlanmasına yönelik olarak Suriye’den hemen savaş sonrası talep edilen konularda ABD tatmin olmuş ve bu konuda Suriye’nin Irak’a sağladığı desteği uygulamış olduğu baskı sonucu davranışlarını etkileyerek kesmişti. Savaş sonrası süreç incelendiğinde ABD’nin öncelikli hedefinin Orta Doğu’da bir barış sağlanması ve İsrail-Filistin sorununa çözüm getirilmesi olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla Suriye’ye yönelik olarak ilk aşamada gündeme getirilen konuların İsrail-Filistin barış süreciyle bağlantılı konular olduğu ve böylece İsrail-Filistin barışının önünde en önemli engellerden birini oluşturan Suriye’nin elindeki kozların alınarak Orta Doğu barışının önünün açılmaya çalışıldığı görülmektedir.
Teröre Verilen Desteğin Kesilmesi
Suriye’nin 1960lardan bu yana Filistin’in kararlarını etkileme gücü bulunmaktadır. Suriye’nin bu gücü radikal Filistinli örgütlere sağladığı destekten gelmektedir. Hafız Esad bölgesel konumunu güçlendirmek amacıyla radikal Filistinli grupları desteklemeye iktidara geldiği tarihlerde başlamıştı. Suriye’nin bu yolla ulaşmak istediği bazı amaçları vardı: 1) İsrail’le yürütülen barış görüşmelerinde Filistin kartını oynamak. 2) İsrail’e karşı yürütülen mücadelede Arap Dünyası’nın liderliğine ulaşmak. 3) Dünya kamuoyunda İsrail’e karşı uygulanacak baskıyı artırmak. 4) İsrail üzerinde gerilla savaşı yoluyla askeri baskıyı artırmak.[19] Bu amaçlar doğrultusunda Suriye bazı radikal Filistinli grupları desteklemiş, kontrol etmiş ve silahlandırmıştır. Suriye’de halen yedi adet silahlı örgütün bürosu bulunmaktadır. ABD, Suriye’den bu büroları kapatmasını ve terör örgütlerine verdiği desteği kesmesini istemektedir. Suriye terör örgütleri üzerinde sahip olduğu etki dolayısıyla bölgede istikrar üzerinde etkin bir ülkedir. ABD Suriye’nin barış çabalarına engel olmasını istememektedir. Suriye Lübnan üzerinde sahip olduğu etkiyle Hizbullah üzerinde de tam kontrole sahiptir. İsrail’e karşı yürüttüğü mücadeleyi Hizbullah aracılığıyla ‘vekaleten savaş’ şeklinde yürütmektedir. ABD Suriye arasındaki sorun başlıklarında teröre verilen destek konusu en önemli ayağı oluşturmaktadır.[20] Teröre desteğin kesilmesi konusunda Suriye sınırlı da olsa adım atmış ve ülkesinde bulunan bazı terör örgütü bürolarını kapattığını açıklamıştır. ABD Dışişleri Bakanı Powell da büroların kapandığını doğrularken Suriye’den daha fazla adım atması isteğini dile getirmiştir.[21]
Lübnan’dan Suriyeli Askerî Güçlerin Tamamen Geri Çekilmesi
Suriye’nin Lübnan’da halen yaklaşık 20.000 civarında askerî gücü bulunmaktadır. Ayrıca Lübnan’da yönetimde bulunan politikacılar genel anlamda Suriye yanlısı politikacılardır. Suriye’nin Lübnan üzerindeki bu konumu onun Orta Doğu barış sürecinde elini daha güçlendirmiştir. İsrail’e karşı yürütülen mücadelede Lübnan çok önemli bir yere sahiptir. ABD, Suriye’nin buradaki varlığına son verilebilirse İsrail’e zarar veren terör örgütleri üzerindeki etkisine de son verilebileceğini düşünmektedir. Şu anda Suriye-Lübnan sınırında Hizbullah güçleri ve silahları konuşlanmış durumdadır ve Suriye Hizbullah üzerinde tam bir kontrole sahiptir. Bu kontrolün ve dolayısıyla Hizbullah’ın etkisinin kırılması amacıyla ABD Suriye’den Lübnan’ın tam bağımsızlığına saygı göstermesini ve ülkede bulunan askerî güçlerini geri çekmesini istemektedir.[22] ABD, İsrail-Lübnan sınırı boyunca konuşlanmış bulunan Hizbullah güçleri yerine Lübnan’ın kendi ulusal birliklerinin bu sınıra yerleştirilmesini istemektedir.
Kitle İmha Silahı Geliştirme Programı
Suriye’nin Scud füzeleri ve bunların bir kısmının da kimyasal başlığı olduğu tahmin edilmektedir.[23] ‘Fakir ülkelerin nükleer silahı’ olarak da bilinen bu silahlar Suriye’nin İsrail’e karşı caydırıcı gücünü oluşturmaktadır. Bu silahlar Hizbullah tarafından Lübnan-İsrail sınırı boyunca konuşlanmış durumdadır ve İsrail’in güvenliğine tehdit oluşturmaktadır. Bu durum kapsamlı bir barışa ulaşılması önünde ciddî bir engel oluşturmaktadır. Dolayısıyla savaş sonrasında Suriye’ye yöneltilen ve değişime gitmesi istenen konulardan biri de kitle imha silahı geliştirme programlarına son vermesi yönünde olmuştur.[24] Suriye ise bu konuda çifte standart uygulandığını düşünmektedir. Bölgede bu anlamda ‘en suçlu ülke’ sayılması gereken ülkenin İsrail olduğunu savunmaktadır. Dolayısıyla Suriye’nin bu suçlamalara karşılık yanıtı Orta Doğu’da daha kapsamlı bir plan çerçevesinde ‘tüm’ Orta Doğu’nun kitle imha silahlarından arındırılması yönünde bir çalışma yapılması şeklinde olmuştur.[25]
Sonuç
ABD-Suriye ilişkilerine bağlı olarak ABD’nin Suriye’den taleplerini kısa ve uzun vadede gündeme gelecek konular şeklinde ayırabiliriz. Irak Savaşı sonrasındaki süreç ve gelişmeler takip edildiğinde (önce Suriye’ye yönelik olarak terör, kitle imha silahları bağlantılı talepler ve daha sonra hemen ertesinde İsrail-Filistin Barış Süreci’nin gündeme getirilmesi) ABD’nin savaş sonrasında hemen Suriye’ye yönelmesinin temelinde İsrail-Filistin sorununa çözüm getirmek amacı yattığı gözlenmektedir. Hafız Esad’ın Suriye’de iktidara geldiği tarihten bu yana ABD, bu ülkeyi bölgenin istikrarında veya istikrarsızlığında önemli bir etken olarak görmüştür.[26] Suriye’nin, bölgede istikrarın korunması ya da bozulması üzerinde sahip olduğu etki dolayısıyla Barış Süreci’ne getireceği herhangi bir olumsuz gelişmenin önüne geçmek amacıyla Suriye’den İsrail-Filistin sorunu ile bağlantılı konularda taleplerde bulunulduğu görülmektedir. ABD’nin bölgede kurmak istediği yapılanmaya muhalefet edecek ülkelerin pazarlık gücünün azaltılması gerekmekteydi ve Suriye’nin elini güçlendiren tüm kozları elinden alınmaya çalışılmıştır. ABD’nin Suriye’yle ilişkilerinde soruna yol açan konu başlıkları sadece terör, kitle imha silahları ya da Lübnan’da bulunan Suriye askerî varlığı değildir. ABD-Suriye ilişkilerinde siyasal (demokratikleşme), ekonomik (serbest piyasa ekonomisi), insan hakları konularına ilişkin olarak da sorun başlıkları bulunmaktadır. ABD’nin bu alanlarla bağlantılı talepleri ve bunun sonucu olarak değişim önümüzdeki dönemde Suriye’de gündeme gelecektir.[27] Zaten Suriye’de siyasal, sosyal ve ekonomik alana ilişkin değişim baskısı içeriden de gelmektedir.[28] Hafız Esad’ın dış politika danışmanlığını da yapan George Jabbur ancak bazı reformlar yapılırsa ABD’nin yoğun baskısından kurtulabileceklerini savunmaktadır. Ülke içindeki bir diğer görüş de reformların ABD talep ettiği için değil zaten Suriye bunları yapması gerektiği, halkın bunları hak ettiği için yapılmasının zorunlu olduğu yönündedir.[29] Ancak ABD’nin bu alanlara ilişkin talepleri uzun dönemde gündeme gelecektir.
Suriye’ye karşı askerî tedbirlere başvurma, askerî müdahalede bulunma gibi olasılıklar ise Suriye’nin dış politikada baskı karşısındaki davranışlarını düşündüğümüzde uzak bir ihtimal olarak gözükmektedir. Zaten ABD yönetimi içerisinde de Şam’a karşı diplomatik telkin, gerekirse de iktisadî baskı yoluyla Beşar Esad’ın bir anlamda kazanılması mantığına dayanan bir düşüncenin hakim olduğu belirtiliyor.[30] Gerek Suriye’nin sahip olduğu karar alma özellikleri gerekse ABD yönetiminde varolan bu düşünce nedeniyle Irak Savaşı’nın Suriye üzerinde şimdilik bölgesel politikalar, dış politika ve güvenlik alanlarında etkilerini ortaya çıkarmaktadır. Ancak esas olarak Suriye’de siyasî seçkinleri tedirgin eden talepler daha çok uzun dönemde Orta Doğu’da sağlanacak barış ortamı sonrasında gündeme gelecek olan ve genel olarak Suriye’nin iç yapısıyla bağlantılı alanlarda ortaya çıkacak olan değişim talepleri olacaktır.
* ASAM Orta Doğu Araştırmaları Masası
[1] Pragmatizm hakkında geniş bilgi için bkz.:
[2] Isabel Kershner, ‘The Asad Dynasty’, Jerusalem Report, 17 Ocak 2003, http://www.jrep.com/Info/Asad/asadmain.html.
[3] Eyal Zisser, ‘Appearance And Reality: Syria's Decisionmaking Structure’, Meria, Cilt 3 No 2, Mayıs 1998
[4] James A. Baker III, The Politics Of Diplomacy, (New York: G.P. Putnam’s Sons, 1995), s. 456.’dan aktaran Eyal Zisser, ‘Appearance And Reality: Syria's Decisionmaking Structure’.
[5] Henry Kissenger, Years of Upheaval, (Boston: Little Brown, 1982), s. 1087’den aktaran Eyal Zisser, ‘Appearance And Reality: Syria's Decisionmaking Structure’
[6] ‘Philip H. Gordon, ‘Is Syria Next’, Liberation, 25 Nisan 2003.
[7] Nicholas Blanford, ‘Syria worries US won't stop at Iraq’, The Christian Science Monitor, 11 Eylül 2002.
[8] Talal Salman, ‘Interview with Bashar al Assad’, Al-Safir, 27 Mart 2003
[9] Ziad K. Abdelnour, ‘Implications of the Syrian Redeployment’, Middle Esat Intelligence Bulletin, Cilt 5 No 2-3 Şubat-Mart 2003, http://www.meib.org/articles/0302_l1.htm.
[10] ‘Stop The Stupid Bloody War’, Reuters, 26 Mart 2003
[11] ‘Syria's mufti calls for suicide attacks on US, UK troops in Iraq’, Yahoo News, 28 Mart 2003.
[12] ‘Dozens of volunteers crossing Syrian border intoIraq to join fight against allied troops’, Haaretz, 28 Mart 2003.
[13] Liza Porteus, ‘Officials: Syria Sending Equipment to Iraq’, Fox News, 28 Mart 2003
[14] Suriye uzmanlarından Itamar Rabinovich ‘The Road to Damascus’ adlı çalışmasında Nisan ayının ortalarına kadar Washington yönetiminin Suriye’ye askeri müdahalede bulunma gibi bir düşüncesi olmadığı ancak Suriye’nin savaş öncesi ve sırasında uyguladığı politikalar nedeniyle bu olasılığın ortaya çıktığını söylemektedir. Itamar Rabinovich, ‘The Road to Damascus’, The Wall Street Journal, 1 Mayıs 2003, http://www.frontpagemag.com/Articles/Printable.asp?ID=7615
[15] Donna Abu-Nasr, ‘Syria Says It Wants Dialogue With U.S’, Associated Press, 22 Nisan 2003.
[16] Bu süreçte The Guardian gazetesinde, Pentagon’un Suriye’ye yönelik olarak hazırladığı savaş planını Bush’un reddettiğini iddia eden bir yazı yayımlandı. Bu haber bir anlamda Suriye’ye bir mesaj, Irak politikasını gözden geçirmesi ve ABD’nin taleplerini yerine getirmesi açısından bir tehditti.
[17] Salim Yassine, ‘Syria’s Border With Iraq Closed’ Agence France Presse, 22 Nisan 2003.
[18] ‘Syria expels dozens of Iraqi refugees, mostly young’, Associated Press, 23 Nisan 2003.
[19] Fouad Al Aswad, ‘On Syria and American Mideast Policy: Will Syria Retain its Regional Influence?’, United States Committee For A Free Lebanon, Mayıs 2003, http://freelebanon.org/articles/a413.htm
[20] ‘Powell: Syria Budges On Terror’, CBS News, 3 Mayıs 2003.
[21] ‘Powell Presses Syria to Change Policies’, Guardian, 4 Mayıs 2003, http://www.guardian.co.uk/worldlatest/story/0,1280,-2637187,00.html
[22] Irak Savaşı öncesinde ABD yönetimi ilk kez Suriye’nin Lübnan’daki varlığını ‘işgal’ olarak nitelendirmiştir.
[23] Suriye lideri Beşar Esad Newsweek dergisinin kendisiyle yaptığı röportajda Suriye’nin kimyasal ve biyolojik silah programlarına sahip olup olmadığı yönündeki soruya kısaca ‘hayır’ yanıtını vermiştir. Röportajın tam metni için: http://www.msnbc.com/news/911788.asp
[24] ‘U.S. warns Syria on Weapons of Mass Destruction’, Associated Press, 7 Mayıs 2003.
[25] ‘Syria Won't Allow Inspection, Wants WMD-Free Region’, Reuters, 17 Nisan 2003.
[26] Fouad Al Aswad, ‘On Syria ...’.
[27] ABD’nin Suriye’de çok daha köklü değişim isteğini göstermesi açısından Dışişleri Bakan Yardımcısı Wolfowitz’in Nisan ayı içinde söylediği cümle gayet açıktı: ‘Suriye’de bir rejim değişikliği olmak zorundadır’.
[28] Alan Sipress, ‘Syrian Reforms Gain Momentum in Wake of War’, Washington Post, 12 Mayıs 2003.
[29] Hugh Pope, ‘Why is Syria’s Regime Easing Up’, Wall Street Journal, Şubat 2003, http://freelebanon.org/articles/a358.htm
[30] Yasemin Çongar, Şam’ın Şekeri’, Milliyet, 5 Mayıs 2003.