Monday, December 01, 2003

Türkiye – Suriye İlişkileri

Oytun Orhan*



‘Komşun rahatsa sen de rahatsın, komşun kötüyse sen daha kötüsün.’ Suriye’de kullanılan ve Suriyeli yetkililer tarafından, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılmasıyla beraber yeni bir boyut kazanan Türkiye-Suriye ilişkilerini ifade etmek için kullandıkları atasözü, yeni dönemde Suriye’nin bakış açısını göstermesi açısından güzel bir ifadedir.[1] Türkiye açısından hayati öneme sahip olan PKK’ya destek konusunda atılan olumlu adımlar iki ülke arasında yakınlaşma süreci ortaya çıkardıysa da var olan bazı köklü sorunlar uzun süreli işbirliğine dayanan yakın iki komşu ülke ilişkisinin ortaya çıkmasını engellemektedir.

Suriye’nin 1946 yılında 2. Dünya Savaşı sonrasında bağımsızlığını kazanmasıyla beraber başlayan ilişkiler sürecine genel anlamda bakıldığında sorunlu bir yapının bu sürece hakim olduğu görülmektedir. Bazı istisnai dönemler haricinde iki ülke arasında problemlerin olduğu ve konjonktürel yakınlaşmalar dışında yapısal sorunların ilişki sürecinin olumsuz gelişmesinde rol oynadığı görülmektedir. Sovyetler Birliği’nin yıkılarak iki kutuplu dönemin sona erdiği 1990 yılına kadarki zaman içinde genel olarak iki ülkenin birbirlerine kuşkuyla ve çoğu zaman düşmanca tavırlarla yaklaştıkları görülmektedir. İstisna oluşturan birkaç dönem bulunmaktadır. Bunlardan ilki Hüsnü Zaim’in 1949’da Suriye’de iktidara gelmesi sonrasında yaşanmıştır. Zaim o dönemde ülkesinin bağımsızlığının korunması ve kendi yönetiminin istikrarı açısından Türkiye ile iyi ilişkiler kurulmasının önemine inanıyor ve bu doğrultuda Türkiye’ye karşı yakın politikalar takip ediyordu. İkinci dönem ise 1954-1955 yılları arasında Suriye’de ‘Halk Partisi’nin iktidara geldiği sırada yaşanmıştır. Bu parti de o dönemde Batı kampı içerisinde yer almayı savunan bir düşünceye sahipti ve dolayısıyla Irak’la ve Türkiye’yle iyi ilişkiler kurma gerekliliğine inanıyordu. Son yakınlaşma dönemi ise 1960’lı yılların ortalarında Türkiye’nin Orta Doğu ve Arap ülkelerine yönelik yakınlaşma politikası çerçevesinde Suriye ile de yakınlaştığı dönemdir.[2] Ancak bütün bu konjonktürel süreçlerde bile ilişki tam potansiyeline ulaşamamıştır.

Günümüze baktığımızda ise iki ülke arasında, her ne kadar karşılıklı şüpheyle yaklaşılsa da, nispeten yakın ilişkilerin kurulduğu ve işbirliği geliştirme yönünde çalışıldığı görülmektedir. Bu yakınlaşma sürecinin ortaya çıkışına baktığımızda ise teröre destek konusu ön plana çıkmaktadır. 1998 yılı sonlarında başlayan süreçle beraber PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması ve 16 Şubat 1998 tarihinde yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi sonrasında Suriye’nin PKK’ya karşı tutumunda başlayan değişim ve desteğin kesilmesi, iki ülke arasında yakın ilişkilerin kurulması yönünde dönüm noktası olmuştu. Makalede öncelikle iki ülke arasında yakınlaşmaya, uzun süreli işbirliğinin ortaya çıkmasına engel olan faktörler, uluslararası ve bölgesel düzeyde saptanmaya çalışılacak daha sonra Öcalan’ın yakalanması sonrası süreçte iki ülke arasında yaşanan gelişmeler ve yakınlaşmanın arka planı, sonuç kısmında ise Irak Savaşı sonrasında ortaya çıkan yeni bölgesel yapılanmanın iki ülke ilişkilerine yapacağı muhtemel etkiler ve ilişkinin geleceği üzerine kısa bir değerlendirme yapılacaktır.


1. Yakınlaşma Önündeki Engeller

a. Uluslararası Sistem Düzeyinde: ABD’yle İlişkiler

Suriye ile Türkiye arasında genel anlamda sorunlu bir ilişki sürecinin bulunmasının temelinde uluslararası sistem içinde farklı konumda bulunmaları yatmaktadır. 1990 öncesinde iki kutuplu dünya düzeninde Türkiye ABD’nin müttefiki olarak Batı bloğu içinde yer alıyordu. Suriye ise Sovyetler Birliği’nin Orta Doğu’daki en önemli müttefiklerinden biriydi. Sovyetler’in yıkılmasıyla beraber Suriye en önemli uluslararası siyasal ve askeri desteğini kaybetmiş oldu. Suriye bu durumda hemen Batı’ya dönük politikalar uygulamaya başlamış ve Körfez Savaşı’nda ABD’nin yanında Irak’a karşı kurulan koalisyonun içinde yer almış olsa da ABD’yle ilişkileri günümüze kadar iyi bir seviyeye ulaşmamıştır. Günümüz uluslararası sistemine hakim olan ya da olduğu söylenen, tek kutuplu dünya düzeninde ise sistemdeki konumunuzu belirleyen ABD’yle kurulan ilişkilerdir. Suriye halen ABD’nin ‘teröre destek veren devletler’ listesinde yer alan yedi ülkeden biri konumundadır ve bu ülkeyle sorunlu ilişkileri bulunmaktadır. Suriye özellikle gerek kendi ülkesinde gerekse kontrolü altındaki Lübnan’da desteklediği İsrail’e karşı mücadele yürüten Hamas, Hizbullah, İslami Cihat gibi radikal Filistinli örgütler nedeniyle ve Orta Doğu barış sürecinde olumsuz anlamda sahip olduğu etki dolayısıyla ABD’nin sorunlu olduğu ülkelerden biri konumundadır. Bunun dışında sahip olduğu kitle imha silahları nedeniyle oluşturduğu tehdit ve Lübnan’daki varlığı ABD’yle ilişkilerinde soruna neden diğer konu başlıklarıdır. Özellikle de Irak Savaşı sonrasında Suriye ABD’nin hedef tahtasına yerleşmiş ve hemen savaş ertesinde sıra Suriye’de mi tartışmaları gündeme gelmiştir. Halen iki ülke arasında bu sorunlu ilişki süreci devam etmekte ve ABD birçok noktada uyguladığı muhalefet ve ambargoyla Suriye’nin uluslararası sisteme entegre olmasını engellemektedir. Suriye’nin bu konumuna karşılık Türkiye çok uzun yıllardan beri ABD’nin bölgedeki müttefiklerinden biri konumundadır. Halen Irak’a gönderilecek asker konusunda iki ülke arasında görüşmeler yapılmakta ve Irak’ta istikrarın sağlanması konusunda iki ülkenin birlikte çalışması konusunda pazarlıklar yapılmaktadır.

İşte Suriye’nin ve Türkiye’nin ABD’yle ilişkilerinde dolayısıyla da uluslararası sistemde sahip oldukları bu farklı konum iki ülkenin yakınlaşmasında ve esasında çok kolay çözümlenebilecek birçok sorunun çözümlenememesinde temel etkendir. İki ülkenin bu durumları onların diğer devletlerle olan ilişkilerini de etkilemekte ve dolayısıyla iki ayrı kutupta yer almalarına neden olmaktadır. Türkiye Batı ile olan ilişkileri nedeniyle ABD ve Avrupa Birliği ile yakın konumdayken Suriye bölgede ve uluslararası ortamda kendi gibi sistem dışı ülkelerle ilişki kurma eğilimi göstermektedir. Kuzey Kore’den silah satın almakta, bölgede İran ile yakın ilişkiler içine girmekte ve savaş öncesine kadar, Irak’la ekonomik ve siyasal işbirliği içine girmektedir. Bu üç devlet de ABD’nin ‘şer ekseni’ olarak tanımladığı ülkelerdir. Bunun aksine Türkiye ise yine konumundan kaynaklanan durum gereğince bu ülkelerle mesafeli ilişkiler kurma yolunu seçmektedir. Bu durum da Suriye-Türkiye ilişkilerini etkileyen ve tam anlamda bir işbirliği, ortaklık, müttefiklik ilişkisi kurulmasının önündeki en önemli engel olarak ortada bulunmaktadır.

b. Bölgesel Düzeyde: İsrail’le İlişkiler

Suriye açısından bölgede kendisine en önemli tehdit oluşturan ülke İsrail’dir. 1967 yılında gerçekleşen Arap-İsrail Savaşı sırasında İsrail’in işgal ettiği Golan Tepeleri halen bu ülkenin kontrolündedir ve sorun günümüze kadar çözümlenememiştir. Suriye dış politikasının temelini de İsrail’e karşı yürütülen mücadele oluşturmaktadır. Arap milliyetçiliğinin dış politika aracı olarak kullanılması, Filistin sorununa bakış ve radikal Filistinli örgütlere verilen desteğin hepsi İsrail’e karşı yürütülen mücadelenin birer araçlarıdır. Dolayısıyla Suriye’nin İsrail’le sorunlu bir ilişki süreci bulunmakta ve Golan Tepeleri sorunu çözülmeden, bu bölge kendisine bırakılmadan İsrail’le herhangi bir yakınlaşmayı kabul etmemektedir. Bunun aksine İsrail’le ilişkilerde de Türkiye, Suriye’den farklı bir konuma sahiptir. ABD’yle olan yakın ilişkilerinin de bir sonucu olarak Türkiye’nin İsrail’le özellikle askeri alana ilişkin olarak imzalanan işbirliği anlaşmaları ile müttefiklik ilişkisi içinde olduğu söylenebilir. Suriye’nin İsrail’e karşı konumu ve bu ülkeye bakışı çerçevesinde Türkiye’nin bu ülkeyle olan ilişkilerini düşündüğümüzde Türkiye de dolaylı olarak Suriye açısından tehdit oluşturan bir konumdadır. Türkiye’nin 1996 yılında İsrail’le imzalamış olduğu askeri işbirliği anlaşmaları Suriye’yi ciddi anlamda kaygılandırmış ve bu yakınlaşma Suriye’nin uyguladığı bölgesel politikalarda ciddi değişimlere yol açmıştır. 1997 yılından itibaren Irak’la geliştirdiği yakın ilişkiler tamamen Türkiye-İsrail yakınlaşmasına bağlı olarak ortaya çıkmış gelişmelerdir. O yıla kadar birbirlerine karşı şüpheyle yaklaşan ve hatta hiçbir diplomatik ilişkinin dahi olmadığı iki ülke bölgede oluşan bu yeni durum karşısında yakınlaşma süreci içerisine girmişler ve Irak Savaşı çıkana kadar ve hatta savaş sırasında da bu ilişki süreci devam etmiştir. Dolayısıyla Türkiye’nin İsrail’le olan ilişkisi ve Suriye’nin bu ülkeyle arasında var olan sorunları, ki bu sorunlar büyük önem taşımaktadır ve yıllardır çözülememiş problemlerdir, birlikte ele aldığımızda iki ülkenin İsrail’le olan ilişkileri de yakınlaşmanın önündeki en önemli engellerden birini oluşturmaktadır.

c. Yapısal Sorunlar

- Su Sorunu

Türkiye ile Suriye’yi ilgilendiren akarsuların en önemlileri Fırat, Asi, Afrin, Çağçağ Suyu ve Kuveik’tir. Asi ve Afrin akarsuları Suriye’de doğup Türkiye’de denize dökülürken diğerleri Türkiye’de doğduktan sonra Suriye’ye geçmektedir.[3] Suriye ve Türkiye arasında bu suların paylaşımına ilişkin olarak var olan sorun yapısal bir sorun olarak iki ülke ilişkilerini etkileyen önemli bir faktör olarak ortada bulunmaktadır. İki ülkenin artan nüfusu ve sulama arazilerinin artmasına ek olarak, birçok baraj ve baraj gölü yapımını içeren Güneydoğu Anadolu Projesi’nin (GAP) hayata geçirilmesi Suriye ve Türkiye arasında var olan su sorununu iyice alevlendirmiştir. Suriye tarafı Fırat’ın sularının üç ülke (Suriye, Türkiye ve Irak) tarafından paylaşıldığını dolayısıyla bu nehrin sularının kullanımının da sadece bir ülke tarafından değil bu üç ülke tarafından belirlenmesi gerektiğini savunurken Türkiye ise Fırat Nehri’ni uluslararası su olarak kabul etmemektedir. Türkiye suları sınır aşan sular olarak tanımlamaktadır. İki ülkenin yaptıkları bu farklı tanımlamalar şu sonucu doğurmaktadır. Fırat ve Dicle uluslararası sular olarak ele alındığında aşağı havza ülkeleri olarak Suriye ve Irak, Fırat ve Dicle nehirleri üzerinde yapılacak projeler konusunda söz sahibi olma ve hatta projeleri kontrol etme hakkına sahip olacaklardır.[4] Bu kavram tartışması dışında Türk tarafının geliştirdiği bir başka eleştiri noktası ise suların etkin kullanımına ilişkindir. Türkiye iki ülkeye yeteri kadar hatta fazla miktarda su bırakıldığını ancak Suriye ve Irak’ın teknik yetersizlikler dolayısıyla suyu verimli bir şekilde kullanamadığını savunmaktadır. Ayrıca aynı konumda bulunan ve Suriye’den doğup Türkiye’ye geçen Asi Nehri konusunda da Suriye tarafının Türkiye’nin ihtiyaçlarını dikkate almadığı iddiasını savunmaktadır ki bu iddiasında da haklıdır. Bakıldığında Asi nehri sularının yüzde 98’inin Lübnan ve Suriye tarafından kullanıldığı ve Türkiye’nin ise sadece kendi topraklarından kaynaklanan yüzde iki oranındaki miktardan yararlandığı görülmektedir.[5] Asi nehrinin sularının paylaşımına ilişkin olarak ortaya çıkan problemler de iki ülke ilişkilerinin zaman zaman gerilmesine neden olmuştur. Asi nehrine ilişkin olarak Suriye’nin yaptığı uygulamalar Hatay’da yapılan tarım faaliyetlerine zarar vermekte ve sorun çıkmasına neden olmaktadır.

Suların paylaşımına ilişkin olarak Suriye ile Türkiye arasında geçerli olan kurallar 17 Temmuz 1987 tarihinde Şam’da imzalanan ‘Türkiye Cumhuriyeti ile Suriye Arap Cumhuriyeti Arasında Ekonomik İş Birliği Protokolü’ içinde yer alan ‘Bölgesel Sular’ başlıklı bölümde konan hükümlerdir. Buna göre Türkiye Suriye’ye yıllık ortalama 500m³/sn.den fazla su bırakmayı kabul etmiştir. Protokolde bu hüküm dışında bazı kararlar daha alınmış ve soruna bir çözüm bulunmaya çalışılmıştır. Ancak protokolde de belirtildiği üzere bu anlaşma geçici nitelik taşımaktadır ve özellikle Suriye tarafından soruna kalıcı bir çözüm olarak değil sadece geçici bir çözüm yolu olarak kabul etmektedir. İmzalanan bu anlaşmaya ve çeşitli ikili görüşmelerde konu ele alınmış olmasına rağmen su sorunu da iki ülke arasında yapısal sorun oluşturma niteliğini korumaktadır.

- Hatay Sorunu

Hatay sorununun ortaya çıkışı I. Dünya Savaşı sonrasında Fransa’nın İskenderun Limanı, Hatay, Urfa, Antep, Maraş, ve Çukurova bölgelerini işgali sonucunda ortaya çıkmıştır. Bölge Milletler Cemiyeti’nin ‘Mandat’ sistemine dayandırılarak 25 Nisan 1920 tarihinde Fransa’ya bırakılmıştır. Fransa mandater devlet olarak bölgede dört yönetim birimi oluşturmuş, İskenderun Sancağı ise idari özerkliği korumakla birlikte Halep yönetimine bağlanmıştır. Misak-ı Milli sınırları içinde olmakla birlikte 20 Ekim 1921 tarihinde Fransa’yla imzalanan Ankara İhtilafnamesi ile Sancak bölgesinin ulusal sınırlar dışında kalması Türkiye’nin çıkarları açısından o dönemde uygun görülmüştür.[6] Kurtuluş Savaşı’nın sonuçlanması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra ise başta Atatürk olmak üzere Türk devlet adamları 1918-1936 döneminde karşılaşılan iç ve dış sorunların çözülmesi gibi devletin varlığıyla ilgili problemlerle uğraşmak zorunda kaldıklarından geleceğe yönelik bazı faaliyetler yürütmekle beraber, Hatay sorununu çok fazla gündeme getirmemiş, ön plana çıkarmamışlardır.[7] 1938 yılı içerisinde uluslararası ilişkilerde ortaya çıkan yeni durum ve gerginleşmeye bağlı olarak Fransa, Orta Doğu’da duyduğu ihtiyaçtan dolayı Türkiye ile ilişkilerini düzeltme ve bu çerçevede de, savaş tehlikesinin de yaklaşması nedeniyle, Sancak konusunda Türk haklarını teslim etme konusunda mecbur kalmıştır. Bu sürecin sonunda öncelikle 2 Eylül 1938 tarihinde Hatay Devleti kurulmuş, bir yıla yakın varlığını sürdüren bu devlet 23 Haziran 1939 tarihinde hukuken ortadan kalkmış ve Türkiye’nin bir vilayeti haline gelmiştir. O dönemde doğal olarak bu birleşmeye en ciddi tepki Suriye’den gelmiş ve olayı birçok yoldan protesto etmişlerdir. Gösterilen ilk tepkilerin ardından Suriye bağımsızlığını kazandığı 1944 yılında Fransa’nın Suriye adına yaptığı uluslararası anlaşmalara saygılı olduğunu bildirmiş ve dolaylı olarak 1939 anlaşmasını tanımıştır. Hatay konusu 1950’lerden itibaren Suriye tarafından tekrar gündeme getirilmeye başlanmış ve daha çok bir iç politika malzemesi olarak kullanılmış, Hatay’ın Suriye’den zorla alındığı şeklinde bir propaganda yapılmaya başlanmıştır. Aynı doğrultuda Türkiye-Suriye sınırını tanıma anlamına gelebilecek tüm davranışlardan kaçınarak Hatay resmi haritalarda Suriye sınırları içerisinde gösterilmiştir.[8] 1970 yılında Suriye’de iktidara gelen Hafız Esad da rejiminin dayanaklarını oluşturması bakımından Hatay üzerindeki taleplerini gündemde tutmuş bu çerçevede ‘İskenderun’u Kurtarma Cemiyeti’ni bizzat kurarak desteklemiştir.[9] Suriye 1939 yılında yapılmış olan paylaşımı hala kabullenememiştir.[10] Hatay’la beraber, 1967 yılında İsrail’e kaybettiği Golan Tepeleri de birçok resmi Suriye haritasında geçici uluslararası sınırlar şeklinde işaretlenmek suretiyle, Suriye içinde gösterilmektedir.

Ancak Hatay konusu özellikle son yıllarda çok sıklıkla dile getirilmemekte hatta bu konuda bazı olumlu gelişmeler de yaşanmaktadır. Suriye tarafı, Hatay’ın Türkiye’ye ait olduğunu kabul etmesi anlamına gelebilecek bir politika değişikliğinden kaçınmakta, iki ülke arasındaki ilişkilerin her geçen gün geliştiğini, bu ortamda sorun teşkil edebilecek bazı konuların göz ardı edilmesinde yarar bulunduğunu, ilişkiler geliştikçe bu sorunların zaman içinde kendiliğinden ortadan kalkacağını ileri sürmektedir. Türkiye’yle ilişkileri geliştirmek amacındaki birçok Suriyeli yönetici Hatay konusunu şöyle tanımlıyor: ‘Cihaza dayalı olarak yaşayan bir hasta yaşamını yitirse, cihazın fişini prizden çekmek gerekir. Hatay iddiamız öldü. Ama kimse bunu dillendirmek, deyim yerindeyse fişi çekmek istemiyor.’[11] Bu açıklamalar paralelinde, son dönemde, Suriye’nin Hatay’a yönelik tutumunda olumlu olarak değerlendirilebilecek bazı gelişmeler ortaya çıkmıştır. Kurucuları arasında Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad ile Şam Valisi Ghassam Laham’ın da bulunduğu Suriye Bilgisayar Derneği’nin internet sitesinde tavsiye edilen siteler arasında yer alan bir sitede kullanılan haritada Türkiye-Suriye sınırı doğru olarak işaretlenmiş ve Hatay, Türkiye sınırları içinde gösterilmiştir. Diğer bir önemli gelişme de Lazkiye Valisi Safi Abudan kalabalık bir heyetle birlikte 13 Mart 2002 tarihinde Hatay’a gerçekleştirdiği ziyarettir. Bu ziyaretle, ilk kez Suriye’den bir Vali Hatay’a resmi bir ziyaret gerçekleştirmiştir.[12] İki ülke arasında ortaya çıkan yakınlaşma sürecine bağlı olarak her ne kadar Hatay konusunda bazı olumlu gelişmeler yaşansa da konu yapısal bir sorun ve yakınlaşmanın önünde bir engel olarak varlığını sürdürmektedir.


2. İlişki Sürecinde Dönüşüm: PKK’ya Desteğin Kesilmesi

Uluslararası konum farklılığı ve aradaki yapısal sorunlar uzun süreli Türkiye-Suriye yakınlaşmasını zorlaştırmakta ancak dönemsel işbirliğini de engellememektedir. Daha önce yakınlaşma önündeki engeller arasında sayılmayan fakat 1980’ler ve 1990’larda iki ülke arasında esas sorun yaratan ve ilişkilerin gerilmesine neden olan konu Suriye’nin PKK terör örgütüne destek vermesi olmuştur. Teröre destek konusunda 1990’ların sonlarında yaşanan gelişmelerse iki ülke ilişkiler sürecinde önemli bir değişimin yaşanmasına neden olmuştur. Eylül 1998 tarihinde Orgeneral Atilla Ateş’in Suriye’yi PKK terör örgütüne verdiği desteği kesmesi amacıyla sınırda gerçekleştirdiği konuşma ile başlayan süreç, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 9 Ekim 1998 tarihinde Suriye’den çıkarılması, 20 Ekim 1998’de Türkiye-Suriye arasında Adana Mutabakatı’nın imzalanması ve 16 Şubat 1999 tarihinde Öcalan'ın yakalanarak Türkiye’ye getirilmesi ile sonuçlanmıştır. Adana Mutabakatı ilişkilerin gelişimi açısından önemli bir belgedir. Adana Mutabakatıyla Suriye; PKK lideri Öcalan ve hiçbir PKK unsurunun bir daha Suriye'ye girmesine, PKK kamplarının aktif hale gelmesine, toprakları üzerindeki faaliyetlerine, PKK üyelerinin topraklarını transit geçiş amacıyla kullanmasına izin vermeyeceğini beyan etmiştir. Bunun yanında bölge ve Türkiye’nin güvenlik ve istikrarını bozacak herhangi bir girişimin yasaklanacağı taahhütü de verilmiştir. Bu taahhütler kapsamında iki ülke arasında direkt telefon hattı kurulması ve ortak denetimler yapılması amacıyla özel temsilcilerin atanması gibi önlemler alınması kararlaştırılmıştır.[13] Mutabakat sonrasında Suriye tarafı anlaşma koşullarına bağlı kalarak PKK’ya desteği kesmiş ve PKK'ya karşı işbirliği içinde olmuştur. Ülkesindeki PKKlılara karşı operasyonlar düzenlemiş ve aralarında üst düzey PKKlıların da bulunduğu birçok teröristi Türkiye'ye teslim etmiştir.[14]

Türkiye açısından varlık sorunu olarak görülen terör konusunda Suriye’nin göstermiş olduğu olumlu yaklaşım sonrasında iki ülke ilişkileri arasında somut yakınlaşmalar, karşılıklı üst düzey ziyaretler ve en önemlisi daha önce İsrail’le imzalanan askeri işbirliği anlaşmalarına benzer askeri işbirliği anlaşmaları Suriye ile imzalanmıştır. Yakınlaşma süreci içinde Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Hafız Esad’ın cenaze törenine katılmak üzere 13 Haziran 2000 tarihinde Şam’a gitmiştir.[15] Türkiye’nin Hafız Esad’ın cenazesine en üst düzeyde katılım sağlaması özellikle Suriye halkı içerisinde Türkiye’ye bakış açısından çok olumlu bir havanın yaratılmasını sağlamıştır. Yine yakınlaşma bağlamında. başta ekonomik ilişkiler olmak üzere, birçok alanda önemli gelişmeler kaydedilmiş, bakanlar ve teknik heyetler düzeyinde karşılıklı pek çok ziyaret yapılmıştır. Son üç yılda bakan düzeyinde 26 karşılıklı ziyaret gerçekleştirilmiştir. Suriye’den ülkemize yapılan en üst düzeyli ziyaret, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Abdülhalim Haddam’ın Kasım 2000’de ülkemizi ziyareti olmuştur. Son olarak, ve belki de en önemlisi, 2002 Haziran ayında Suriye Genelkurmay Başkanı Turkmani Türkiye’yi ziyaret etmiş ve ziyaret sırasında ‘Askeri Alanda Eğitim, Teknik ve Bilimsel İşbirliği Çerçeve Anlaşması’ ile ‘Askeri Eğitim İşbirliği Anlaşması’ imzalanmıştır.[16] Bu anlaşma yakınlaşmanın ve aradaki yapısal sorunlara rağmen sağlanan yakınlaşmanın boyutunu göstermesi açısından önemli bir anlaşmadır. İki ülke arasındaki yakınlaşmayı gösteren son dönem gelişmelerden biri Suriye Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Faruk Şara’nın, 13-14 Ocak 2003 tarihlerinde Türkiye’ye gerçekleştirdiği ziyarettir. Ziyaret sırasında iki ülke ilişkileri, bölgesel ve uluslararası konular ele alınmış, ayrıca ‘Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı ile Suriye Arap Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Arasında İstişare Mekanizması Kurulmasına İlişkin Protokol’ imzalanmış, Suriye tarafı KADEK’i de terör örgütü olarak gördüğünü ifade etmiştir.[17] 1998 yılı içinde başlayan yakınlaşmaya Irak Savaşı olasılığının ortaya çıkması yeni bir boyut daha kazandırmış ve ilişkiler 2003 yılı içerisinde daha hızlı bir şekilde gelişmeye başlamıştır. Askeri ve siyasal alanda ortaya çıkan yakınlaşma ekonomik alana da yansımış ve bu çerçevede Türkiye Devlet Bakanı Kürşat Tüzmen beraberinde bir heyetle 31 Ocak-2 Şubat 2003 tarihlerinde Suriye Ekonomi ve Ticaret Bakanı’nın davetlisi olarak Şam’a gitmiştir. Ziyaret sırasında iki ülke arasındaki ekonomik ilişkileri geliştirmeye yönelik bir Mutabakat imzalanmış, Tüzmen'in 300 işadamıyla çıktığı Suriye seferi, 250 milyon dolarlık iş bağlantısı ile sonuçlanmıştır.[18] İki ülke arasında yaşana son gelişme ise Suriye Başbakanı Muhammed Mustafa Miro’nun Temmuz 2003 tarihinde Ankara’ya düzenlediği ziyaret olmuştur. 17 yıl aradan sonra ilk kez bir Suriye Başbakanı’nın Türkiye’yi ziyaret etmesi ilişkilerin son dönemde geldiği noktayı göstermesi açısından önemlidir. Irak Savaşı’nın iki ülke ilişkilerine kazandırdığı boyut bu ziyaret sırasında da gözükmüş ve Irak’ta istikrarın sağlanmasına ve ABD’nin Irak’taki varlığına yönelik açıklamalar yapılmıştır.[19]


Sonuç

Genel olarak bakıldığında iki ülke arasındaki temel sorunların, uzun süreli bir işbirliğinin oluşmasına engel olduğu, konjonktürel yakınlaşmalar olsa da ilişkilerin bu sorunlar nedeniyle tam potansiyeline ulaşamadığı görülmektedir. 1990ların sonlarına kadar gergin seyreden hatta kopma noktasına gelen iki ülke ilişkilerinde iki olay önemli değişim sağlamış ve olumsuz seyreden ilişkilerde bir dönüşüm yaşanarak iki ülkenin yakınlaşmasını sağlamıştır. Bunlardan birincisi Suriye’nin PKK terör örgütüne verdiği desteği keserek bu konuda imzalanan Adana Mutabakatına sadık kalarak uyguladığı politikalardır. İlişkilerin olumlu bir sürece girmesini sağlayan bu olaydan sonra Irak Savaşı olasılığının oluşması ve sonraki süreçte savaşın çıkması ilişkilere yeni bir boyut kazandırmış, ortak bölgesel güvenlik kaygıları nedeniyle yakınlaşma düzeyinde bir adım daha ileri gidilerek askeri işbirliği anlaşmaları imzalanmış, yıllardır gerçekleşmeyen karşılıklı üst düzey ziyaretler gerçekleşmiştir. Bu süreçte arada var olan yapısal sorunlara somut bir çözüm bulunamamışsa da her iki taraf da bu sorunları gündeme getirmeme konusunda özen göstermişlerdir.

Önümüzdeki dönemde ilişkilerin gelişiminde belirleyici olacak faktör Suriye’nin Irak savaşı sonrasında ABD’yle geliştireceği ilişkiler olacaktır. Irak Savaşı sonrasında Suriye ABD tarafından baskıya maruz kalmış, gerek bölgesel politikalarında gerekse iç yapılanmasına ilişkin olarak değişim talepleriyle karşı karşıya kalmıştır. Eğer bu süreçte Suriye ABD’nin talepleri doğrultusunda adımlar atar ve radikal Filistinli terör örgütlerine verdiği desteği keserek Orta Doğu Barış Süreci üzerindeki olumsuz etkisine son verirse, Lübnan’la, İran’la ilişkilerinde ABD’nin istediği adımları atarsa[20], Irak’ta yaşanan istikrarın sağlanması sürecine olumlu katkı yapar ya da en azından yaptığı iddia edilen ve istikrarı olumsuz etkileyen politikalarına son verirse Suriye uluslararası sisteme entegre olma yönünde ABD muhalefetini ortadan kaldırmış ve bu ülkeyle daha yakın ilişkiler geliştirme yönünde adımlar atma imkanı bulacaktır. Bu durum Türkiye ile olan ilişkilerinde yakınlaşmayı engelleyen belki de temel faktör olan uluslararası sistem konumu farklılığını ortadan kaldırarak iki ülkenin yakınlaşması açısından olumlu bir katkı yapacaktır. Suriye’nin önümüzdeki süreçte iç politikasına ilişkin olarak da ABD talepleri doğrultusunda adımlar atması iki ülkenin ilişkilerini olumlu etkileyecektir. ABD Suriye’nin iç siyasal ve ekonomik yapılanmasına ilişkin olarak da değişim taleplerinde bulunmaktadır. Bu da Suriye’de demokratikleşme ve ekonomik liberalleşme konusunda gelişmelerin yaşanması olasılığını gündeme getirmektedir. Suriye’nin bu taleplere ilişkin olarak da bazı adımlar atması iki ülke ilişkilerini olumlu etkileyecektir. Uluslararası sisteme entegre olmuş, demokratik ve ekonomik hayatına serbest piyasa ekonomisinin kurallarının hakim olduğu bir Suriye’nin Irak Savaşı sonrası süreçte ortaya çıkması, Türkiye ile ilişkiler açısından uzun süreli işbirliğine dayanan bir yakınlaşmanın oluşması açısından olumlu etki edecek gelişmelerdir.




* ASAM Orta Doğu Araştırmaları Masası



[1] ‘PKK Konusu Kapandı’, Leyla Tavşanoğlu, Baas Gazetesi Genel Müdürü ile Söyleşi, Cumhuriyet, 31 Aralık 2000.
[2] David Kushner, ‘Turkish-Syrian Relations: An Update’, Moshe Maoz, Joseph Ginat, Onn Winckler (der.), Modern Syria, (Sussex Academic Press, 1999), s. 229.
[3] ASAM Su Araştırmaları Alt Komisyonu, ‘Dünyada Su Sorunları ve Stratejileri’, Aziz Koluman (der.), ASAM Yayınları 2002, s.31.
[4] ASAM Su Araştırmaları Alt Komisyonu, ‘Dünyada Su Sorunları ve Stratejileri’, Aziz Koluman (der.), ASAM Yayınları 2002, s.72.
[5] ASAM Su Araştırmaları Alt Komisyonu, ‘Dünyada Su Sorunları ve Stratejileri’, Aziz Koluman (der.), ASAM Yayınları 2002, s.62.
[6] Dr. Hamit Pehlivanlı, Dr. Yusuf Sarınay ve Dr. Hüsamettin Yıldırım, ‘Türk Dış Politikasında Hatay (1918-1939), (ASAM Yayınları, 2001), ss. 33-36.
[7] Dr. Hamit Pehlivanlı, Dr. Yusuf Sarınay ve Dr. Hüsamettin Yıldırım, ‘Türk Dış Politikasında Hatay (1918-1939), (ASAM Yayınları, 2001), ss. 33-36.
[8] Dr. Hamit Pehlivanlı, Dr. Yusuf Sarınay ve Dr. Hüsamettin Yıldırım, ‘Türk Dış Politikasında Hatay (1918-1939), (ASAM Yayınları, 2001), ss. 135-136.
[9] Dr. Hamit Pehlivanlı, Dr. Yusuf Sarınay ve Dr. Hüsamettin Yıldırım, ‘Türk Dış Politikasında Hatay (1918-1939), (ASAM Yayınları, 2001), s. 137
[10] Daniel Pipes, ‘Beyon the Golan: Prospects for Syrian-Turkish Confrontation’, Turkish Times, 15 Şubat 1996.
[11] Mustafa Balbay, ‘Suriye İle İliş-kiler...’, Cumhuriyet, 31 Temmuz 2003.
[12] ‘Suriye’yle İşbirliği Gelişiyor’, Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü, 20 Ocak 2003. http://www.byegm.gov.tr/yayinlarimiz/anadoluyahaberler-yeni/2003/ocak/ah_20_01-03.htm
[13] Adana Mutabakatı’nın İngilizce tam metni için bkz.: http://www.ict.org.il/documents/documentdet.cfm?docid=15
[14] Suriye 9 PKK/KADEK'liyi Teslim Etti, Hürriyet, 5 Ekim 2003.
[15] ‘Esad'a da Kalmadı’, Zaman Gazetesi, 14 Haziran 2000.
[16] Türkiye Orta Doğu Ülkeleri İlişkileri, T.C. Dışişleri Bakanlığı İnternet Sayfası, http://www.mfa.gov.tr/turkce/grupa/odogu.htm
[17] ‘Şam İle Yeni Başlangıç’, Cumhuriyet, 15 Ocak 2003.
[18] ‘Suriye İle Yeni Dönem’, Akşam, 3 Şubat 2003.
[19] ‘Suriye İle Enerji Köprüsü’, Cumhuriyet, 30 Temmuz 2003.
[20] Suriye’nin Lübnan’da halen 16.000 civarında askeri bulunmaktadır ve ABD Suriye’nin bu birliklerini çekerek Lübnan’ın siyasal ve askeri bağımsızlığına saygı göstermesini istemektedir. İran konusunda ise var olan yakın ilişkilerine son vermesini istemektedir. İran ABD’nin bölgede tamamen dışladığı bir ülke ve bu ülkeyle yürütülen yakın ilişkiler, beraber terör örgütlerine sağlanan destekten rahatsızdır.

Monday, October 06, 2003

İsrail Uçakları Suriye’de Bir Kampı Bombaladı: Suriye Ne Yapabilir?

İsrail yaklaşık yirmi yıl aradan sonra Suriye’nin içine en derin saldırıyı gerçekleştirdi. İsrail uçaklarının Şam’ın yirmi kilometre kuzeybatısındaki Eyn Seheb adlı kampı bombaladıkları açıklandı. İsrail tarafından yapılan açıklamada saldırının Hayfa’da bir restoranda gerçekleştirilen, 19 kişinin ölümüne yol açan ve İslami Cihat örgütü tarafından üstlenilen intihar saldırısına karşılık olarak gerçekleştirildiği belirtildi. Bombalanan kampın da, Suriye ve Filistin tarafı kabul etmese de, İslami Cihat örgütüne ait bir kamp olduğu İsrail tarafından açıklanmıştır. Bu gelişme üzerine BM Güvenlik Konseyi acil olarak toplanmış ve aynı zamanda Güvelik Konseyi geçici üyesi de olan Suriye tarafından İsrail’i kınayan ve uluslararası hukuku çiğnediğini belirten bir karar tasarısı gündeme getirilmiştir. İsrail tarafı olayı meşru müdaafa olarak tanımlarken birçok ülkeden değişik tepkilerin geldiği görülmektedir. ABD olaya genel anlamda sessiz kalırken ve hatta Suriye’yi teröre destek vermekle suçlayarak bir anlamda İsrail’e destek verirken, Almanya, Fransa Çin gibi ülkelerin saldırıyı şiddetle kınadıkları görülmüştür. Genel olarak politikalarında ABD’yle paralellik gösteren İngiltere de İsrail’in saldırısını değil Hayfa’da gerçekleştirilen intihar saldırısını kınayan açıklamalar yapmıştır.

Bu saldırı ve bölgenin geleceği açısından yorum yapabilmek için saldırının ABD’nin haberi ve onayı dahilinde mi yapıldığının yoksa tamamen ABD bilgisi dışında İsrail tarafından gerçekleştirilmiş bir olay olup olmadığının bilinmesi gerekmektedir. Bu konudaki tek haber El Şark El Avsat gazetesinde çıkmıştır. Bu habere göre ABD saldırı gerçekleşmeden birkaç saat önce İsrail tarafından bilgilendirilmiştir. Ancak ABD’nin bu saldırıyı onaylayıp onaylamadığı konusunda herhangi bir yorum yapılmamıştır. Eğer bu saldırıyı ABD onayı dışında gerçekleşmiş bir olay olarak düşünürsek burada İsrail’in ulaşmak istediği hedefin ne olduğu sorusu karşımıza çıkmaktadır. Bu saldırıyı Irak Savaşı sonrası ortaya çıkan yeni bölgesel koşulların bir sonucu olarak değerlendirmek mümkündür. Irak Savaşı öncesinde yapılan yorumlarda olumsuz anlamda en çok etkilenecek ülkenin Suriye olacağı yorumları yapılıyordu. Bu etkinin başında da ABD’nin Irak’a girmesinden sonra İsrail’in Suriye’ye karşı güç dengeleri açısından çok ciddi bir üstünlük sağlayacak olması geliyordu. İsrail’in Suriye’nin içini vuracak kadar ciddi bir operasyon gerçekleştirme cesaretini de bu savaş sonrası ortama bağlayabiliriz. İsrail, bu saldırıyla Suriye’ye teröre verdiği desteği kesmesi ve Suriye kontrolündeki Lübnan üzerinden İsrail’e karşı gerçekleştirilen terör eylemlerini kontrol etmesi yönünde çok ciddi bir uyarı yapmaktadır. Desteğin kesilmemesi durumunda da bunun belki daha kapsamlı bir askeri operasyona dönüşebileceği mesajını vermeye çalışmaktadır. Peki bu saldırıya karşılık olarak Suriye nasıl bir tavır alabilir? Bunun anlaşılması için öncelikle Suriye’nin tepki olasılıklarının belirlenmesinin uygun olacağı değerlendirilmektedir. Suriye tarafından bu saldırıya gösterilebilecek ilk tepkinin misilleme olabileceği ilk akla gelmektedir. Ancak gerek Suriye’nin mevcut güç kapasitesi gerekse bölgesel ve uluslararası dengeler düşünüldüğünde bu hareket tarzının Suriye için mümkün olmayacağı ağırlık kazanmaktadır. Zaten Suriye Dışişleri Bakanı Faruk Şara da BM’ye gönderdiği mektupta ülkesinin İsrail'i geri püskürtecek kapasitede olduğunu fakat operasyon karşısında kendilerine hakim olacaklarını belirterek bir anlamda bu askeri karşılık verme olasılığının gündemlerinde olmadığını belirtmiştir. İkinci şık Suriye’nin önemli bir dış politika aracı olarak kullandığı terörizmi kullanarak İsrail’e karşılık vermesidir. Eğer bu olasılık Suriye tarafından seçilirse önümüzdeki dönemde İsrail’e karşı gerçekleştirilen terör eylemlerinde bir artış görülebilir. Suriye bu şekilde açıkça gerçekleştiremediği saldırıyı terör örgütleri üzerinden gerçekleştirme yoluna gidebilir. Ancak yine Suriye karar alma ve dış politika yürütme mantığını düşündüğümüzde bu olasılık bugün için riskli gözükmektedir. Var olan koşullar altında değerlendirdiğimizde Suriye açısından en uygulanabilir tercihin uluslararası destek sağlama yoluna giderek İsrail’i köşeye sıkıştırma ve bir daha böyle bir saldırıyı gerçekleştirmeyi önleme yönünde çaba sarf etmek olduğunu söyleyebiliriz. Zaten Suriye’nin de ilk etapta yaptığı açıklamalara bakacak olursak bu yolun tercih edildiği görülmektedir. Suriye şu anda uluslararası toplumda haklı olarak görülmektedir ve uluslararası hukuk da Suriye’nin yanındadır. Suriye bu konumunu kullanarak uluslararası destek sağlamaya çalışmak ve bu doğrultuda da özellikle BM’yi devreye sokmak istemektedir. Yine bu politikaya bağlı olarak önümüzdeki dönemde teröre verilen desteğin kesilmesi anlamında sınırlı ve göstermelik adımların da Suriye tarafından atılabileceğini söyleyebiliriz.

Wednesday, September 10, 2003

Suriye AB İle Yıl Sonunda Birlik Anlaşması İmzalayabilir

Suriye Ekonomi ve Dış Ticaret Bakanı Hasan Rifai, 2003 yılının sonuna doğru Avrupa Birliği (AB) ile ekonomik ve siyasal birlik anlaşması imzalayabileceklerini açıkladı. Suriye, bu anlaşma imzalanırsa AB ile birlik anlaşması imzalayan ilk Akdeniz ülkesi (AB dışında) konumunda olacak. Suriye tarafı her ne kadar anlaşmanın önünde hiçbir siyasi engel bulunmadığını ve yıl sonunda imzalanacağını belirtse de ekonomistler bu yıl içinde anlaşma imzalanması ihtimalini uzak gördüklerini belirtmektedirler. Suriye’nin daha önce ithalata getirdiği bazı vergi sınırlamalarının iki taraf arasındaki görüşmeleri uzattığı ve anlaşmanın bu yıl sonunda imzalanması ihtimalini zorlaştırdığı belirtilmektedir. Öncelikle iki taraf arasında hangi mallara ne kadar vergi konacağının belirleneceği daha sonra ne kadar zamanlık bir süreç içerisinde bu vergi oranlarında indirime gidileceği konularının taraflar arasında müzakereler yoluyla belirleneceği ve bundan sonra anlaşmanın imzalanacağı açıklandı.

AB ile bu yıl sonunda gerçekleşmese bile önümüzdeki yıl içinde imzalanması beklenen bu anlaşmanın, Suriye’de yaşanan ekonomik reform sürecine olumlu anlamda etki edeceğini ve bu sürecin hızlanması açısından itici bir güç olacağını söyleyebiliriz. Bu anlaşmayla beraber Suriye ekonomik reform yapması anlamında daha çok baskı altında kalacaktır. Yine bu anlaşmayla ülkeye yapılacak yabancı yatırımlar da artacaktır. Suriye’nin esas anlamda en büyük beklentisi de bu konudadır. Daha önce uygulamaya sokulan bazı kanunlarla yabancı yatırım miktarı artırılmaya çalışılsa da ülke doğrudan yatırım açısından çok başarısız bir grafik sergilemektedir. Suriye ekonomisi üzerine yapılan yorumlarda yabancı yatırımın ülkeye çekilmesi açısından yapılan bütün çalışmaların yanında vergi rejimi, işçi kanunları ve özel bankaların kurulması gibi konularda ilerleme sağlanması gerektiği vurgulanmaktadır. Bu kapsamda Suriye’ye önemli katkı sağlayacak bir diğer konu da Dünya Ticaret Örgütü’ne (DTÖ) üyeliğinin onaylanması olacaktır. Suriye örgüte ilk kez 2001 yılında başvuruda bulunmuş ancak politik nedenlerden ötürü ABD’nin yaptığı muhalefet nedeniyle örgüte üyeliği kabul edilmemişti. Her ne kadar DTÖ Genel Sekreteri’nin, Suriye’nin üyeliğinin kabul edilmesi yönünde çalışıldığı şeklindeki açıklamasına rağmen ABD ile var olan siyasal problemler çözülmediği sürece örgüte üyeliğin de uzak bir ihtimal olduğunu söyleyebiliriz.

Thursday, September 04, 2003

Suriye’de Gündem Ekonomi

Suriye’de istikrara, uluslararası toplumdan gelen baskıdan çok ülke içinde yaklaşık yüzde yirmiye varan işsiz gençler büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Suriye’de her yıl sayısı iki yüz elli bine yaklaşan genç, ülkenin işsiz ordusuna katılmaya devam etmektedir. Bu sayıdaki yeni işgücünü istihdam edebilmek için, Suriye’nin yıllık yüzde altılık, ki bu şimdiki oranın iki katıdır, bir büyüme sağlaması gerekmektedir. Savaş öncesinde, Irak’la yapılan ticaret sayesinde ekonomik çıkmazlarına bir miktar da olsa çözüm bulma imkanına sahip olan Suriye, savaş sonrası kaldığı ortamda çok önemli gelirlerden mahrum kaldı. Öncelikle Kerkük-Banyas Boru Hattı’ndan gerçekleştirilen petrol ithaline ABD’nin Irak’a girmesi sonrasında bu ülke tarafından hemen son verildi ve hat kapatıldı. İkinci olarak ise Suriye malları için en önemli pazar konumundaki Irak, savaş sonrasında kaybedilmiş oldu. Bu iki etken savaş sonrasında Suriye’nin çok daha ciddî ekonomik zorluklarla karşılaşmasına ve dolayısıyla ekonominin iç istikrarı tehdit eder bir konuma yükselmesine neden olmuştur.

Suriye Endüstri Bakanı İsam Zaim, Suriye ekonomisinin içinde bulunduğu durumu ve ekonomik yapılanmanın bozukluğunu şu şekilde açıklıyor: “Suriye’de sermaye eksikliği bulunmamaktadır, ancak sistem etkin bir durumda değildir. Ülkede yapısal reformların tamamlanması gerekmektedir. Bunun yanında ihracat kapasitemizi artırmak ve teknoloji transferini gerçekleştirmek için yabancı yatırım şart.” Ekonomi analizcileri ise ülkede yönetimin serbest piyasa ekonomisinin risklerini almaya henüz hazır olmadığını belirtiyorlar. Yönetimin, mevcut ekonomik yapılanma (kamu sektörünün ve hükümetin ekonomi üzerindeki kontrolü) bir yandan korunurken diğer yandan da özel sektörün gelişeceği şeklinde yanlış bir düşünceye sahip olduğu yorumu yapılmaktadır. Suriye’nin içinde bulunduğu bu paradoksal durumu AB Şam Büyükelçisi Frank Hesse şöyle açıklıyor: “İstikrar çerçevesinde reform yapmak istiyorlar ama bu onları deli gömleği içine sokmaktadır. Hiç tolerans göstermeden hiçbir ilerleme sağlayamazsınız.” Bütün ilgililer tarafından yapılan bu yorumlar Suriye’nin içinde bulunduğu durumu ve ekonominin ülke istikrarı üzerinde oynadığı rolü açıkça göstermektedir.

Suriye Endüstri Bakanı İsam Zaim’in ülkenin ekonomisi ve geleceği üzerine yaptığı bu açıklamaları takiben Ekonomi Bakanı Hasan Rifai de ülkenin ekonomik alanda önümüzdeki dönemde atacağı adımlara ilişkin açıklamalar yaptı. Rifai, hükümetin 2004 yılı içerisinde ülkenin ilk borsasını kurmayı planladığını açıkladı. Bunun uzun zamandan beri ulaşmak istedikleri bir hedef olduğunu belirten Rifai, ekonomi alanında hükümetin gelecek yıl için en önemli hedeflerinden birinin bu borsanın kuruluşu olduğunu belirtti. Borsa konusunda hızlı davranacaklarını ama kesinlikle aceleci olmayacaklarını söyleyen Rifai, bunun yanında ülkenin bankacılık kanunlarına, gelişmiş para politikalarına ihtiyaç duyduğunu söyledi. Suriye’de ekonomik açılım anlamında son yıllarda yaşanan gelişmelere önemli bir örnek oluşturan borsa planına karşın Rifai, özelleştirme konusunda çok da olumlu mesajlar vermedi. Suriye’de ekonomi büyük ölçüde devletin elindedir ve devlet, bankacılık, enerji gibi stratejik ve kârlı sektörleri elinde bulundurmaktadır. Rifai, bu devlet merkezli ekonomiyi değiştirme ve bu anlamda reform uygulama konusunda herhangi bir planları olmadığını ve özelleştirme konusunun gündemlerinde olmadığını belirtti.

Rifai’nin yaptığı açıklamalarda vurguladığı ve talepte bulunduğu bir diğer önemli konu da Irak’la aralarında uzanan ve savaş sırasında kapatılan Kerkük-Banyas Petrol Boru Hattı’nın yeniden açılması konusu olmuştur. Petrolün yeniden akışının herkesin ama özellikle de Irak’ın çıkarına olduğunu savunan Rifai, güvenliğin Suriye tarafından sağlanacağı konusunda da güvence verdi. Tahminlere göre, savaş öncesinde Suriye’ye yıllık beş milyar dolara yakın bir gelir sağlayan hattın Nisan ayı içerisinde ABD tarafından kapatılmasıyla bu gelirden mahrum kalınmıştı ve ülke ciddî bir ekonomik zorlukla karşı karşıya kalmıştı. ABD tarafından bir ekonomik baskı aracı olarak da kullanılan hattın açılması, Suriye ekonomisi açısından büyük önem taşımaktadır. Ancak ABD’nin hattı elinde Suriye’ye karşı önemli bir koz olarak tutacağını ve sadece belli taleplerin yerine getirilmesi durumunda hattın yeniden açılmasının gündeme gelebileceğini söyleyebiliriz.

Ekonomi alanında yaşanan bu gelişmelerin dışında geçen hafta içerisinde Suriye’de gündeme gelen bir diğer konu da siyasal reform. Suriye’de karar alma merkezlerine yakın kesimlerden alınan bilgilere göre siyasal yapılanmada önümüzdeki dönemde önemli değişikliklere gidilecek. Buna göre bakanlıkların yapılanmasında bir dizi değişikliğe gidileceği belirtildi. Bu çerçevede petrol bakanlığı ile elektrik bakanlığının “enerji bakanlığı” adı altında birleştirilmesi bekleniyor. Bakanlıklarda yapılacak diğer birleşme olasılıkları ise şöyle: Çevreden sorumlu bakanlığın yerel yönetim bakanlığına bağlanması, finans bakanlığının hazine bakanlığına dönüştürülerek kapsamının genişletilmesi, ekonomi bakanlığıyla dış ticaret bakanlığının ticaret bakanlığı adı altında birleştirilmesi planlanmaktadır. Bu birleşme planları yanında bazı bakanlıkların da ayrı birimlere bölünmesi planlanmaktadır. Buna göre de kara taşımacılığında uzmanlaşmış birimler iletişim bakanlığından alınarak ulaşım bakanlığına aktarılacak. Su ile ilgili konular da iskan bakanlığından alınarak sulama bakanlığına aktarılacak. Bu gelişmeler dışında bazı bakanlıkların ve kanunların da kaldırılması planlanıyor. Meclisten sorumlu devlet bakanlığı, Suriye Kızılayından sorumlu bakanlık, açık denizler kanunu ve hükümet içindeki üç sürekli komitenin kaldırılmasının düşünüldüğü belirtildi.

Irak Savaşı sonrasında ortaya çıkan yeni bölgesel durumdan en çok etkilenen ülke konumundaki Suriye’de başlayan zorunlu değişim süreci devam ediyor. Suriye gerek mevcut siyasal ve ekonomik çıkmazından kurtulmak gerekse değişim yönündeki iç-dış baskıyı azaltmak için zorunlu ve bu nedenle de sınırlı bir değişim sürecine girmiştir. Gerek ekonomik alanda gerekse siyasal alanda yaşanan bu gelişmelerin Irak Savaşı ve sonrasında ortaya çıkan yeni bölgesel şekillenmeyle bağlantılı olduğunu söyleyebiliriz.

Thursday, August 14, 2003

Suriye-ABD İlişkileri ve Suriye’ye Politik Yansımaları

ABD’nin Orta Doğu Elçisi William Burns hafta içerisinde Şam’da Suriye lideri Beşar Esad’la bir araya geldi. Yapılan açıklamada, görüşmelerde Orta Doğu Barış Süreci, teröre destek, Lübnan sorunu ve Irak konularının ele alındığı açıklandı. Görüşmelerde ABD tarafı Suriye’ye ve Lübnan’a çok açık bir biçimde Hizbullah üzerindeki etkilerini kullanarak örgütün girişmiş olduğu eylemlere son verilmesini sağlamalarını istemiştir. Suriye tarafının buna karşılık temel savunması ise İsrail’in gerçekleştirdiği öldürme ve suikast olaylarından sonra Lübnan ve Suriye tarafına tek taraflı olarak saldırıları durdurun telkininde bulunulmasının gerçekçi olmadığı yönünde olmuştur. Esad ayrıca İsrail’in ABD muhalefetine karşın Batı Şeria’nın etrafına güvenlik duvarı örmeye devam ettiğini belirtmiştir. Esad ülkesinde barınan ve Lübnan üzerinden İsrail’e karşı mücadele yürüten radikal grupları, Filistinlilerin özgürlüğü ve bağımsızlıklarının meşru temsilcileri olarak nitelemiştir. Irak üzerine yapılan görüşmelerde ise Suriye tarafı, Irak Yönetici Konseyi’ni bağımsız bir organ olarak tanımadıklarını ancak Irak’ta yasal bir Irak hükümetinin kurulmasının önündeki yolu bu konseyin açacağını umduklarını belirtmişlerdir. Barış Süreci’ne ilişkin olarak da Suriye, “dörtlü” tarafından öne sürülen “yol harita”sına eleştiriler getirmiş ve bu planın Filistin-İsrail çatışmasına son verme niteliğinde olmadığını belirtmiştir. Irak Savaşı sırasında Suriye’nin Irak’ı desteklemesi nedeniyle savaş sonrası gerilen Suriye-ABD ilişkileri, savaşın hemen ertesinde ABD’nin savaşa varan tehditleri sonrasında Suriye’nin geri adım atarak müzakerelere açık olduğunu bildirmesi ve ABD talepleri doğrultusunda sınırlı da olsa adımlar atması sonrasında yumuşamıştı. Gerginlik, savaş sonrasında şiddetini yitirse de sorun başlıklarının hala varlığını koruması ve Suriye’nin bu doğrultuda somut adımlar atmaması nedeniyle hala devam etmektedir. ABD açısından sorun Suriye’nin Orta Doğu Barış Süreci’nde oynadığı etkin rol ve bölge istikrarı üzerinde sahip olduğu etkidir. ABD, Suriye’nin elindeki kozları alarak İsrail-Filistin çatışmasına bir son vermek istemektedir. Suriye açısından ise sorun Golan Tepeleri’nde odaklanmaktadır. Suriye Lübnan’daki etkisi ve bu suretle radikal Filistinli örgütler üzerinde sahip olduğu etkiyle Golan Tepeleri’nin kendisine geri verilmesi için İsrail üzerinde bir baskı unsuru oluşturmakta ve mücadelesini bu örgütler aracılığıyla yürütmektedir. ABD Elçisiyle Esad arasında yapılan görüşme de bu çerçevede gerçekleşmiştir. ABD Orta Doğu barışına ilişkin taleplerini yinelemiş Suriye ise elindeki kozları kaybetmemek için bu taleplere karşı direnmiştir.

Irak Savaşı, Suriye açısından yukarıda bahsedilen konularda (dış politika) baskıya maruz kalması sonucunu doğurmasının yanında iç politikası açısından da ciddi değişim olasılıklarını gündeme gelmesine neden olmuştur. Barış Süreci’ne ilişkin olarak gündeme getirilen talepler Golan Tepeleri’nde düğümlenirken iç politikaya ilişkin belirtilen talepler konusunda ise “rejim sorunu” belirleyici olmaktadır. Rejim sorunu Suriye’nin karşı karşıya kalmış olduğu ikilemi belirtmektedir. Bir yandan reform-değişim yönünde baskı altında kalırken diğer taraftan da bu değişimin rejimin yıkılması sonucuna yol açmasına engel olmaya çalışmaktadır. Bu ikilem Suriye’nin söylem ve pratik anlamında çelişkili tutumlar içerisine girmesine neden olmaktadır. Bir yandan reform söylemini gündeme taşırken diğer taraftan da kendi kontrolü dışında gelişen tüm reformcu hareketlere sınırlama getirmektedir. Bu çerçevede geçen hafta içerisinde Suriye’de iki önemli gelişme yaşanmıştır:

1. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad geçen hafta içerisinde, yakın bir zamana kadar reformcu bir hükümet atayacağını açıklamıştır. Bu açıklama hem Suriyeliler hem de bölge açısından sevindirici bir haber olarak nitelendirilmiştir. Irak Savaşı sonrasında ortaya çıkan yeni bölgesel koşullar çerçevesinde alınan bu karar önümüzdeki dönemde Suriye siyasal hayatında yaşanması olası gelişmeler açısından sinyaller vermektedir. Beşar Esad’ın üç yıl önce başa geçişini takiben ortaya çıkan ve rejimin sert tepkisi sonrasında sona erdirilen reform hareketi yeni bölgesel ortamda daha ciddi biçimde ve daha geniş bir tabana yayılmış şekilde gündeme gelmektedir. Irak Savaşı, Suriye’de reform hareketi açısından çok önemli iki sonuç doğurmuştur. Öncelikle savaş Suriye’nin ABD karşısında çok daha ciddi anlamda baskı altında kalmasına yol açmıştır. Artık siyasal, askeri ve ekonomik baskı unsurlarını Suriye üzerinde çok daha etkin bir biçimde kullanma şansına sahip olan ABD, Suriye’de değişim sağlamak açısından çok daha etkin bir konuma kavuşmuştur. Savaşın ikinci etkisi ise iç etkenler açısından ortaya çıkmıştır. Daha önce rejimin tepkisi sonucu sindirilen ve sınırlı etkinlikleri kırılan aydın-reformcu-liberal kesim savaş sonrasında yeni bölgesel koşullardan faydalanarak seslerini yükseltme ve reform taleplerini yeniden gündeme taşıma imkanı bulmuşlardır. Suriye’de yönetim şu anda iç, ama çok daha önemlisi dış baskı altındadır ve büyük bir ikilem içerisindedir. Zira değişim Suriye’de rejimi tehdit eden en önemli olgudur ve siyasal-ekonomik eliti ciddi anlamda kaygılandırmaktadır. Bu ikileme rağmen Suriye yönetiminin bu iç ve dış baskılara karşı tamamen sessiz kalması imkansızdır. Suriye lideri Beşar Esad’ın geçtiğimiz günlerde yeni bir hükümet atayacağı yönündeki açıklaması da bu gelişmeler çerçevesinde değerlendirilmelidir. Önümüzdeki dönemde Suriye sınırlı da olsa bir değişim, reform sürecine gidecektir. Yeni hükümet atanması kararının iki hedefi olabilir. Yönetim reformcu hükümet atanacağı söylemiyle öncelikle iç ve dış baskıyı azaltmaya çalışmaktadır. Diğer yandan ise Esad, önümüzdeki dönemde alınacak kararlarda daha rahat hareket edebilmek için uyumlu çalışabileceği bir hükümeti başa geçirmeyi amaçlamaktadır.

2. Reform hareketi doğrultusunda meydana gelen ikinci önemli olaysa Karikatürist Ali Firzat tarafından üç yıl önce çıkarılmaya başlanan Al-Dumari (Lamba Işığı) gazetesinin bir ay boyunca yayın yapmadığı gerekçesiyle kapatılması olmuştur. Suriye’de basın kanunlarına göre üç ay boyunca yayın yapmayan gazetelerin yayın yapma izinleri ellerinden alınabiliyor. Ali Firzat yayın izninin ellerinden alınmasıyla ilgili olarak yaptığı açıklamada olayın ‘reformcularla, reformdan zarar göreceği için sürece karşı duranlar arasında yaşanan mücadelenin bir sonucu’ olduğunu söylemiştir. Ali Firzat’ın bu açıklaması belki de olayın perde arkasını en iyi özetleyen cümleler. Gazete genel anlamda devleti ve yönetimi eleştiren yapısıyla tanınıyordu. Görsel ve yazılı basın araçlarına devletin hakim olduğu Suriye’de Al-Dumari gazetesi bağımsız nitelik taşıyan sayılı gazetelerden biriydi. Ali Firzat askerlerle, bürokrasiyle ve polisle dalga geçen karikatürleriyle tanınan bir karikatürist. Gazete geçen aylar içerisinde Saddam Hüseyin’le ilgili olarak yayımladığı karikatürlerden sonra devlet tarafından baskı altında kalmaya başlamış ve yönetim gazeteyi Arap birliğini bozduğu gerekçesiyle suçlamaya başlamıştı. Firzat ise bu suçlamalara karşılık olarak ‘Irak halkının yanında olduğunu ancak bütün diktatörlere karşı olduğunu’ söylüyordu. Gazetenin yayın hakkının alınması, bu gelişmeleri takiben ortaya çıkmıştır. Irak Savaşı sonrasında kalınan baskı ortamında ‘değişim paradoksu’yla karşı karşıya kalan Suriye yönetiminin, her ne kadar reform söylemini sık sık kullansa da pratiğe baktığımızda kendi kontrolü dışında olan hiçbir gelişmeye izin vermediği görülmektedir. Savaş sonrasında gerek siyasi gerekse ekonomik anlamda en çok etkilenen ülke olan Suriye, yeni bölgesel koşullar altında değişmek zorunda olduğunu bilmekte ancak değişimin rejimin yıkılmasına (Sovyetler Birliği’nde Gorbaçov döneminde olduğu gibi) varacak boyutlara ulaşmasına engel olmak istemektedir. Bu da yönetimi kendi kontrolü dışındaki gelişmeleri kısıtlama yoluna itmektedir. Al-Dumari gazetesi yazar kadrosu da göz önüne alındığında reformcu-liberal bir gazete olarak nitelendirilmektedir. Yönetim önümüzdeki dönemde girişilecek sınırlı ve kontrollü reform sürecinde her gelişmenin kontrolü altında olmasını amaçlamaktadır.

Monday, July 21, 2003

Irak Savaşı'ndan Sonra Suriye'de Ekonomi ve Siyaset

Irak’a müdahale gerçekleşmeden önce savaşa en yoğun muhalefeti yapan ülkelerin başında Suriye geliyordu. Siyasi, askeri ve güvenlikle ilgili nedenler dışında Suriye’nin muhalefetinin temelinde yatan faktörlerden biri de ekonomi idi. Savaş öncesi yapılan yorumlarda ekonomik anlamda bu savaştan en olumsuz etkilenecek ülkelerin başında Suriye’nin geleceği yorumları zaten yapılıyordu. Savaş sonrası geldiğimiz noktada görülenler, savaş öncesi yapılan yorumları doğrular niteliktedir. Ekonomistlerin yorumlarına göre, bölgede Irak Savaşı’ndan en olumsuz etkilenen ülke Ürdün’le beraber Suriye olmuştur. Suriye’de halen yüzde 20 civarında işsizlik oranı bulunmakta ve buna karşılık ülke yıllık yaklaşık yüzde 3,5’lik bir oranla büyümektedir. Bu durum ülkenin her yıl işsiz sayısına katılımı artıran bir süreç. Bu büyüme oranıyla Suriye’nin yeni istihdam alanları açması imkansız gözükmektedir.

Suriye’nin Irak Savaşı’ndan ekonomik anlamda çok ciddî şekilde etkilenmesinin iki önemli nedeni bulunmaktadır. Birincisi, Saddam döneminde Irak’tan Birleşmiş Milletler yaptırımlarına aykırı olarak ithal edilen petrolden savaş sonrasında mahrum kalınmasıdır. Suriye, bu ithalat sayesinde iç tüketimde kullanmak üzere ucuz petrol temin ediyor ve bunun yanında ucuza aldığı petrolü kendi rafinelerinde petrolün türevlerine dönüştürerek ihraç ediyordu. Suriye’nin bu petrol ithalatından yıllık iki milyar dolara yakın gelir elde ettiği tahmin edilmekteydi (Suriye hiçbir zaman Irak’tan büyük miktarlarda petrol ithal ettiğini resmi olarak kabul etmemiştir, sadece iç tüketimi karşılamak amacıyla sınırlı petrol ithali gerçekleştirdiğini söylemekteydi). Bu miktarlar GSMH’ın yüzde beşine tekabül eden bir büyüklüğe sahipti. Bu da bu gelirin Suriye ekonomisi açısından önemini göstermektedir. Suriye ekonomisini etkileyen ikinci faktör ise, Suriye malları için en önemli pazar konumundaki Irak pazarının kaybedilmesidir. Irak pazarı Suriye açısından tarihi olarak her zaman büyük önem taşımıştır. Irak Savaşı’ndan sonra bu pazarı da kaybeden Suriye ekonomik anlamda bir darbe daha yemiştir.

Bu nedenle, Suriye ekonomik çıkmazdan ve Batı baskısından kurtulmak amacıyla sınırlı bir ekonomik reform sürecini başlatmıştır. Esasen Suriye’de sınırlı ekonomik reform süreci 2000 yılında Beşar Esad’ın başa geçtiği tarihte gündeme gelmeye başlamış ve bu anlamda önemli adımlar da atılmıştı. Suriye’de enerji, bankacılık gibi stratejik sektörlerin tamamı devlet kontrolündedir. Geçen yıllarda çıkarılan bir kanunla ülkede özel bankaların kurulmasına izin verilmişti. Yine bunu takiben yabancı yatırımcıların önündeki engelleri azaltan bir dizi kanun geçirilmişti. Irak Savaşı sonrası durumda ekonomik reform (siyasal reformla beraber) süreci farklı bir anlam kazanmıştır. Artık reform sadece ülkenin içinde bulunduğu ekonomik çıkmazdan kurtulmanın bir yolu ve içerden gelen taleplerin bir sonucu olarak değil aynı zamanda ABD tarafından maruz bırakıldığı baskı ortamından kurtulmanın da bir yolu olarak ortaya çıkmıştır. Suriye bu doğrultuda geçen hafta içerisinde dövizle yapılan işlemleri sınırlayan yasayı kaldırmıştır. Alınan bu kararla, ülkeye yapılan yabancı yatırımın ve turizm gelirlerinin artırılması amaçlanmaktadır. Aynı zamanda ülke dışında bulunan Suriyelilerin paralarının da ülkeye çekilmesi planlanmaktadır. Ülkedeki iş çevrelerini de memnun eden bu kararla birlikte ülkede yabancı yatırımın yanında Suriyelilerin yatırımlarının da artması beklenmektedir. Ancak her ne kadar bu adımlar iş çevrelerinde memnuniyetle karşılansa da ekonomik reform sürecinin çok yavaş ilerlediği ve çok sınırlı düzeyde kaldığı eleştirileri de getirilmektedir. Suriye yönetimi siyasal reform sürecinde olduğu gibi ekonomik reform konusunda da bir ikilem içerisinde bulunmaktadır. Suriye yönetimi, içerden mevcut ekonomik yapılanmadan faydalanan kesimin değişim karşısındaki direnciyle değişim yönünde baskı oluşturan kesim arasında bir ikilem yaşıyor gözükmektedir.

Bu ikilem karşısında sıkışan Esad yönetimi sınırlı da olsa bir siyasi reform başlatma ihtiyacı hissetmektedir. Suriye’de geçen hafta içerisinde 408 No’lu kararname yayınlanmıştır. Kararname öncesinde Suriye’de, en alt düzey dahil tüm hükümet görevlileri, asker, emniyet teşkilatı mensupları, tüm üniversite hocaları, gazeteciler Baas Partisi üyesi olmak zorundaydı. Sözkonusu kararname ile bu zorunluluk ortadan kaldırılmış ve bu konumlara yükselecek kişilerde Baas Partisi üyesi olma koşulu ortadan kaldırılmıştır. Bu kararnamenin çıkarılması ülkede Baas Partisi’nin etkinliğini azaltan bir adım olarak değerlendirilebilir. Geçen haftalar içerisinde yaklaşık 300 aydının imzaladığı bir bildiri yayınlanmıştı. Belgede aydınlar siyasal reform talebinde bulunuyorlardı. 408 No’lu kararname de bu siyasal reform taleplerini takiben yayınlanmıştır.

Irak Savaşı ertesinde ABD tarafından baskıya maruz bırakılan Suriye’den ilk aşamada talep edilenler bölgesel konulara, barış sürecine ilişkin konulardı (teröre verilen desteğin kesilmesi, kitle imha silahı geliştirme programlarına son verme, Lübnan’dan çekilme). Uzun vadede Suriye’den siyasal ve ekonomik yapılanmasına ilişkin konularda da talepte bulunulması ve bu anlamda Suriye’nin ABD ve Batı tarafından baskı altında kalması beklenmektedir. Zaten aydınların yayınladığı bildirgede de bu duruma vurgu yapılarak yeni bölgesel koşulların Suriye’yi değişime zorladığı belirtilmektedir. Suriye’nin bölgede hiçbir zaman olmadığı biçimde tehdit altında olduğu ve bu durumdan kurtulmanın yolunun da değişimden geçtiği vurgulanmaktadır. Ülkede reform talebinde bulunan kesimler yeni bölgesel koşulları Suriye açısından bir anlamda fırsat olarak görmektedirler. 2000-2001 yılları içerisinde sürdürdükleri reform hareketinin rejimin sert tepkisiyle karşılaşması ve başarısız olması ve bunu takiben Irak Savaşı, ülkede reform talebinde bulunan kesimleri yeniden cesaretlendirmiştir. Suriye yönetimi de ABD baskısından kurtulmanın yolunun değişimden geçtiğini bilmekte ancak bunun yanında değişim olgusunun rejim için taşıdığı tehdit nedeniyle büyük bir ikilem yaşamaktadır. Yaşanan bu ikileme rağmen yönetimin içerden gelen talepler, ama esasen ABD tehdidi karşısında zorunlu da olsa sınırlı bir siyasal reform sürecine gittiği görülmektedir.

Friday, June 06, 2003

Irak Savaşı ve Suriye’de Ulusal Reform Tartışmaları

Suriye’de entelektüeller, avukatlar, mühendisler ve politik eylemcilerden oluşan 287 kişilik bir grup, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a ülkede “kapsamlı ulusal reform” yapılması konusunda bir mektup yolladı. Mektupta tutuklu olan siyasi suçluların salıverilmesi, ülke dışına çıkarılanların ise geri çağrılması, ülkedeki olağanüstü hal uygulamasına son verilmesi, güvenlik birimlerinin faaliyetlerinin düzenlenmesi, düşünce, ifade ve toplantı özgürlüğü sağlanması gibi talepler dile getirilmiştir. Reform hareketi ülkede yeni bir gelişme değildir. Özellikle Hafız Esad’ın 2000 yılında ölümü sonrasında Beşar Esad’ın başa geçişiyle beraber Suriye’de reform tartışmaları gündeme gelmiş ancak hareketin rejimi rahatsız edecek bir noktaya gelmesini takiben bu hareketin önde gelen isimlerinin, ki bunlar arasında iki milletvekili de bulunmaktaydı, tutuklanması ve faaliyetlerinin kısıtlanması yoluyla bu tartışmalara son verilmişti.

Reform hareketinin Suriye’de yeniden gündeme gelmesi Irak Savaşı ve sonuçlarıyla doğrudan bağlantılıdır. Ülkede reform talebinde bulunan bir kesim bulunmaktadır ancak bu grubun rejimde değişim sağlama gibi bir gücü bulunmamaktadır. Irak Savaşı sonrasında reform hareketinin ülkede yeniden gündeme gelmesini iki nedene bağlayabiliriz. 1) Suriye yönetimi içerisinde Irak’taki rejim değişikliğinin bölgede İsrail ve ABD çıkarlarına uygun olarak yaşanacak rejim değişikliği dalgasının ilk adımı olduğu yönünde bir düşünce hakimdir. Bu doğrultuda önümüzdeki dönemde Suriye’nin mevcut siyasal ve ekonomik yapılanmasında herhangi bir değişime gidilmemesi durumunda ABD yönetiminin Suriye’de bir rejim değişikliğine gitme düşüncesine yaklaşacağı düşünülmektedir. Suriye bu şekilde ülkede reform konusunu gündeme getirerek ve bazı alanlarda adımlar atarak ABD’nin ülkesi üzerindeki baskısını azaltmayı düşünmektedir. 2) Suriye’de tabanını 1990 sonrasında devletin uyguladığı ekonomik politikalar sonucunda ortaya çıkan yeni zengin sınıfın ve entelektüellerin oluşturduğu demokrasi yanlısı bir kesim bulunmaktadır. Irak Savaşı sonrasında ABD’nin bölgeye yerleşmesi daha önce rejimin sert tepkisiyle karşılaşan bu kesimi cesaretlendirmiştir. Zaten grubun yolladığı mektupta açıkça Irak’ın ABD tarafından işgalinin bölgede stratejik durumu değiştirdiği ve Suriye’nin hiçbir zaman olmadığı şekilde iki güç karşısında (ABD ve İsrail) kaldığı belirtilmekte ve yeni durum karşısında ülkede değişimin kaçınılmaz olduğu vurgulanmaktadır. ABD baskılarına maruz kalmadan kurtulmanın en uygun yolunun ülkede reform yapılması olduğu savunulmaktadır.

Friday, May 30, 2003

Suriye Dış Politika Analizi: ABD-Suriye Gerginliği

Oytun Orhan*



Suriye dış politikası dendiğinde durumu tanımlayan en uygun kavram olarak pragmatizm kullanılır. Felsefî manada pragmatizm, gerçeğin sadece pratik fayda sağlayan olduğunu savunan ve düşünceyi doğurduğu eyleme göre ölçen bir yöntem olarak tanımlanmaktadır.[1] Bu tanımlamayı 2000 yılına kadar Suriye’yi 30 yıl boyunca yöneten Hafız Esad’ın pragmatik lider kişiliğinin Suriye dış politikasına yansıması olarak görebiliriz. Hafız Esad 1970 yılında iktidara gelişiyle beraber kurduğu yapıyla ülkenin tüm siyasal, askerî, güvenlik ve yasama konularında devlet başkanına geniş yetkiler veren yapıyla ülkenin tüm kurumları üzerinde tam bir hakimiyet sağlamıştır. Esad bu yapılanma içerisinde üstün lider olma yetenekleri ve otoritesi sayesinde de karar alma sürecinde çoğu zaman tek adam olmasına imkan tanıyan bir sürecin oluşmasını sağlamıştır. Esad genel görüşe göre olayları görüp, değişimleri hemen saptayarak yeni durumu analiz etme ve ona göre çabuk doğru kararlar alma yeteneğine sahip, satranç tahtasında yeni realiteleri de hesaba katabilen bir liderdi.[2] İşte onun bu özellikleri karar alma sürecinde tek adam olması dolayısıyla Suriye dış politikasının da belirleyici unsurları haline gelmiştir.

Irak Savaşı öncesi, sırası ve sonrası yaşananlar da Suriye’nin dış politikasına hakim olan bu unsurları göstermesi açısından önemli gelişmelere sahne oldu. Siyasal yapının imkân tanıdığı çabuk karar alabilme, kararları hemen uygulayabilme, pratik fayda sağlanmadığı düşünülen politikalardan hemen vazgeçerek yeni politikalar uygulama konusunda çok çarpıcı gelişmeler yaşanmıştır. Suriye dış politikasının analizi, karar alma sürecinin işleyişi, dış politikaya hakim olan temel niteliklerin saptanması Suriye’nin Irak Krizi ve Irak Savaşı sürecindeki davranışlarını anlamamız ve yine önümüzdeki süreçte Suriye-ABD ilişkilerine ve ABD’nin bu ülkeye yönelik olarak değişim anlamında gündeme getireceği konularda Suriye’nin nasıl bir tutum izleyeceğini anlamamız açısından önem taşımaktadır. Bu gerçekten hareketle çalışmada öncelikle Suriye’de karar alma süreci ve karar alırken hangi prensibe göre karar verildiği anlatılacaktır. Daha sonra ise bu temel çerçeve kapsamında Irak Savaşı sırası ve sonrasında ABD-Suriye arasında ortaya çıkan gerginlik ortamında Suriye’nin davranışları daha iyi anlaşılacak ve yine Suriye’nin karar alma prensipleri çerçevesinde bundan sonraki süreçte ABD tarafından kalacağı baskı ortamındaki olası davranışları ele alınacaktır.

Suriye’de Karar Alma Süreci ve Dış Politika

Suriye’ye genel anlamda bakıldığında bu ülkenin otoriter bir devlet yapılanmasına sahip olduğu görülmektedir. Hafız Esad’ın kurduğu yapıyla ülkede karar alma sürecinde çok sınırlı sayıdaki siyasi seçkin etkili olmaktadır. Meclis, parti, hükümet gibi esas politika belirleme birimleri olması gereken organların işlevi rejimin almış olduğu kararlara, uyguladığı politikalara karşı meşruiyet duygusunun yaratılması ve bunlara yasallık sağlanmasıdır. Bu birimlerin bir diğer işlevi de rejimin sadık taraftarlarının çeşitli makamlara atanarak ödüllendirilmesi açısından da geniş olanak sağlamasıdır.[3] Bu organlar içinde görev alan kişilerin etnik dağılımına bakıldığında yaklaşık yüzde altmışının Sünni olduğu gözükmektedir (Bu oran ülkede var olan Sünni nüfus oranına da yaklaşık olarak denk düşmektedir). Ancak Suriye’de bilinen, ülkeyi esas yöneten grubun güvenlik ve istihbarat birimlerinin başında bulunan kişilerle ordunun üst düzey askerlerinin olduğudur. Bu birimlerde görev alanların yüzde doksanını ise Nusayriler oluşturmaktadır. Nusayrilerin genel nüfusa oranları ise yaklaşık olarak sadece yüzde ondur. Devlet Başkanlığı ise bu iki kanadın da üstündedir. Devlet Başkanı hem partinin genel başkanı olarak siyasi hiyerarşinin en üstünde yer alarak bu kanadı kontrol ederken aynı zamanda gene anayasaya bağlı olarak silahlı kuvvetlerin de başı konumundadır. Tüm güvenlik ve ordu birimlerine atamalar devlet başkanı tarafından gerçekleştirilmektedir.

Suriye’nin sahip olduğu bu yapı ülkeye değişik güç odaklarının baskısı olmaksızın çabuk ve ani kararlar alabilme şansı ve çok geniş bir manevra alanı sağlamaktadır. Aynı şekilde, verilen bir karardan pratik fayda sağlanmadığı görüldüğü takdirde hemen yeni kararlar alarak uygulama (pragmatik tavır) fırsatı sağlamaktadır. Suriye’de sınırlı seçkin grubun da ötesinde Hafız Esad döneminde, siyasal yapının kendisine sağladığı imkânın yanında sahip olduğu lider nitelikleri nedeniyle de, karar alma sürecinde tek adamın, yani sadece Esad’ın etkili olduğu görülmekteydi. Hafız Esad’ın dış politikadaki rolü ve genel olarak Suriye dış politikasının karakteristiğine ilişkin en çarpıcı örnek eski ABD Dışişleri Bakanı James Baker’ın İsrail’le barış sürecine ilişkin olarak yürütülen müzakereler esnasında Esad’a söylediği sözlerdir. Baker kendi anılarında olayı şöyle aktarıyor: ‘Hafız Esad’ı barış görüşmelerini BM’nin himaye etmesi yönündeki fikirlerinden vazgeçirmeye çalışıyordum. Esad ülkesine dönerek parti organları ve Ulusal İlerici Cephe’yle görüştükten sonra kararlarını vereceklerini ve ondan sonra nelerin olacağını birlikte göreceklerini söyledi. Ben bunun Esad’ın son baştan savma hareketi olduğunu anlamıştım. Kızgınlığımı anlaması için önümdeki dosyayı hızla kapadım ve şöyle söyledim ‘benim bildiğim kadarıyla Suriye Arap Cumhuriyeti’nde alınacak kararlar konusunda Hafız Esad’ın kendinden başka hiç kimseyle görüşmeye ihtiyacı yoktur.’[4] Bu durum en azından ABD yönetiminin algılamasında Suriye’deki karar alma sürecine ilişkin bakışı göstermesi açısından önemli bir göstergedir. Ayrıca bu durum gerçeklikle hemen hemen bağdaşmaktaydı da.

Suriye’de karar alma süreci bu şekilde işlerken kararlar tamamen pratikte fayda sağlama prensibine dayandırılmaktadır. O döneme kadar yararlı olduğu düşünülen politikaların artık fayda sağlamadığı düşünüldüğü anda yeni kararlar alınarak değişen durumlara göre yeni politikalar oluşturulmaktadır. Bu duruma en iyi örneği 1990 sonrasında Sovyetler’in yıkılması sonrasında en önemli uluslararası siyasi ve askerî desteğini kaybeden Suriye’nin izlediği politikalar oluşturmaktadır. O döneme kadar Sovyetler’in Orta Doğu’daki müttefiklerinden biri olan Suriye değişen uluslararası sistemi ve dengeleri hemen analiz etmiş ve kısa sürede yönünü Batı’ya çevirerek politikalar oluşturmaya başlamıştır. Bu kapsamda öncelikle 1991 yılındaki Körfez Savaşı sırasında Irak’a karşı oluşturulan koalisyona destek vermiş ve birliklerini savaşa göndermiştir. ABD’yle nispi bir yakınlaşma süreci içerisine giren Suriye baskılar karşısında İsrail’le de barış görüşmelerine oturmuştur. Bütün bunlar Suriye’nin değişen durumlara hemen uyum sağlayarak yeni politikalar oluşturduğunu göstermektedir. Bu süreçte de en etkin kişi tabi ki yine Hafız Esad’dı. Hafız Esad’ın pragmatik kişiliği karar alma sürecinde sahip olduğu etkin konum nedeniyle Suriye dış politikasına da yansıyordu. Hafız Esad’ın pragmatik kişiliğini göstermesi açısından ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissenger’ın anılarında barış sürecine ilişkin olarak yaptığı görüşmelerde Hafız Esad’dan aktardığı sözler açıklayıcıdır. İsrail’le barış imzalaması yönündeki baskılara karşılık olarak; ‘Suriye’nin en büyük zorluğu şudur ki halkımız yaklaşık 20 yıldır İsrail’e karşı nefretle beslenmiş bir halktır ve bu gerçeği biz yolumuzu değiştireceğiz diye bir gecede ortadan kaldırmak mümkün değildir. Hepimiz insanız ve olaylara düşünmeden ani tepkiler verebiliriz. Fakat liderlikte kendimizi sınırlamalı, durumu analiz etmeli ve çıkarlarımız yönünde adım atmalıyız. Adil bir barış halkımızın çıkarınadır’[5] Bu, Suriye’de dış politikada yeni durumlar karşısında hemen nasıl yeni kararlar alındığını açıkça göstermektedir. Değişen durum analiz edilerek yeni duruma uygun, fayda sağlayacak politikalar oluşturulmaktadır.

Suriye’nin dış politikasına hakim olan bir başka unsur da askerî yola başvurmaya gerek kalmaksızın askerî tehdit (siyasal veya ekonomik baskı şeklinde de ortaya çıkabilir) yoluyla davranışlarında değişim sağlanabilmesidir. Bu konuya en çarpıcı örnek 1997 yılında Suriye ile Türkiye arasında PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması sürecinde yaşanmıştır. Türkiye herhangi bir askerî tedbire başvurmaksızın sadece askerî tehdit yoluyla Suriye’nin davranışlarında değişim sağlayabilmiştir.[6]

Suriye’nin sahip olduğu karar alma süreci ve dış politikasına hakim olan bu temel prensipler onun gerek Irak Krizi, gerek Irak Savaşı ve gerekse de hemen savaş sonrası ortamda ABD tarafından kaldığı baskı ortamındaki davranışlarında da belirleyici olmuştur.

Irak Savaşı ve ABD-Suriye Gerginliği

2002 yılları sonuna doğru ABD’nin Irak’a operasyon düzenlemesi olasılığının ortaya çıkması Suriye’yi ciddî anlamda rahatsız etmiştir. Zira Suriye’nin ABD’yle ilişkileri sorunlu bir içerik taşımaktadır. Suriye yönetimi içerisinde bu operasyonun Irak’la sınırlı kalmayacağı ve Orta Doğu’da yaşanacak rejim değişikliği dalgasının ilk adımı olacağı şeklinde bir düşünce hakimdi.[7] Bu korku Suriye’nin Irak’la zaten 1997 yılından bu yana olumlu seyreden ilişkilerini daha da derinleştirdi ve bu ülkeyle beraber operasyonun önlenmesi amacıyla ortak hareket edildi. Suriye yönetimi içerisinde var olan bu kaygılar kamuoyuna da yansımıştır ve ülke içinde ABD karşıtı gösteriler ve Amerikan mallarının boykot edilmesi şeklinde tepkiler ortaya çıkmıştır. Suriye bu süreçte savaşı önleme gibi bir güce sahip olmadığı için BM aracılığıyla bu mücadeleyi yürütmüş, BM ilkelerine bağlı kalınarak bir çözüme ulaşılmasını savunmuştur. Suriye’nin bu operasyondan duyduğu kaygıları gösteren en açık ifade ise Beşar Esad’ın bir Arap gazetesine verdiği röportajda söylediği sözlerdir. Esad ABD’nin Irak’ta başarılı olduktan sonra bu operasyonla sınırlı kalmayacağını bölgedeki diğer Arap devletlerinde de değişimin gündeme geleceğini ve Suriye’nin İsrail’le ve ABD’yle olan ilişkileri düşünüldüğünde kendi ülkesinin de sırada olduğunun şüphe götürmediğini söylemiştir.[8] Bu ortamda Suriye açısından operasyonun engellenmesi hayati bir önem taşımıştır. Ancak söylem düzeyinde her ne kadar savaşa muhalefet etse de pratikte ABD’nin tepkisine neden olacak davranışlarda bulunmamıştır. Hatta bu çerçevede BM’de silah denetçilerinin Irak’a geri dönmesini sağlayan karara da kabul oyu veriyordu. Yine aynı doğrultuda ABD’nin taleplerine paralel olarak Lübnan’daki birliklerinin bir kısmını ülkesine geri çekiyordu.[9]

Suriye her ne kadar aksi yönde çaba göstermiş olsa da savaşın çıkışını önleyememiştir. Savaş öncesi yapılan değerlendirmelerde Suriye’nin ancak pasif muhalefet uygulayabileceği ve pratikte Irak’a yardım edemeyeceği düşünülüyordu. Ancak savaş çıktıktan sonraki gelişmeler ilk aşamada beklenen şekilde gelişmedi ve Irak, ABD birliklerine özellikle Umr Kasr ve Nasıriye’de ciddi direniş gösterdi. Bu gelişme Suriye tarafından yanlış analiz edildi ve yönetimde ABD’nin Irak’ta yenilgiye uğratılabileceği gibi bir düşünce hakim olmaya başladı. Bu düşünce Suriye’yi politika değiştirerek siyasî desteğin ötesinde somut anlamda Irak’a yardım etmeye yöneltti. Savaşın ilk başlarında sessiz konumda bulunan Suriye’de öncelikle savaş karşıtı gösteriler, yürüyüşler düzenlenmeye başlandı ve bunu takiben Suriye yönetimi, ABD’den bu ‘saçma kanlı savaşı’ durdurması yönünde taleplerde bulunmaya başladı.[10] Daha sonra resmî bir makam olan Suriye Müftülüğü Irak’taki Amerikan ve İngiliz birliklerine karşı intihar saldırıları düzenlenmesi yönünde çağrıda bulunarak bir anlamda ‘cihat’ ilân etti.[11] Bu açıklamaları takiben Suriye’den onlarca kişi ABD ve İngiliz birliklerine karşı savaşmak için gönüllü olarak Irak’a geçmiş, Suriye de sınırda Irak’a geçmek isteyen bu gönüllülere serbest geçiş hakkı tanımış,[12] bunun yanında Iraklı mültecilere ülkelerinin açık olduğunu açıklayarak gelen mültecileri ülkesine yerleştirmiştir. Suriye’nin Irak’a yardımı anlamında ABD tarafından yapılan son suçlama ise Suriye’nin Irak’a sağladığı askeri malzeme desteği olmuştur.[13] Tüm bu gelişmeler ABD yönetimi içinde de etkisini gösterdi ve en üst düzeyde Suriye’yi eleştiren hatta tehditler içeren açıklamalar yapılmaya başlandı. Powell, Suriye’nin ya Saddam Hüseyin’in ölmekte olan rejimine destek vermeye devam edeceğini ya da daha farklı ve umut verici bir politika izleyeceğini, ilk şıkkı seçmesi durumunda ise kararlarının sonuçlarına katlanması gerekeceğini söyleyerek Suriye’yi izlediği politikadan tehdit yoluyla vazgeçirmeye çalışmıştır.

Savaşın başında Suriye’nin kendisi açısından belki de yanlış politikalar[14] izlemesine neden olan gelişmelerin aksine daha sonraki aşamada savaş kısa sürede ABD lehine sonuçlanmıştır. Suriye, bu duruma da geleneksel tepkisini göstererek yeni ortamda politikasında ani bir değişim göstermiş ve ABD’ye ılımlı mesajlar gönderen[15] ve bu ülkenin talepleri yönünde hareket eden bir ülke konumuna bürünmüştür. Savaşın bitişinin hemen ertesinde ABD tarafından askerî müdahaleye varan tehditlerle[16] karşı karşıya kalan Suriye ilk etapta Irak’la sınırlarını tamamen kapadığını açıklamıştır.[17] Bunun da ötesinde ülkesinde bulunan onlarca Iraklı göçmeni sınır dışı etmiştir.[18] Bunu takiben ABD’yle işbirliğine açık olduğunu üst düzey yetkililer aracılığıyla bütün dünyaya duyurmuştur. Bu açıklamalardan sonra Amerikalı iki senatör Şam’a ziyaret düzenlemiş, aynı gün içerisinde koalisyon içerisinde yar alan İspanya’nın Dışişleri Bakanı, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la Şam’da bir araya gelmiştir. Bu yöndeki son gelişme ise ABD’nin arananlar listesinde yer alan ve Suriye’de olduğu düşünülen yaklaşık yedi üst düzey Iraklı yetkilinin ülke dışına çıkarıldığı yolunda çıkan haberler olmuştur. Suriye’nin değişen Irak politikası etkisini ABD’de de göstermiş, Powell Orta Doğu gezisi kapsamında Suriye’ye de gitmiş ve Beşar Esad’la bir araya gelmiştir. Aynı doğrultuda Başkan Bush da Suriye’nin son tutum ve söylemlerini öven açıklamalar yapmıştır.

Suriye’nin Irak Krizi, Irak Savaşı ve savaş sonrası dönem izlediği politikalar incelendiğinde bu politikaların Suriye karar alma sürecinin genel yapısına ve dış politikanın temel özelliğine uygun biçimde ortaya çıktığı ve bu yapının kendisine sağladığı geniş manevra alanı içinde Suriye’nin çok kısa dönemler içinde farklı politikaları kendisine pratikte fayda sağlayacağı düşüncesiyle uyguladığını görüyoruz.

Neden Suriye?

Irak’ta istikrarın sağlanmasına yönelik olarak Suriye’den hemen savaş sonrası talep edilen konularda ABD tatmin olmuş ve bu konuda Suriye’nin Irak’a sağladığı desteği uygulamış olduğu baskı sonucu davranışlarını etkileyerek kesmişti. Savaş sonrası süreç incelendiğinde ABD’nin öncelikli hedefinin Orta Doğu’da bir barış sağlanması ve İsrail-Filistin sorununa çözüm getirilmesi olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla Suriye’ye yönelik olarak ilk aşamada gündeme getirilen konuların İsrail-Filistin barış süreciyle bağlantılı konular olduğu ve böylece İsrail-Filistin barışının önünde en önemli engellerden birini oluşturan Suriye’nin elindeki kozların alınarak Orta Doğu barışının önünün açılmaya çalışıldığı görülmektedir.

Teröre Verilen Desteğin Kesilmesi
Suriye’nin 1960lardan bu yana Filistin’in kararlarını etkileme gücü bulunmaktadır. Suriye’nin bu gücü radikal Filistinli örgütlere sağladığı destekten gelmektedir. Hafız Esad bölgesel konumunu güçlendirmek amacıyla radikal Filistinli grupları desteklemeye iktidara geldiği tarihlerde başlamıştı. Suriye’nin bu yolla ulaşmak istediği bazı amaçları vardı: 1) İsrail’le yürütülen barış görüşmelerinde Filistin kartını oynamak. 2) İsrail’e karşı yürütülen mücadelede Arap Dünyası’nın liderliğine ulaşmak. 3) Dünya kamuoyunda İsrail’e karşı uygulanacak baskıyı artırmak. 4) İsrail üzerinde gerilla savaşı yoluyla askeri baskıyı artırmak.[19] Bu amaçlar doğrultusunda Suriye bazı radikal Filistinli grupları desteklemiş, kontrol etmiş ve silahlandırmıştır. Suriye’de halen yedi adet silahlı örgütün bürosu bulunmaktadır. ABD, Suriye’den bu büroları kapatmasını ve terör örgütlerine verdiği desteği kesmesini istemektedir. Suriye terör örgütleri üzerinde sahip olduğu etki dolayısıyla bölgede istikrar üzerinde etkin bir ülkedir. ABD Suriye’nin barış çabalarına engel olmasını istememektedir. Suriye Lübnan üzerinde sahip olduğu etkiyle Hizbullah üzerinde de tam kontrole sahiptir. İsrail’e karşı yürüttüğü mücadeleyi Hizbullah aracılığıyla ‘vekaleten savaş’ şeklinde yürütmektedir. ABD Suriye arasındaki sorun başlıklarında teröre verilen destek konusu en önemli ayağı oluşturmaktadır.[20] Teröre desteğin kesilmesi konusunda Suriye sınırlı da olsa adım atmış ve ülkesinde bulunan bazı terör örgütü bürolarını kapattığını açıklamıştır. ABD Dışişleri Bakanı Powell da büroların kapandığını doğrularken Suriye’den daha fazla adım atması isteğini dile getirmiştir.[21]

Lübnan’dan Suriyeli Askerî Güçlerin Tamamen Geri Çekilmesi
Suriye’nin Lübnan’da halen yaklaşık 20.000 civarında askerî gücü bulunmaktadır. Ayrıca Lübnan’da yönetimde bulunan politikacılar genel anlamda Suriye yanlısı politikacılardır. Suriye’nin Lübnan üzerindeki bu konumu onun Orta Doğu barış sürecinde elini daha güçlendirmiştir. İsrail’e karşı yürütülen mücadelede Lübnan çok önemli bir yere sahiptir. ABD, Suriye’nin buradaki varlığına son verilebilirse İsrail’e zarar veren terör örgütleri üzerindeki etkisine de son verilebileceğini düşünmektedir. Şu anda Suriye-Lübnan sınırında Hizbullah güçleri ve silahları konuşlanmış durumdadır ve Suriye Hizbullah üzerinde tam bir kontrole sahiptir. Bu kontrolün ve dolayısıyla Hizbullah’ın etkisinin kırılması amacıyla ABD Suriye’den Lübnan’ın tam bağımsızlığına saygı göstermesini ve ülkede bulunan askerî güçlerini geri çekmesini istemektedir.[22] ABD, İsrail-Lübnan sınırı boyunca konuşlanmış bulunan Hizbullah güçleri yerine Lübnan’ın kendi ulusal birliklerinin bu sınıra yerleştirilmesini istemektedir.

Kitle İmha Silahı Geliştirme Programı
Suriye’nin Scud füzeleri ve bunların bir kısmının da kimyasal başlığı olduğu tahmin edilmektedir.[23] ‘Fakir ülkelerin nükleer silahı’ olarak da bilinen bu silahlar Suriye’nin İsrail’e karşı caydırıcı gücünü oluşturmaktadır. Bu silahlar Hizbullah tarafından Lübnan-İsrail sınırı boyunca konuşlanmış durumdadır ve İsrail’in güvenliğine tehdit oluşturmaktadır. Bu durum kapsamlı bir barışa ulaşılması önünde ciddî bir engel oluşturmaktadır. Dolayısıyla savaş sonrasında Suriye’ye yöneltilen ve değişime gitmesi istenen konulardan biri de kitle imha silahı geliştirme programlarına son vermesi yönünde olmuştur.[24] Suriye ise bu konuda çifte standart uygulandığını düşünmektedir. Bölgede bu anlamda ‘en suçlu ülke’ sayılması gereken ülkenin İsrail olduğunu savunmaktadır. Dolayısıyla Suriye’nin bu suçlamalara karşılık yanıtı Orta Doğu’da daha kapsamlı bir plan çerçevesinde ‘tüm’ Orta Doğu’nun kitle imha silahlarından arındırılması yönünde bir çalışma yapılması şeklinde olmuştur.[25]

Sonuç

ABD-Suriye ilişkilerine bağlı olarak ABD’nin Suriye’den taleplerini kısa ve uzun vadede gündeme gelecek konular şeklinde ayırabiliriz. Irak Savaşı sonrasındaki süreç ve gelişmeler takip edildiğinde (önce Suriye’ye yönelik olarak terör, kitle imha silahları bağlantılı talepler ve daha sonra hemen ertesinde İsrail-Filistin Barış Süreci’nin gündeme getirilmesi) ABD’nin savaş sonrasında hemen Suriye’ye yönelmesinin temelinde İsrail-Filistin sorununa çözüm getirmek amacı yattığı gözlenmektedir. Hafız Esad’ın Suriye’de iktidara geldiği tarihten bu yana ABD, bu ülkeyi bölgenin istikrarında veya istikrarsızlığında önemli bir etken olarak görmüştür.[26] Suriye’nin, bölgede istikrarın korunması ya da bozulması üzerinde sahip olduğu etki dolayısıyla Barış Süreci’ne getireceği herhangi bir olumsuz gelişmenin önüne geçmek amacıyla Suriye’den İsrail-Filistin sorunu ile bağlantılı konularda taleplerde bulunulduğu görülmektedir. ABD’nin bölgede kurmak istediği yapılanmaya muhalefet edecek ülkelerin pazarlık gücünün azaltılması gerekmekteydi ve Suriye’nin elini güçlendiren tüm kozları elinden alınmaya çalışılmıştır. ABD’nin Suriye’yle ilişkilerinde soruna yol açan konu başlıkları sadece terör, kitle imha silahları ya da Lübnan’da bulunan Suriye askerî varlığı değildir. ABD-Suriye ilişkilerinde siyasal (demokratikleşme), ekonomik (serbest piyasa ekonomisi), insan hakları konularına ilişkin olarak da sorun başlıkları bulunmaktadır. ABD’nin bu alanlarla bağlantılı talepleri ve bunun sonucu olarak değişim önümüzdeki dönemde Suriye’de gündeme gelecektir.[27] Zaten Suriye’de siyasal, sosyal ve ekonomik alana ilişkin değişim baskısı içeriden de gelmektedir.[28] Hafız Esad’ın dış politika danışmanlığını da yapan George Jabbur ancak bazı reformlar yapılırsa ABD’nin yoğun baskısından kurtulabileceklerini savunmaktadır. Ülke içindeki bir diğer görüş de reformların ABD talep ettiği için değil zaten Suriye bunları yapması gerektiği, halkın bunları hak ettiği için yapılmasının zorunlu olduğu yönündedir.[29] Ancak ABD’nin bu alanlara ilişkin talepleri uzun dönemde gündeme gelecektir.

Suriye’ye karşı askerî tedbirlere başvurma, askerî müdahalede bulunma gibi olasılıklar ise Suriye’nin dış politikada baskı karşısındaki davranışlarını düşündüğümüzde uzak bir ihtimal olarak gözükmektedir. Zaten ABD yönetimi içerisinde de Şam’a karşı diplomatik telkin, gerekirse de iktisadî baskı yoluyla Beşar Esad’ın bir anlamda kazanılması mantığına dayanan bir düşüncenin hakim olduğu belirtiliyor.[30] Gerek Suriye’nin sahip olduğu karar alma özellikleri gerekse ABD yönetiminde varolan bu düşünce nedeniyle Irak Savaşı’nın Suriye üzerinde şimdilik bölgesel politikalar, dış politika ve güvenlik alanlarında etkilerini ortaya çıkarmaktadır. Ancak esas olarak Suriye’de siyasî seçkinleri tedirgin eden talepler daha çok uzun dönemde Orta Doğu’da sağlanacak barış ortamı sonrasında gündeme gelecek olan ve genel olarak Suriye’nin iç yapısıyla bağlantılı alanlarda ortaya çıkacak olan değişim talepleri olacaktır.




* ASAM Orta Doğu Araştırmaları Masası



[1] Pragmatizm hakkında geniş bilgi için bkz.:
[2] Isabel Kershner, ‘The Asad Dynasty’, Jerusalem Report, 17 Ocak 2003, http://www.jrep.com/Info/Asad/asadmain.html.
[3] Eyal Zisser, ‘Appearance And Reality: Syria's Decisionmaking Structure’, Meria, Cilt 3 No 2, Mayıs 1998
[4] James A. Baker III, The Politics Of Diplomacy, (New York: G.P. Putnam’s Sons, 1995), s. 456.’dan aktaran Eyal Zisser, ‘Appearance And Reality: Syria's Decisionmaking Structure’.
[5] Henry Kissenger, Years of Upheaval, (Boston: Little Brown, 1982), s. 1087’den aktaran Eyal Zisser, ‘Appearance And Reality: Syria's Decisionmaking Structure’
[6] ‘Philip H. Gordon, ‘Is Syria Next’, Liberation, 25 Nisan 2003.
[7] Nicholas Blanford, ‘Syria worries US won't stop at Iraq’, The Christian Science Monitor, 11 Eylül 2002.
[8] Talal Salman, ‘Interview with Bashar al Assad’, Al-Safir, 27 Mart 2003
[9] Ziad K. Abdelnour, ‘Implications of the Syrian Redeployment’, Middle Esat Intelligence Bulletin, Cilt 5 No 2-3 Şubat-Mart 2003, http://www.meib.org/articles/0302_l1.htm.
[10] ‘Stop The Stupid Bloody War’, Reuters, 26 Mart 2003
[11] ‘Syria's mufti calls for suicide attacks on US, UK troops in Iraq’, Yahoo News, 28 Mart 2003.
[12] ‘Dozens of volunteers crossing Syrian border intoIraq to join fight against allied troops’, Haaretz, 28 Mart 2003.
[13] Liza Porteus, ‘Officials: Syria Sending Equipment to Iraq’, Fox News, 28 Mart 2003
[14] Suriye uzmanlarından Itamar Rabinovich ‘The Road to Damascus’ adlı çalışmasında Nisan ayının ortalarına kadar Washington yönetiminin Suriye’ye askeri müdahalede bulunma gibi bir düşüncesi olmadığı ancak Suriye’nin savaş öncesi ve sırasında uyguladığı politikalar nedeniyle bu olasılığın ortaya çıktığını söylemektedir. Itamar Rabinovich, ‘The Road to Damascus’, The Wall Street Journal, 1 Mayıs 2003, http://www.frontpagemag.com/Articles/Printable.asp?ID=7615
[15] Donna Abu-Nasr, ‘Syria Says It Wants Dialogue With U.S’, Associated Press, 22 Nisan 2003.
[16] Bu süreçte The Guardian gazetesinde, Pentagon’un Suriye’ye yönelik olarak hazırladığı savaş planını Bush’un reddettiğini iddia eden bir yazı yayımlandı. Bu haber bir anlamda Suriye’ye bir mesaj, Irak politikasını gözden geçirmesi ve ABD’nin taleplerini yerine getirmesi açısından bir tehditti.
[17] Salim Yassine, ‘Syria’s Border With Iraq Closed’ Agence France Presse, 22 Nisan 2003.
[18] ‘Syria expels dozens of Iraqi refugees, mostly young’, Associated Press, 23 Nisan 2003.
[19] Fouad Al Aswad, ‘On Syria and American Mideast Policy: Will Syria Retain its Regional Influence?’, United States Committee For A Free Lebanon, Mayıs 2003, http://freelebanon.org/articles/a413.htm
[20] ‘Powell: Syria Budges On Terror’, CBS News, 3 Mayıs 2003.
[21] ‘Powell Presses Syria to Change Policies’, Guardian, 4 Mayıs 2003, http://www.guardian.co.uk/worldlatest/story/0,1280,-2637187,00.html
[22] Irak Savaşı öncesinde ABD yönetimi ilk kez Suriye’nin Lübnan’daki varlığını ‘işgal’ olarak nitelendirmiştir.
[23] Suriye lideri Beşar Esad Newsweek dergisinin kendisiyle yaptığı röportajda Suriye’nin kimyasal ve biyolojik silah programlarına sahip olup olmadığı yönündeki soruya kısaca ‘hayır’ yanıtını vermiştir. Röportajın tam metni için: http://www.msnbc.com/news/911788.asp
[24] ‘U.S. warns Syria on Weapons of Mass Destruction’, Associated Press, 7 Mayıs 2003.
[25] ‘Syria Won't Allow Inspection, Wants WMD-Free Region’, Reuters, 17 Nisan 2003.
[26] Fouad Al Aswad, ‘On Syria ...’.
[27] ABD’nin Suriye’de çok daha köklü değişim isteğini göstermesi açısından Dışişleri Bakan Yardımcısı Wolfowitz’in Nisan ayı içinde söylediği cümle gayet açıktı: ‘Suriye’de bir rejim değişikliği olmak zorundadır’.
[28] Alan Sipress, ‘Syrian Reforms Gain Momentum in Wake of War’, Washington Post, 12 Mayıs 2003.
[29] Hugh Pope, ‘Why is Syria’s Regime Easing Up’, Wall Street Journal, Şubat 2003, http://freelebanon.org/articles/a358.htm
[30] Yasemin Çongar, Şam’ın Şekeri’, Milliyet, 5 Mayıs 2003.

Friday, May 02, 2003

Ortadoğu’nun Düşman Kardeşleri: Suriye ve Irak

Oytun Orhan*


Suriye ile Irak’ın bağımsızlıklarını kazanmalarıyla birlikte başlayan ilişkiler sürecine bakıldığı zaman aralarında güç dengeleri açısından genel olarak bir eşitsizliğin söz konusu olduğunu görülmektedir. Suriye gerek 1920-1946 yılları arasında Fransız mandası altındayken gerekse bağımsız bir devlet olduktan sonra, Irak Suriye’nin iç işlerine karışmış ve bağımsızlığına sürekli olarak tehdit oluşturmuştur. İki ülke ilişkiler sürecinde Irak’ın daha aktif, daha fazla kaynak ve askerî güce sahip olduğu görülmektedir.[1]

Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmesi ve ardından “Verimli Hilal’in” Fransa’yla İngiltere tarafından işgaliyle başlayan süreçle birlikte Suriye sorunu Arap devletleri arasındaki ilişkileri etkilemeye başlamıştır. Suriye o dönemde bölge devletlerine nazaran güçsüz bir konumdaydı. Suriye’nin bu göreli güçsüz konumu o dönemde hem Irak hem de diğer bölge devletleriyle ilişkilerinde belirleyici etken olmuştur. Suriye’yle birlik kurmak ya da üzerinde etkin olmak o dönemki Haşimi krallıkları Irak ve Ürdün’ün dış politikasının temelini oluşturmuştur.[2] Buna karşılık olarak Suriye, gerek iç politik gerekse bölge devletlerinin politikalarından kaynaklanan gelişmelerle değişik dönemlerde değişik ülkelerle işbirliği içine girmiştir. Genel olarak Irak’la ilişkileri ise inişli-çıkışlı bir seyir izlemiştir. Güç dengeleri açısından uzun yıllar boyunca Irak’ın üstün konumda olduğu ilişkilerde Körfez Savaşı bir dönüm noktası oluşturmuş ve bu savaş ilişki tarihinde ilk kez güç dengelerinin Suriye lehine değişmesine neden olmuştur.

İlk Dönem Suriye-Irak İlişkileri: 1946-1963

Irak’ta hüküm süren Haşimi krallığı boyunca (1921-1958) rejimin ve politikacıların bakış açısına göre Suriye ile birleşerek bir federasyon oluşturma politikası, içerde meşruiyetlerini ve politik konumlarını sağlamlaştırırken, bölgesel ve uluslararası alanda sağlam bir konum elde etmek için en iyi yoldu. Haşimi hanedanlığı boyunca Irak’ın çoğu politikacısı “Verimli Hilal’de” hakimiyet kurabilmek için Suriye’yle birleşmeyi ya da ortak bir federasyon kurmayı amaçlıyordu. Irak’ın böyle bir politika izlemesinde birkaç önemli etken rol oynuyordu:

· Heterojen bir yapıya sahip olan nüfusu birbirine bağlayacak ortak değerlerin yokluğu ve Sünni Arap azınlığın ülkede hakimiyeti elinde bulundurması nedeniyle İngiltere tarafından kurulan Irak’ın zayıf bir devlet olması.
· Irak’tan daha güçlü, ulusal birliğini sağlamış durumda bulunan İran ve Türkiye gibi komşular. Irak bu iki devletten hayati çıkarlarına büyük bir tehdit algılıyordu. İran’ın Şattül Arap ve Türkiye’nin petrol zengini bölgeler olan Musul-Kerkük konusundaki düşüncelerinden kaygı duyuyordu.
· Pan-Arabizm düşüncesinin Irak siyasi hayatında 1930’larla beraber etkinlik kazanması.
· Suriye ve Filistin’in Irak açısından Akdeniz’e, dolayısıyla Avrupa ve Batı’ya çıkış kapısı konumunda olması nedeniyle taşıdığı önem.
· Haşimi hanedanlığının başında bulunanların Irak’ın kurtuluş yolunu ve kendi iktidarlarının meşruiyetinin sağlanmasını bu yolda görmeleri.[3]

Bu dönemde Suriye’nin konumu ise Irak’a göre çok güçsüzdü. Bağımsızlığına yeni kavuşmuş Suriye’nin Irak karşısındaki güçsüz konumu; ulusal bilincin henüz oluşmamış olması, heterojen toplum yapısından kaynaklanan ortak kültür noksanlığı, özellikle Halep ve Şam arasındaki iç rekabet, ekonomik ve sosyal geri kalmışlık, rejimin ve yönetici elitlerin zayıflığı, sosyal güçlerin parçalanmışlığı gibi temel etkenlerden kaynaklanmaktaydı. İlk hükümet de esas olarak Fransa’ya karşı bağımsızlık mücadelesi veren Şam seçkinlerinden oluşmaktaydı.

Suriye’de manda yönetimi sırasında değişik güç odakları bağımsızlık için ortak mücadele veriyorlardı. Daha sonra ayrılacak olan iki merkezî güç Fransa’ya karşı yürütülen bağımsızlık mücadelesinde ortak hareket ediyordu. “Ulusal Blok” adı altında birleşen bu güçler bağımsızlık sonrası dönemde iki ayrı partiye ayrıldı: Ulusal Parti ve Halk Partisi. Ulusal Parti Suriye’nin bağımsızlığını ve birliğini savunuyor, cumhuriyet rejimini destekliyordu. Bu siyasî oluşumun merkezi Şam’dı. Ulusal Parti Haşimi hanedanlığını destekleyen ve Irak’la birleşmeyi savunan eğilimlere sürekli olarak karşı çıktı. Buna karşılık o dönemin diğer önemli siyasi gücü olan Halk Partisi ise Irak’la ilişkileri geliştirmeyi, hatta birleşerek ortak bir federasyon kurmayı savunan bir hareketti.[4]lk Partisi’nin Irak yanlısı tutumuyla, Halep’te kurulmuş olması ve esas olarak orada üslenmiş olması arasında ciddî bir bağlantı vardı. Halep’te Irak’la geleneksel olarak sosyo-ekonomik bağları güçlü önemli insanlar bulunmaktaydı. Halepli sanayiciler ve tüccarların malları için en büyük pazar konumundaki Irak’la serbest ticaret yapılabilmesi ve sınırların açık olması bu kişilerin ekonomik çıkarları açısından çok önemliydi.[5]

Suriye 1946 yılında bağımsızlığını kazanmasıyla birlikte Irak ve Ürdün tarafından birleşme talepleriyle karşı karşıya kaldı. Birleşme yönünde Irak ve Ürdün tarafında yapılan bu yoğun baskılara dönemin Dışişleri Bakanı Meclis’te yaptığı bir konuşmayla yanıt vermiş ve Suriye’nin savaşarak kazandığı hak ve ayrıcalıklarını elinden alacak hiçbir birliğe katılma arzusunda olmadığını belirtmiştir.Ancak iki ülkenin Suriye’yi kendi nüfuz alanları haline dönüştürme ve bir federasyon oluşturma yönündeki girişimleri gene de yoğun bir biçimde sürmüştür.[6] sırada Suriye içinde de Irak’la ilişkileri geliştirme, federasyon kurma yönünde çalışan politikacılar vardı. Haşim Atasi (1943, 1949 ve 1954-1955 yıllarında Suriye Devlet Başkanı), Farez Huri (1944-1945, 1954-1955 yıllarında Suriye Başbakanı), Halk Partisi Başkanı Nazım Kutsi (1950-1951 yıllarında Suriye Başbakanı), Ulusal Parti’den Sabri Aslı (1954, 1955, 1956-1958 yılları Suriye Başbakanı) gibi bir çok önemli politikacı Irak’la ilişkileri geliştirme yolları aradı. Bu politikacılar iç politikada rakiplerinden tehlike sezdiklerinde ya da Suriye’nin komşuları Ürdün, Türkiye ve İsrail’in aralarında bir işbirliği içine girdiğini sezdiklerinde Irak’a yakınlaşma ve ondan yardım alma konusunda artan bir eğilim gösterdiler. Bu gibi zamanlarda Suriye’nin Irak’la ortaklık içine girmesi, federasyon oluşturması ve hatta Irak Haşimi krallığı ile birleşilmesi yönündeki istekliliklerini dile getirdiler. Irak yanlısı politikacılar birleşme durumunda oluşacak yeni yapı içinde Suriyeli politik rakiplerine göre kendi konumlarını iyileştireceklerini düşünüyorlardı.

Suriye, 1948 Filistin Savaşı’nda Ürdün, Türkiye, İsrail ve İngiltere’nin işbirliği içine girdiği şeklinde bir algılamaya sahipti. Bu işbirliği algılaması ve Suriye’nin kendini güçsüz hissetmesi 1948 Savaşı sırasında artan Irak yanlısı eğilimlerin nedenini oluşturmaktadır. Halk Partisi belirgin bir biçimde Irak yanlısı bir politika izliyordu. Hatta parti programında Irak’la bir federasyon kurma konusunda da bir madde bulunmaktaydı. Bu partinin başında bulunanların Irak’la bağlantıları bulunuyordu ve bu devlet tarafından destek görüyorlardı. Halepli oligarkların ticarî çıkarlarının temsilcisi konumundaki bu parti, Şamlı rakiplerinin politik üstünlüğü karşısında Kasım 1948’de Irak’la birleşme konusunda çalışmaya başladı ve federasyon kurulması konusunu görüşmek üzere Bağdat’a bir elçi gönderdi. Suriye’nin 1948 savaşında gösterdiği başarısız performans Ulusal Parti’nin gücünü azaltmış ve Halk Partisi’ne gücü eline geçirmek, Irak’la federasyon kurulması konusunda baskı oluşturmak için uygun koşulları yaratmıştı.[7]usal Parti’nin başında bulunan Şükrü Kuvatli ise dış politikasında ülkesini Haşimilerden çok Mısır-Suudi Arabistan eksenine yönlendirmeye çalışmıştır.[8] Ulusal Parti genel olarak, Suudi Arabistan ve Mısır’la ilişkileri geliştirme yönünde çabalasa da, parti içinde (Sabri Aslı ve Michail İllian gibi) Irak’la ilişkileri geliştirme hatta ortak bir federasyon kurma yönünde düşüncelere sahip politikacılar da vardı.[9]

Suriye’nin ve politikacılarının güçsüz konumu ve sosyal güçlerin parçalanmışlığı 30 Mart 1949 tarihinde Hüsnü Zaim tarafından bir darbe gerçekleşmesine yol açmıştır. Zaim, yönetimi ele geçirişinden sonra yaptığı ilk açıklamada darbenin vatansever Suriyeliler tarafından gerçekleştirildiğini söylemişti. Darbenin hemen ertesi günü Iraklı bir temsilci Zaim’i ziyaret ederek ülkesinin kendisine herhangi bir yardım yapıp yapamayacağını sormuştur. İki gün sonra Zaim’in dışişleri bakanı Suriye’nin Irak’la birleşme konusunda istekli olduğunu bildirmiştir. Bir diğer taraftan da Zaim’in çevresindekiler ülkede bulunan Iraklı ajanlara bilerek Suriye’nin Irak’la birleşmeyi hedeflediği yolunda bilgi sızdırıyorlardı.[10] İzlenen bu stratejide Zaim’in üç hedefi vardı: Rejimine içerden destek sağlamak amacıyla Arap milliyetçilerini ve Halk Partisi’ni yanına çekmek, İsrail’le yürüttüğü barış görüşmelerinde elini güçlendirmek ve Mısır’la Suudi Arabistan’ın rejimine göstereceği tepkiye karşı denge oluşturmak.[11] Ancak Hüsnü Zaim 21 Nisan 1949 tarihinde Mısır’a bir ziyaret düzenledi. Bu görüşmede hem Mısır hem de Suudi Arabistan, Şam’daki yeni yönetimi tanıdıklarını açıkladılar ve ilişki kurma yönündeki isteklerini belirttiler. Bu durum sonrasında Zaim Irak’a yeniden arkasını dönerek Mısır’la Suudi Arabistan’dan destek sağlama yoluna gitti. Hatta 1949 yılının Haziran ayında Hüsnü Zaim Irak’ın Suriye sınırına beş bin kişilik bir birlik yığdığını ve ülkesinin bu durumdan rahatsız olduğunu belirten bir açıklama yapmıştır ve bu olay sonrasında iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin seviyesi düşürülmüştür.[12] Zaim’in Irak’a sırt çevirmesi içerde iki büyük gücün (Halk Partisi ve Baas) desteğini kaybetmesine neden olmuştur. Sonuçta 14 Ağustos 1949 tarihinde gerçekleşen askerî darbeyle hem Zaim yönetimine hem de Hüsnü Zaim’in hayatına son verilmiştir.

Zaim döneminde bozulan Suriye-Irak ilişkileri Sami Hinnavi’nin gerçekleştirdiği askerî darbe sonrasında tamamen değişti. Sami Hinnavi yönetimi sırasında Irak yanlısı eğilim en üst seviyeye ulaşmıştır.[13] Sami Hinnavi bir grup siyasî liderle görüştükten sonra, Irak’la yakın bağları bulunan Haşim Atasi’ye bir hükümet kurması için talepte bulundu. Halk Partisi iktidara geldi ve Haşim Atasi devlet başkanı seçildi. Bu dönemde Irak’la birleşme fikri sadece bir düşünce olmaktan çıkarak yakın zamanda gerçekleşme olasılığı yüksek bir olay haline dönüştü.[14] Bu dönem içinde, Irak’la birleşmeye her zaman karşı olan Ulusal Parti dahi 29 Eylül 1949 tarihinde yaptığı açıklamayla Irak’la birliği desteklediğini açıkladı.[15] Bu sırada Irak içinde farklı görüşler söz konusuydu. Kral Abdullah taraftarları fırsatı değerlendirerek Suriye üzerindeki emellerini gerçekleştirme yönünde çalışırken Nuri Said birleşme durumunda Suriye’nin istikrarsızlaşmasından ve dolayısıyla Irak’ı ve kendi rejimini tehdit etmesinden çekinerek bu konuda temkinli davranıyordu.

Haşim Atasi ve Halk Partisi’nin ileri gelenleri Irak’la bir federasyon kurulması ya da birleşilmesi durumunda Suriye’deki iktidarlarının güçleneceğini bu şekilde rakiplerini tasfiye edebileceklerini ve Suriye ordusu tarafından darbe düzenlenmesi yönünde hissettikleri tehdidi dengeleyeceklerini düşünüyorlardı. Irak yanlısı eğilimin arttığı bu dönemde Irak’la birleşmeye Mısır, Suudi Arabistan, Fransa karşı çıkıyor, bazı Ulusal Parti üyeleri ve ordu mensupları ise kaygılanıyordu. Bu kaygılar Aralık 1949’da gerçekleşen darbenin temel güdüsünü oluşturuyordu.[16] Şam’a girerek Hinnavi’nin evini kuşatan askerler “Biz cumhuriyetiz! Kral İstemiyoruz!” şeklinde bağırıyorlardı.[17] Burada bahsedilen Haşimi krallığıydı ve darbenin son zamanlarda yoğunlaşan Irak kralı altında iki ülkenin birleşmesine tepki olarak gerçekleştirildiğini gösteriyordu. Özellikle CIA’nın desteğiyle gerçekleşen bu darbeyle Batı yanlısı Edip Çiçekli yönetimi başa geçiyordu.[18] 1952-1954 yıllarında Irak’ta, Suriye’yle geliştirilecek ilişkiler konusunda bir itilaf söz konusuydu. Kral Abdullah ve Fathil Cemali, Çiçekli’nin yönetimden uzaklaştırılması gerektiğine inanıyor ve bu yönde, çok da etkin olmasa da çalışıyorlardı. Nuri Said ise Batı yanlısı, istikrarlı Çiçekli yönetiminin iki açıdan Irak’ın çıkarlarına hizmet edeceğini düşünüyordu. İstikrarlı, Batı yanlısı Suriye, Mısır’ın bölgeye sızmasını önlüyor ayrıca Irak rejimini de tehdit edebilecek radikal güçlerin Suriye’de ortaya çıkışını engelliyordu.[19] Çiçekli yönetimini devirmek amacıyla Irak’ın da desteğiyle Ocak 1951 tarihinde bir darbe girişimi oldu. Başarısızlıkla sonuçlanan bu girişim sonrasında sanıkların yargılandığı askerî mahkemenin kararıyla darbecilerin bazıları hapse mahkum oldu bazıları ise sürgüne gönderildi. Mahkemenin karar metninde sanıklar, orduyu askeri darbeye kışkırtmak ve ülkenin “yabancı bir güç” tarafından işgali için girişimde bulunmaktan suçlu bulundukları açıklanmıştı.[20] Irak’ın da dışarıdan desteklediği bu tür girişimler başarısız oldu. Çiçekli’nin 1952 yılında gerçekleştirdiği ikinci bir darbe sonrası bütün partileri kapaması bütün bu partilerin kendisini indirmek için işbirliği yapmasına neden olmuştur. Ulusal Parti, Halk Partisi ve Baas’tan oluşan bu ittifaka Irak da destek vermiş, maddi yardım sağlamıştır.[21] Bu oluşum Çiçekli’nin 1954 yılında iktidardan uzaklaştırılmasına ve ülke dışına çıkarılmasına neden olmuştur.

Çiçekli’nin iktidardan uzaklaştırılması, Irak için uygun ortamın doğmasını sağlamıştı. Irak yanlısı politikacılar Suriye’de önemli noktaları ele geçirmişlerdi. Başkanlık tekrar Haşim Atasi’ye, Başbakanlık ise 1948 yılından beri Irak’la bağlantısı bulunan Sabri Aslı’ya verildi. Sabri Aslı gerçekleştirdiği ilk röportajında Arap Birliği için daha çok çaba sarf etme yönündeki hedefini açıklamıştı. İçişleri ve Dışişleri Bakanlıkları Atasi ve Ali Buzo tarafından ele geçirilmişti. Bu iki isim, programında Irak’la federasyon kurma maddesi yer alan, Halk Partisi’nin başında bulunuyorlardı. Ayrıca hem Atasi hem de Buzo Irak’tan malî destek alıyorlardı. Bütün bunlara rağmen bu süreçte iki ülke arasında ciddi ilişkiler kurulamadı. 1955 yılında imzalanan Bağdat Paktı’nın bunda önemli bir etkisi olmuştur. Suriye, Türkiye-Irak ittifakına karşılık olarak Mısır ve Suudi Arabistan’la karşı ittifak oluşturma yoluna gitmiştir. İlişkilerin tam olarak kurulamamasında diğer bir etken de iç politikada yaşanan gelişmelerden kaynaklanmıştır. Suriye’deki Irak yanlısı muhafazakar elit tabaka devlet içinde önemli noktaları ele geçirmiş olmasına rağmen ülkede yükselen radikal-sol eğilimlere karşı duramamıştır. Bu radikal-sol-milliyetçi kuvvetlerin tabanını özellikle okumuş gençler, ordu mensupları ve orta sınıf oluşturuyordu.[22]

1954-1958 yılları arasında Suriye, Batı ve Irak yanlıları ile devrimci Mısır yanlıları arasında bir çatışma alanına dönüşmüştü. O dönemde ülke muhafazakar seçkinlerin kontrolündeydi. Irak ve Batı yanlısı Fares Huri hükümetinin Şubat 1955’teki düşüşü Irak yanlısı muhafazakar güçlerin Suriye’deki konumlarını kaybetmeleri açısından bir dönüm noktasıydı. 1955’te Başbakan olan Sabri Aslı ülkede güç kazanan radikal-sol, Irak karşıtı ve Mısır yanlısı güçlerin desteğini kazanabilmek amacıyla Irak yanlısı söylemleri bırakarak en azından kamuoyu önünde Mısır yanlısı söylemler benimsedi. Haşim Atasi ve Halk Partisi ileri gelenleri Irak’ın Suriye’ye bir askerî müdahalede bulunmasını umuyorlardı. Böylece Baas ve komünist radikal güçlerin yükselişini önleyeceklerini düşünüyor ancak bu isteklerini açıkça belirtmiyorlardı.[23]

Irak 1955-1957 yılları arasında, Şam’daki yönetimi devirmek amacıyla birkaç başarısız girişimde bulundu. Aralık 1956 tarihindeki darbe girişimi sonrası, önde gelen 47 siyasî, Irak yanlısı bir hükümet kurma yönünde faaliyet gösterme suçundan yargılanarak suçlu bulundu. Suriye, Irak Başbakanı Nuri Said’i de bu girişimi yönlendirmek ve finanse etmekle suçladı.[24] Bu tür girişimlerde Batı’nın da parmağı bulunuyordu ancak bunlar Suriye’deki istikrarsızlığı artırmaktan başka bir işe yaramıyordu. Böylece ordu ve Baas mensupları arasındaki radikal-sol-milliyetçi eğilimlerin yükselişi önlenemedi ve radikal ordu mensupları Cemal Abdül Nasır’a yani Mısır’a yakınlaşmaya başladılar. Bu dönemde Mısır’la ekonomik anlaşmalar imzalandı ve Ocak 1957’de Suriye, Mısır’la kurulacak federal birlik konusunda müzakerelerde bulunmak amacıyla bir komite oluşturulduğunu açıkladı. Devlet Başkanı Kuvatli sağlık problemleri adı altında Mısır’a giderek görüşmelerde bulundu. Bu sürecin sonunda 1 Şubat 1958’de Başbakan Sabri Aslı, okuduğu bildiriyle Mısır ve Suriye’nin birleşerek Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni (BAC) kurduğunu açıkladı. Birleşmenin hemen ertesi günü bir açıklama yapan Irak eski başbakanı Fadhil Cemali bu oluşumun anormal olduğunu, zira iki ülke arasında herhangi bir coğrafi bağ bulunmadığını söyledi.[25] Bu, Irak’ın duyduğu memnuniyetsizliğin, daha da önemlisi uğradığı yenilginin bir ifadesiydi. BAC’nin kurulması Ortadoğu’daki diğer bazı devletleri de telaşlandırmış ve harekete geçirmişti. Irak ve Ürdün de birleşme girişiminde bulundu ancak başarılı olamadı. Suudi Arabistan da Nasır’ı devirmek için bir komplo denemesini finanse etti ancak o da başarılı olamadı.[26] Irak’ın maruz kaldığı bu yenilgi ve 1958 yılında Arap dünyasını saran Mısır yanlısı eğilimler Irak’ta Abdülkerim Kasım önderliğinde askerî bir darbenin gerçekleşmesine neden oldu. Bu darbeyle Irak’ta monarşi rejimine ve yönetimdeki seçkinlerin iktidarına son verilmiş oluyordu.

Bu dönemde, Kasım ve Irak’ın Suriye’deki çıkarı, Suriye’nin BAC’den ayrılması yönündeydi. Irak böylece çatışma içinde olduğu BAC’yi zayıflatacak, dolayısıyla da Nasır’a zarar vermiş olacaktı. Ayrıca önemli bir tehdit olarak algıladığı Nasır’ı kendi sınırlarından uzaklaştırmış olacaktı. İşte bu dönemde Irak, Suriye’nin bağımsızlığının en büyük destekçisi konumuna gelmiştir.[27] Suriye’nin Eylül 1961 yılında BAC’den ayrılmasıyla ülkedeki muhafazakar seçkinler Kasım liderliğindeki Irak rejimiyle yeniden işbirliği içine girdiler. Suriye’nin muhafazakar başkanı Nazım Kutsi ile Irak lideri Kasım, 14-16 Mart tarihleri arasında, Suriye-Irak sınırında Mısır’a karşı ittifak kurulması amacıyla bir konferans düzenlediler. 1962 yılı içinde her iki ülke de yaptıkları açıklamalarda birbirleriyle işbirliği yapmaya ve iki ülkeyi birleştirmeye hazır olduklarını sürekli olarak belirttiler.[28]

Baas İktidarı Sonrası Suriye-Irak İlişkileri

Arap Baas Partisi resmî olarak ilk kongresini düzenlediği 7 Nisan 1947 tarihinde Suriye’de kurulmuştur. Kurulan bu partinin önde gelen isimleri Suriye doğumlu Rum-Ortodoks Michel Aflak ve Suriyeli Müslüman Selahattin Bitar’dı. Kurulan parti temel olarak üç hedef belirlemişti: Arap birliği, özgürlük ve sosyalizm.[29] Kısa zamanda yaygınlaşan partinin Lübnan, Ürdün ve Irak’ta şubeleri açıldı. Baas Partisi’nin iktidara gelişi Irak’ta Şubat 1963’te, Suriye’de ise Mart 1963 tarihinde gerçekleşmiştir. Bundan sonra iki ülke arasında hızlı bir şekilde birleşme yönünde atımlar atıldı. Suriye Dışişleri Bakanı Muhasin Irak’ta gerçekleşen devrim sonrası Suriye-Irak federasyonunun önünde artık hiçbir engelin kalmadığını söyledi. Mart ayında ise Suriye, Irak ve BAC arasında kurulacak federasyon çalışmalarında bulunacak bir komite atandı. Birlik yolunda atılmış diğer bir önemli adım da Suriye-Irak arasında imzalanan askeri anlaşmaydı. Askeri anlaşmayı ekonomik birlik konusundaki görüşmeler izledi[30] ancak 18 Kasım 1963 tarihinde Irak’ta gerçekleşen askeri darbeyle Baas partisi iktidardan uzaklaştırıldı ve kısa bir süre sonra iki ülke arası ilişkiler tekrar bozuldu. Baas Partisi’nin Irak’ta tekrar iktidara gelişi ancak beş yıl sonra gerçekleşti. Her iki parti içinde de birbiriyle mücadele halinde bulunan fraksiyonlar söz konusuydu. Irak Baas’ı içinde Ali Sadi’nin sol fraksiyonu ile Ahmed Hasan Bekir’in liderliğinde bir grup ordu mensubu etrafında merkezlenen sağ fraksiyonu birbiriyle çatışma içindeydi. Aynı durum Suriye Baas Partisi için de söz konusuydu. Suriye Baas’ı içinde solcu askerler ve aydınların oluşturduğu gruba karşılık[31] partinin kurucularından Aflak ve Bitar’ın önderlik ettiği grup çatışma içindeydi. Hasan Bekir’in sağ fraksiyonu Suriye’de Aflak grubu ile ittifak içindeydi. Ali Sadi grubu ise Cedid’in grubunu destekliyordu.[32] Suriye’de 23 Şubat 1966 tarihinde gerçekleşen darbeyle sol fraksiyon iktidarı Aflak grubunun elinden aldı. Suriye Baas’ında yaşanan bu darbeyle Salah Cedid’in iktidara gelmesi sonucunda iki Baas Partisi arasındaki ilişkiler yeni bir döneme girmiş oldu. Temmuz 1968 tarihinde ise Irak’ta Bekir’in grubu iktidarı ele geçirdi. Artık Suriye ve Irak kendilerini Baas’ın gerçek temsilcileri olarak ifade eden birbirine rakip iki ayrı seçkin grubu tarafından yönetiliyordu.[33] Gerçekte iki devletin ulusal çıkarları nedeniyle yaşanan güç mücadelesi ideolojik çatışma olarak kendini gösterdi. Bu ideolojik çatışma her iki devletin rejiminin meşruiyetini etkiliyordu.[34] Baas Partisinin kurucularından Aflak’a ülkeye bir daha dönmemesi koşuluyla Suriye’yi terk etme izni verilmişti. Önce Lübnan’a oradan da Brezilya’ya giden Aflak 1968 yılında Irak Baası’nın iktidarı ele geçirmesi ve partinin kendisini davet etmesiyle Irak’a gitti. Burada partinin genel sekreterliğine getirildi.[35] Bu durum Irak Baası’na meşruluklarını ve üstünlüklerini iddia etmeleri konusunda Suriye’ye karşı bir avantaj sağladı.[36]

Aradaki sorunlara rağmen iki ülke 1968-1970 yılları arasında birbirlerine olan karşılıklı bağımlılıklarını sürekli olarak dile getirdiler ve çeşitli alanlarda işbirliği geliştirdiler. Hatta o dönemin Savunma Bakanı Hafız Esad 2 Mart 1969 tarihinde açıkladığı politik reform paketinde Irak’la yakın ilişkiler kurulması konusundaki görüşlerini de açıklamıştı. Bu açıklamanın hemen ertesinde iki ülke arasında sınır problemlerine ilişkin olarak bir anlaşma imzalandı. Gene bu süreçte Hafız Esad; Suriye, Irak ve BAC’nin ortak bir federasyon kurması ve Irak’la Suriye Baas partilerinin birleşmesi yönünde çağrıda da bulunmuştur.[37] Bu dönemde iki ülke arasındaki işbirliği esas olarak üç alanda kendini gösteriyordu: Irak petrolünün Suriye üzerinden Akdeniz’e taşınması, İsrail’e karşı sürdürülen mücadele ve Arap dünyasının bütünleşmesi.[38] Bu işbirliğinin arkasında yatan en önemli faktör, bu dönemde Mısır ve İsrail arasında imzalanan barış anlaşması olmuştur. Zaten yakınlaşma süreci de Enver Sedat’ın Kasım 1977 tarihinde İsrail’le barış konusunda ilk adımı atmasından sonra başlamıştır. Ancak zamanla iki ülke arasındaki sürtüşme birbirlerinin çıkarlarını zedeleyecek noktaya geldi. Aradaki sürtüşmeyi derinleştiren temel etken petrol konusuydu. Irak Devlet Başkanı Hasan Bekir 1 Haziran 1972 tarihinde; İngiltere, Hollanda, Fransa ve Amerikan şirketlerinin sahibi olduğu “Irak Petrol Şirketi”nin (IPŞ) millileştirildiğini açıkladı. Bunun sonucu olarak Irak, petrolünü dış pazarlara sunma konusunda bir sıkıntı yaşadı. IPŞ’nin millileştirilmesi Kerkük petrolünü Suriye üzerinden Akdeniz’e taşıyan boru hattı nedeniyle Suriye’ye ödenen petrol taşıma ücreti konusunda da bir tartışmanın ortaya çıkmasına neden oldu. Kasım 1972 tarihinde Iraklı bir delegasyon ücret konusunu görüşmek üzere Suriye’ye gitti ancak sonuç alınamadı. 8 Ocak 1973 tarihinde Suriye Meclisi, Irak petrolünün taşıma ücretini neredeyse ikiye katlayan bir yasa tasarısını onayladı. Aynı gün içinde Irak Devrim Komuta Konseyi, Suriye meclisinin onayladığı ücret artışını engelleyebilmek amacıyla, Kerkük-Banyas boru hattına alternatif bir hattın inşa edilmesi konusunda araştırmalar yapması için özel bir komitenin atandığını açıkladı. Ertesi gün Irak Dışişleri Bakanı da konuyu görüşmek üzere Suriye’ye gittiyse de bütün bu girişimler sonuçsuz kaldı.[39] Kerkük petrolü için başka bir çıkış noktası olmayan Irak, Suriye’nin boru hattını kapaması tehdidiyle karşı karşıya kaldı. Bu durum genel olarak Irak’ın petrol politikasında ve Suriye’yle olan ilişkilerinde bir değişimin yaşanmasına neden oldu. Bu değişimin ilk sinyali Irak Ekonomi Bakanı’nın Ocak 1973 tarihinde Ankara’ya düzenlediği ziyaretti. Bu ziyarette Kerkük petrolünün Türkiye üzerinden Akdeniz’e taşınması konusu ele alındı. 1 Mayıs 1973 tarihinde ise Irak’la Türkiye arasında Kerkük petrolünün Türkiye üzerinden Akdeniz’e taşınması için bir protokol imzalandı. Aynı zamanda Haditha’dan Körfez’e ulaşan stratejik bir boru hattının yapımına da o dönemde başlandı. Bütün bunlar Irak’ın, bütün petrolünü Suriye’ye bağımlı kalmadan ihraç edebilme isteğinin sonuçlarıydı.[40] Aralık 1975 tarihinde Kerkük petrolünü Haditha üzerinden Körfez’e taşıyan boru hattı açıldı. Irak, Nisan 1976 tarihinde Suriye üzerinden Banyas’a taşıdığı petrolün akışını durdurdu ve bunu Körfez’deki hatta yönlendirdi. Ocak 1977 tarihinde ise Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı açıldı. Irak’ın stratejisindeki bu değişim ülkenin daha önce hiç gerçekleşmemiş bir biçimde Türkiye ve İran’a olan bağımlılığını artırdı. İki ülke de Arap değildi, ikisi de ABD’nin bölgedeki müttefikleriydi ve İsrail’le diplomatik ilişkileri vardı.[41] 1977 yılında Suriye-Irak ilişkileri en alt düzeye indi. Irak’ın petrol hattını kapamasına karşılık olarak Suriye de ticareti engellemek amacıyla Irak’la olan sınırlarını kapadı.

Bundan sonraki dönemde ilişkilerde genel olarak bir iyileşme görüldü ancak bu da kısa sürdü. Hafız Esad Ekim 1978 tarihinde Bağdat’a bir ziyaret düzenledi ve Iraklı liderlerle Suriye-Irak birliğini görüştü. Bu görüşmeler sonucunda Esad ve Bekir’in başkanlığında, işbirliği ve bütünleşme sağlanması amacıyla bir komite kuruldu. Bunu izleyen aylar boyunca çok daha ciddî adımlar atıldı. Sınırlar yeniden açıldı, ulaşım bağları tekrar sağlandı ve Kerkük petrolü yeniden Banyas’a akmaya başladı. Kültürel alanda ise bir çok ortak toplantı düzenlendi. Dışişleri bakanlıklarını birleştirmeye yönelik bir girişimde bulunulduysa da başarılı olunamadı. İlişkileri yoğunlaştırmaya yönelik bu girişimler Saddam Hüseyin’in Temmuz 1979 tarihinde Baas Partisi ve Irak’ta iktidarı ele geçirişiyle durma noktasına geldi. Saddam Hüseyin ve rakipleri arasında yaşanan iktidar mücadelesinin arka planında Devlet Başkanı Hasan Bekir ve taraftarlarının Saddam’ı bloke etmek için Suriye’yle birlik düşüncesini işlediği şeklinde iddialar ortaya atılmıştı.[42] Gerçekten; Saddam’ın iktidara gelişini izleyen süre içinde Irak yönetimi, Suriye’nin yardımıyla Irak rejiminin yıkılmasına yönelik bir komplonun ortaya çıkarıldığını duyurdu.[43] Bu olay aradaki ilişkileri durma noktasına getirdi. Aradaki ilişkilerin tamamen kopuşuna neden olan olay İran-Irak Savaşı’nın çıkması ve Suriye’nin bu savaşta İran’ın yanında yer alması oldu. Bölgesel hakimiyet için mücadele, iki ülkenin birbirlerine karşı şüpheli bakışları ve Suriye’nin Lübnan politikası konusunda Humeyni’den destek sözü alması gibi nedenler Suriye’yi Arap olmayan, Baas’ın düşmanı radikal İslamcı İran’ın yanında yer almasına neden oldu. İran ile Suriye arasında 13 ve 16 Mart 1982 tarihlerinde biri on yıl süreli ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesini, diğeri ise petrol satışını öngören iki anlaşma imzalandı. Buna göre İran Suriye’ye günde 20,000 varil petrolü karşılıksız olarak, 10,000 varili normal fiyat üzerinden ve 100,000 varili de OPEC’in belirlediği tavanın altında bir fiyattan veriyordu.[44] Bu anlaşmanın ardından Suriye 8 Nisan’da Irak’la sınırları kapadı, 10 Nisan’da Kerkük-Banyas boru hattından petrol akışını durdurdu ve 18 Nisan’da da diplomatik ilişkilerini kestiğini açıkladı. Aynı gün içinde açıklama yapan Suriye Başbakan Yardımcısı Velid Hamdun, Bağdat rejiminin yıkılması için Irak halkına yardım sözü verdi.[45] Irak’ın İran’la sürdürdüğü savaş nedeniyle Körfez hattı kullanılamaz durumdaydı ve Suriye’nin de hattı kapamasıyla Irak için petrolünü ihraç edebileceği tek hat olarak Kerkük-Yumurtalık boru hattı kalmıştı. Ancak bu hat Irak’ın savaş öncesi ihraç ettiği toplam petrolün ancak üçte birini taşıma kapasitesine sahipti. Bu yeni durum Irak için Türkiye’nin yanında başka uzun dönem müttefikler bulunması gerekliliğini ortaya çıkardı. Bu müttefikler petrolünün taşınması için uygun olduğunu düşündüğü Ürdün ve Suudi Arabistan’dı. Irak, askerî yardım sağlamak amacıyla Mısır’a da yakınlaşmak istedi. O dönemde Saddam Hüseyin bir Kuveyt gazetesine “Size açık konuşayım, eğer Mısır ordusu Bağdat’a gelirse bütün kapıları ardına kadar açarız ve onları içtenlikle karşılarız” şeklinde bir demeç bile vermişti. Mısır ordusu Bağdat’a gelmedi ancak ilişkiler sürekli olarak gelişti. Mısır o dönemde Irak’a büyük miktarda silâh ve patlayıcı madde sattı. Irak’ta bulunan Mısırlılar Irak ordusuna girmekte serbestlerdi. O döneme ait raporlara göre Irak’taki Mısırlı iş gücü sayısı bir milyonu aşmaktaydı. Bütün bunlar iki ülke arasındaki yakın ilişkilerin göstergeleriydi. Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan’ın yanında belki de gizli bir müttefik daha vardı. Petrolünün dünya pazarlarına güvenli bir şekilde ulaşması için İsrail.[46]

Körfez Savaşı ve Değişen Güç Dengeleri

Belki de Körfez Savaşı’nın en önemli sonuçlarından biri, Suriye’nin hem uluslararası hem de bölgesel alanda konumunu çok ciddî anlamda güçlendirmesi olmuştur.[47] Bu savaşta Suriye, ABD’nin başını çektiği Batı-Arap koalisyonu içinde yer aldı. Irak’a karşı kurulan ittifak için hayatî önem taşıyan bu destek 1987-1988 yıllarında Suriye dış politikasında yaşanan stratejik değişimin bir sonucuydu. Hafız Esad’ın 1985 ve 1987 yıllarında Sovyetler Birliği’ne düzenlediği gezilerde Sovyet yetkilileri kendisine Soğuk Savaş’a bir son vermek istediklerini ve bölgesel çatışmalar konusunda artık barışçıl çözümleri destekleyeceklerini söylediler. Sovyetler Birliği’nin Gorbaçov liderliği altında değişen bu politikası karşısında Suriye de politikasını değiştirmeye, ABD ve Batı Avrupa ile ilişkilerini geliştirmeye başladı.[48] Aynı zamanda, İsrail’le barış yapmasından bu yana ilişkilerini kestiği Mısır’a da yakınlaşmaya başladı. Suriye-Mısır ilişkilerinin tam olarak normalleşmesi Suriye’nin Arap-İsrail barış sürecine dahil olmasıyla ancak 1991 yılında sağlanabildi. Suriye’nin politikasındaki bu değişim sadece Sovyetler Birliği’nin konumunun ve politikasının değişmesinden değil, aynı zamanda bazı bölgesel ve iç nedenlerden de kaynaklanıyordu. Suriye ekonomisinin içinde bulunduğu durum bunlar arasında en önemlisi sayılabilir. Politika değişikline bir diğer etken de Suriye’nin Saddam Hüseyin’den çekinmesi ve ona şüpheli yaklaşmasıydı. İran-Irak Savaşı sırasında Irak ordusunun gelişimi güç dengesini Suriye aleyhine değiştirmişti. Artık Suriye hemen yanı başında büyük bir ordu ve ne zaman ne yapacağı hiç belli olmayan bir diktatörle karşı karşıya kalmıştı. Bu, Suriye açısından önemli bir tehdit unsuruydu.

1991 kışında gerçekleşen Körfez Savaşı ve sonrasında uygulanan ambargo sonucunda Irak ekonomisi ve ordusu ciddî anlamda zarar görmüştür. Savaş ve ambargo sonucunda ortaya çıkan bu yeni durum, Suriye-Irak ilişki süreci içerisinde güç dengesinin ilk defa Suriye lehine değişmesine neden olmuştur. Suriye açısından Irak tehdidi en azından kısa dönem için azalmıştı. Buna rağmen Suriye, Irak ve Saddam Hüseyin’e kuşkuyla yaklaşıyordu.

Bu dönemde Suriye’nin Irak üzerindeki çıkarlarını şöyle sıralayabiliriz:

· Saddam Hüseyin rejiminin zayıflatılması ve düşürülmesi ya da en azından Suriye’yi tehdit edecek kapasiteye ulaşmasını engellemek.
· Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması.
· İsrail-Türkiye ittifakına karşılık olarak Irak’ın uzun dönem işbirliğini ve desteğini sağlamak.[49]

Saddam Hüseyin’e yönelik bu ihtiyatlı yaklaşıma rağmen Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması Suriye’nin ulusal çıkarları açısından çok önemlidir. Irak topraklarının kuzeyinde bir Kürt devletinin kurulması ya da bu bölgenin Türk nüfuzu altına girmesi, diğer yandan güneyinin İran koruması altında Şii kontrolüne geçmesi olasılıkları, Suriye açısından ciddî birer tehdit oluşturmaktadır.

1997 yılının ilkbaharından sonra iki ülke ilişkilerinde bir yakınlaşma süreci ortaya çıkmıştır. Bu süreç incelendiğinde işbirliğinin üç önemli boyutu olduğu görülüyordu: İsrail-Türkiye askerî işbirliğine karşı iki ülkenin de duyduğu kaygılar, ekonomik boyut ve su sorunu. Amerika’nın da desteğiyle gerçekleştirilen İsrail-Türkiye ittifakını her iki ülke de kendileri açısından bir tehdit olarak algılamaktaydı. Bağdat, bu kaygıları ve buna karşılık Suriye’yle işbirliğine gidilmesi gerekliliğini Uday Saddam’ın yayımladığı gazetede dile getiriyordu. Haberde sağlam bir Şam-Bağdat ilişkisinin tüm Araplara faydası dokunacak bir oluşum olacağı ve özellikle İsrail-Türkiye askerî işbirliğine karşı koyulabilmesi açısından gerekli olduğu vurgulanıyordu.[50] Suriye açısından baktığımızda da bu yakınlaşmanın arkasında İsrail’le sürdürülen barış görüşmelerinde yaşanan başarısızlığın yattığı söylenebilir.[51] Su sorununa ilişkin olaraksa, iki ülkenin aldığı ortak tavır 1997 yılının Ekim ayı içinde gerçekleşen Suriye-Irak komite toplantısı sonrası yapılan açıklamalarda açıkça ortaya konuyordu. Toplantı sonrasında, Türkiye’nin Fırat ve Dicle nehirlerine ilişkin olarak gerçekleştirdiği uygulamalara karşı ortak hareket edileceği açıklanıyordu. İki ülke son toplantısını İstanbul’da gerçekleştiren “Dünya Su Konferansı”nı da aldığı kararlar nedeniyle eleştirdi.[52] Yakınlaşmanın bir diğer, belki de en önemli boyutunu ekonomik ilişkiler oluşturmaktaydı. Suriyeli sanayiciler ve tüccarlar malları için çok önemli bir pazar olduğunu düşündükleri Irak’la, sınırların ticarete açılmasını ve yakınlaşmayı desteklemekteydi. Zaten iki ülke arasındaki yakınlaşmanın ilk sinyalini de bir grup Suriyeli iş adamı Bağdat’a düzenledikleri ziyaretle vermişlerdi. Haziran ayında 17 yıllık aradan sonra iki ülke arasındaki sınır tekrar açıldı. Suriyeli tüccarlar Ağustos ayı içinde yaptıkları açıklamada Irak sınır ticaretinin büyük bir bölümünün artık Ürdün’le değil (Körfez Savaşı’ndan beri bu ülke Irak’ın en büyük ticari ortağıydı) Suriye’yle gerçekleşeceğini duyurdular.[53] İki ülke arasında 1980’lerden beri kapalı olan ticaret merkezlerinin yeniden açılması konusunda bir anlaşma imzalanmış ve bunu izleyen dönemde Suriyeli sanayiciler, özel sektör temsilcileri, dışişleri ve ekonomi bakanlığı temsilcilerinden oluşan bir heyet, ticaret ilişkilerini görüşmek üzere Bağdat’a bir ziyaret düzenlemiştir.[54] Bütün bu ilerlemeler sonucunda 1999 yılı içinde Suriye’nin Irak’a gerçekleştirdiği ihracat o yıl için 50 milyon dolar artmıştır.

Ekonomik boyutun bir diğer ayağını iki ülke arasında uzanan ve o dönemde kullanılmayan petrol boru hattı oluşturuyordu. 1982 yılında, Suriye’nin uğrayacağı zararın İran tarafından karşılanması şartıyla, kapanan Kerkük-Banyas petrol hattı o dönemde yapılan çalışmalarla tekrar kullanıma açılmıştır. 12 Temmuz 1998 tarihinde Irak Petrol Bakanı Emir Muhammed Reşit’le Suriye Petrol Bakanı Muhammed Mahir Cemal petrol alanında işbirliğinin artırılması konusunda bir görüşme gerçekleştirdiler. İki ülke arasında hattın yeniden açılması ve günde 200,000 varil petrol taşınması konusunda bir anlaşma imzaladılar. Ayrıca; hattın Suriye’deki kısmının, Kuzeydoğu Suriye’deki petrol alanlarından az miktarda ham petrol taşısa da, onarıma ihtiyacı olduğu ve kısa zaman içinde onarılması konusu da bu görüşmede ele alındı.[55] İki ülke Lübnan’a kadar uzanacak yeni bir hattın yapımını da planlamaktaydılar. Irak’ın, Türkiye’ye olan bağımlılığını azaltmak amacıyla istediği ve yaklaşık olarak bir milyar dolar tutması beklenen bu yeni hattı Moskova da hem teknik hem de politik olarak desteklemekteydi.[56] Son olarak iki ülke görüşmeler sonucunda Kerkük-Banyas hattının Kasım 2000 ayı içinde açılması konusunda anlaştılar. Bu hattın açılması özellikle Suriye ve yeni başa gelen Beşar Esad yönetimi için büyük önem taşımaktaydı. Amerikan Enerji Ajansı’nın verilerine göre hattın açılmasıyla Suriye’nin sağlayacağı yıllık gelir miktarı bir milyar dolar civarında olacağı tahmin ediliyordu.[57] Irak açısından baktığımızda da bu yakınlaşma büyük önem taşımaktaydı. Irak ülke gelirinin çok önemli bir kısmını teşkil eden petrol gelirlerinden, ambargo nedeniyle yararlanamamaktaydı. Gerçi yapılan anlaşma gereğince Irak direk olarak petrolünü bu hat üzerinden ihraç etmeyecek, Suriye, Irak petrolünü ucuz bir fiyata satın alarak[58] kendi rafinerilerinde işleyecek ve daha sonra Suriye petrolü olarak normal fiyattan piyasalara sürecekti.[59] Bu durum, her ne kadar Irak’ın elde edeceği gelirin neredeyse yarısını Suriye’ye bırakmasına neden olsa da, petrolünü satabilmesi ve ambargonun adım adım delinmesi açısından büyük önem taşımaktaydı. Irak o dönemde ekonomik ilişkilerin artmasının diplomatik ilişkilerin de yeniden kurulmasına yardım etmesi konusunda da istekli olduğunu belirtiyor böylece uluslararası alandaki soyutlanmış konumundan da kurtulmayı planlıyordu. Suriye ise o dönemde ilişkilerin sadece ekonomik düzeyde kalacağını dile getirmiş diğer alanlarda ilişkileri geliştirme yönünde bir girişimde bulunmamıştır.

Beşar Esad Sonrası ve Irak Savaşı

Haziran 2000 tarihinde Hafız Esad’ın ölümü sonrasında iktidara gelen oğlu Beşar Esad’la beraber Suriye’nin gerek iç gerekse dış politikasında sınırlı da olsa bir değişim süreci ortaya çıktı. 1997 yılında iyileşmeye başlayan ve sürekli ilerleme kaydedilen ilişkilerde Beşar Esad’la birlikte bir adım daha ileri gidilerek stratejik ittifaka kadar varabilecek gelişmeler yaşandı. Bu süreçte Suriye’nin uyguladığı Irak politikasının temelini Irak’a uygulanan ambargonun kaldırılması oluşturuyordu. Bu amaca yönelik olarak da iki ülke arasında özellikle ekonomik alana ilişkin gelişmeler yaşandı. Suriye açısından ekonomik ve güvenlik (İsrail’e karşı) açısından önem taşıyan bu yakınlaşma Irak açısından ambargonun delinmesi ve gene kendi ekonomik ve siyasal çıkmazlarına çözüm amacıyla büyük önem taşımaktaydı. Bu doğrultuda ilk adım olarak Irak Devlet Başkanı Yardımcısı Tarık Aziz Suriye’ye bir ziyaret düzenledi.[60] Bu ziyaret sırasında yapılan basın konferansında Suriye Dışişleri Bakanı Faruk Şara sorulan soru üzerine Irak’a uygulanan ambargonun adil olmadığını ve kaldırılması gerektiğini açıkça dile getiriyordu. Ambargonun kaldırılması Suriye açısından ekonomik anlamda büyük önem taşımaktaydı. Bu doğrultuda Suriye Irak’a sivil uçaklar gönderdi[61] ve ambargonun kaldırılması amacına yönelik olarak çalışması için hükümet tarafından resmi bir kurul oluşturdu.[62] Aynı tarihlerde Suriye, Irak’a gitmek isteyen vatandaşlarına uygulanan tüm engelleri kaldırarak iki ülke arasında ulaşım serbestliği tanıdı ve aynı doğrultuda bir karar da Irak yönetimi tarafından alındı.[63] Ekonomik ilişkiler anlamında bir adım daha ileri gidilerek iki ülke arasında serbest ticaret bölgesi oluşturulması amacıyla bir anlaşma imzalandı.[64] Bu gelişmeler etkisini gösterdi ve Suriye’nin Irak’a olan ticareti 2000 yılında 500 milyon dolar iken bu miktar 2001 yılında tam iki katına çıkarak 1 milyar dolara ulaştı. Ekonomik alanda yaşanan bu gelişmeler güvenlik ve siyasi alana da yansıdı ve 2001 yılı içerisinde Saddam’ın iktidara gelişinden bu yana kadar ki en üst düzey ziyaret olarak Irak Başbakan Yardımcısı Taha Yasin Ramazan Beşar Esad’la Şam’da bir araya geldi. Bu ilk irtibatı takiben Irak İstihbarat Başkanı Tahir Celil Habuş Suriye’yi ziyaret etti.[65] Bu ziyarette resmî olarak açıklanamamakla birlikte iki ülke arasında ortak savunma anlaşması imzalandığı ve buna göre Suriye’nin İsrail’le girişeceği bir savaşta Irak’ın Suriye’nin yanında yer alarak savaşa fiilen katılacağı yönünde iddialar basında yer aldı. Bu anlaşma çerçevesinde Irak kuvvetlerinin Temmuz ayından itibaren Suriye’ye girmeye başladığı da iddia edilmişti. Bu ziyaretin diğer bir amacının da Suriye’nin İran’la Irak arasında arabuluculuk görevini üstlenerek ülkesinin İran’la arasında bir güvenli geçiş bölgesi yaratmak için çabaladığı şeklinde yorumlar da yapılmıştı. Bu süreç Bağdat’ın Suriye’yle stratejik ilişkiler geliştirme yönündeki taleplerini dile getirmeleriyle en üst düzeyine ulaşıyordu.[66]

1997 yılı içerisinde başlayan yakınlaşma sürecine paralel olarak kullanıma hazır hale getirilen Kerkük-Banyas petrol boru hattından BM yaptırımlarına aykırı olarak ithal edilen petrol bu dönemde de önemini koruyordu. Suriye; BM, ABD ve İngiltere tarafından Irak’tan petrol ithal etmemesi yönünde baskı altındaydı. Bu dönemde resmi olarak açıklanmamakla birlikte Irak’ın Suriye’ye günlük iki yüz elli bin-beş yüz bin varil arası petrol ihraç ettiği biliniyordu. Suriye’nin bu petrol ihracatından yıllık 1 milyar dolar gelir sağladığı düşünülüyordu. Bunlara karşılık Suriye bu miktarlarda petrol ithal ettiğini hiçbir zaman kabul etmedi ve ithâl ettiği petrolün çok küçük bir miktar olduğunu ve sadece iç ihtiyacı karşılamada kullandığını belirtti. Bu açıklamalara rağmen Suriye’nin petrol ihracatında son dönemde bir artış yaşanmaktaydı ve bu artış Irak’ın Suriye’ye verdiği petrol miktarı konusunda ortaya atılan iddiaları destekliyordu. Irak bu şekilde Suriye sayesinde petrolünü uluslararası pazarlama taşıma imkanı bularak bir anlamda ambargoyu deliyor ve Suriye de bu ticaretten önemli bir gelir elde ediyordu.

2002 yılı sonlarına doğru ABD’nin Irak’a askerî operasyon düzenleme olasılığının ortaya çıkması Suriye-Irak ilişkiler sürecine yeni ve köklü bir boyut kazandırdı. Suriye açısından 1997’den bu yana daha çok ekonomik anlamda önem taşıyan Irak artık daha çok güvenliği (iç ve dış) açısından hayatî bir ülke konumuna geçiyordu. Bu yeni gelişme iki ülke arasında olumlu anlamda yaşanan gelişmelerde bir değişime neden olmadı (savaşın sonuna kadar) ancak Suriye’nin bu yakınlaşmaya bakış açısını tamamen değiştirdi. Artık ekonomik anlam ikinci plana düşüyor buna karşılık gerek rejiminin geleceği gerekse İsrail’e karşı yürütülen mücadele anlamında Irak ve bu ülkeye düzenlenmesi planlanan operasyon önem kazanıyordu. ABD’nin böyle bir operasyon sonrasında Irak’a yerleşmesi, bu ülkeyle sorunlu ilişkilere sahip Suriye açısından önemli bir tehdit unsuruydu. Suriye yönetimi içerisinde bu operasyonun Irak’la sınırlı kalmayacağı ve Orta Doğu’da yaşanacak rejim değişikli dalgasının ilk adımı olacağı şeklinde bir düşünce hakimdi.[67] Bu korku Suriye’nin Irak’la olan ilişkilerini daha derinleştirdi ve bu ülkeyle beraber operasyonun önlenmesi amacıyla ortak hareket etti. Suriye yönetimi içerisinde var olan bu kaygılar kamuoyuna da yansıdı ve ülke içinde ABD karşıtı gösteriler ve Amerikan mallarının boykot edilmesi şeklinde tepkiler ortaya çıktı. Suriye bu süreçte savaşı önleme gibi bir güce sahip olmadığı için BM aracılığıyla bu mücadeleyi yürütüyor, BM ilkelerine bağlı kalınarak bir çözüme ulaşılmasını savunuyordu. Suriye’nin bu operasyondan duyduğu kaygıları gösteren en açık ifade ise Beşar Esad’ın bir Arap gazetesine verdiği röportajda söylediği sözlerdi. Esad ABD’nin Irak’ta başarılı olduktan sonra bu operasyonla sınırlı kalmayacağını bölgedeki diğer Arap devletlerinde de değişimin gündeme geleceğini ve Suriye’nin İsrail’le ve ABD’yle olan ilişkilerinin düşünüldüğünde kendi ülkesinin de sırada olduğunun şüphe götürmediğini söylemiştir.[68] Suriye açısından ABD’nin nihai zaferi engellenemese de en azından uluslararası ortamdaki konumunun zayıflatılması ve bu yönde de savaşın mümkün olduğunca uzamasının sağlanması büyük önem taşımaktaydı. Bu amaca yönelik olarak izlenen politika ise savaş sonrasında ABD’nin hedef sıralamasında Suriye’yi ön plana çıkardı.

Suriye her ne kadar aksi yönde çaba göstermiş olsa da savaşın çıkışını önleyememiştir. Savaş öncesi yapılan değerlendirmelerde Suriye’nin ancak pasif muhalefet uygulayabileceği ve pratikte Irak’a yardım edemeyeceği düşünülüyordu. Ancak savaş çıktıktan sonra ilk aşama beklenen şekilde gelişmedi ve Irak, ABD birliklerine özellikle Umr Kasr ve Nasıriye’de önemli bir direniş gösterdi. Bu gelişme Suriye tarafından yanlış analiz edildi ve yönetimde ABD’nin Irak’ta yenilgiye uğratılabileceği düşüncesi hakim olamaya başladı. Bu düşünce de Suriye’yi siyasî desteğin ötesinde somut anlamda Irak’a yardım etmeye yöneltti. Savaşın ilk başlarında sessiz konumda bulunan Suriye’de öncelikle savaş karşıtı gösteriler yürüyüşler düzenlenmeye başladı ve bunu takiben Suriye yönetimi, ABD’den bu ‘saçma kanlı savaşı’ durdurması yönünde taleplerde bulunmaya başladı.[69] Daha sonra resmî bir makam olan Suriye Müftülüğü Irak’taki Amerikan ve İngiliz birliklerine karşı intihar saldırıları düzenlenmesi yönünde çağrıda bulunarak bir anlamda ‘cihat’ ilan etti.[70] Bu açıklamaları takiben Suriye’den onlarca kişi ABD ve İngiliz birliklerine karşı savaşmak için gönüllü olarak Irak’a geçmiş, Suriye de sınırda Irak’a geçmek isteyen bu gönüllülere serbest geçiş hakkı tanımış[71] bunun yanında Iraklı mültecilere ülkelerinin açık olduğunu açıklayarak gelen mültecileri ülkesine yerleştirmiştir. Suriye’nin Irak’a yardımı anlamında ABD tarafından ortaya atılan son iddia ise Irak’a sağlanan askeri malzeme desteği oldu.[72] Tüm bu gelişmeler ABD yönetimi içinde de etkisini gösterdi ve en üst düzeyde Suriye’yi eleştiren hatta tehditler içeren açıklamalar yapılmaya başlandı. Powell, Suriye’nin ya Saddam’ın ölmekte olan rejimine destek vermeye devam edeceğini ya da daha farklı ve umut verici bir politika izleyeceğini, ilk şıkkı seçmesi durumunda ise kararlarının sonuçlarına katlanması gerekeceği şeklinde ifadelerle Suriye’yi izlediği politikadan tehdit yoluyla vazgeçirmeye çalıştı.

Savaşın başında Suriye’nin de cesaretlenmesine neden olan gelişmelerin aksine daha sonraki aşamada savaş kısa sürede ABD lehine sonuçlanmıştır. Suriye, genel dış politika prensibi olan pragmatizme uygun bir tavırla politikasında ani bir değişim göstermiş ve ABD’ye ılımlı mesajlar gönderen ve bu ülkenin talepleri yönünde hareket eden bir konuma bürünmüştür. Dolayısıyla Irak Savaşı Suriye-Irak ilişkiler sürecinde yeni bir dönemi başlatmış ve çok kısa bir sürede Suriye, Saddam rejimiyle olan bağına son vermiş ABD’yle işbirliği arayışı içerisine girmiştir. Savaşın bitişinin hemen ertesinde ABD tarafından askerî müdahaleye varan tehditlerle[73] karşı karşıya kalan Suriye ilk etapta Irak’la sınırlarını tamamen kapadığını açıklamıştır. Bunun da ötesinde ülkesinde bulunan onlarca Iraklı göçmeni sınır dışı etmiştir. Bunu takiben ABD’yle işbirliğine açık olduğunu üst düzey yetkililer aracılığıyla bütün dünyaya duyurmuştur. Bu açıklamalardan sonra Amerikalı iki senatör Şam’a ziyaret düzenlemiş aynı gün içerisinde koalisyon içerisinde yar alan İspanya’nın Dışişleri Bakanı Beşar Esad’la Şam’da bir araya gelmiştir. Bu yöndeki son gelişme ise ABD’nin arananlar listesinde yer alan ve Suriye’de olduğu düşünülen yaklaşık yedi üst düzey Iraklı yetkilinin ülke dışına çıkarıldığı yolunda çıkan haberler olmuştur. Suriye’nin değişen Irak politikası ABD’de etkisini göstermiş, Powell Orta Doğu gezisi kapsamında Suriye’ye de gitmiş ve Beşar Esad’la bir araya gelmiştir. Aynı doğrultuda Başkan Bush da Suriye’nin son tutum ve söylemlerini öven açıklamalar yapmıştır.

Sonuç

Irak savaşı sonrasında gerek Suriye-Irak ilişkileri açısından gerekse Suriye’nin kendi iç ve dış politik yapısında ortaya çıkacak gelişmeler açısından bir belirsizlik söz konusudur. Bu konunun daha belirginleşmesi açısından Irak’ta ortaya çıkacak yeni yapılanmanın belirlenmesi gerekmektedir. Ancak Irak Savaşı ve ABD’nin bölgeye yerleşmesinin Suriye açısından köklü sonuçları olacağı söylenebilir. Bu sonuçları kısa ve uzun vadede ortaya çıkması muhtemel değişimler olarak ayırabiliriz.

Kısa vadede Suriye’den istenen terör örgütlerine verdiği desteği kesmesi[74] (ki bu konuda ABD taleplerini dile getirmiş ve Suriye hemen bu yönde adım attığını ve Suriye’de bulunan terör örgütleri bürolarının kapatıldığını duyurmuştur), kitle imha silâhları konusunda yaptığı girişimlere son vermesi[75] (Suriye’nin bu konudaki teklifi ise Orta Doğu’da bütün ülkelerin kitle imha silâhından arındırılmasını sağlayacak bir planın uygulamaya konması olmuştur) ve Lübnan’daki birliklerini çekmesi ve bu ülkenin siyasal bağımsızlığını tanıması[76] yönünde olacaktır. Bütün bunlar da Orta Doğu’da öncelikle İsrail-Filistin sorununa bağlantılı olarak istenecek taleplerdir. Uzun vadede ise Suriye’nin gerek siyasal gerekse ekonomik yapılanmasına ilişkin olarak değişim taleplerinin ortaya çıkması beklenebilir. Suriye zaten özellikle 1990 sonrasında ortaya çıkan yeni uluslararası sistem içerisinde gerek dışardan gerekse içerden siyasal ve ekonomik reform uygulama konusunda baskı altındaydı.[77] ABD’nin Irak Savaşı sonrasında Suriye üzerinde baskı unsurlarını çok daha etkin kullanacağı gerçeğinden hareketle bu alanlarda adım atılması beklenebilir. ABD bu baskı unsurları içerisinde askerî müdahalede bulunma seçeneğine Suriye’nin genel dış politika yürütme anlayışını düşündüğümüzde başvurmayacaktır. Çünkü Suriye tehdit karşısında hemen politika değiştirme geleneğine sahip bir ülkedir.[78] Suriye’nin zayıf noktası ekonomidir ve bu konuda uygulanacak baskı bu ülkeyi zor durumda bırakacaktır. Bu noktada da Irak önem kazanmaktadır. ABD’nin elindeki en önemli gücü Kerkük-Banyas petrol boru hattı ve buradan Suriye’ye ithal edilen petrol oluşturmaktadır. Savaş sırasında ABD bu hattı hemen kapamış ve Suriye’nin içinde bulunduğu ekonomik zorluk içinde en önemli getiriyi oluşturan petrol gelirlerine[79] engel olmuştur. Bunun yanında Irak tarihsel olarak Suriye açısından en önemli pazar konumundadır. ABD’nin Irak pazarı üzerinde sahip olacağı etkiyle Suriye ‘yi bu pazarı kaybetme tehlikesiyle baş başa bırakacaktır.



* ASAM Ortadoğu Araştırmaları Masası


[1] Michael Eppel, ‘Syrian-Iraqi Relations: Iraq as a Factor in the Syrian Foreign Policy,’ Modern Syria, Edited by Moshe Maoz, Joseph Ginat and Onn Winckler, (Sussex Academic Press), s. 210.
[2] Michael Eppel, ‘Syrian-Iraqi Relations During the 1948 Palestine War,’ Middle Eastern Studies, Vol:32 No:3, s. 74.
[3] Michael Eppel, ‘Syrian-Iraqi Relations: Iraq as...’; s. 212.
[4] Michael Eppel, ‘Syrian-Iraqi Relations: Iraq as...’; s. 213.
[5] Philip J. Khoury, Syria and the French Mandate, Politics of Arap Nationalism 1920-1945 (Princeton University Press, 1987)
[6] Malik Mufti, Sovereign Creations: Pan Arabism and Political Order in Syria and Iraq (Cornell University Press USA, 1996), s. 47.
[7] Malik Mufti, Sovereign Creations..., s. 48-49.
[8] Michael Eppel, ‘Syrian-Iraqi Relations During...’; s.75.
[9] Michael Eppel, ‘Syrian-Iraqi Relations: Iraq as...’, s. 214.
[10] Michael Eppel, ‘Syrian-Iraqi Relations: Iraq as...’; s. 214.
[11] Malik Mufti, Sovereign Creations..., s. 49-51.
[12] Middle East Journal, Chronology, 1949.
[13] Michael Eppel, ‘Syrian-Iraqi Relations During...’, s.75.
[14] Michael Eppel, ‘Syrian-Iraqi Relations: Iraq as...’, s. 215.
[15] Middle East Journal, Chronology, 1949.
[16] Michael Eppel, ‘Syrian-Iraqi Relations: Iraq as...’, s. 215.
[17] Middle East Journal, Chronology, 1949.
[18] Malik Mufti, Sovereign Creations..., s. 55.
[19] Michael Eppel, ‘Syrian-Iraqi Relations: Iraq as...’, s. 215.
[20] Middle East Journal, Chronology, 1951.
[21] Malik Mufti, Sovereign Creations..., s.55-56.
[22] Michael Eppel, ‘Syrian-Iraqi Relations: Iraq as...’, s. 216.
[23] Michael Eppel, ‘Syrian-Iraqi Relations: Iraq as...’, s. 216.
[24] Middle East Journal, Chronology, 1956.
[25] Middle East Journal, Chronology, 1958.
[26] Middle East Journal, Chronology, 1958.
[27] Michael Eppel, ‘Syrian-Iraqi Relations: Iraq as...’, s. 217.
[28] Middle East Journal, Chronology, 1962.
[29] David Commins, Historical Dictionary of Syria, (London, The Scarecrow Press, 1996), s. 57.
[30] Middle East Journal, Chronology, 1963.
[31] Bu grubun başında Salah Cedid ve Hafız Esad bulunmaktaydı. Bu grup kendini neo-Baas olarak tanımlamaktaydı.
[32] Amazia Baram; ‘Ideology and Power Politics in Syrian-Iraqi Relations, 1968-1984,’ Syria Under Assad, Edited by Moshe Maoz and Avner Yaniv, (St. Martin’s Press, USA, 1986), s. 127.
[33] Michael Eppel, ‘Syrian-Iraqi Relations: Iraq as...’, s. 218.
[34] Michael Eppel, ‘Syrian-Iraqi Relations: Iraq as...’, s. 217.
[35] David Commins, Historical Dictionary of Syria; s. 21.
[36] Eberhard Kienle, Ba’th vs. Ba’th: The Conflict Between Syria and Iraq, 1968-1989 (London and New York, 1990), s.51.
[37] Middle East Journal, Chronology, 1969.
[38] Amazia Baram; ‘Ideology and Power...’, s.128.
[39] Middle East Journal, Chronology, 1973.
[40] Amazia Baram; ‘Ideology and Power...’, s.129.
[41] Amazia Baram; ‘Ideology and Power...’ s.130.
[42] Michael Eppel, ‘Syrian-Iraqi Relations: Iraq as...’, s. 219.
[43] Middle East Journal, Chronology, 1979.
[44] Tayyar Arı, Basra Körfezi ve Ortadoğu’da Güç Dengesi 1978-1996, (İstanbul, Alfa Kitabevi, Temmuz 1996), s.196.
[45] Middle East Journal, Chronology, 1982.
[46] Amazia Baram; ‘Ideology and Power...,’, s.130.
[47] Ghayth N. Armanazi, ‘Syrian Foreign Policy at the Crossroads’, s.112.
[48] Michael Eppel, ‘Syrian-Iraqi Relations: Iraq as...’, s.220.
[49] Michael Eppel, ‘Syrian-Iraqi Relations: Iraq as’, s. 221.
[50] ‘Baghdad Calls For Resuming Relations With Damascus’, Arabic News, http://www.arabicnews.com/ansub/Daily/Day/970825/1997082539.html.
[51] Michael Eppel, ‘Syrian-Iraqi Relations: Iraq as...’, s.222.
[52] ‘Syrian-Iraqi meeting is first development after Gulf War’, Arabic News, http://www.arabicnews.com/ansub/Daily/Day/971007/1997100737.html.
[53] ‘Syria Taking More of Jordanian-Iraqi Border Trade’, Arabic News, http://www.arabicnews.com/ansub/Daily/Day/970808/1997080825.html.
[54] ‘Syria, Iraq Boost Bilateral Trade Relations’, Arabic News, http://www.arabicnews.com/ansub/Daily/Day/980815/1998081533.html.
[55] Reuters World Report-12 Temmuz 1998.
[56] http://www.arabicnews.com/ansub/Daily/Day/990712/1999071241.html.
[57] Stratfor, http://www.stratfor.com/MEAF/default.htm.
[58] Bu fiyatın yaklaşık olarak 15 dolar olacağı tahmin edilmektedir. Bu da Suriye’ye varil başına 15 dolar kar kalması anlamına gelmektedir.
[59] Stratfor, http://www.stratfor.com/MEAF/default.htm.
[60] ‘Al-Assad Meets With Tareq Aziz’, Arabic News, http://www.arabicnews.com/ansub/Daily/Day/000927/2000092754.html, 27 Eylül 2000.
[61] ‘Syrian Plane to Baghdad on Sunday’, Arabic News, http://www.arabicnews.com/ansub/Daily/Day/001006/2000100610.html, 6 Ekim 2000.
[62] ‘A Syrian Committee to Lift the Embargo İmposed on Iraq’, Arabic News, http://www.arabicnews.com/ansub/Daily/Day/001107/2000110713.html, 7 Kasım 2000.
[63] ‘Damascus Lifts Restrictions on Traveling to Iraq’, Arabic News, http://www.arabicnews.com/ansub/Daily/Day/010104/2001010440.html, 14 Ocak 2001.
[64] ‘Iraq Approved the Free Trade Agreement With Syria’, Arabic News, http://www.arabicnews.com/ansub/Daily/Day/010202/2001020218.html, 2 Şubat 2001.
[65] ‘Chief of the Iraqi Intelligence Visited Damascus, The Two Baath Party Wings Froze Differences’, Arabic News, http://www.arabicnews.com/ansub/Daily/Day/010216/2001021605.html, 16 Şubat 2001.
[66] ‘Baghdad Wants Strategic Relations With Damascus’, Arabic News, http://www.arabicnews.com/ansub/Daily/Day/010525/2001052503.html, 25 Mayıs 2001.
[67] Nicholas Blanford, ‘Syria Worries US Won't Stop at Iraq’, The Christian Science Monitor, 11 Eylül 2002. [68] Talal Salman, ‘Interview with Bashar al Assad’, Al-Safir, 27 Mart 2003.
[69] ‘Stop the Stupid Bloody War’, Reuters, 26 Mart 2003.
[70] ‘Syria's Mufti Calls For Suicide Attacks on US, UK Troops in Iraq’, Yahoo News, 28 Mart 2003.
[71] ‘Dozens of Volunteers Crossing Syrian Border into Iraq to Join Fight Against Allied Troops’, Haaretz, 28 Mart 2003.
[72] Liza Porteus, ‘Officials: Syria Sending Equipment to Iraq’, Fox News, 28 Mart 2003.
[73] Bu süreçte The Guardian gazetesinde, Pentagon’un Suriye’ye yönelik olarak hazırladığı savaş planını Bush’un reddettiğini iddia eden bir yazı yayımlandı. Bu haber bir anlamda Suriye’ye bir mesaj, Irak politikasını gözden geçirmesi ve ABD’nin taleplerini yerine getirmesi açısından bir tehditti.
[74] Suriye gerek kendi içinde gerekse kontrolü altında bulunan Lübnan’da İsrail karşıtı terör örgütlerine (Hamas, Hizbullah, İslami Cihad) destek vermektedir. Suriye’de bu örgütlerin büroları bulunmakta, Lübnan’da özellikle kendi kontrolü altında bulunan Bekaa Vadisinde bu örgütler barınmakta ve eğitim görmektedirler. Suriye ayrıca İran’ın bu örgütlere verdiği destek konusunda da geçiş ülkesi konumundadır. İran’ın bu örgütlere sağladığı lojistik destek Suriye üzerinden gerçekleşmektedir. Suriye bu örgütleri terör örgütleri olarak değil ‘özgürlük savaşçıları’ olarak adlandırmaktadır.
[75] Suriye’nin Scud füzeleri ve bunların bazılarında da kimyasal başlıklar bulunmaktadır. İsrail’e karşı var olan güçsüz konumu nedeniyle caydırıcılık açısından bu ucuz ama etkili silâhlar Suriye açısından büyük önem taşımaktadır. Bu füzeler Hizbullah tarafından İsrail-Lübnan sınırında konuşlanmış bulunmaktadır.
[76] Suriye’nin halen Lübnan’da 20.000 civarında askerî gücü bulunmakta ve yönetimde Suriye yanlısı politikacılar bulunmaktadır. ABD ilk kez savaş öncesinde Suriye’nin bu konumunu ‘işgal’ olarak nitelendirmiştir. Bu da ABD’nin durumdan duyduğu rahatsızlığı ve bu konuda Suriye’den adım atması isteğini göstermektedir.
[77] Suriye’de değişim talepleri ve 1990 sonrasında ortaya çıkan uluslararası ve ulusal talepler hakkında daha geniş bilgi için bkz.: Oytun Orhan, Küreselleşme Kıskacındaki Suriye’de Reform Hareketi, Stratejik Analiz, Sayı 13, Mayıs 2001, ss. 33-39.
[78] Bu konuda en güzel örneği PKK lideri Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılması sürecinde yaşamıştık. Türkiye’nin birliklerini sınıra yığması ve savaş tehdidinde bulunması karşısında Suriye, Abdullah Öcalan’ı ülkesinden çıkarmıştı.
[79] Suriye’nin BM yaptırımlarına aykırı olarak yaptığı bu petrol ithalatından yıllık yaklaşık 1 milyar dolar gelir elde ettiği tahmin edilmektedir.