Wednesday, July 20, 2011

Suriye İçin İstanbul Buluşması

Suriyeli muhalifler daha önce İstanbul ve Antalya’da düzenledikleri Esad yönetimi karşıtı konferanslarının sonuncusunu yine İstanbul’da düzenlemiştir. 16-17 Temmuz 2011 tarihlerinde 350 civarında Suriyeli muhalifin katılımıyla “Suriye İçin İstanbul Buluşması” adı altında düzenlenen konferansta, Suriye’deki Beşar Esad yönetimiyle mücadeleye nasıl devam edileceği masaya yatırılmıştır. Konferansın sonucunda bir bildirge yayınlanmış, 25 üyeli bir konsey ve 11 üyeli bir komite kurulması kararlaştırılmıştır. Konsey’in yeni bir konferansın organize edilmesi için çalışacağı ve diğer muhalif gruplara ulaşmak üzere çalışmalar yürüteceği açıklanmıştır. Ayrıca Konsey’in Esad yönetiminin yıkılması durumunda geçiş döneminin yönetimini üstlenmesi beklentisi de dile getirilmiştir.

Konferansa katılanlar arasında; Suriye İslam Alimleri Birliği Başkanı Şeyh Muhammed el Sabuni, Ahmet Ramazan, Suriye Müslüman Kardeşler eski Genel Sekreteri Sadrettin el Bayanuni, içerdeki muhalefetin önde gelen isimlerinden Suriye İnsan Hakları eski Genel Sekreteri ve Ulusal Kurtuluş Konferansı Başkanı Heysam el Malih, Suriye İnsan Hakları Örgütü Başkanı Velid Saffur, Şam Deklerasyonu Genel Sekreteri Enes Abdullah, ABD’de yaşayan Suriyeli İnsan Hakları Eylemcisi Rıdvan Ziyadeh, Kürt temsilcilerden Muhammed Raşit, Suriyeli alimlerden Halid Kendu, ayaklanma hareketine önderlik edenlerden Hamalı Şeyh Adnan el Arur ve Şeyh Abdurrahman Dımaşk, Suriye Hukukçular Birliği Başkanı Yasin Mahili gibi içerde ve dışarıdaki muhalefetin önde gelen isimleri yer almıştır. Genel olarak Konferans’a laiklik yanlısı hareketler, İslamcı gruplar, Arap aşiret liderleri, Kürtler, İnsan Hakları Örgütleri, gençler gibi farklı muhalif hareketlerin temsilcileri katılmıştır.

Suriyeli muhalifler son aylarda Türkiye’de düzenledikleri toplantılar dizisi ile daha örgütlü ve birlikte hareket etme konusunda çaba sarf etmektedir. Ancak bu toplantıda da makro hedeflere yönelik ortak hareket stratejilerinin belirlenmesinden ziyade grup çıkarlarının ön plana çıkmış olması Konferansın başarısını gölgelemiştir. Kürt gruplar ve aşiret liderlerinin etnik, mahalli talepler gündeme getirmeleri diğer muhalif gruplarla aralarında sorun yaşanmasına neden olmuştur. Görüş farklılıkları; güçlü, meşruiyeti olan bir Komitenin seçilmesine engel olmuştur. 25 üyeli Konsey ve 11 kişilik Komite güçlü siyasi kişiler arasından seçilememiştir. Bu da başarı şansı az olan zayıf bir Konsey’in oluşmasına neden olmuştur.

Konferansın başarısını gölgeleyen bir diğer unsur İstanbul Konferansına paralel olarak aynı gün içinde Şam’da düzenlenmesi planlanan Konferans’ın Suriye yönetiminin engellemesi nedeniyle gerçekleştirilememesi olmuştur. Suriyeli güvenlik güçleri Şam’daki Konferansa 14 kişinin ölümü ile sonuçlanan bir müdahale gerçekleştirmiştir. İçerdeki ve dışarıdaki muhaliflerin Şam ve İstanbul’da paralel bir Konferans düzenlemeyi başarmaları en geniş tabanlı muhalif hareketinin hayata geçirilmesi anlamını taşıyacaktı. Bu da şimdiye kadarki meşruiyeti en güçlü hareket olacaktı. Şam’daki Konferansın düzenlenememesi bu görüntüyü engellemiş ayrıca İstanbul’daki Konferansın başarısını da olumsuz etkilemiştir. Dışarıdaki muhalefet ile içerdeki muhalefet arasında kurulması planlanan bağ kurulamamış, muhalif hareketin esas gücü olan Şam ayağı zayıf kalmıştır. Ayrıca Esad yönetimi karşısında sergilenmek istenen geniş tabanlı muhalefet fotoğrafı ortaya konamamıştır.

İstanbul Konferansında görüş farklılıkları nedeniyle bir araya gelinememesi bundan sonraki süreçte muhalif grupların ortak Konferans düzenlemekten ziyade her bir grubun kendi başına Konferanslar düzenlenmesine neden olabilir. Konferans hangi gruplar ve kişilerin muhalif hareket içinde etkin şekilde yer aldığını göstermesi, şimdiye kadar fikirlerini bilmediği grupların birbirini anlaması ve tanımasını sağlaması açısından faydalı olmuştur. Ancak esas amaç olan dağınık haldeki muhalefetin birlikte hareket etmesi yönündeki beklentiler açısından istenen amaca ulaşılamamıştır.

Konferansta muhalif gruplar arasındaki görüş ayrılıklarını azaltmak yönünde çaba gösterilmiştir. Bu çerçevede ortak bir cephe oluşturulmaya çalışılmıştır. Tüm grupların üzerinde mutabık kaldıkları konu, “demokratik ve sivil bir devlet hedefi” olmuştur. Ayrıca siyasi mahkumlar serbest bırakılıncaya ve Suriye sokaklarındaki askeri birlikler çekilinceye kadar rejimle diyalogun reddedilmesi konusunda da görüş birliği sağlanmıştır. Toplantıda görüş ayrılığı yaşayan başlıca gruplar Arap aşiretleri ve Kürt gruplar olmuştur. Bazı aşiret liderleri kendilerine yeterince önem verilmediğinden yakınmış, Kürt gruplar da Kürtlerin haklarının tanınmaması üzerine konferanstan çekilmiştir.

Suriyeli muhalif grupların İstanbul toplantısı, Türkiye'nin ev sahipliği yaptığı Libya Temas Grubu’nun İstanbul'da düzenlenen toplantısından bir gün sonra gerçekleşmiştir. Türkiye ve ABD Dışişleri Bakanları’nı toplantının ardından düzenlediği ortak basın toplantısında Suriye’ye yönelik de mesajlar vermiştir. ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Suriyeli muhaliflerin toplantısına ilişkin olarak “Suriye’deki muhalefeti halk yapıyor, ABD yapmıyor. Suriye’nin geleceği Suriye halkına bağlıdır ama muhalefetin bir araya gelme çabası da siyasi reformun çok önemli bir parçasıdır. Muhalefet oluşturmaya çalışıyorlar ve hükümetle barış içinde olacakları bir gelecek kurmaya çalışıyorlar.” ifadelerini kullanmıştır. Bu ifadelerden ABD’nin Suriyeli muhaliflerle doğrudan temas halinde gözükmeme çabası içinde olduğu görülmektedir. ABD’nin Suriye’deki değişim hareketine müdahalesi doğrudan sürece müdahil olmaktan ziyade iç dinamiklerin desteklenmesi yoluyla olmaktadır. Bu da Türkiye üzerinden yürütülmeye çalışılmaktadır. Aynı basın toplantısında açıklama yapan Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu da, “Suriye’de halkın taleplerini göz önüne alan bir reform sürecini gerekli gördüklerini” açıklamış ve “Suriye reformları bir an önce başlatmasını gerektiğini ve sivillere karşı aşırı güç kullanmaktan kaçınılması” telkininde bulunarak Türkiye’nin Esad yönetimine karşı eleştirel yaklaşımını sürdürmüştür. Davutoğlu’nun ifadelerinde en dikkat çekici noktalardan biri “Suriye’de muhalefetin gelişebilmesinin gerekliliği” olmuştur. Bu ifade Esad yönetiminden son aylarda rahatsızlığını açıkça dile getiren Ankara’nın bundan sonraki süreçte beklentilerinin karşılanmaması durumunda muhalefetin profilinin artırma çabası içinde olacağının işaretidir.

“Suriye için İstanbul Buluşması” Konferansı’nın ardından yayınlanan sonuç bildirgesi şu şekildedir [1]:

1. Suriye halkı bütün dünya halkları gibi özgür ve onurlu yaşamayı hak etmektedir.

2. Suriye’de akan kan bir an önce durdurulmalı, işkence ve keyfi tutuklamalara derhal son verilmelidir.

3. Dünya basının Suriye’ye girmesi sağlanmalı ve Suriye halkının basın özgürlüğü için bilişim ve iletişim kanallarının önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır.

4. Tüm dünyanın tabii yönelimi olan ve uygulaması yolunda da hemen her yerde önemli adımların atıldığı düşünce hürriyeti, gösteri yapma hürriyeti gibi haklar ve özgürlükler konusunda gerekli düzenlemeler yapılmalı, dayatmacı ve baskıcı anlayışlar terk edilmelidir.

5. Siyasi yasaklar kaldırılmalı ve tutuklular serbest bırakılmalıdır.

6. Ortadoğu ve tüm dünya yeni küresel gelişmelerle ilerlerken kan ve zulümle bir düzenin devam ettirilemeyeceğinin farkına varılmalıdır.

7. Etnik, dini, mezhebi, bölgesel bütün ayrımcılıklara karşı olunmalı, bütün toplum kesimlerine eşit mesafede davranılmalıdır.

8. Yukarıda zikredilen isteklerin derhal yerine getirilmemesi ya da oyalanma taktiğiyle geçiştirilmesi, hem Beşar Esad için hem de Suriye için olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Derhal kan akıtmaya son verilmeli. Toplu ve keyfi tutuklamalar sonlandırılmalıdır. Halka korku yayarak sonuç alınamayacağının farkına varılmalıdır.

9. Tek parti egemenliğinden kurtulup siyasal eşitliğe ve yarışmaya yer veren çok partili sisteme geçilmelidir. Hemen seçime gidilmelidir. Dünyanın medeni devletleri gibi herkesin onayıyla yeni bir anayasa yapılmalıdır.

10. Biz, Suriye halkı olarak meşru ve insani haklarımızı sivil ve demokratik eylemlerle talep etmeye devam edeceğiz. Suriye’ye karşı dış müdahalelere, bölünmeye yol açacak girişimlere ve silahlanmaya karşıyız.

11. Vakit daralıyor, ancak olumsuz gidişatı tersine çevirme imkan ve kabiliyeti vardır. Bu toplantı neticesinde, bizler İstanbul’dan tüm dünyaya yukarıdakileri büyük bir inanç ve kararlılıkla duyurmak istiyoruz: Suriye bir yol ayırımına gelmiştir; ya hukukun işlediği, özgür, müreffeh bir dünya devleti olacaktır ya da zulmün, diktatörlüğün, kan ve gözyaşının hüküm sürdüğü bir ülke olarak anılacaktır. Bizler taleplerimizden asla vazgeçmeyeceğiz. Bundan sonra da yaşanacakların sorumluluğunun, şu an sorumluluk makamında olan Esad’a ait olacağını kamuoyuyla bir kez daha paylaşıyoruz.

Konferansta yer alan diğer bir önemli grup Suriye’deki halk ayaklanmasının temel itici gücünü oluşturan bağımsız gençlerdir. “Suriye 17 Nisan Demokratik Değişim Gençliği” isimli bir çatı örgütü altında birleşen gençler Suriye yönetiminden beklentilerini içeren bir bildiri yayınlamıştır. Bu bildiride dile getirilen talepler ise şu şekildedir [2]:

1- Esad rejimi düşürülene kadar barışçıl mücadeleye devam edilmesi ve yabancı askeri müdahaleye karşı konulması.

2 - Yönetimin barışçıl yollarla el değiştirmesi, geçici hükümetin kurulması, polis devletinin anayasa, parlamento ve devlet başkanlığı sistemine dönüştürülmesi.

3 - Çoğulcu, demokratik ve Suriyelilerin gelecek ile ilgili hedeflerini içeren vatandaşlık esasına dayalı bir anayasal devlet kurulması.

4 - Eşitliğe dayanan dini ve ırki hassasiyetleri gözeten Müslüman, Hıristiyan ve diğer kavimlere saygı gösteren bir sistem oluşturulması.

Bu metinlerden anlaşıldığı üzere tüm Suriyeli muhalifler ülkenin Esad sonrasında bir kaos ortamına sürüklenmesinden kaygılanmaktadır. Esad rejiminin yıkılmasını savunmakla beraber bunun kesinlikle iç dinamikler harekete geçirilerek başarılması düşüncesi ağır basmaktadır. Yabancı müdahalenin reddi hem muhalefetin Suriye halkı nezdindeki meşruiyetinin koruma düşüncesinin hem de bu müdahalenin ülkeyi Irak benzeri bir kaos ortamına sürükleyebileceği endişesinin sonucudur. Suriye muhalefetinin ABD ve Batı ile mesafeli gözükmesinin en önemli nedenleri hem bu ülkelere güven duymamaları hem de Suriye halkının gözündeki meşruiyetlerini koruma çabasıdır. Batı ile iletişim Suriye halkının da güvendiği Türkiye üzerinden gerçekleştirilmektedir. Muhtemelen ABD de Suriye muhalefetinin güvenirliğini olumsuz etkilememek için muhalefetle fazla yakın oldukları şeklinde bir görüntü vermek istememektedir.


Dipnotlar:

[1] “Suriye için İstanbul Buluşması” Forumunun Sonuç Bildirisi Açıklandı, İHH İnsani Yardım Vakfı İnternet Sitesi, Haber için bkz.: https://www.ihh.org.tr/suriye-icin-istanbul-bulusmasi-forumunun-sonuc-bildirisi-aciklandi/

[2] Suriye'de Değişim Gençliği Taleplerini Sıraladı”, HaberPan Haber Sitesi, Haber için bkz.: http://www.haberpan.com/haber/suriyede-degisim-gencligi-taleplerini-siraladi.

Monday, July 04, 2011

INTERVIEW WITH THE FORMER SECRETARY GENERAL OF THE MUSLIM BROTHERHOOD IN SYRIA AND MEMBER OF THE SHURA (CONSULTATIVE) COUNCIL ALI SADREDDINE-BAYANOUNI

The Syrian Muslim Brotherhood is an important political movement that had a role in the political sphere of Syria since the independence of Syria. At first placing itself within the democratic process in Syria, the movement approached to the outside of the system after its alienation from Ba’ath Party when they came into power. The movement lost its organizational power after the so-called Hama massacre in 1982. However, considering the intellectuality and national support, the movement has preserved itself to the present time. In the days during which one observes opposing national movements in Syria in a way to alter the regime, the most important topic discussed is what alternative the Bashar al-Assad regime has. The Syrian Muslim Brotherhood answers this question as “a democratic, civil administration that derives its authority from the will of nation”. When a real democratic structure is formed, the Muslim Brotherhood will be one of the most important actors in the near future of the Syrian political life.

First of all, would you please introduce yourself?

I am Ali Sadreddine Bayanouni, a lawyer. I was born in 1938 in Aleppo, Syria. I have worked as the Secretary General of the Syrian Muslim Brotherhood for 14 years until 2010. Currently, I work as a member of the Shura (Consultative) Council of the Community.

Syrian Muslim Brotherhood is thought to be, despite its weak organizational power in Syria, one of the mightiest movements on the base. Does the Syrian Muslim Brotherhood have a direct role in insurgence movements in Syria and if there is a free election, how much of the nation do you think will support you?

When we consider the insurgence movement in Syria by considering all the criteria, it would be better to identify it as a national resistance movement. All the nationals from different political and community ties participate in this resistance. No one can attribute this revolution to himself. In Syrian community our very existence depends on the belief of the people on this idea and trust of the community to its people. Our presence in the Syrian community has spread to all cities, towns and villages in Syria that Allah has bestowed. The ones supporting us join the communal movement with other citizens. No one receives a directive. We announced that we are very close to the communal movement and we support this movement. We do not think about any attempts of national supremacy and a show of force. Therefore, we do not try to set a social rate for ourselves.

Do you think that after the insurgence movements Bashar al-Assad needs to cease the administration or do you think that it is also possible to go with al-Assad after making some reforms?

The Syrian state, in order to embrace a truly democratic regime, needs a restructuring with some modern bases. And this cannot be realized partially or in form through reforms. What is needed is to establish a structure that makes it possible to have a new, modern, democratic, multi-party system in which government change is easy and rule of law is the basis. This should be done in a transparent environment. If the topics are dealt and problems are discussed this way, personal problems will be left behind. Some people hoped that the necessary changes were to be done by the regime directly. Now, we are in a position in which promises do not generate any benefits. Very urgent and concrete actions are needed. But backward steps are taken.

What kind of a political structure do you prognosticate as the Muslim Brotherhood Community in case the Bashar al-Assad regime collapses?

When the Ottoman state collapsed in the early 20th century, the Syrians announced that they would participate in the general Syria Congress. Before the Sykes Picot Agreement and French invasion, they established the bases of the new states. Most sides try to spread fear with the claim of absence of an alternative regime in Syria. We do not argue that a shift to a new state is going to be smooth and easy. Because, the dictatorial regime has destroyed the bases of the civil society, but this shift will never be scary. The Islamic flow had an active presence in the General Syrian Congress. Lebanese Sheikh Rashid Reza performed as the Director of the Congress for a while. Besides, the Muslim Brotherhood Community took active part in democratic processes in Syria. Dr. Mustafa El Sebci worked as the Vice President of the National Assembly. We do not emulate anything but national partnership. We want our community to have an active role in this partnership.

After the “Change in Syria Conference” that took place in the last weeks in Antalya in which different Syrian opponent groups got together, there was some news indicating that to the final resolution of the conference despite the endeavours of other opponents with the influence of the Muslim Brotherhood Community, the article about “secularism” was not added. Can you summarize your perspective of “secularism”?

We do not want to enter into a fight of terms. Secularism is a phenomenon that was born within the hostile relations between the church and the palace in the Christian European history. Theocratic religious state is not acceptable phenomenon historically by the Muslims. As the modern law professors reached a consensus on the matter, the core of the Islam sharia (law) is a civil and modern one. All the modern agreements starting from the rulers and the ruled ones are consent-based civil agreements. According to the consensus reached by all the experts of sharia, the nation is the source of authority (legislation, execution and judiciary). The ruler, on the other hand, derives his authority from the nation that is obeying with its free and communal will. And that is the core of the modern state that we demand. The separation of the moral dimension from the state led to the corruption of material and personal condition. Despite this, we believe that it is not appropriate to drag the Syrian opponents to the post-election struggles. The Syrian nation will have the right to decide however they want amongst the options they have.

Syrian Muslim Brotherhood is known to be supported by the Syrian Sunni Arabs more. However, there are other religious groups in Syria such as Arab Alawis, Druzes, and Christians. What is your stance towards these groups and how are your relations with them? What is the position of these minority groups in your political and communal structure that you anticipate?

We do not like the use of the term Sunni Arabs in Syria. The Syrian nation has an open identity. The Syrian community has a pressing majority of Muslims and Arabs. Nevertheless, we strive hard to establish a nation state. According to this, nationals are equal in terms of their devotion to the motherland and citizenship is, by itself, a core of rights and obligations. Thus, we can establish a state in which nationals are equal. In this state, the Muslims, Christians, Arabs, Kurds, Sunnis, Alawis and Druzes happen to be equal under the rule of law and shade of the civil state. The colourful formation of Syria is parallel to the history of this motherland’s existence. This variety has become a fortune for our country and never become a factor of suppression, separation and to separate.

The Syrian opponent groups consist of different groups segments having different views such as the liberals, Islamic movements and minorities. It seems that the common target of all these groups is to change the regime. Do you believe that these groups will have a peaceful shifting period in case of a regime change in Syria and do you also think that these groups will live in peace together?

The groups and communities you mentioned have lived together throughout history. A state in which nationals are equal becomes a pot that melts all these differences in a national phenomenon. Then, all the citizens happen to use the same rights, do the things they are responsible to do and have the right to be a part of everything at the same level.

Amongst the opponent groups in Syria, there are also the Kurds. We know the existence of different opponent Kurdish political groups. They have diverse demands ranging from taking citizenship rights to desire of having autonomy. What do you think that which demands can be granted and which cannot? Are you in favour of a mighty central authority or loose federal structure?

We support the fair demands of all Syrians regarding the nation. For all formations, we support these rights. Because there rights are a part of national demands. We determined our attitude towards Kurdish issue through releasing declaration. We want to draw a line between the strong central authority and decentralized authority advocating local activities. Then, we can form our national function that is going to realize our targets.

How do you evaulate the policies implemented by Turkey towards opponent groosroots movement in Syria?

Turkey – Syria relations have religious, historical, cultural and geographic dimensions. Turkish people at both state level and public level have showed great affinity to the Syrians. However, the progress of the case in Syria does not only entail emotional but also practical and concrete attitudes. We, especially after the elections, expect from the rulers to have an attitude that is compatible with improving the situation in Syria.

What do you think about Turkey in doing more compared to the policy that is currently pursued in Turkey?

We believe that Turkey gravitates towards a leadership of international and regional attitude in defending the Syrian nation. The Turks will make more pressures on the system; on the other hand, they will support the citizens.

Mr. Bayanouni, thanks a lot for sharing priceless knowledge of yours with us.


*This interview was conducted on June 11, 2011 on internet by the Centre of Middle Eastern Strategic Studies Middle East Advisor, Assoc. Prof. Dr. Veysel Ayhan, and the Centre of Middle Eastern Strategic Studies Middle East Specialist, Oytun Orhan, with Ali Sadreddine Bayanouni who is living in London.

SURİYE MÜSLÜMAN KARDEŞLER CEMAATİNİN ESKİ GENEL SEKRETERİ VE ŞURA MECLİSİ ÜYESİ ALİ SADRETTİN EL-BAYANUNİ İLE RÖPORTAJ

Suriye Müslüman Kardeşler Cemaati, Suriye’nin bağımsızlığını kazandığı tarihten bu yana Suriye siyasal yaşamında bir şekilde yer almış son derece önemli bir siyasal harekettir. İlk başlarda Suriye’de demokratik sürecin içinde yer alan ancak Baas Partisi’nin iktidara gelmesi ile dışlanan Hareket sistem dışı mücadeleye yönelmiştir. 1982 yılında Hama Katliamı olarak bilinen olay neticesinde Suriye içinde örgütsel gücünü kaybetmiştir. Ancak düşünsel ve halk desteği anlamında etkisini günümüze kadar korumuştur. Suriye’de rejimi değiştirme potansiyeline sahip muhalif halk hareketlerinin yaşandığı şu günlerde üzerinde tartışılan konuların başında Beşar Esad yönetiminin alternatifinin ne olduğu gelmektedir. Suriye Müslüman Kardeşler hareketi bu soruya “demokratik, sivil, otoritesini halkın iradesinden alan bir yönetim” şeklinde yanıt vermektedir. Gerçek bir demokratik yapının kurulması durumunda Suriye siyasal yaşamının yakın geleceğinin en önemli aktörlerinden biri Müslüman Kardeşler olacaktır.


Öncelikle kısaca kendinizi tanıtabilir misiniz?

Ben avukat Ali Sadrettin Bayanuni. 1938 yılında Suriye’nin Halep şehrinde doğdum. 2010 yılına kadar 14 yıl boyunca Suriye Müslüman Kardeşler Cemaatinin genel sekreterliği görevini yürüttüm. Halen Cemaatin Şura Meclisi üyeliği görevini yürütmekteyim.

Suriye Müslüman Kardeşleri, örgütlenme açısından Suriye’de zayıf olsa da tabanda en güçlü hareketlerden biri olduğu düşünülüyor. Suriye Müslüman Kardeşler örgütünün Suriye’deki ayaklanma hareketinde doğrudan bir rolü var mıdır ve serbest bir seçim olsa Suriye toplumunun ne kadarının sizi destekleyeceğini düşünüyorsunuz?

Suriye’de yaşanan ayaklanma hareketini bütün kriterleri dikkate alarak değerlendirdiğimizde bir milli direniş hareketi olarak nitelendirmek doğru olacaktır. Bu direnişe değişik siyasal ve toplumsal bağlılıkları olan tüm vatan evlatları katılmaktadır. Hiç kimse bu devrimi kendine mal edemez. Suriye toplumunda varlığımız insanların bu düşünceye inançları ve cemaatin insanlarına olan güvenlerine dayanmaktadır. Suriye toplumundaki mevcudiyetimiz Allah’ın bahşettiği Suriye’nin tüm şehir, kasaba ve köylerine yayılmış vaziyettedir. Bize destek verenler diğer vatandaşlarla birlikte toplumsal harekete katılıyor. Hiç kimse direk olarak bir talimat almıyor. Biz halk hareketi ile iç içe olduğumuzu ve bu hareketi desteklediğimizi ilan ettik. Hiçbir ulusal üstünlük ya da güç gösterisinde bulunmayı düşünmüyoruz. Bundan dolayıdır ki biz kendimiz için bir sosyal oran belirlemeye uğraşmıyoruz.

Suriye’deki ayaklanma hareketi neticesinde Beşar Esad’ın artık yönetimi kesinlikle bırakması gerektiğini mi yoksa bazı reformlar yapılarak Beşar Esad ile yola devam edilebileceğini mi düşünüyorsunuz?

Suriye devletinin gerçek bir demokratik rejime kavuşması için modern esaslara göre yeniden yapılanmaya ihtiyacı vardır. Bu da kısmi veya şeklen reformlarla gerçekleşemez. İhtiyaç olan şey Suriye’de yeni, uygar, demokratik, çok partili, iktidar değişiminin yaşanabildiği, hukuk üstünlüğünün yer aldığı bir yapı inşa etmektir. Bunu şeffaf bir ortamda yapmamız gerekmektedir. Konular bu şekilde ele alınır, sorunlar bu ortamda tartışılırsa kişisel konular büyük ölçüde ikinci planda kalacaktır. Bazıları rejimin gerekli değişiklikleri direk olarak yapmasını umuyordu. Şimdi biz vaatlerin hiçbir yararının olmayacağı aşamadayız. Çok acil somut icraatlara ihtiyaç bulunmaktadır. Ancak adımlar tersi yönde atılmaktadır.

Beşar Esad rejiminin yıkılması durumunda Müslüman Kardeşler örgütü olarak nasıl bir siyasi yapı öngörüyorsunuz?

Osmanlı Devleti 20. Yüzyıl başında yıkıldığı zaman Suriyeliler genel Suriye Kongresi’ne katılacaklarını ilan ettiler. Sykes Picot Anlaşması ve Fransız işgali gerçekleşmeden Kongre’de yeni devletlerinin esaslarını inşa ettiler. Birçok taraf, Suriye’de rejimin alternatifi olmadığı iddiası ile korku yaymaya çalışmaktadır. Biz yeni bir devlete geçişin kolay olacağını söylemiyoruz. Çünkü dikta rejimi sivil toplumun üzerinde durduğu birçok temelleri yok etti. Ancak bu geçiş hiçbir zaman korkunç olmayacaktır. İslami akımın geçmişte Genel Suriye Kongresi’nde aktif bir varlığı olmuştur. Lübnanlı Şeyh Reşit Rıza bir aşamada Kongre’nin başkanlığını üstlenmiştir. Ayrıca Müslüman Kardeşler Cemaati, Suriye’nin demokratik süreçlerinde aktif olarak yer almıştır. Dr. Mustafa El Sebci Millet Meclisi Başkan Yardımcılığı’nı üstlenmiştir. Biz gerçek bir ulusal ortaklıktan başka bir şeye özenmiyoruz. Bu ortaklık içinde Cemaatimizin de aktif rolü olsun istiyoruz.

Antalya’da geçen haftalar içinde gerçekleşen ve Suriyeli muhalif grupların bir araya geldiği “Suriye’de Değişim Konferansı”nın yayınlanan sonuç bildirgesinde diğer muhaliflerin isteğine rağmen Müslüman Kardeşler’in etkisiyle “laiklik” ilkesinin konmadığı haberleri basında yer aldı. “Laiklik” ilkesine bakışınızı özetleyebilir misiniz?

Biz terimler savaşına girmek istemiyoruz. Laiklik, Hıristiyan Avrupa tarihinde kilise ile saray arasındaki husumet ilişkilerinden doğan bir olgudur. Teokratik dini devlet, tarihi olarak ve ayrıca Müslümanlar tarafından da kabul edilmeyen bir olgudur. Medeni hukuk hocalarının üzerinde toplu olarak mutabık kaldıkları üzere İslam şeriatı (hukuku)’nın özü sivil ve uygar bir şeriat (hukuk)’tır. Yönetenler ile yönetilenler arasındaki sözleşmeden başlamak üzere tüm medeni sözleşmeler rızaya dayalı sivil sözleşmelerdir. Tüm şeriat alimlerinin bütününün mutabakatına göre millet (ümmet) otoritenin (yasama, yürütme, yargı) kaynağıdır. Yöneten ise otoritesini kendisini özgür ve toplumsal bir iradeyle biat eden halk (ümmet)’ten alır. İşte bu bizim talep ettiğimiz medeni devletin özüdür. Ahlaki boyutu devletten ayırmak, dünyayı mali ve kişisel yolsuzluk durumuna sevk etti. Buna rağmen Suriye muhalefetini seçim sandığı sonrası çatışmalarına sürüklemenin uygun olmadığına inanıyoruz. Suriye halkı seçenekler arasından istediğine göre karar verme hakkına sahip olacaktır.

Suriye Müslüman Kardeşler örgütünün daha çok Suriyeli Sünni Araplar tarafından desteklendiği biliniyor. Ancak Suriye’de Arap Aleviler, Dürziler, Hıristiyanlar gibi diğer dinsel gruplar da bulunuyor. Bu gruplara bakışınız ve ilişkiniz nasıldır. Öngördüğünüz siyasi ve toplumsal yapıda bu azınlık gruplarının yeri ne olacaktır?

Biz Suriye’de Sünni Arap teriminin kullanılmasını sevmiyoruz. Suriye halkının açık bir kimliği vardır. Suriye toplumu evlatlarının ezici bir çoğunluğu Müslüman ve Arap’tır. Yine de biz vatandaşlık devletinin kurulması için çalışıyoruz. Buna göre vatandaşlar vatana bağlılıkları açısından eşittir ve vatandaşlık konusu tek başına hak ve yükümlüklerin esasıdır. Böylece halkın eşit olduğu devleti kurabiliriz. Bu devlet içinde Müslüman, Hıristiyan, Arap, Kürt, Sünni, Alevi ve Dürzi toplulukların hepsi hukukun egemenliği ve sivil devletin gölgesi altında eşit olurlar. Suriye oluşumunun renk çeşitliliği bu vatanın varlığının tarihi ile paraleldir. Bu çeşitlilik ülkemiz için bir zenginlik olmuş ve hiçbir zaman zulüm, bölünme veya bölmek için faktör oluşturmamıştır.

Suriye muhalif grupları liberaller, İslami akımlar ve azınlıklar gibi farklı kesimler ve farklı görüşe sahip gruplardan oluşuyor. Bu grupların ortak hedefi rejimi değiştirmek gibi gözükmektedir. Suriye’de bir rejim değişikliği olması durumunda bu grupların barışçıl bir değişim dönemi gerçekleştirebileceğine ve demokratik bir yapı içinde barış içinde bir arada yaşayabileceğine inanıyor musunuz?

Bahsettiğiniz topluluklar ve gruplar tarih boyunca beraberce yaşamışlardır. Halkın eşit olduğu devlet tek bir ulusal olgu içinde tüm bu farklılıkları eriten bir pota olur. O zaman tüm vatandaşlar aynı hakları kullanmaya, üzerlerine düşen her şeyi yapmaya ve her şeye aynı seviyede ortak olma hakkına sahip olurlar.

Suriye’deki muhalif gruplar arasında Kürtler de bulunuyor. Birçok farklı Kürt muhalif parti olduğunu biliyoruz. Bunların vatandaşlık haklarını almaktan özerklik isteklerine varan farklı boyutlarda talepleri söz konusu. Suriyeli Kürtlerin hangi taleplerinin karşılanabilir hangilerinin karşılanamaz olduğunu düşünüyorsunuz? Güçlü bir merkezi otorite mi yoksa gevşek federal bir yapıdan mı yanasınız?

Biz tüm Suriyeli vatandaşların halkla ilgili adil taleplerinin yanındayız. Tüm oluşumlar için bu hakları destekliyoruz. Çünkü bu haklar milli taleplerin bir parçasıdır. Biz bir bildiri yayınlayarak Kürt meselesi konusunda tutumumuzu belirledik. Biz güçlü merkezi yapı ile yerel faaliyetleri destekleyen ademi merkezi anlayış arasında bir yol çizmek istiyoruz. O zaman hedeflerimizi gerçekleştirecek olan ulusal denklememizi kurmuş olabiliriz.

Suriye’deki muhalif halk hareketine ilişkin Türkiye’nin uyguladığı politikayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye ve Suriye ilişkileri dini, tarihi, kültürel ve coğrafi boyutlara sahiptir. Türkler ister halk seviyesinde ister devlet olarak Suriye halkına karşı büyük bir yakınlık gösterdiler. Ancak Suriye’deki durumun ilerlemesi sadece duygusal değil daha çok pratiğe yönelik somut tutumları gerektirmektedir. Biz özellikle seçimlerden sonra Türkiye’yi yönetenlerden Suriye’de durumun gelişmesi ile daha fazla bağdaşan tutumlar almasını beklemekteyiz.

Türkiye’nin şu an uygulamakta olduğu politikadan daha fazla neler yapabileceğini düşünüyorsunuz?

Biz Türkiye’nin Suriye halkını savunmak üzere uluslararası ve bölgesel bir tutumun lideri olmaya doğru yöneldiğine inanıyoruz. Türkler bir yandan sisteme daha çok baskı yapmaya çalışacak, diğer yandan da vatandaşları desteklemeye çalışacaktır.

Sayın Bayanuni, değerli bilgilerinizi bizimle paylaştığınız için çok teşekkür ederiz.


* Bu röportaj 11 Haziran 2011 tarihinde ORSAM Ortadoğu Danışmanı Doç. Dr. Veysel Ayhan ve ORSAM Ortadoğu Uzmanı Oytun Orhan tarafından Londra’da ikamet eden Ali Sadrettin El Bayanuni ile internet üzerinden gerçekleştirilmiştir.

Friday, July 01, 2011

SURİYELİ MUHALİFLER - 7: SURİYE TÜRKMEN HAREKETİ SÖZCÜSÜ ALİ ÖZTÜRKMEN İLE RÖPORTAJ

Suriye’de yaşanan muhalif halk hareketleri uzun yıllardır sesini fazla yükseltemeyen grupların Suriye siyaset sahnesine çıkmasına fırsat tanıyor. Bu gruplardan biri de Suriyeli Türkmenler. Antalya’da düzenlenen Suriyeli muhalifler toplantısına Türkmenleri temsilen henüz örgütlenme aşamasında olan Suriye Türkmen Hareketi (STH) Sözcüsü Ali Öztürkmen katılmıştır. Hareket olası bir rejim değişikliği durumunda oluşacak yeni siyasal yapılanmada Türkmen haklarının korunması adına mücadele yürütmektedir. Antalya toplantısının sonuç bildirgesinde STH’nin çabaları sayesinde Suriye’yi oluşturan topluluklar arasında Türkmenler de yer almıştır. Öztürkmen ile gerçekleştirdiğimiz mülakatta Suriyeli Türkmenlerin durumunu, Suriye’deki isyan hareketine bakışlarını ve Türkiye’den beklentilerini konuştuk.

Sayın Öztürkmen öncelikle Suriye Türkleri hakkında genel bir bilgi verebilir misiniz?

Suriye Türkmenlerinin bugün bilinen Suriye coğrafyasına geliş tarihleri 1060-1070’li yıllar arasındadır. Selçuklu Dönemi’nde Oğuz boylarının bu topraklara göç etmesiyle başlamıştır. Selçuklular, Selçuklu Devletini kurup yönetimi atabeylere bırakmasından sonra Türkmenler bu coğrafyada etkin bir rol oynamaya başlamıştır. Özellikle Haçlı Seferleri’nde ve Kudüs’ün fethi sırasında önemli faktör olmuşlardır. Türkmenlerin bu topraklardaki varlıkları, Selçuklularla başlayıp, Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı sonucu bu toprakları kaybetmesine kadar, 1000 yıllık bir tarihe dayanmaktadır. Daha sonra Fransız mandasına bırakılan topraklar, bugünkü Ortadoğu’yu oluşturmaktadır; Suriye, Filistin, Lübnan ve Irak. Türk unsuru bu toplumları oluşturan gruplardan biridir.

Suriye Türkmenleri’nin şu an ki nüfusu nedir? Genel olarak nerelerde yaşamaktadırlar?

Yoğunluk olarak Halep vilayetinde yaşamaktadırlar. Halep vilayetinin şehir merkezinde ve yaklaşık olarak 140 köyünde yaşamaktadırlar. Bu köyler doğuda Celavlus sınırından başlayıp, Azez ve Afrin’e doğru uzanır. Halep’ten sonra, Türklerin yoğun olarak yaşadıkları ikinci il Humus’tur. Humus’ta şehir merkezinde ve yaklaşık 60 köyde Türkler yaşamaktadır. Türklerin yoğun olarak yaşadığı diğer bir il Lazkiye’dir. Lazkiye’de “Bayır Bucak Türkmenleri” olarak bilinmektedirler ve 70’ten fazla köyümüz vardır. Ayrıca Şam’ı “kutsal kent” kabul edip oraya yerleşen çok sayıda Türkmen vardır. Şam’ın kırsal kesiminde ise 4-5 Türkmen köyü vardır. Golan Tepeleri’nin işgal edilmesinden sonra burada bulunan yaklaşık 20 tane Türkmen Köyü’ndeki Türkmenler Şam şehir merkezine ve varoşlarına gelmiştir. Türkiye ile sınır olan Rakka vilayetinde yaklaşık 10, Hama’da 10, İdlip’te 5 ve Dara’da 5 Türkmen köyü bulunmaktadır. Türkmenler Suriye’de çok geniş bir coğrafyaya dağılmış durumdadır. Bu nüfusa rağmen Türkmenlerin bugün Suriye siyasetinde yer alamamalarının nedeni yıllardan beri büyük baskı altında yaşamış olmalarıdır. Fransız mandası döneminde başlayan ve milliyetçi Arap rejimlerinde, Baas rejiminde süren bu ağır baskılar sonucu Türkmenler Türk Dünyası’ndan kopmuş ve asimile olmuştur. Bugün Ortadoğu’da Tunus’tan başlayıp Suriye’ye kadar esen bu bağımsızlık rüzgarı Türkmenlere, Suriye’nin bu yeni oluşumu içerisinde etkin bir rol oynama isteği uyandırmıştır.

Şu an Suriye’deki halk hareketleri içinde Türkmenler de yer almakta mıdır?

Türkmenler bir örgütlenme çerçevesinde değil, bireysel olarak hareket etmektedir. Suriye Türkmenleri olarak amacımız, yeni oluşumda haklarımızın korunmasını sağlamak ve Suriye’yi oluşturan üç ana unsurdan (Arap, Kürt, Türkmen) biri olduğumuzu kabul ettirmektir. Bugünkü verilere göre Suriye’de yaklaşık 3,5 milyon Türkmen vardır. Suriye Türkmenleri’nin % 99’u Sünni, Halep’te bulunan az bir bölümü ise Şii’dir. Bunlar Anadolu Alevileri’ndendir. Suriye Türkmenleri genellikle Halep’te geçmişteki boy yapılarını korumaktadır. Aşiret yapısına sahiptirler. Diğer Türkmen bölgelerinde bunu göremeyiz.

En büyük Türkmen aşiretleri hangileridir?

En büyüğü Beydili Boyu’dur. Diğeri İlbeyli Boyu’dur. Her iki boy da Halep’tedir. Sivas’tan gelmektedirler.

Suriye’deki Türkmen nüfusu için 3,5 milyon dediniz. Bu rakama dilini unutmuş olan Türkmenleri katıyor musunuz? Eğer katıyorsanız dilini ve kimliğini koruyan Türkmenlerin sayısı nedir?

Dilini koruyan Türkmen sayısı yaklaşık 1,5 milyondur. Bu da yaklaşık olarak % 5’e tekabül eder. Diğer 1 milyon kişi ise Türkçeyi unutmuş ama kimliğini kaybetmemiştir. Halep’te, Humus’ta dilini unutmuş ama Türkmen kimliğini bilen, koruyan Türkmen ailesi vardır.

Suriye Türkmeni’nin kimliğinin yapı taşı sizce nedir? Müslümanlık mı daha belirleyicidir, Türkmen olmak mı yoksa Suriyeli olmak mı?

Yılların getirdiği baskı nedeni ile çoğu bölgelerde İslam kimliği ön plandadır. Türklüğün unutulması, Türkmenlerin pasifleştirilmesinin sonucudur. Çoğu Türkmen, özellikle, iç bölgelerde ve kırsal kesimlerde yaşayanlar, Türkmen’in ne anlama geldiğini bilmemektedir. Bu kendi kültüründen, tarihinden baskı sonucu koparılmanın sonucudur.

Suriyeli Türkmenlerin bir çatı örgütü var mı? Bildiğim kadarıyla partileşme olmadı ama mesela bir derneğiniz var mı?

Eski Baas rejiminde Suriye Türkmenlerine hiçbir örgütsel hak tanınmamıştır. Ne bir dernek kurma ne de siyasi hareket imkanı bulabilmişlerdir. Bazı bölgelerde Türkmenlerin kendi dillerinde türkü söylemeleri bile yasaklanmıştır. Böyle bir rejimde Türkmenler örgütsel hayata geçme imkanı bulamamıştır. Ama bu yeni oluşum içinde umut ediyoruz ki Türkmenler siyasal ve toplumsal bir hareket olarak haklarını savunabilecek duruma gelirler.

Türkmen kimliğini savunacak bir hareket için taban olduğunu düşünüyor musunuz?

Türkmen halkı, özellikle aydın kesim büyük bir istek içerisindedir. Böyle bir hareketi halk arzulamaktadır. Bugüne kadar olmaması Suriye Türkmenlerinin büyük bir bölümünün eğitimsiz olmasından ve Baas propagandalarının etkin olmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca din faktörü yanlış yansıtılmıştır. Dinin üstün kimlik olarak tanınması ve Türkmen kimliğinin asimile edilmesi en büyük engellerden olmuştur. Bu da rejim tarafından desteklenen din adamlarının yaptığı propagandalarla sağlanmıştır. Benim kanaatime göre Suriyeli Türkmenler bu hareketin büyük arzusu içindedirler. Suriye’de bugünden sonra uygulanacak rejim, sivil demokratik bir sistem olacaktır. Suriye’deki tüm halkların çıkarlarını gözetecek, modern ve sivil bir demokrasi gerekmektedir. Başka bir sistem Suriye halklarının çıkarlarını gözetemeyecektir.

Suriye’de yaşanan son ayaklanmalarda Türkmenlerin pozisyonu nedir? Ortak bir tavır sergiliyorlar mı? Rejimi destekleyenler bulunmakta mıdır?

Türkmenler yıllardır bu fırsatı beklemektedir. Türkmenler dünya şartları içinde bu rejimin daha uzun sürmeyeceğini bilmektedir. Fakat ne yazık ki kendi örgütlenmelerini bu olaylardan önce gerçekleştiremediler. Bunun da tek nedeni az önce de söylediğim gibi yılların getirdiği korkudur. Türkmenler muhalif hareketlere destek vermektedir. Örneğin Humus Türkmenleri muhalif hareketlerde büyük rol oynamaktadır. Humus’ta 15’ten fazla şehit verdik. Ayrıca yüzlerce kayıp ve tutuklu Türkmen var. Lübnan sınırındaki iki Türkmen köyü ayaklandıkları için Baas çeteleri tarafından bombalanmıştır. Oralara ulaşma imkanımız olmadığı için tahmini rakamlar verebiliyorum. Bugün Suriye Türkmenler yaklaşık olarak 100 kayıp vermiştir. Şam ve Lazkiye’de 2 şehidimiz var. Kayıplarımız ve tutuklularımız hakkında elimizde kesin bilgiler yoktur.

Bu tür değişim dönemlerinde bir grubun siyasi bir hareketi olması çok önemlidir. Bu sayede yeni oluşacak yapıda mümkün olduğu kadar çok paya sahip olmak için çaba sarf edilebilir. Antalya’da düzenlenmekte olan Suriyeli muhaliflerin toplantısında Türkmenlerin sesini duyurma noktasında bir eksikliği olduğunu düşünüyor musunuz, daha fazla neler yapılabilir?

En büyük eksiklik Türkmen hareketinin örgütlenmemiş olmasıdır. Bu konuda çok geç kalındı. Çünkü Suriye Türkleri yıllardır unutulmuş dış Türklerdi. 1996’da Baas rejimi tarafından yapılan katliamlar sonucu dünya gündemine gelebildik. Ayrıca Türkmenlere baskılar sonucu örgütlenme şansı tanınmamışken Kürtler eski sistemden yararlanmıştır. Örgütsel alt yapılarını hazırlamıştır ve bugün imkanları vardır. Türkmen hareketinin en kısa zamanda örgütsel hale gelmesi gerekmektedir. Bunun için Suriye Türkleri Derneği ve Suriye İnsan Hakları Derneği kurulması ve bunlar da siyasal bir partinin tabanını oluşturacak şekilde faaliyet göstermelidir.

Rejim değişikliği durumunda nasıl bir siyasi sistem öngörüyorsunuz. Laiklik, federalizm tartışmalarına nasıl bakıyorsunuz? Bunun yanı sıra Türkmenlerin ne gibi talepleri vardır?

Öncelikle Suriye Türkmenlerinin yeni anayasada Suriye halkını oluşturan esas unsurlardan biri olarak yer almasını bekliyoruz. Ayrıca anadilde eğitim hakkının ve diğer sosyal hakların verilmesini istiyoruz. Bugüne kadar Arap faşizmi uygulanmıştır ve Türkmenlere hiçbir sosyal hakları verilmemiştir. Bu nedenle birçok Suriye Türkmen’i kendi kimliğini kaybetmiştir. Bizim amacımız kimliklerini yeniden kazanmalarını sağlamaktır. Diğer konulara gelince, Suriye’de federatif yapı olmasını beklemiyorum. Çünkü Suriye insanı içinde bulunduğu olguyu çok iyi kavramış durumdadır. Hiçbir etnik yapı belirli bir bölgede sınırlanmamıştır. Halk diğer etnik gruplarla iç içedir. Bu gruplardan bazılarının federatif yapıda toplanması mümkün değildir. Coğrafik dağılım da bu oluşuma elverişli değildir. Örneğin Türkmenler Suriye’nin birçok bölgesine dağılmış durumdadır. Bu Arap Aleviler, Hıristiyanlar ve Kürtler için de geçerlidir.

Örneğin Fransız mandası döneminde bugünkü Suriye topraklarında söz konusu gruplara farklı siyasi yapılar oluşturulmuştu. Böyle bir yapı günümüzde mümkün müdür?

Bugünkü oluşum içinde mümkün değildir. Cumhuriyet döneminde gruplar çok dağılmıştır. Bu şartlar altında federatif yapı oluşması mümkün değildir. Örneğin Kürtlerin çoğunlukla yaşadıkları Haseke vilayetindeki Kamışlı. Kamışlı şehir merkezi Kürt ağırlıklıyken kırsal Arap ağırlıklıdır. Şehir merkezinin ayrı tutulup kırsalın ayrı tutulması düşünülemez. Kamışlı’da Kürtler, Hıristiyanlar, Ermeniler ve Süryaniler vardır. Burayı federatif bir yapıya dönüştürmek düşünülemez. Hem o grupların hem de Türkmenlerin hakkını koruyacak demokratik bir merkezi yapının daha uygun olacağını düşünmekteyim. Din açısından ise Suriye halkının %15’ini Hıristiyanlar ve farklı mezheplerden insanlar olduğu için teokratik bir siyasal sisteme kesinlikle karşıyım. Bu nedenle Suriye için en uygun sistemin sivil demokrasi olacağı kanaati içersindeyiz. Laiklik de bunun bir parçasıdır. Bugün Suriye’de Şeriatı savunacak çok az bir grup olacağını düşünüyorum.

Suriye muhalefeti içinde ve Antalya toplantısında Müslüman Kardeşler hareketinin rolünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben çok etkili olduklarını düşünmüyorum. Antalya toplantısına Müslüman Kardeşlerden katılanlar, parti adına değil şahısları adına katılmıştır. Şeriat propagandası yapılmıştır ama katılımcılar tarafından ilgi görmemiştir. Laikliğin şuan tartışılacak bir konu olmadığı, halk hareketlerinin başarıya ulaşması durumunda konuşulması gerektiği vurgulanmıştır.

Müslüman Kardeşlerin daha çok Sünni Arap halk tarafından desteklendiğini biliyoruz. Sizce Suriye’de Müslüman Kardeşlerin gerçek güç kaynağı nedir?

Artık halk eski düşünceleri taşımamaktadır. Suriyeliler katı dini görüşü bir kenara bıraktı ve yenidünya şartlarına uygun görüşlere kavuştu. Ben artık Müslüman Kardeşlerin eski gücünde olduğuna inanmıyorum.

Müslüman Kardeşlerin olası bir rejim değişikliğinde ön plana çıkacağına inanmıyorsunuz?

Suriye halkının isyan hareketi sivil ve barışçıl bir harekettir. Hiçbir siyasi partinin güdümünde değildir. Bugünkü siyasi oluşumların tümü bu hareketle paraleldir. Hiçbir oluşum bu hareketin önüne geçmemektedir. Bunu Antalya toplantısında çok açık gördük. Bu Türkmenler için de, Kürtler için de Müslüman Kardeşler için de geçerlidir.

Türkmenlerin Suriye’deki diğer gruplarla ilişkileri nasıldır?

Biz tüm gruplarla iyi ilişkilere sahibiz. Tüm gruplar diğer grupların çıkarlarına olumlu şekilde bakmaktadır. Hepsi bizim mağdur olduğumuzun farkındadır ve neden kendimizi bu kadar geç tanıttığımızı sormaktadır. Muhalif grupların hepsi Türkmenlerden olumlu söz etmektedir ve ileride haklarımızın korunacağını söylemektedirler.

Muhalif hareketin nasıl sonuçlanacağını düşünüyorsunuz? Sizce Beşar Esad reformlar yapıp devam mı etmeli mi yoksa rejim değişikliği kaçınılmaz mıdır?

Bugün gelinen noktaya bakarsak, rejim ve halk arasında barış yolunun kalmadığını görürüz. Şu an Suriye’de 2000’den fazla insan ölmüştür. Ayrıca isimleri tespit edilmeyen birçok insan ölmüştür. Humus’ta barışçıl bir oturma eyleminde Suriye güvenlik güçleri tarafından rastgele ateş açılmıştı. 18 kişinin cesedi bizim arkadaşlarımız tarafından toplanmıştır. 50’den fazla ceset ordu arabalarına atılarak götürülmüştür. Birçok toplu mezar tespit edilmiştir. Birçok bölgeden cesetlerin verilmediğine dair haberler gelmektedir. Lazkiye’de toplu mezarlar vardır. Bu cesetler konteynırlara doldurulup denize dökülmektedir. Rejim yıllardan beri gizlediği yüzünü deşifre etmiştir. Halkı yönetecek bir sistemin halktan yetki alması gerekmektedir.

Beşar Esad rejiminin reform yapabileceğine inanıyor musunuz?

Beşar Esad’ın rejimi babasının rejiminin uzantısıdır. Halkın sevgisi göstermeliktir. Sevgi baskıyla olmaz. Rejim bugüne kadar halka makyaj yaparak yaklaştı. Bizim Türkmen olarak yeni dönemde birçok başvurumuz oldu. Tümüne karşı gelindi, başvuru yapan arkadaşlarımız fişlendi. Siyasi tutuklulara af getirileceği söylendi. Ben de onlardan birisiyim. Devletle ilgili olan tüm işlemlerde engellerle karşılaşıyorum. Bu rejim artık yasallığını kaybetmiştir. Suriye halkının istekleri Suriye’de yeni bir rejimin gelmesiyle karşılanabilir.

Suriye rejimi meşruluğunu kaybetti diyorsunuz fakat Tunus’tan farklı olarak Suriye’de rejim bütünlüğünü korumakta. Ordu, güvenlik birimleri bastırma iradesi göstererek rejimin yanında yer alıyor. Bu durumda rejim değişikliği nasıl gerçekleşecek?

Suriye’nin verilerine bakarsak bugün gelinen nokta iç savaşa gitmektedir. Rejim bu noktaya bizi bilerek getirmektedir. Halk bugüne kadar direnmemiştir. Ama gidilen noktada direnecektir. Rejimin hala ayakta olması, aile yapısının üstüne kurulmasından kaynaklanmaktadır. Bu ordu için de istihbarat için de geçerlidir. Ordu içinde alt kademedeki subaylarda iç çatışmalar olduğu görülmektedir. Bazı askerler halka silah doğrultmamaktadır. Bu askerlerin rejimin güvenlik birimleri tarafından anında infaz edildiği ve teslim alınan asker cesetlerini tümünde işkence izleri olduğu görülmektedir.

Yani rejimin kendi içinde ayrılmalar olacağını savunuyorsunuz. Uluslararası bir müdahale olabilir mi?

İleriki dönemlerde katliamlar artacaktır. Bu durumda halk daha güçlü bir hale gelecek ordu güçsüzleşecektir. Ordu artık farklı bölgelerden direk bilgi alamamaktadır. Kendi içindeki çatlakları duydukça yıpranacaktır. Suriye’ye yapılacak bir askeri müdahaleyi savunmuyorum. Sadece rejim baskı altına alınmalıdır.

Suriye’de rejimin yıkılmasından sonra eli silahlı grubun ülkeyi iç savaşa götürmesi ihtimali var mıdır?

Bunun yanşamasını istemiyoruz. Bazı gruplar refleks gösterebilir. Böyle bir risk var. Suriye Ortadoğu’da en dikkat çeken, bazı politikaların oluşumunda etkin rol oynayan bir ülkedir. Suriye’de oluşabilecek siyasi boşluğu bazı terör grupları bahane edip eylemler yapabilirler. Suriye’de Şabiha örgütü var örneğin. Rejimin silahlı çeteleri. Ama Şabiha örgütü o kadar güçlü bir örgüt değildir. Kaynağı kesildiği anda kendi içerisinde biter. Şu an ki gücü rejim tarafından tanınan imkanlar sayesindedir.

Türkiye’nin bu olaylar karşısındaki duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Suriye halkı Türkiye’den etkin bir rol beklemektedir. Bu hem Türkmenler hem de diğer gruplar için geçerli. Ayrıca Batı ülkelerine ve İran’a karşı duyulmayan güven Türkiye’ye karşı duyulmakta. Sayın Erdoğan’ın yaptığı açıklamalar Suriye halkını çok etkilemiştir. Bazı bölgelerde yapılan halk gösterilerinde Araplar tarafından çok sayıda Türk bayrağı asılmakta ve Türkçe pankartlar bulunmaktadır. Ama Türkiye şu an yetersiz tavır almaktadır. Suriye halkı daha çok desteklenmeli. Bizim yaşadığımız katliamlara tercüman olmalıdır. Bizlerin yaşadıkları uluslararası kamuoyuna yansımamaktadır. Türkiye bu olayları dünya gündemine taşımalıdır. Biz Libya halkının düştüğü duruma düşmek istemiyoruz.

Rejimin yıkılması durumunda halk arasında bir iç savaş yaşanma ihtimali var mıdır?

Suriye’de Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında hiçbir zaman çekişme olmamıştır. Ama rejim yanlısı olan ailelere halk tarafından tepkiler gelebilir. Dürziler geçmişte rejime yakınlardı. Şu an ise temkinli yaklaşmaktadırlar. Halk Suriye yönetimini Şii bir yönetim olarak algılamaktadır. İktidarın tüm kaynaklarından ve milli servetten en çok yaralanan grup Alevilerdir. Ama Dürzilerin aydınları halk hareketlerine destek vermektedir ve değişimden yanadır. Yine Hıristiyan aydınları halk hareketini desteklemektedir. Ama etkin rol oynamamaktadırlar. Kısaca rejimden muzdarip olan gruplar daha etkindir.

Muhalif hareketler Şam ve Halep’e çok etkin şekilde sıçramamış durumdadır. Burada belirleyici olan Sünni Arap zengin kesimin rejimi desteklemesi midir?

Halep ve Şam’ın etkin olmamasının nedeni güvenliğin daha fazla olmasıdır. Toplumsal harekette en büyük rol oynayan yerler camilerdir. Oralarda halkın toplanması için bir imkan tanınmamıştır. Toplanmak yasaktır. Cuma namazları ve şehitlerin cenaze namazları halkın toplanması için ortam sağlamaktadır. Bazı din adamları camide rahatça görevlerini yapamadıklarını söylemiştir. Bazı camilere girişlerde kimlik kontrolü yapılmaktadır. Camiler rejim yanlılarıyla, Baas partililerle, güvenlik görevlileriyle doldurulmaktadır. Halka hareket etme imkanı tanınmamaktadır. Rejim bu iki büyük kente ağırlığını koymuştur.

İran’ın rolü nedir?

Aldığımız bazı haberlerde Hizbullah’ın halkı bastırmak için militan gönderildiği söylenmektedir. Ayrıca Suriye güvelik görevlilerine eğitim verildiği, bilgi aktarıldığı ve silah yardımı yapıldığı söylenmektedir.

Son olarak Türkmenler özelinde Türkiye neler yapmalıdır?

Biz Türkiye’den Suriye Türkmen halkının sesini dünyaya duyurmasını istiyoruz. Ve ileriki dönemlerde Suriye’de oluşacak sistemde Türkmen haklarının korunmasına destek olunmasını istiyoruz. Şu ana kadar Türkmenler için hiçbir şey yapılmadı. 3,5 milyon Türkmen’in dünya kamuoyunda adı geçmemektedir. Bizim isteğimiz yeni oluşumun içinde var olup haklarımızı korumaktır.

Vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.