Thursday, May 26, 2005

Lübnan’da Eski Tas Eski Hamam

Hristiyan ve Müslümanlar için eşit sayıda koltuğun ayrıldığı 128 üyeli Lübnan meclis seçimleri, daha önce planlandığı şekilde bu hafta sonu gerçekleştiriliyor. Refik Hariri’nin öldürülmesi ve Suriye’nin askerlerini çekmesinin ardından düzenlenen bu ilk seçimler her ne kadar farklı beklentiler doğursa da, geleneksel mezhepsel ayrımlar ve rekabet bu seçimlerde de siyasal temsili şekillendirecek gibi gözükmektedir.

Sünnî Başbakan Refik Hariri’nin öldürülmesi ve bu eylemin arkasında Suriye’nin olduğu düşüncesi, Lübnan içinde farklı mezhepsel grupları, Suriye varlığı karşıtlığı temelinde bir araya getirmişti. Şiî’ler dışında kalan, Sünnî’ler, Hrıstiyanlar ve Dürzî’ler Suriye’nin askerlerini çekmesi ve reform talepleriyle geniş katılımlı gösteriler düzenlemişti. Ancak seçimler öncesi ortama bakıldığında mezhepler arası dayanışmanın ortadan kaybolmaya başladığı, her kesimin kendine göre bir yol çizdiği görülmektedir.

Seçim yarışına bakıldığında birkaç isim ve kesim öne çıkmaktadır. Refik Hariri’nin oğlu Saad Hariri, seçimler öncesi güçlü bir lider adayı olarak ortaya çıkmıştır. Saad, farklı mezheplerden adayların olduğu bir liste hazırlamıştır. Hizbullah, Şiî’ler içindeki en güçlü örgüt olma konumunu sürdürmektedir. Bir “direniş” gücü olarak düşünülen Hizbullah’ın Şiî’ler içindeki popülaritesi seçimlerden büyük ihtimalle başarıyla çıkmasını sağlayacaktır. Diğer bir liste Dürzî lider Velit Canpolat’ın listesi olacaktır. Hristiyan Marunilerin lider adaylarına bakıldığında, bu ay içinde uzun yıllardır Fransa’da yaşadığı sürgünden dönen Michel Aoun ön plana çıkmaktadır.

Aoun, ülkede hakim olan mezhepsel ayrıma dayalı siyasal yapıyı ortadan kaldırma iddiasıyla seçimlere girmektedir. Bununla, reform talebinde bulunan ve Hariri suikastı sonrası sokaklara dökülen farklı mezheplerden Lübnanlı gençlerin desteğini kazanmaya çalışmaktadır. Ancak seçimler öncesinde, daha önce birlikte hareket eden Sünnî’ler, Dürzî’ler ve Hristiyanların yollarını ayırdığı görülmektedir. Aoun; Saad ve Velit Canpolat’la yapılan görüşmelerden sonuç alınamadığını ve seçimlere ayrı olarak girileceğini açıklamıştır.

Seçimler, Lübnan’da bir birliktelik sağlamaktan ziyade eskiden kalma mezhepler arası rekabetin körüklenmesine neden olmuştur. Seçimler, siyasal yapının değişiminden, mezhepsel ayrımların kaldırılmasından ve reformdan yana olan Lübnan gençliğinin beklentilerini karşılamayacak gibi gözükmektedir.

Friday, May 13, 2005

Suriye’de Siyasal İslam “Yükselişte”: Neden Şimdi?

“Müslüman Kardeşler”, 1950’lerde Suriye politikasında siyasal İslamın temsilcisi olarak belirmeye başlamıştır. Artan gücüne paralel olarak 1958 yılında siyasal parti olarak yasaklanmıştır. 1970’lerde rejimle örgüt arasındaki ilişkiler çatışmacı bir nitelik kazanmıştır. 1980 yılında Hafız Esad’a yönelik suikast girişimi sonrasında örgüte üyelik ölümle cezalandırılmaya başlanmıştır. En son olarak da herkesçe bilinen 1982 Hama olaylarıyla son kez karşı karşıya gelinmiş ve rejimin 10,000 civarında çoğu Müslüman Kardeş üyesi kişiyi öldürmesiyle örgüt gücünü tamamen kaybetmiştir. Geriye kalan tüm üyeleri ya sürgüne gönderilmiş ya da hapishanelere yollanmıştır. Bu İslamcı ayaklanma, 1970 yılında Hafız Esad’ın iktidara gelişinden günümüze kadar, rejime karşı en ciddi tehdit içeren girişim olmuştur.

Son zamanlarda Suriye Müslüman Kardeşleri’nin ülkede sesini yükseltmeye başladığı görülmektedir. Bunun yanında Batı basınında Suriye’de siyasal İslamın yükselişine ilişkin makaleler yayımlanmaktadır. Bu yazılarda, Suriyeli kadınların daha çok İslamî kurallara göre bir giyim şekli benimsemeye başladığı, Halep’te birçok cami inşasının yapıldığı ve camilerdeki imamların daha çok siyasal rol talebinde bulunmaya başladıkları belirtilmektedir. Müslüman Kardeşler örgütünün ve genel olarak İslamın ülkede harekete geçişinde, son zamanlarda ortaya çıkan bölgesel gelişmelerin etkili olduğu düşünülebilir. En önemli etken Irak’taki direniş hareketine Suriye rejiminin verdiği destek olmuştur. Bu destek çerçevesinde Orta Doğu’nun birçok farklı ülkesinden gelen İslamcılar Suriye üzerinden direnişe destek amacıyla Irak’a geçmişlerdir. Suriye, desteği nedeniyle İslamcıların ülkesindeki faaliyetlerine engel olmamış hatta desteklemiştir. Bunun yanında rejimin Batı baskısı altında olması ve nispi güçsüz konumu Müslüman Kardeşleri harekete geçirmiş olabilir.

Her ne kadar bu etkenler Suriye’de siyasal İslam olgusunun gündeme taşınmasında etkili olmuş olsa da, arka planda Suriye yönetimi destekli bir sürecin yaşanıyor olması da muhtemeldir. Şu anda Suriye yönetiminin en büyük kaygısı, ABD’nin Suriye’de bir rejim değişikliğine gitme yönündeki çabalarıdır. Ancak ABD her ne kadar Baas rejiminden rahatsız olsa da bunun alternatifi olarak siyasal İslamcıları da kesinlikle istememektedir. İşte bu düşünceden hareketle Suriye yönetimi ülkede siyasal İslamın güçlendiğini göstererek, olası bir rejim yıkılışı durumunda bu kesimlerin iktidara gelebileceği düşüncesini oluşturmaya çalışıyor olabilir. Böylece kendi rejimlerinin devamını sağlayabileceklerini düşünebilirler. Bu anlamda da ülkede siyasal İslamın temsilcisi olan örgüt Müslüman Kardeşler ön plana çıkarılıyor olabilir. Çünkü Suriye içerde son derece baskıcı ve kontrolcü bir devlettir. Ülkede hiçbir muhalif unsurun yaşamasına izin verilmemiştir. Müslüman Kardeşler’in de diğer muhalif unsurlar gibi rejime yönelik ciddi bir tehdit oluşturma potansiyeli bulunmamaktadır. Bu nedenle de Müslüman Kardeşlerin son zamanlarda yaptığı çıkışlara Suriye yönetiminin sessiz kalışı anlamlı olabilir. Ülkede siyasal İslamın ve Müslüman Kardeşlerin yükselişine bu açıdan da bakılabilir.

Thursday, May 05, 2005

Şimdi de Sırada “Yasemin Devrimi”: Suriye’de Değişim Olasılıkları

Kadife devrim, turuncu devrim, sedir devrimi derken Suriye’de gerçekleşecek olası bir devrimin adı şimdiden kondu. Çeşitli yerlerde “Yasemin Devrimi” olarak adlandırılan değişim olasılığının gündeme gelmesine neden olan ise Suriye’nin son dönemde içinde bulunduğu reform yapma konusundaki dış baskı ortamı. Bu doğrultuda Mart ayı içinde ABD’de Temsilciler Meclisine sunulan "Suriye'de Demokrasiye Geçişi Destekleme" başlıklı yasa tasarısı önemli bir belge olarak değerlendirilebilir. Tasarının, Suriye’ye yönelik yaptırımları ve demokratik yollarla seçilmiş bir hükümetin başa geçişini desteklemek amacıyla hazırlandığı belirtilmektedir. Irak Savaşı sonrasında kendisi adına zaten zor bir konuma düşen Suriye, Hariri suikastı sonrasında çok daha yoğun bir uluslararası baskı ortamına girmişti. Lübnan’dan askerlerini çekmesiyle sonuçlanan bu süreç bölgede önemli bir kozunu da tam anlamıyla olmasa da kaybetmesine neden olmuştur. İşte bu baskı ortamı içinde Suriye bir değişim süreci içine girmek “zorunda” olduğunun farkındadır. Bu zorunlu değişim sadece Batı’nın baskısını azaltmak nedeniyle değil aynı zamanda kendi içindeki reform taleplerini karşılamak ve ekonomik sorunlarıyla mücadele için de büyük önem taşımaktadır.

Ancak Suriye’de değişim ya da reform konusu paradoksal bir nitelik taşımaktadır. Burada sorulacak temel soru “otoriter-totaliter bir rejimin kendini reforme etme imkanının olup olmadığıdır.” Suriye’deki hakim güçler, mevcut siyasal ve ekonomik yapılanmanın devamından önemli çıkarlar sağlamaktadır. Her türlü değişim olasılığı iç içe geçmiş durumdaki bu siyasal ve ekonomik seçkinleri tehdit etmektedir. Siyasal ve ekonomik yapının iç içe geçmişliği ülkede reformun önündeki en büyük engel durumundadır. Daha derinde olayı anlamak açısından verilecek bir örnek faydalı olabilir. Şu an ekonomik anlamda ülkenin en güçlü ailesi olan Maluf ailesi Devlet Başkanı Beşar Esad’ın annesinin ailesidir. Esad’ın kuzeni olan Rami Maluf da geri planda ülkenin en güçlü kişisi olarak değerlendirilmektedir. Bu aile ülkenin birçok stratejik sektörünü elinde bulundurmaktadır ve tamamen mevcut siyasal yapıdan nemalanmaktadır. Esad, eğer ki reform yapmak istese dahi bu tür çıkar ilişkilerini de dikkate alacak hatta kendi çıkarlarını tehdit edecek bir süreci başlatmış olacaktır. Bu nedenlerle ülkede mevcut rejimin köklü bir dönüşüm yapmasını beklemek çok gerçekçi gözükmemektedir. Yönetim bir yandan dış baskı ortamında değişmek zorundayken diğer taraftan kendi rejiminin sonlanmasıyla sonuçlanabilecek bir süreçten çekinmektedir. Bu da Suriye seçkinlerinin şu anki en büyük ikilemini oluşturmaktadır.

İşte bu mevcut durum Suriyeli yöneticileri sınırlı ve kontrol altında bir değişim sürecine sokmuş gibi gözükmektedir. Özellikle ekonomik alanda yapılan birçok yeniliğe rağmen siyasal alanda gerçekleşen değişimler çok sınırlı kalmıştı. Son zamanlarda gerçekleşen iki olay buna istisna oluşturmaktadır. Birincisi, ülkede yeni bir parti kanunu hazırlığı yapıldığı yönündeki haberlerdir. Buna göre Baas’ın liderliğinde yedi partiden oluşan “Ulusal İlerici Cephe” dışında yeni partilerin açılmasına izin verilecektir. Bu cephe içindeki partiler tamamen rejimin kontrolü altındadır ve hepsi sosyalist partilerdir. Bu kanunla bu ideoloji dışındaki siyasal oluşumlara izin verileceği söylenmektedir. Ancak daha önce rejimi yıkmaya yönelik en ciddi tehdidi oluşturan Müslüman Kardeşler’le beraber alt kimlikleri temsil eden (Kürt, Ermeni gibi) partilerin açılmasına izin verilmeyecektir. İkinci gelişme ise Baas Partisi’nde yapılacak bazı değişikliklerdir. Buna göre partinin adındaki “sosyalist” ibaresi çıkarılarak yerine “sosyal adalet”in getirilmesidir. Hatta “Demokratik Baas Partisi” şeklinde değiştirilmesi yönünde de teklifler yapılmaktadır. Bunun yanında partinin temel sloganı olan “Birlik, Özgürlük ve Sosyalizm” içindeki özgürlüğün demokrasi ile değiştirileceği belirtilmektedir. Bu gelişmeler görünürde her ne kadar “olumlu” olarak gözükse de yapısal değişimler içermeyen, baskıyı azaltma yönünde “göstermelik” adımlar olarak değerlendirilebilir.

Baskı ortamı Suriye’yi dönüşüme zorlamaktadır. Yönetim rejimin yıkılmasına fırsat vermeden ülkeyi modernleştirme çabası içindedir. Ancak “demokratikleşme” adına bu adımlara biraz şüpheyle yaklaşmak gerekmektedir. Yukarıda sayılan nedenlerden ötürü rejimin belki de kendisinin yıkılmasıyla sonuçlanacak böyle bir sürece izin vermesini beklemek biraz fazla “iyimserlik” olacaktır. Yeni parti kanunu dahi, ülkede hiçbir partinin Baas’a karşı bir tehlike oluşturamayacağı düşüncesiyle çıkarılacak bir kanun olacaktır. Ancak her ne kadar şimdilik rejimin kontrolü altında gözükse de, koşulların değişmesiyle atılan bu adımlar ilerde çok daha farklı sonuçlara yol açabilir. Ülkede zaten var olan “reformcu taban”, dış baskının yoğunlaşmasıyla beraber ülkede değişik durumların ortaya çıkmasını sağlayabilir.