Monday, July 12, 2004

Türkiye-Suriye-İran İttifakı Mümkün mü?

Bugünlerde diplomatik trafik açısından Ankara’da yoğun günler yaşanmaktadır. 13 Temmuz 2004 günü Suriye Başbakanı Muhammed Naci Otri ve İsrail Başbakan Yardımcısı Ehud Olmert resmi görüşmeler yapmak üzere Ankara’ya geldiler. Bu arada basında yoğun biçimde yer almamakla birlikte Türk-İran Güvenlik Komitesi toplantısı da Ankara’da devam etmektedir. Ayrıca önümüzdeki hafta İran İçişleri Bakan Yardımcısı Ali Afger Ahmedi başkanlığındaki bir heyet de Ankara’ya gelecektir. Birbirleriyle sorunlu Orta Doğu’nun üç ülkesinin üst düzey yöneticilerinin bölgede kendileri açısından büyük önem taşıyan Türkiye’ye düzenledikleri bu ziyaretlerin birbirlerine çok yakın zaman dilimleri içerisinde gerçekleşmesinin yanında son dönemde ortaya çıkan bazı gelişmeleri takiben yapılıyor olması ziyaretlerin önemini bir kat daha artırmaktadır. Öncelikle Türkiye-İsrail ilişkileri bir ittifak içerisinde devam etmesine rağmen son dönemde gergin bir seyir izlemektedir. İsrail’in, radikal Filistinli gruplara yönelik uyguladığı suikast eylemleri, son Refah mülteci kampı operasyonu Başbakan Tayyip Erdoğan tarafından ciddi şekilde eleştirilmiş hatta İsrail’in politikaları “devlet terör”ü olarak tanımlanmıştı. Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Suriye Başbakanı ile görüşürken İsrail Başbakan Yardımcısı’na randevu vermemesi İsrail’in son dönem politikalarından duyulan rahatsızlığın bir ifadesi olarak da acaba yorumlanabilir mi? Aradaki gerginliğin esas nedeninin İsrail’in Kuzey Irak’ta yürüttüğü iddia edilen faaliyetlere ilişkin haberler ve bilgiler olduğu bilinmektedir. İkinci önemli konu geçtiğimiz hafta içerisinde Suriye Devlet Başkanı Esad’ın İran’a gerçekleştirdiği ziyaret olmuştur. (Bkz.-Orta Doğu Günlük Değerlendirme-6 Temmuz 2004) Bu ziyaret sırasında da iki ülke arasında özellikle İsrail’in Kuzey Irak’taki faaliyetlerine ilişkin görüşmeler yapılmış ve bu durumun iki ülke güvenliğine tehlike oluşturduğu vurgulanmıştı. Bu ziyareti takiben iki ülkeden üst düzey yetkililerin Türkiye’ye gelmesi bölgede kendi ortak politika arayışlarına Türkiye’yi de dahil etme çabası olarak yorumlanabilir.

Suriye ile yapılan görüşmelerde ekonomik konular ön plana çıkmıştır. Suriye Başbakanı Otri, görüşmeler sonrası yaptığı açıklamada son dönemde ekonomik ilişkilerde büyük ilerlemeler sağlandığını ve bunun siyasal alana daha fazla yansıması yönündeki isteğini dile getirmiştir. Görüşmelerde İsrail-Filistin meselesi, Irak, Orta Doğu’da reform konuları ele alınmıştır. 1998 yılında terör konusunda iki ülke arasında sağlanan işbirliği sonrasında gelişmeye başlayan ilişkiler, Irak Savaşı’yla beraber yeni bir boyut daha kazanmış, Irak’a ilişkin ortak kaygılar iki ülkeyi birbirine daha da yakınlaştırmıştır. İsrail’in Kuzey Irak’taki faaliyetlerine ilişkin iddialar farklı açılardan da olsa iki ülkeyi rahatsız etmekte ve ortak politika arayışına itmektedir. Türkiye, İsrail’in Kuzey Irak’ta Kürtleri desteklemesinden son derece rahatsız olurken Suriye bununla beraber, İsrail’in bölgede toprak alımıyla nüfuz alanını genişletmesinden ve bölgede Suriye ve İran’a karşı istihbarat faaliyetlerini yoğunlaştırmasından rahatsızlık duymaktadır. Bölgede kendisi için en önemli tehdit olarak gördüğü İsrail’in hemen yanı başında faaliyetlerde bulunması ve etkinlik kazanması Suriye’yi oldukça rahatsız etmektedir. Suriye’nin temel kaygısı Kürtlerin desteklenmesinden çok bölgede İsrail’in güç kazanmasıdır. Aynı kaygıların İran için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz. Yani İsrail’in Kuzey Irak’taki faaliyetleri her üç ülkeyi rahatsız ettiği gibi bu ülkeleri de birbirlerine daha çok yakınlaştırmaktadır.

Sonuç olarak; Irak Savaşı sonrasında, ABD’yle sorun yaşayan İran ve Suriye zor bir konuma girmiştir. İsrail’le de sorunlu olan bu ülkeler, bölgede yalnızlık içerisine düştükleri bir gerçektir. Bu koşullar, eskiden beri iyi ilişkilere sahip olan bu iki ülkeyi Irak bağlamında ortak politika arayışına daha fazla itmiştir. Bu noktada Türkiye büyük önem arz etmektedir. Bu iki ülke ittifak sistemleri içerisine kaçınılmaz olarak Türkiye’yi çekmeye çalışmaktadırlar. Türkiye’nin bu sürece dahil edilmesinin uygun koşulları da bulunmaktadır. Irak’a ilişkin kaygılar bu üç ülkeyi yakınlaştırmaktadır. Ancak burada önemli olan konu; ABD’yle ve İsrail’le yakın ilişkileri bulunan Türkiye’nin bu ittifak içerisinde etkin rol oynayıp oynamayacağıdır. Belirleyici olacak faktör ise, İsrail’in Kuzey Irak bağlamında bundan sonra uygulayacağı politikalar olacaktır. İsrail Türkiye’nin kaygılarını dikkate alırsa acaba Türkiye bu ittifak sistemi içerisinde ne dereceye kadar yer alacaktır, İran ve Suriye’yle yakın ilişkiler sürdürülürse İsrail’le Türkiye’nin ilişkileri nasıl bir boyut kazanacaktır? Bu sorular öncelikli olarak ve uzun zaman zihinleri kurcalayacak sorular olarak görülmektedir. Ayrıca İsrail Türkiye’yi Kuzey Irak’ta rahatsız eden faaliyetlerine devam ederse, İran ve Suriye’nin dışında da Türkiye’nin bölgede daha fazla taraftar bulma arayışı içerisine gireceği de söylenebilir.

Thursday, July 08, 2004

Gazze Planı Önündeki Engel: Radikal Yahudiler

Bu yılın başlarında İsrail Başbakanı Ariel Şaron’un açıkladığı Gazze Planı henüz hayata geçirilmeden üzerinde yoğun tartışmalar başlamıştır. Gerek uluslar arası gerekse bölgesel alanda olumlu/olumsuz birçok tepkiye neden olan plan, İsrail iç politikasında da bazı tartışmaları gündeme taşımıştır. Plan, Gazze’de yaşayan tüm Yahudi yerleşimcilerinin (21 Yahudi yerleşim yeri ve toplam 7.500 civarında Yahudi yerleşimci) ve Batı Şeria’dan dört adet yerleşim yerinin boşaltılmasını öngörmektedir.

Plan, İsrail içindeki aşırı milliyetçi radikal kesimler içerisinde büyük tepki görmekte ve bu kesimler plana şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Planın hayata geçme süreci ilerledikçe tepkilerin de yoğunlaştığı ve planın engellenmesi için içerden sert tepkilerin gelebileceği İsrailli güvenlik yetkilileri tarafından ifade edilmektedir. Buna göre radikal Yahudilerin, planı durdurmak amacıyla Ariel Şaron’u, önde gelen bir siyasetçiyi ya da güvenlik yetkilisini öldürebileceği bizzat İsrailli yetkililer tarafından açıklanmaktadır.

Radikal Yahudiler her ne kadar sistem içerisinde çok fazla temsil edilmeseler de İsrail politikalarının belirlenmesinde çok etkin rol oynamaktadırlar (dönemin İsrail başbakanı İzhak Rabin 1995 yılında Filistinlilerle barış anlaşmasına karşı olan aşırı milliyetçi bir Yahudi tarafından öldürülmüştü). İsrail’in; Gazze’de, Batı Şeria’da ve Golan Tepeleri’nde uyguladığı yerleşim politikalarının kaynağını bu radikal gruplar oluşturmaktadır. Buralarda yaşayan yerleşimcilere baktığımızda bunların bir kısmının devletin verdiği teşviklerden yararlanmak amacıyla buralara yerleşmiş olmakla beraber büyük bir çoğunluğunun dinî nedenlerle yerleşimci oldukları bilinmektedir. Dolayısıyla İsrail’in buralardan çekilmesine sert tepki gösterenlerin başında bizzat yerleşimcilerin kendisi gelmektedir. İsrailli din adamları ve yerleşimcilerin liderleri “gerekli durumlarda şiddetin meşru olduğunu” belirten açıklamalar yapmaktadır. Bunun yanında İsrail televizyonunda, bir grup yerleşimcinin yasadışı Kach örgütünden Şaron’un planının uygulanmasını engellemek için taktik alırken gösteren görüntüler yayınlanmaktadır.

Yerleşim politikalarının mimarlarından olan Ariel Şaron’un kararıyla İsrail Gazze’den tamamen çekilmeyi planlamaktadır. 2000 yılı içerisinde İsrail’in Güney Lübnan’dan çekilmesinde olduğu gibi bu geri çekilmeye de radikal gruplar karşı çıkmakta, Güney Lübnan’dan çekilmenin Hizbullah’ın bir başarısı olarak gösterilmesi gibi bu sefer de HAMAS’ın bir başarısı olarak gösterilmesinden çekinmektedirler. Ancak İsrail’in varlığı Lübnan’da olduğu gibi Gazze’de de artık İsrail’e faydadan çok zarar getiren bir konuma gelmiş durumdadır. Bu durumun farkında olan İsrail’in tüm bu tepkilere rağmen belki daha uzun vadeye yayılmış bir dönemde Gazze Planı’nı uygulamaya sokacağını söyleyebiliriz.